24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Türkiye’nin ifade özgürlüğü, kötü muamele, adil yargılama, polis şiddeti karnesi yine kötü GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Af Örgütü: İşkence sürüyor Dış Haberler Servisi Uluslararası Af Örgütü, aralarında ABD, Çin ve Rusya’nın bulunduğu büyük devletleri güvenlik alanındaki çıkarlarına aşırı odaklanarak, dünyadaki insan hakları ihlallerine göz yummakla suçladı. Türkiye’ye de eleştiriler yönelten örgüt ifade özgürlüğü, işkence, kötü muamale, adil yargılama ve vicdani ret konularında hâlâ sıkıntılar yaşandığını bildirdi. Merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) 2005 yılı raporunu açıkladı. UAÖ, insan hakları ihlallerini incelediği yıllık raporunda Türkiye’ye 3 sayfa ayırdı. Uluslararası Af Örgütü (UAÖ), AB ile üyelik müzakereleri başlayan Türkiye’de 2005 yılında reformların uygulamasında yavaşlama görüldüğünü öne sürdü. Türkiye’de sorunlu olarak görülen konuların başında ifade özgürlüğünün Neredeeen Nereye Başbakan bir zamanlar ‘‘kartaldı’’, şimdi panayırda poligona konmuş ‘‘plastik ördeklerden’’ beter oldu. Acımamak elde değil... Tarihsel bir andı, adeta... Kartaldı çünkü, daha başbakan olmadan, dünya liderleri arasında ‘‘yerini’’ alıyor, derin kitaplar yazmış danışmanları ‘‘ülkede ilk kez iç ve dış dinamiklerin çakışmakta’’ olduğunu keşfederek adeta ona, Hegel’in Napolyon’a ilişkin ‘‘Bugün tarihi gördüm atına binmiş geçiyordu’’ ifadesini andıran bir özgünlük atfediyorlardı. Medya bu oyuna katılıyor, Tayyip Bey’i hükümete taşıyan sürecin tuhaflıklarını, seçmenin yüzde 25’inden az bir oyla Meclis’te çoğunluk olmanın getirdiği meşruiyet sorunlarını, hükümet olmanın iktidar olmak anlamına gelmediğini, seçim öncesi verilen sözlerin yerine getirilmesinin hiçbir şansı olmadığını gizlemek için gerekeni yapıyordu. Tayyip Bey’de bu desteği aldıkça tarihsel önemine giderek daha çok inanıyor, iktidarı gerçekten varmış gibi davranmaya başlıyordu. Ah! ‘Hubris!’ (Bkz: Dünya Ekonomisine Bakış 24/04/06) Şeytan şöyle uyarır: ‘‘Aman, bir şey dilerken çok dikkat ediniz; dileğiniz gerçekleşebilir’’ . ABD’nin BOP projesine, AB’nin Kopenhag kriterlerine binerek iktidara gelmeyi dileyenler, dileklerinin gerçekleştiği anda garip bir durumda buldular kendilerini. Hükümetteydiler, IMF programını, AB taleplerini koşulsuz yerine getirmeye çalışıyor, ama ne zaman kendi projelerine sıra gelse, nedense Meclis’teki çoğunluklarını kullanmaya bir türlü cesaret edemiyorlardı. Bu yüzden Tayyip Bey kendisini, büyük ümitlerle iktidara taşıyan neoconların bile güvenini kaybediyor, Wall Street Journal’da ‘‘Ne isterseniz yaparız’’ yazısını yazıyor, ama yine de güven tazeleyemiyordu. Eleştirilerin dozu artıyor, ‘‘İslamcıfaşist’’ suçlamalarına kadar yükseliyordu. Anlaşılan, jeopolitik uzmanı danışmanlar, aslında devlet ve emperyalizm teorileri alanında zayıftılar. 2006’ya gelindiğinde, Tayyip Bey artık trajik bir karakterdi. Ama yanlış anlamayın, yalnızca bizzat kendi danışmanı tarafından, ‘‘delikten içeri atmayın, kullanın’’ sözleriyle bir başka ülkenin diplomatlarına peşkeş çekildiği için değil; aynı zamanda, geleceğini indekslediği AB ve BOP projeleri giderek sarpa sardığı, ayaklarının altındaki zemin eriği için de trajik bir karakterdi o. Artık ‘Nemesis’ini bekliyordu. ? Uluslararası Af Örgütü, insan hakları ihlallerini incelediği yıllık raporunda, Türkiye’ye üç sayfa ayırarak demokratikleşme konusunda yapılan reformlarda yaşanan yavaşlamaya dikkat çekti. Raporda büyük devletler de, güvenlik bahanesiyle hak ihlallerini görmezden gelmekle suçlandı. geldiği belirtilen raporda, yeni Türk Ceza Kanunu’nun başta 159 ve 301. maddeleri olmak üzere, ifade özgürlüğü kavramıyla çelişen hükümleri bulunduğuna dikkat çekildi. Raporda Orhan Pamuk, Hrant Dink, Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu gibi kişiler hakkında açılan davaların da bu sorundan kaynaklandığı kaydedildi. Türkiye’ye yönelik eleştirilerden bir diğerini de işkence ve kötü muamele oluşturdu. Af Örgütü, Türkiye’de özellikle savcıların yasal gözaltı ve soruşturma usullerine ters düşen uygulamaları gözardı ettiği tespitine yer verdi ve polisin göstericilere karşı aşırı güç kullanmasını eleştirdi. Rapora göre Türkiye’de cezasızlık da önemli bir sorun. Bu bağlamda 15 yıl önce 4 polis memuru tarafından öldürüldüğü iddia edilen öğrenci Birtan Altunbaş davasında hâlâ bir karar çıkmaması eleştirilirken, Mardin Kızıltepe’de Ahmet Kaymaz ve oğlu Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi davasında yargılanan polislerin hâlâ aktif görev yaptıklarına dikkat çekildi. si de örgütün eleştirdiği bir diğer konu. Raporda, 2005 yılı içinde Şemdinli’dekine benzer olaylarda 50 kişinin polis tarafından vurularak öldürüldüğü kaydedildi. Örgüt, askeri hizmete alternatif sivil hizmet seçeneğinin yokluğunu ve vicdani retçi Mehmet Tarhan’a hapis cezası verilmesine de raporda yer verdi. UAÖ’nün raporunda ABD, Çin ve Rusya gibi büyük devletler güvenlik alanındaki çıkarlarına aşırı odaklanarak, dünyadaki insan hakları ihlallerine göz yummakla suçlandı. Raporda kendi güvenliklerine aşırı odaklanan bu ülkelerin, yeryüzündeki yoksul hakları ‘50 kişi öldürüldü’ Hükümetin Şemdinli olaylarıyla ilgili bağımsız bir araştırma komisyonu kurulması talebini yerine getirmeme etkileyen krizlerin çözümü için ilgi ve zamanının kalmadığı belirtildi. İnsanlığın güvenliği için hukukun üstünlüğüne saygı gösterilmesinin altının çizildiği raporda, terörle mücadele sırasında temel insan hakları ilkelerinin çiğnenmesinin güvenliği sağlamaya yetmeyeceği vurgulandı. Raporda, aynı şekilde ekonomik, sosyal ve kültürel haklara saygı gösterilmemesi ve bu unsurların korunmamasının adaletsizlik ve insanlığın gelişmesinin önündeki ciddi bir engel olduğunun kabul edildiği de bildirildi. 11 Eylül saldırılarının ardından insan hakları savunucularının yaşadığı güçlüklerin devam ettiğine dikkat çekilen raporda, ‘‘Hükümetler bu yıl da insan haklarının, insanlığın güvenliği için bir ön şart olmadığı, aksine önünde engel olduğu yolundaki politikalarını sürdürdü’’ denildi. TBMM Komisyonu’nun araştırmasına göre kadına yönelik şiddet ülke ayrımı da tanımıyor Türk töresi Almanya’ya iltica etti EMİNE KAPLAN Cezaevi Arkadaşım Bülent Ecevit Tarih 10 Nisan 1982. O günkü cezaevi günlüğüme şu satırları düşmüşüm: ‘‘Ecevit’in Dil ve İstihbarat Okulu Tutukevi’ne getirileceği, sabahın erken saatlerinde belli olmuştu. Cunta lideri Kenan Evren’in birkaç gün önce yaptığı sert konuşma, günlerin bir şeye gebe olduğunu gösteriyordu. O sabah tutukevinde hazırlıklar başladı. Başçavuş yanında askerlerle birlikte Dil Okulu’nun en üst katındaki dip odalardan birini temizletti. Saat 10.30’da havalandırmada top oynarken Merkez Komutanlığı nizamiyesinde bir araç konvoyu gözüktü. Arabalar arkadan dolaşarak Dil Okulu’nun kapısına dizildi. Biz de top oyununu bırakıp kapıya ve arabalara gözümüzü diktik. Ecevit, mavi Mercedes’ten sivil polislerin arasında elinde paltosu ve fötr şapkasıyla indi. Bizlere gülümseyerek ve dostça el sallayarak tutukevinin kapısından içeri girdi.’’ Bülent Ecevit’in iki ay sürecek cezaevi günleri böyle başladı. Bu iki ay boyunca her gün saatlerce birlikte havalandırmada dolaştık, masatenisi oynadık, voleybol oynadık ve bol sohbet ettik. Bülent Beyi bu süre içinde yakından tanıma fırsatı buldum. Kibar, saygılı, esprili kişiliğinden, siyasi deneyiminden, edebiyat ve sanat birikiminden çok şey öğrendim. Siyasi yaşamımızdaki önemli birçok olayın perde arkasını ilk kez ondan duydum. Rahşan Ecevit ve Bülent Ecevit’le dostluğumuz hep sürdü. 19831986 kaçaklık dönemimde İpek (Çalışlar) Nokta dergisinde çalışırken Ecevit çiftiyle zaman zaman görüşürdü. Bülent Bey’den dolaylı dostluk mesajları alırdım. Gezilerde, Ankara’da da kısa karşılaşmalarımız ve sohbetlerimiz olurdu. ??? ‘‘Öcalan ve Burkay’la Kürt Sorunu’’ başlıklı kitabım nedeniyle yargılanıp cezam kesinleştiğinde Bülent Ecevit Başbakan’dı. Rahşan Hanım, İpek’i arayıp geçmiş olsun dileklerini iletti. Bülent Bey de benimle ilgili övücü sözler söyleyerek karara ilişkin üzüntülerini dile getirdi. Bülent Ecevit benim yaptığım söyleşiler nedeniyle cezaevine girecek olmama üzülüyordu. Bir formül arıyordu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Başbakan Bülent Ecevit’e yazar ve çizerlerin yazıp çizdikleri nedeniyle aldıkları cezaların ertelenmesine ilişkin bir öneride bulundu. Ecevit bu öneriyi olumlu karşıladığını, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ’nin de bu öneriyi desteklediğini söyledi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, koalisyonun diğer ortağı Mesut Yılmaz ’a da aynı teklifi götürdü ve desteğini aldı. Meclis’e gelen erteleme yasası böylece kabul edildi. Ben de cezaevine girmekten kurtuldum. Bülent Ecevit’in cezaevi arkadaşı olarak hapse girmekten onun gayretleriyle kurtulmuştum. Benimle birlikte birçok gazeteci ve yazar arkadaşım da bu yasadan yararlandılar. Hatta, daha sonra Necmettin Erbakan ve Tayyip Erdoğan da ‘‘kanun önünde eşitlik’’ gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla aynı kanundan yararlanma olanağına kavuştular. ??? Bu yazıyı yazdığım sırada Bülent Bey yaşam mücadelesi veriyordu. Eşi Rahşan Ecevit ise uzun yıllarını paylaştığı Bülent Bey’in sağlığına kavuşmasını bekliyor. İki ay önce Ankara’da onlarla uzun bir görüşme yapmıştık. Türkiye’nin geçmişine ve geleceğine ilişkin fikirlerini sormuştuk. ‘‘Kontrgerilla’’ konusunu gündeme ilk getiren politikacıydı. Özel Harp Dairesi’ne ilişkin endişelerini son görüşmemizde de ifade etmişti. Türkiye gibi iniş çıkışları çok olan bir ülkede siyaset yapmak zor iştir. Bülent Ecevit, 50 yılı aşkın bir süredir siyasetin en önünde olan isimlerden birisi. Hapse de girdi, başbakanlık da yaptı. Birçok kritik kararın alınmasında başrolü oynayanlardan birisiydi. Yaptıklarını, doğrularını ve yanlışlarını daha çok konuşuruz. Son 50 yılımıza damgasını vurdu. Rahşan Ecevit de onunla birlikte hep önemli bir isim olarak etkinliğini sürdürdü. Bülent Bey bir tarihi temsil ediyor. Türkiye’nin çok partili sisteme geçişinin her aşamasında onun katkılarını, izlerini görebiliriz. Bülent Ecevit, zor ülkenin siyasetçisiydi. Benim aynı zamanda cezaevi arkadaşımdı. Sağlıklar diliyorum. ANKARA TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, Hatun Sürücü cinayeti nedeniyle Almanya’da yaptığı incelemelerde bu ülkede yaşayan Türklerle ilgili önemli saptamalar yaptı. Almanya hükümeti tarafından komisyona sunulan raporda, 2 Türk kadından birinin eşini aile kararıyla seçmek zorunda kaldığı, Türk erkeklerinin Almanlara göre eşlerine daha çok şiddet uyguladığı belirtildi. TBMM Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu, Hatun Sürücü’nün töre gerekçesiyle öldürülmesinin ardından Almanya’da incelemelerde bulundu. Almanya İçişleri ve Adalet bakan ları, göçmen sorunlarından sorumlu bakan ve sivil toplum örgütleriyle bir araya gelen komisyon üyeleri, Hatun Sürücü’nün ailesiyle ise görüşemedi. Davanın temyizde olması nedeniyle Sürücü’nün ailesinin, süreci etkileyebileceği gerekçesiyle komisyon üyeleriyle görüşmeyi kabul etmediği öğrenildi. Komisyon üyelerinin, sivil toplum örgütleriyle yapılan görüşmelerde, Almanya’da yaşayan Türklerin ‘‘Türkler namus için kardeşini öldürüyor’’ anlayışının genelleştirilmesinden rahatsız oldukları belirtildi. Komisyon Başkanı Fatma Şahin, Alman yetkililere töre ve namus cinayetlerinin etnik köken ve inanç sistemiyle doğrudan bir bağının olmadığını, eğitimsizlik, göç psikolojisi gibi değişimi ve enteg rasyonu tamamlayamayan kesimlerin sorunu olduğunu söyledi. Alman yetkililer, komisyona ülkede yaşayan yabancılarla ilgili yapılan bir araştırmayı sundu. Rapordaki öne çıkan bazı saptamalar şöyle: Almanya’da yaşayan yabancıların yüzde 26. 3’ü Türkiye’den geliyor. Almanya’daki yabancıların yüzde 19.2’si herhangi bir okuldan mezun olamazken yüzde 10.2’si liseden mezun olabiliyor. 2 Türk kadından biri eşini aile kararıyla belirliyor. 4 kadından 1’i eşini evlenmeden önce tanımıyor. 15 ile 21 yaş grubunda her Türk kökenli genç Müslüman kızların yüzde 25’i başörtüsü takıyor. Türk erkekleri, Alman erkek lerine göre eşlerine daha sık şiddet uyguluyor. Türk kadınlar arasında yapılan bir ankette kadınların yüzde 38’i, eşlerinin kendilerine şiddet uyguladığını ve zorla ilişkiye girdiğini belirtti. Almanya’daki yabancılar, başta Türk, Yugoslav ve Rus gençler olmak üzere daha fazla şiddete başvuruyor. Komediden trajediye Tayyip Bey’in ‘Hubris’ten, ‘Nemesis’e yolculuğu, ülkeye pahalıya patladı. Laikdinci kutuplaşması, provokasyon ortamı, Kürt sorunu bir yana, ekonomi yine bir uçurumun eşiğine geldi. Cari açık sıcak parayla finanse edilemeyecek boyutlara ulaştı, tüm mali sistem, IMF’in kucağında kurulan dünyanın en tatlı ‘‘carry trade’’ (düşük faizli, dolar, yen Avro ile borçlan, yüksek faizli, aşırı değerli Türk lirası ile kredi ver) denklemi çatırdıyordu. Güngör Uras Milliyet’te (17/05), IMF kılavuzluğundaki bu yolculuğun faturasının toplumun tüm kesimlerini nasıl vurduğunu gösteren ibret verici bir resim çizdi. Yiğit Bulut’un Finansal Forum’daki yazısında (22/05) çizdiği, faturanın boyutlarının 2004 sonunda yalnızca faiz ödemeleri açısından 70 katrilyona ulaştığını, ülke ekonomisinin, sıcak para tarafından ‘‘1 koy 60 al’’a varan boyutlarda soyulduğunu gösteren resim ise gerçekten müstehcendi. Ekonomiden sorumlu bakanın, IMF ile yaptığı toplantıdan sonra, cari açığın daha da büyüyeceğini muştulaması da. Hem de sermaye girişi, yerini bir çıkış trendine bırakmaya hazırlanırken... Tarihte tekrarlanan olaylar için, ilk kez trajedi olanlar, ikincisinde komediye dönüşür, derler. Tayyip Bey’in, kaderinde tersi bir deneyim yaşamak varmış. Yükselişinin ‘‘iç ve dış dinamiklerin, tarihsel kesişmesinin ürünü’’ olduğuna ilişkin saptama bir komedi örneğiydi. Çakışan, ABD ve AB’nin Türkiye’ye yönelik hesaplarıyla, siyasal İslamın oportünist kesiminin iktidar hırsıydı, o kadar! Ama şimdi trajik bir durum söz konusu. Çünkü bu kez, iç dinamiklerle, dış dinamikler ilk kez olmasa bile, gerçekten kesişiyorlar. Ülke içindeki, ekonomik, siyasi dinamikler, AKP ve Tayyip Bey’in medyadan, yönetici sınıflardan aldığı desteği tüketir, ‘‘katil hükümet’’, ‘‘Mollalar İran’a’’ diye bağıran bir muhalefeti sokağa dökerken ülke dışındaki dinamikler, Tayyip Bey’i iktidara taşıyan desteklerin yerinde artık yellerin estiğini gösteriyor. Ne BOP, ne ılımlı İslamla flört söz konusu, ne de AB’ye üyelik sürecinde bir ilerleme olasılığı... Erkekliğin ‘‘onda dokuzu kaçmak biri hiç görünmemekmiş’’ . Tayyip Bey cenaze törenine gelmeyerek, koşullardan ‘‘birini’’ gerçekleştirdi, bir an evvel erken seçime gidip yuhalanmadan sahneden çekilerek geride kalan ‘‘dokuzunu’’ da gerçekleştirebilir... ergin.yildizoglu?gmail.com Almanya önlem peşinde Almanya, Hatun Sürücü cinayetiyle gündeme gelen göçmen sorunları konusunda yaz aylarında bir toplantı yapılmasını kararlaştırdı. Almanca bilmeyen tüm göçmenler için kendi dillerinde broşürler hazırlanarak aile içi şiddet durumunda ne yapmaları gerektiği konusunda bilgi verilecek. İZİNSİZ GÖSTERİ DAVASI DTP yöneticilerine 15 yıl ceza istemi DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Diyarbakır’daki izinsiz gösterilere katıldıkları gerekçesiyle tutuklanan Demokratik Toplum Partisi (DTP) yöneticileri hakkında 7.5 ile 15 yıl arasında hapis cezası istemiyle dava açıldı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 28 Mart’ta 4 PKK’linin cenaze töreninin ardından çıkan olaylara karıştıkları gerekçesiyle tutuklanan DTP Diyarbakır İl Başkan Yardımcısı Musa Farisoğlu, il yöneticisi Necdet Atalay, Merkez İlçe Başkanı Muhlis Altun ve Merkez İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Nusret Akın hakkındaki iddianameyi tamamladı. İddianamede, sanıklar hakkında, ‘‘Terör örgütü PKK’ye yardım etmek ve örgüt adına suç işlemek’’ten 7.5 ile 15 yıl arasında değişen hapis cezası istendi. Hazro Belediye Başkanı Hamit Ergin hakkında ise 2002 seçimlerinde seçim yasaklarının uygulandığı sırada, evinin penceresine DEHAP bayrağı astığı gerekçesiyle açılan davada verilen 6 aylık hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Ergin tutuklanarak cezaevine kondu. CUMHURİYET 04 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear