24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27 MAYIS 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Yok etme Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nce düzenlenen ‘‘Osmanlı’dan Lozan’a Batı’nın Paylaşım Projeleri’’ başlıklı sempozyumun sonuç değerlendirmesinden: ‘‘Sorun yalnızca Kürt, Ermeni, Ege sorunu olarak görünse dahi, aslında temel çok daha eskiye Anadolu’nun parçalanması ve Türkiye’yi ekonomik olarak Batı’ya bağımlı kılma hedefine dayanmaktadır. Gerçekte bu bir yok etme sorunudur ve Batı’nın paylaşım projeleri bu ‘yok etme’ amacı çerçevesinde halen devam etmektedir. Bu sorunun üstesinden gelebilmenin tek yolu işbirliği, güçlü bir koordinasyon ve Türk kimliğinin güçlenmesi, mücadele edilmesidir. İşbirliği, kurulan örgütler, toplantılar ve konferanslar ile yapılmaya çalışılıyor olsa da henüz koordinasyon tam anlamıyla sağlanamamakta, bir fikir birliğine varılamamaktadır.’’ Teslimiyetçilik dozu SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Gerçeğe Alışmak Okul tarih kitaplarında 1. Dünya Savaşı’nın bir suikastla başladığı okutulur: ‘‘AvusturyaMacaristan Veliahtı Ferdinand ve eşinin bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi 4 yıl sürecek kanlı kapışmayı başlattı.’’ 1. Dünya Savaşı’nın nedeni bu kadar basit midir? Kuşkusuz değildir. Sırp milliyetçisinin düzenlediği suikast, yalnızca bir kıvılcımdır. Çakmak çakılmış ve yakılmak istenen yakılmış, parçalanmak istenen parçalanmıştır. Kurtuluş ve kuruluş sürecimizi anlatanlar başta olmak üzere tarih kitaplarımızdan yine biliriz ki asıl geride çakmağı çakıp Merkez Bankası hafta ortasında bir küçücük açıklama yaptı: ‘‘Bilindiği gibi kur rejimi hükümet ile birlikte belirlenmekte, ancak bu rejim altında kur politikasının uygulanması doğrudan bankamız yetki ve sorumluluğu altında bulunmaktadır.’’ Dam üstünde saksağan gibi görünen açıklamayı algılayabilmek için araştırmacıyazar Mustafa Sönmez’in bundan 10 gün önce BİA’da yayımlanan makalesini anımsamak gerekiyor. Sönmez, yazısına ‘‘Son bir haftada döviz fiyatını yukarı çeken ne oldu’’ sorusu ile başlıyor: ‘‘Rivayet o ki, 5 milyar dolarlık bir çıkış oldu. Gerçekten de rivayet. Çünkü hem Takasbank, hem Bankacılık Düzenleme ve yangının, boğazlaşmanın seyrine bakanlar, dönemin sömürgen ülkeleridir. Geçenlerde şair Oktay Rifat’ın sanat ve şiir üzerine kısa denemelerini okuyorduk. Bir bölümün altını çizmiştik: ‘‘...biz gerçeğe olan ilgimizi de yitirmişizdir. Çünkü gerçeğe alışmışızdır. Gerçeğin gündelik düzenini değiştirmek, yahut başka bir açıdan bakabilmek elimizde olsaydı, daha çok ilgi duyardık ona.’’ Son 30 yıldır, on binlerce insanını gözleri önünde yitirmiş Türkiye’de herkes aslında gerçeği biliyor. Gerçeği bir kez daha, bir kez daha yaşıyor, ama gerçeğe alıştığı için hep ilgiyi yitiriyor. Kapsam Şekerİş şubeleri; Bor, Ilgın ve Ereğli şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamına alınması üzerine gerçekleştirdikleri eylemler sürerken Sanayi Bakanı Ali Coşkun fabrika müdürlüklerine bir faks mesajı gönderdi: ‘‘Özelleştirme kapsamına alınmak, özelleştirme programına alınmış olmak anlamına gelmiyor.’’ Madem bu fabrikalar özelleştirme programında değil, niye özelleştirme kapsamında? Serbest müdahale Denetleme Kurulu (BDDK) verileri, yabancıların bu ölçüde bir kaçışını doğrulamıyor. Çıkış var; ama en fazla 1 milyar dolar... ... yaklaşık 63 milyar dolar sıcak para var... Kaçtığı iddia edilen miktar, devede kulak. Demek ki sıcak paranın YTL’den dövize dönüş eğilimi değil fiyatı tırmandıran. Üstelik talep olduysa, dövizi kim sattı? Merkez Bankası satmadı. Bankaların satacak halleri yok. 5 Mayıs’ta 9 milyar dolar açık pozisyonları vardı. Reel sektör de döviz satacak değil, açık kapatacak pozisyonda. O zaman şu sonuca varıyoruz: Onca toz duman arasında, ma tah bir alımsatım olmadan döviz fiyatı yükseldi. Bu nasıl olur? Olur. Ortam zaten dövizde fiyat yükselmesine müsait. Biraz gazla, biraz manipülasyonla, fazla işleme girmeden döviz fiyatını yükseltmek mümkün olabiliyor. Ekonomi yönetimi bunu yapmış olabilir.’’ Açıkçası Sönmez, yabancı sermayeyi kaçmaktan caydırmak için doğrudan hükümetin, o hep kutsanan ‘‘serbest’’ piyasaya müdahale ettiği kanısında. ‘‘Bu aslında nedir’’ diye soran Mustafa Sönmez yanıtını da vermiş: ‘‘Bu, sıcak para bağımlılığına bir kez daha ağır bir teslimiyettir.’’ CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç’a sorduk: İktidar sözcüleri, teslimiyetçilik dozunun yüksek ya da düşük olmasının, kullanılma tarihi açısından bir şey değiştirmediğini görebiliyorlar mı sizce? Yeni dünya düzeni akademisinden teslimiyet belgesi alanlar ile eski Bekaa Vadisi mezunlarının bir işbirliğinden söz edebiliriz. Bunlar nezdinde matruşka bebeği gibi komplo içinde komplo üretilebiliyor. Arkadaşlarımız (!), hazırlanan senaryo ve dekorun tamamlanması sürecine, bulundukları noktalarda katkı vermekten geri durmuyorlar. Yaşananlara zemin hazırlayan da onlar değil mi? Şimdi onlar için takıyye uzmanlığı sergilemenin tam zamanı. ‘Efendi sen bu işlere karışamazsın, kınıyorum’ sözleri unutulacak; dillerden ‘Atatürk, laik, demokratik Cumhuriyet’ sözcükleri düşmeyecektir, göreceksiniz. Sürekli bir kandırmaca ve siyasi komedi en üst düzeyde oynanıyor. Yurttaşın rolü ne bu komedide? Biz yurttaşlar yaşayıp gidiyoruz, emperyalist güçler yaşadığımız coğrafyada kendi hedeflerine dönük stratejik hedefleri elde edinceye kadar... Pınar Selek’le ‘Boşlukta Yüzmek’ ‘‘Böyle bir atölyenin cephanelik olarak tanıtılması korkunç bir şey’’ diyor Pınar Selek. Ve atölyesini şöyle tanımlıyor: ‘‘Doktorlar gibi sosyologların da toplumsal yaralara el sürme kabiliyetinde olması gerektiğine inanıyordum... Çeşitli araştırmalar aracılığıyla tanıştığım ve her biri farklı dışlama mekanizmasından etkilenen insanlarla birlikte, ortak bir atölye çalışmasında yer aldım: Sokak Sanatçıları Atölyesi...’’ ‘‘Cephanelik olarak tanıtılan atölye’’, böyle bir atölye... Yıllardır ‘‘Vatana ihanet, yasadışı silahlı örgüt kurmak veya örgüt üyelerine yardım ve yataklık etmek’’ gibi suçlarla yargılanan Pınar Selek; Türkiye’nin siyasi tarihine geçecek savunmasında, 8 yıldır süren ve kendisiyle birlikte ailesine tarifsiz acılar yaşatan ‘‘Mısır Çarşısı komplosu’’nu anlatırken bu sözlere yer veriyor. ‘98 yazında yaşanan ‘‘Mısır Çarşısı patlaması’’nı hatırlayacaksınız. Fransa’da ekonomi mastırı yapmış, üniversiteyi birincilikle bitirmiş, Dame De Sion mezunu, sosyolog Pınar Selek’in başına kalan ‘‘Mısır Çarşısı patlaması’’ davası hâlâ sürüyor ve İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde son savunmalar dinleniyor. ‘‘Mısır Çarşısı komplosu en çok neye zarar verdi diye düşünüyorum? En güzel yıllarıma mı? Geleceğime mi? Öncelikle bu komplo, annemin hayatına mal oldu (ve) Sokak Sanatçıları Atölyesi’ni tuz buz etti’’ diyor savunmasında Pınar Selek. Ardından da şöyle devam ediyor: ‘Yargısal öldürmelere son!’ ‘‘Açıkçası yaptığım araştırma nedeniyle başıma çeşitli sıkıntılar gelebileceğini, belki bu nedenle huzurunuza çıkabileceğimi tahmin ediyor ve bunu göze alıyordum. Ama böyle korkunç, insanlık dışı bir komplonun içine düşeceğimi tahmin edemezdim. Gözaltına alındığım yıllarda ilk önce benden, araştırmamda konuştuğum insanların ismini istediler... İsteklerini yerine getirmedim. Sonra araştırmam yok edilerek bombaya dönüştürüldü. Araştırma yaparken militanlara yardım ettiğimi, bombalarını sakladığımı iddia ettiler. Yani anti militarist bir araştırmayı bombaya dönüştürdüler...’’ Sorgusu sırasında Filistin askısı, uykusuz bırakılmak dahil her türlü işkenceye maruz kalan ve bunları savunmasında anlatan Selek, ‘‘Her şeyin ortaya çıkacağından emindim’’ diyor: ‘‘...Atölyede bulunduğu iddia edilen patlayıcıların, daha önce polisin elinde olduğu ortaya çıktı. Ama komplocular inatçıydı. Cezaevine girdikten sonra ‘Yakında çıkarım’ diye düşünürken; TV’de görüntülerimi gördüm. Senaryo büyüyordu. Ben de baş oyuncusu olmuştum. Mısır Çarşısı patlaması bombaymış, bombalayan Pınar’mış. Ekranda kendimi izlerken boşlukta yüzer gibi olduğumu hatırlıyorum...’’ ‘‘Boşlukta yüzmek’’... Dün sabah kavuniçi tişörtü ve bej pantolunuyla sanık sandalyesinde oturan Pınar Selek’i izlerken ben de bu duyguyu yaşadım. Mahkeme salonlarında sönüp giden bir gençlik ve 8 yıldır süren bir dava... Savunma avukatları delillerdeki tahrifat ve tutarsızlıkları; sorgulama sürecindeki boşlukları, yapılan yönlendirmeleri anlattılar. Pınar Selek’in savunmasını yapan avukat Alp Selek, ‘‘İnsan tabancayla, bıçakla, çeşitli silahlarla öldürülebilir’’ dedi: ‘‘Ama öldürmenin en korkuncu yargının alet edilerek öldürülmesidir. Biz bu mahkemeden böyle yargısal öldürmelere son verilmesini talep ediyoruz... Bu; dünyanın her yerinde merak edilen, sorup soruşturulan bir dava. Burdan Türkiye’nin yüzünü aklayan bir karar çıkmalı...’’ Aşevlerinin Amacı Ne? FATMA ESİN Fatih Sultan Mehmet ’in ‘‘vakıf fermanından’’ etkilenmiş Bakan Mehmet Ali Şahin. ‘‘Külliyemde İstanbul fukarası yemek yiyeler, ancak almaya kendileri gelemeyenlerin yemekleri güneşin loş bir karanlığında kimse görmeden kapalı kaplar içinde evlerine götürüle’’ diyormuş fermanın son bölümü. Bu nedenle 81 ilde aşevleri kurulmuş. İsteyen herkes buralardan yemek alabilecekmiş. Gelmeyenlere veya hasta ve yaşlılara da gece, kimse görmeden evlerine götürülecekmiş yemekleri; utanmasınlar diye! Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı gibi... İnsanın gözleri yaşarır doğrusu! Ülkenin yoksullarına karşı duyarlılık! Yoksul olmaktan, bedava yemek yemekten utananlara karşı gösterilen incelik! Fatih Sultan Mehmet’e gösterilen kadirşinaslık! Fakaaaaat!.. Hangi devirde yaşandığı ve de Türkiye’nin uygar ve sosyal bir devlet olduğu gerçeği unutulmuş. Sosyal devlet her şeyden önce adil gelir dağılımı sağlamakla yükümlüdür. Bunun için de işsizliğin en düşük düzeye indirilmesi, herkesin iş güç sahibi olması ve herkesin kendi emeğinin karşılığı olan geliri elde etmesi ve bu gelirle kendisini ve ailesini geçindirmesi gerekir. İnsanlar ancak o zaman bedensel ve ruhsal olarak sağlıklı bir yaşam sürebilirler. Devlet eli ile olsa bile sadaka ile yaşamak onur kırıcıdır ve ruhsal sorunlara neden olur. Üstelik böyle bir uygulama ülkeye ilkel bir görünüm kazandırır. Türkiye’nin sosyal bir devlet olduğu gerçeği ortada iken bu ilkeyi hiçe sayıp, taaaa 56 asır önceki bir fermandan etkilenip aşevleri dönemine geçilmesi bir çelişkidir. Üstelik bir süre önce ‘‘Böbreğimi satıyorum’’ pankartı ile işsizliğini ve yoksulluğunu ifade etmek isteyen kişiye Başbakan Erdoğan’ın ‘‘Burası sakatatçı dükkânı değil’’ yanıtı verdiği, aynı şekilde oğlunun aylardır işsiz olduğunu söyleyen anneye, ‘‘Burası iş bulma kurumu değil’’ dediği bilindiği gibi, Mersin’de bir çiftçiyi aynı nedenlerle nasıl azarladığı anımsanırsa, bu girişimin asıl amacının yoksullara yardım olduğunu düşünmek olanaksızdır. O zaman amaç ne olabilir? Parasının nereden ve nasıl karşılanacağı belirsiz bu girişimin bir seçim yatırımı olma olasılığı var ama, daha başka ve daha kuvvetli olasılıkları da düşündürüyor! Çok yakın bir tarihte Sayın Bülent Arınç’ın anayasanın değiştirilemez maddelerini ve laiklik kavramını eleştiren o ilginç konuşması ve bu konuşmanın Başbakan Erdoğan tarafından haklı bulunması anımsanırsa, aşevleri girişimine ilişkin bazı kuşkular ortaya çıkıyor. O konuşmanın rejim değişikliği istencine yönelik olduğu açık seçik ortadaydı. Demek ki, iktidar istencinde öylesine kararlı ki, mücadelesini sadece anayasayı ve Cumhuriyetin temel ilkelerini hukuksal olarak değiştirme çabası ile sınırlı tutmayıp, bir yandan da o rejime uygun uygulamaları bir an önce başlatmaya çalışıyor. Çünkü, Fatih Sultan Mehmet fermanının da gösterdiği gibi, aşevleri şeriat düzenine özgü uygulamalardan biridir. Son günlerde birbiri ardına yayımlanan ve parasız dağıtılan şeriat düzeni kurallarını içeren kitapçıklar da bu kuşkuyu kuvvetlendiriyor. Örneğin, ‘‘Delilleriyle Aile İlmihali’’ adlı çağdışı öneriler içeren kitapçığın tartışmaları sürerken benzer ifadeler içeren ‘‘Kırk Hadisi Şerif’’ adlı, Türkiye İlmi İçtimai Hizmetler Vakfı tarafından yayımlanan kitapçık AKP Milletvekili Prof. Dr. H. Özdemir tarafından TBMM’de milletvekillerine dağıtılmış! (12 Mayıs 2006 tarihli Hürriyet gazetesi) Kısaca, iktidar hedefine varmak için dört yandan hücuma geçmiş durumda! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve bir Mehter alayı... Yazıyı yetiştirmek için duruşmadan erken ayrılmak zorunda kaldım. Mahkeme salonundan çıkarken gözüm, dinleyici sıralarında oturan Yaşar Kemal’e ilişti. Bu mahkeme salonlarından defalarca geçmiş koca çınar, nefesini tutmuş, pür dikkat savunmayı dinliyordu. Bir de, kürsünün hemen arkasında koca koca harflerle yazılmış o yazıyı gördüm: ‘‘Adalet devletin temelidir!’’ Dışarı çıkınca yüzüme ılık bir yaz yeli çarptı. Ve önümden bir ‘‘Mehter’’ alayı geçti. İki adım ileri, bir adım geri... (Yoksa bir adım ileri, iki adım geri miydi?) Durumu bundan iyi özetleyen bir kurgu olamaz diye düşünürken, ağır cezanın tam karşısındaki ‘‘Bahçeşehir Üniversitesi’’ öğrencilerinin ‘‘Mayıs Festivali’’ni kutladığını öğrendim. Bahçeye dönerler kurulmuş, çimlerin üzerine rengârenk minderler atılmış, sponsor bilboardları arasında akşamki ‘‘Kenan Doğulu’’ konseri için devasa bir platform hazırlanmış... Gençler cıvıl cıvıl eğleniyor... ‘‘Bahçeşehir’’in bahçesiyle, ‘‘ağır ceza mahkemesi’’ arasındaki mesafe 200 adım, 200 adımda böyle fark? Üniversite kampusunda ‘‘açık toplum’’. Mahkeme salonunda ise... Ne desem? Bilemedim. Onun adını da artık siz koyun... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 27 Mayıs www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Kastamonu’ya özgü, ta 1 vuk ya da hin 2 di eti ve yufkayla yapılan 3 bir yemek. 2/ 4 Yeniçeri kışla 5 sı... Deri, muşamba gibi ge 6 reçlerden ba 7 vul, çanta gibi 8 şeyler yapan kimse. 3/ Razı 9 olma, isteme... ‘‘Bili1 2 3 4 5 6 7 8 9 nir ne olduğum iç 1 Z E N C E F İ L lenmek zanaatında’’ 2 A D A R İ T A (Cemal Süreya). 4/ YiA Y yeceği ortaklaşa sağla 3 M A Z G A L L A T A N Y A nan toplantı. 5/ Yoz be 4 K 5 İ F A O T A R İ ğeni, zevksizlik... ÜfleE Ş A R meli bir çalgı. 6/ Nam 6 N E Ş A K O L N İ zet... İcar. 7/ Modern 7 O R Yunanca. 8/ İletken nes 8 S İ F İ L İ S N nelerden ısı ya da elekt 9 K AMU İ T İ riğin geçmesi... Tellür elementinin simgesi. 9/ Pamuktan dokunmuş basma... ‘‘Fena değil’’ örneğinde olduğu gibi, bilinçli hafifsemeye dayanan söz sanatı. Esas No: 2003/190 Davacı İkram Kara vekili Av. Ali Ateş tarafından davalı Brigitte Kaltenbacher aleyhine açılan boşanma davasında, Davalı Avusturya uyruklu Brigitte Kaltenbacher’in açık adresi tüm aramalara rağmen temin edilemediğinden, davalı aleyhlerine mahkememizde açılan ve devam etmekte olan boşanma davasında, dava dilekçesinin ve duruşma gününün gazete ilanı ile tebliğ edilmesine karar verilmiş olup, adı geçen davalı ilan tarihinden itibaren 15 gün içinde varsa bu davaya karşı diyeceklerini yazılı olarak mahkemeye ibraz etmesi veya duruşma günü olan 15.6.2006 günü saat 9.50’de mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir vekil marifeti ile temsil ettirmesi, aksi takdirde yargılamaya yokluğunda devam edileceği HUMK. 213 ve 217. maddeleri gereğince dava dilekçesinin tebliği yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 16242 AKYAZI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN (AİLE MAHKEMESİ SIFATI İLE) YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yağda kızartılmış yumurta üzerine sarmısaklı yoğurt dökülerek yapılan bir yemek... Dolma yapmak için hazırlanan karışım. 2/ Van Gölü’nde küçük bir ada... ‘‘ eder insanı bu dünya / Bu gece, bu yıldızlar, bu koku / Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç’’ (Orhan Veli). 3/ Aziz Nesin’in bir öykü kitabı. 4/ Sağlık, esenlik. 5/ Akıl... Yiyecek bulamayan, yoksul kimse... Afrika’da bir ırmak. 6/ ‘‘Akaju’’ da denilen ağaç... Erzurum yöresinde gövdesi yenilen ya da turşusu yapılan otsu bir bitki. 7/ ‘‘Zırnık’’ da denilen, çok zehirli bir element. 8/ Satrançta bir taş... Yunan mitolojisinde, güzel sanatların dokuz perisinden biri. 9/ Güzel renkli çiçekler açan bir bitki... Bir gıda maddesi. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear