03 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL AB ve Kabotaj Kanunu Sözde AB’li dostlarımızın kılı kırk yardırarak bize boşuna zaman harcattıkları AB macerasında günlerden bir gün gelir de halk deyimi ile çıkmaz ayın on beşinde biz de kulübe girersek(?) bizi bekleyen bu probleme de hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hem de Yunanistan ile birlikte Güney Kıbrıs’ı da bağrına basan AB’nin Türkiye’nin Kabotaj hakkına kimseyi dokundurtmama yolunda göstereceğine inandığımız direnişine nasıl karşı çıkacağını çok iyi düşünerek. büyük işler’’ kapsamında 29 Nisan 1926’da 815 sayı ile yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu, aslında denizle fiziksel ilişkisi olan bütün ülkelerde de vardır ve ulusal yararların korunması ortak özelliğini taşır. Her ülkenin kendi limanları arasındaki taşımaların sadece kendi bayraklarını taşıyan gemilerle yapılması tekeli olarak özetlenecek bu yasa, bazı ülkelerde ulusal egemenliklerindeki havayolu taşımalarını da kapsamaktadır. Türkiye dahil bütün diğer ülkelerde kabotajın o ülkelerin egemenlik hakları ile doğrudan ilgili yasalar olarak yürürlüğe sokulduğu yıllarda AB diye anılan bir kulüp henüz kurulmamıştı. Yıllar geçip Avrupa’daki her ülkenin çeşitli nedenlerle artık yalnız olarak başının çaresine bakması gerçek bir güçlük olarak ortaya çıkınca ayrıntılarına burada yer veremeyeceğimiz girişimlerle böyle bir kulüp kuruldu. Bu birliktelikte kültürlerin en önemli unsurlarından olan din, ortak yararlar gibi faktörler ve belli üyelerce saptanan kriterler önemliydi. Bu halen de kulübün anayasası olan kurallar içinde pek değişikliğe uğramadı denilebilir. Konumuz olan Kabotaj Kanunu hemen bütün Avrupa ülkelerinde yürürlükte iken bu ülkeler bir de AB üyeliği niteliği kazanınca ortaya bir problem çıktı. Örneğin her ikisi de AB üyesi olan Fransa ve İtalya’yı ele alalım. Fransız bayraklı gemi, AB üyesine ait oluşu nedeni ile Trieste ile Cenova arasında yük ve yolcu taşıyabilecekti. Ayrıca yasaya göre gemi personeli, armatörü ya da işletmecisinin geminin bayrağını taşıdığı ülke uyruğunda olması problemi nasıl çözülecekti? Bu çelişki üye ülkeler arasında yeni görüşmelere ve birtakım derogasyonlar, karşılıklı anlayışlarla çözümler bulmaya yol açtı ise de bazı ülkeler için uygulamada çelişki ve tutumlar halen tazeliğini koruyor.(*) İlginç bir misal var. Yunanistan ve Ege’deki adaları arasında denizyoluyla yapılan yoğun bir trafik olduğu ortada. Bu durum özellikle turizm sektöründe Yunanistan’ın bu trafiğe başka bayraklı gemi sokmasındaki direnişini de otomatikman gündeme getiriyor. Yani bir AB ülkesi olan Yunanistan, Kabotaj’daki tekelinden vazgeçmiyor. Bir yolunu bulup diğer üyelere de kabul ettirmiş olmalı ki Yunan anakarası ile adaları arasında Yunan gemilerinden başka taşıtlar, AB üyesi ülkelere ait olsalar da bu trafiğe giremiyorlar. Yunanistan ne yapıp edip bunu sağlayabiliyor. Bu yolda her çareye başvuran, her durumdan yararlanmayı deneyen Yunanistan, konuyu, süregelen Türk/Yunan ilişkilerindeki tartışmalı durumları, kabotaj tekelinden taviz vermemekte bir güvenlik ve savunma önlemi şeklinde takdim edebiliyor. (**) Diyeceğimiz o ki; sözde AB’li dostlarımızın kılı kırk yardırarak bize boşuna zaman harcattıkları AB macerasında günlerden bir gün gelir de halk deyimi ile çıkmaz ayın on beşinde biz de kulübe girersek(?) bizi bekleyen bu probleme de hazırlıklı olmamız gerekiyor. Hem de Yunanistan ile birlikte Güney Kıbrıs’ı da bağrına basan AB’nin Türkiye’nin Kabotaj hakkına kimseyi dokundurtmama yolunda göstereceğine inandığımız direnişine nasıl karşı çıkacağını çok iyi düşünerek. Fransa’nın ‘‘Petit Cabotage’’ dediği Korsika, ‘‘Grand Cabotage’’ dediği Martinik, İspanya’nın Balear adaları, İtalya’nın Sicilya ve Sardunya ile arasındaki trafikte de AB bayraklı diğer ülke gemilerine Yunanistan misalinde olduğu gibi sınırlamalar konusunda ve bugüne kadar AB maceramızda karşılaştığımız çifte standart dayatmaları bağlamında, Türkiye’nin diyelim ki AB üyesi olduk daha çok çekeceği olduğunu unutmamalıyız. (*) Council Regulation (EEC) No 3577/92 of December 1992. (**) E.C Shipping Law. Bay Vincent J.G. Power. Page 226 (7.043). PENCERE Yargıç Özbilgin Son Kubilay mı?.. Beton ormanında yaşayan bir kentli için park ne demek?.. Ağaç.. Çiçek.. Çim.. Kentli soluk alabilmek için parkı icat etmek zorunda kalmış.. Parktaydık.. Şehrin dağdağasında bir avuç yeşillik insana gülüyordu... Ancak bizler, gülemiyorduk... Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz ’ın çağrısıyla toplandığımız parkta, Aydınlanma şehidimiz, yüksek yargıç, Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’i anıyorduk... Şehidimizin eşi Sema Özbilgin de aramızdaydı... Bir onur anıtı gibiydi.. Sessiz.. Sakin.. Kararlı.. ? Sema Özbilgin söz alarak dedi ki: ‘‘ Türkiye Cumhuriyeti var oldukça ve bayrağımız göklerde dalgalandıkça bu park da Mustafa Yücel Özbilgin adıyla anılacaktır. 17 Mayıs’ta kaybettiğimiz Cumhuriyet ve yargı şehidi Mustafa Yücel Özbilgin Cumhuriyetçi, yurdunu seven, laik ve inançlı bir insandı.’’ İki sözcüğün altını çizin: 1 Laik.. 2 İnançlı.. Kendisini inançlı sanıp da laik olmayanlar bu ülkeye bilir bilmez en büyük kötülüğü ve ihaneti yapmaya adaydırlar... Kubilay’a kıyanlar bunlardır.. Sıvas katliamını yapanlar bunlardır.. Yüksek yargıcımız Özbilgin’i şehit eden de bunlardandır.. ? Bilmem ki hesabı yapıldı mı?.. Kubilay’ın şehitliğinden bu yana kaç kişi Kubilay oldu?.. Yüksek yargıcımız Mustafa Yücel Özbilgin kaçıncı Kubilay?.. Aydınlanma’nın aydınlığına bağlandıktan sonra karanlığın karanlığına kurban edilen kaç şehidimiz var?.. Bu tarihsel süreç Batı’da, Avrupa’da, Fransa’da, ötekilerde de gülsuyuyla yaşanmamıştır... Ancak 21’inci yüzyılda yaşadığımızı unutmayalım... Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin son şehidimiz mi olacaktır?.. Son Kubilay mı olacaktır?.. ? Bu yazıyı Mustafa Yücel Özbilgin Parkı’nda yaptığım konuşmadan bir alıntıyla noktalamak istiyorum: ‘‘İnsanın insan olması kolay olmadı. Aydınlanma, insanın insan olması, kişiliğini kazanması tarihinin anlamıdır. Türkiye tüm İslam dünyasında tek başına, Atatürk’ün öncülüğüyle, bu Aydınlanma’nın vatanı olmuştur. Onu bu aydınlıktan karanlığa doğru sürükleyebileceklerini sananlar, hiçbir zaman başarı kazanamayacaklar. İşte böyle en yüksek yargıçlarımız bile şehitliği göze aldıkça bu iş yürüyecektir. Bu olayın anlamını eğer anlamayan varsa, Türkiye’de neden yaşadığını bilmiyor demektir.’’ Tartışmanın Noktası AYLAR boyu sürüp gidecek olan Cumhurbaşkanlığı tartışmasının hukuk açısından kesin sonuca bağlanacağını düşünmek saflık olur. Özellikle, o makama oturana hukukun nasıl bir zırh kazandırmış olacağı konusunda. Anayasanın hükümleri bu açıdan hayli kesin gözükse de yine birtakım hukuk sorunları var ki, onlar üzerindeki tartışma bitecek gibi değildir. Yalnız bizde değil, bugünkü dünyanın birçok ülkesinde de. Bizim 1982 Anayasası, başbakan ve bakanların sorumluluk yüklendiği durumlar dışında cumhurbaşkanınca ‘‘resen’’ imzalanan ‘‘kararlar ve emirler’’ için de ‘‘yargıya başvurulamaz’’ diyor ama, ya ‘‘emir ve karar’’ niteliği taşımayan, özel yaşama ilişkin davranışlar? Anayasa, milletvekiliyken cumhurbaşkanı seçilenin ‘‘milletvekilliği düşer’’ dese de, ona tanınan ‘‘sorumsuzluk’’ zırhının dokunulmazlıktan bile kalın olduğu söylenebilir. Peki, cumhurbaşkanı, göreve gelişten, hatta milletvekili seçilişten önce işlediği suçlar için de mi mahkeme önüne çıkarılamayacaktır? Kimileri, Türk anayasa hukukunda sık sık örnek alınan Fransa’daki bir olaya bakıp bunun pekâlâ mümkün olabileceğini ileri sürecektir. Bir Paris mahkemesi, Aralık 1974’te Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing aleyhine bir davaya bakmayı kabul etmişti; ‘‘isnat edilen suç göreve gelişten önce işlenmiştir’’ diye. u ya da bu yönde uygulamalar çoğaltılabilir. Örneğin, İngiliz hukuku sorumsuzluğu mutlak sayar: ‘‘Kraliçe hiç kötü bir şey yapmaz’’ denir. XIX. yüzyılın anayasa hukukçusu Albert Dicey, ‘‘Kraliçe, eliyle başbakanı öldürse ceza yemez’’ demiş olmakla ünlü. Şimdinin İspanya’sında da durum böyle. Ama, Türkiye’de bugün tartışılan konu, sıradan hukuk tartışmalarının ötesinde, cumhuriyetin ve ülkenin kaderiyle ilgili. Çünkü konu, laiklik konusu. Laikliğe inanmayan, daha doğrusu laikliği yalnız inanç ve ibadet özgürlüğü yönüyle alıp ‘‘devletin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki temel düzenini, kısmen de olsa, din kurallarına dayandırmama’’ yönüne inanmayan, bunu sadece sözleriyle değil, başbakanlığın sorumluluk mevkiindeki tutumuyla da belli eden bir kişiyi devletin başına getirip getirmeme söz konusu. Bu, bir kişinin siyasal ya da ekonomik anlamda sağcı ya da solcu, sosyalist ya da liberal oluşundan öteye, devlet anlayışının temel felsefesine ilişkin bir şey. Anayasa, başbakanın laikliğe ilişkin tutumu konusunda birtakım dengeler ve güvenceler getirmiş olabilir ama, cumhurbaşkanı açısından durum başkadır: ‘‘Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetmek’’le görevli kişinin laikliğe inanmıyor olması, devletin ‘‘din devleti’’ne dönüşmesi, teokratikleşip İran’a benzemesi demektir. Böyle olduğu içindir ki cumhuriyete inanan ve onu korumakla yükümlü her kurum ve herkes, Cumhurbaşkanlığı tartışmalarına ancak şöyle bir nokta koyabilir: Şimdiki başbakan cumhurbaşkanı olamaz, olmamalıdır ve bu gidiş mutlaka önlenmelidir. Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Temmuz kutlamalarını yine ‘‘....üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizdeee...’’li nutuk ve yazılarla geride bıraktık. Sanki, sadece doğanın bize bağışı olan coğrafyamızın bu özelliği uluslararası anlamında denizciliğe bir katkımızın olmasına ya da yine o anlamda türlü kazanımlarımıza neden olmuş gibi. Ülkemizi sevmeyi ve onun için bir şeyler yapmayı kendilerinden başka kimsenin başaramayacağına kendilerini inandıran kimileri yazımızın bu başlangıcına tepki gösterebilirler. Ama meydan ordaysa arşın da burada. Örneğin, bizim de saygılı olduğumuz görkemli tarihimizde denizcilikte neler yaptığımız da uluslararası ölçülerdeşimdi nerelerde olduğumuz da apaçık meydanda. Doğruya ulaşmak için nerede olduğumuzu doğru olarak saptamakla başlamaktan başka yol yok. Ülkemizde uluslararası düzey ve niteliklerde çağdaş bir deniz gücü, bu gücün lojistik ve ekonomik vazgeçilmez tamamlayıcısı olan, uluslararası profesyonel terminolojideki deyimi ile ‘‘shipping’’ yani deniz ticareti işi ve filosu cumhuriyet döneminde oluşturulmuştur. Bugün, donanmamız her şeyi ile, uluslararası birlikteliklerde ağırlık ve önemi olan bir deniz gücü olduğu gibi, deniz ticaretinde de filomuz aslında gerekli standartlardaki tonaja tamamıyla ulaşamamış olsa da 1 Ş uluslararası shipping işinde iyi yetişmiş bir kuşak bu sektördeki çağdaş kuruluşların başındadır. Başarılarında bu işin asları olan ülkelerdeki meslektaşlarından fazlalıkları var, eksiklikleri yoktur. Bu kuşak ‘‘Denizciliği Türk’ün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız’’ diyen Kurtuluş Savaşı Gazi’sinin gösterdiği hedefi amaç edinmiş ve bu yolda ilerlemektedir.. Yaşadığımız günlerin aktüel konusu AB artık toplumun büyük bir kesiminde hiçbir güvence duyulmayan, hakça olmaktan uzak nitelikler kazanmış gibi. Bu nedenle 1 Temmuz kutlama ve etkinliklerinde doğal olarak her zaman sözü edilen ‘‘Kabotaj Kanunu’’na AB ilişkileri bağlamında değinmekte yarar gördüm. Türkiye olarak bir AB macerası peşinde yıllarımızı yitirdik. Şimdilerde de neredeyse ulusal onurumuzu yitirmek sayılabilecek dayatmalar, her gün bir yenisi ileri sürülen isteklerle karşı karşıyayız. Artık neredeyse yazınımıza, dilimize yerleşmiş deyimi ile gerçekten de ‘‘ucu açık’’ bir anlaşmanın sadece kendilerine verdiği esneklik ve olanakları kullanarak AB ileri gelenlerinin aşağılayıcılığa varan biçimde üstümüze geldiğine tanık olmanın acısı ve öfkesini yaşıyoruz. Cumhuriyetimizin ilanından hemen sonra girişilen ‘‘Az zamanda çok ve İLAN GEBZE SULH HUKUK MAHKEMESİ SATIŞ MEMURLUĞUNDAN GAYRİMENKUL AÇIK ARTTIRMA İLÂNI DOSYA NO: 2006/11 SATIŞ Mahkeme Satış Memurluğum uzca yukarıda numarası yazıl, bulunan işbu satış dosyasından 30 haziran 2006 tarihinde yayımlanan ilanda satış konusu taşınmazın değeri sehven her ne kadar 17 010 00 YTL olarak belirtilmiş ise de, sözkonusu taşınmazın satış ihale bedelinin (değerinin) 34.822,50 YTL oldugu hususu TAVZIHEN ilân olunur. (Basın: 34527) BÜYÜKÇEKMECE 2. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ MENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI Sayı :2005/2721 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins.miktar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkartılmıştır. Birinci artırm 28/.07./2006 günü saat 12.0012.10 arasında HARAMİDERE San Sitesi K Blok K:3 /Büyükçekmece adresinde ypılacaktır.. O gün kıymetinin % 60 ına istekli bulunmadığı taktirde 02/.0^.2006 günü aynı yer ve saatte 2.açık artırma yapılarak satılacağı. Şu kadarki artırma bedelinin malın ahmin edilen kıymetinin yüzde kırkını bulmasının ve satış isteyenin alacağa rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevrime ve payların paylaştırma masraflarının geçmesinin şart olduğu,mahcuzun satış bedeli üzerinden %..... oranında K.D.V.nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği,fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları ihaleye katılanlardan % 20 teminat ödemelerinin gerektiği ayrıcayebligat yapılamayanlara işbu ilanın ilanen tebliğ mahiyetinde olduğu ilan olunur 29/06/2006 Muammen kıymeti Lira: 48.000.00 YTL. Adedi : 12 Cinsi (mahiyeti ve önemli nitelikleri): MATEC Marka Çorap örgü Makinası 4931848081 48082/145684145384145937145654146162 146103148251147018148218 seri nolu (Basın: 34593) CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear