28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 NİSAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ skiyi aramak, yeniyi bulmaktır’’ demiş Konfüçyüs... Anlaşılan Kyotolular onun izinden gitmiş. Yangınlar, depremler, salgın hastalıklar tarafından defalarca hırpalanan kentlerinde eskiyi ararken yeniyi bulmuşlar, yeniyi yaratırken eskiyi göz bebeklerinin nuru saymışlar. ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... Kyoto’da çoktan donmuştu, cehennem. Yani erik ağaçları çoktan çiçek açmıştı. 7 ‘‘E ? Geyşaların dünyası... yoto aynı zamanda geyşaların merkezi. Evet geyşa kurumu bugün de devam ediyor. Ama ‘‘turistler için’’ olan, belli başlı gösteri merkezlerindeki geleneksel gösteri alanlarını saymazsak, gerçek geyşa dünyasını tanımak için bir servet yatırmanız gerek. Kyoto’da geyşalara ‘‘Geiko’’ deniyor. Geikonun tercümesi ‘‘güzel sanatların çocukları... ’’ Çok sıkı bir eğitim alıp edebiyatta, geleneksel danslarda, ‘‘şamizen’’ denilen üç telli sazı çalmakta ustalaşmaları gerek ‘‘geiko’’ olabilmek için. Ustalaşmadan önce staj dönemlerinde yalnızca ‘‘maiko’’ olabiliyorlar. Çok pahalı, çok kapalı devre, çok özel tavsiye ya da pistonla girilebilen, geyşaların mesleklerini icra ettikleri mekânlara ben giremedim. Gösteri merkezindeki gösterilerle yetindim. Tam olarak nedir ‘‘meslekleri’’ diye sorduğumda, yanıt hiç şaşmadı: ‘‘Aldığı o muhteşem ve zorlu eğitimle, müşteriyi eğlendirmek ve sırlarını paylaşmak’’... Hayır kimse onlara ‘‘kötü kadın’’ gözüyle bakmıyor. Tam tersine müthiş bir saygı uyandırıyorlar. Zaten ‘‘mesleğin’’ sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor orası da belli değil. Herkes o sınırları hayal etmekle yetiniyor. ‘‘Geyşanın Anıları’’ kitabını okuduysanız ya da filmini izlediyseniz, Japonya’ya gitseniz bile, daha fazlasını öğrenmek zor. Japonlar bu filme çok kızıyor ve sadece kötü bir karikatür olduğunu söylüyorlar. Geyşa olmak pahalı bir iş! Büyük yatırım gerek. O giysiler, o peruklar, o GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ K Türkiye’yi Boş Ver AB’ye Bak... Yeniden Türkiye’nin başına bela olmayı yoğunlaştırarak gerçekleştirmeye başlayan terörle ilgili yasa tasarısı sonunda gün ışığına çıktı. Meslektaşlarımızın sorularını yanıtlayan bakanların değerlendirmelerindeki ortak nokta ‘‘tasarının Avrupa Birliği’ne ters düşmeyeceği’’ oldu. Kendimizi Avrupa Birliği’ne göre değerlendirme alışkanlığı o noktaya vardı ki yöneticilerimizin akıllarına ilk gelen de konuları bu yönden irdelemek oluyor. Peki Türkiye’nin kendisiyle çelişmesi iyi ve övünülecek bir durum mu? Görünüşe bakarsanız neyazık ki öyle... ??? Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının çıkardığı önemli yasalardan biri 5187 sayılı Basın Yasası olmuştu. Yasayla 5680 sayılı Basın Yasası yürürlükten kaldırılmış, cezai ve hukuki sorumluluklar yeniden belirlenmişti. Cezai sorumluluk eser sahibi ile sınırlandırılmış, yazıişleri müdürlerinin ancak eser sahibinin belli olmadığı ya da hakkında Türkiye’de dava açılamadığı durumlarda sorumlu tutulacağı ilkesi kabul edilmişti. Yayın organı sahipleri ise sadece suç konusu yayının yapılmasını, yayın yöneticilerinin karşı çıkmasına rağmen zorla yayınlatmaları durumunda suçlanabileceklerdi. Hukuki sorumluluk ise yayın yoluyla verilen maddi ve manevi zararlarla sınırlıydı. Bu durumda da eser sahibi ile yayın sahibi ve varsa temsilcisi müteselsilen sorumlu tutulacaklardı. Soruşturma nedeniyle ancak yayının üç adedine cumhuriyet savcıları veya kolluk kuvvetleri el koyabiliyor. Toplatma kararını ise hâkim verebiliyordu. Söz konusu yasanın birinci maddesinde de ‘‘Bu kanun basılmış eserlerin basımını ve yayımını kapsar’’ ilkesi yer almıştı. Yani suç işlenmesi halinde uygulamanın bu yasaya göre yapılması gerekiyordu. Terörle Mücadele Yasa Tasarısı getirdiği ceza maddeleriyle bu kuralı yok sayıyor. Artık tarihteki yerini almış olan 5680 sayılı yasanın ilkelerini yeniden yaşama geçiriyor. Yani tasarıyı hazırlayanlar kendileri ile çelişmeyi doğal sayıyor. ??? Gazetecilik meslek ilkeleri, gazetecilerin şiddetin her türlüsüne karşı çıkmalarını öngörüyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin ‘‘Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’’nde de bu konuyla ilgili çeşitli kurallar var. O nedenle tasarıyla getirilmek istenilen ‘‘Terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde suç işlemeye alenen teşvik, işlenmiş olan suçları ve suçluları övme’’ kuralına gerçek anlamında uygulanırsa karşı çıkmak olası değil, ama devamını ifade özgürlüğü kavramıyla bağdaştırmak olanaksız. Çünkü kural şöyle sürüyor: ‘‘veya terör örgütünün propagandası niteliğinde olan içeriğe sahip süreli yayınlar...’’ Açık ve kesin olmayan, olabildiğince yoruma açık bir tanım. Terör eylemlerine ilişkin ve halkın bilgilenme hakkı kapsamındaki haberlerin bile bu kapsamda değerlendirilmesine olanak sağlayacak bir düzenleme olarak ortada duruyor. Hâkim kararı olmadan, tedbir olarak cumhuriyet savcılarına yayınları on beş günden bir aya kadar dondurma yetkisinin verilecek olması da Basın Yasası ile çelişen bir başka yan. Basın cezasından hapis cezasına dönülecek olması ise tasarının en vahim yönü. Radyo ve televizyonlar açı sından da çelişkiler var. Televizyonlarda sahip değil ortaklar var. Yazıişleri müdürü diye bir tanım da bulunmuyor. Basın yayın faaliyetleri açısından bakınca tasarı biraz üstünkörü hazırlanmış gibigörünüyor. Demokrasiden ödün verilmeyeceği açıklamalarına gelince söylenebilecek tek söz var: ‘‘Tanrı bizleri ödün verilebilecek yasalardan korusun.’’ sandaletler, o aksesuvarlar neredeyse apartman katı fiyatına. (Japonya’da bildiğimiz tokyo, hani ayağınıza geçirdiğiniz parmak arası sandalet 1800 bin sekiz yüz Amerikan Doları’na satılıyor desem...) Kyoto’da, Kamo nehrinin doğu yakasındaki Gion bölgesi, geyşaların merkezi.. Dapadar sokaklarda onları yürürken, aralık bir kapıdan içeri süzülürken, iki ahşap paravan arasında ya da dapadar dehlizlerde kaybolurken görüyorsunuz. Gerisi de artık sizin hayal gücünüze kalmış! Bir ayrıntı: Geyşaların ensesi, bedenin en, en, en, en özel yeriymiş. Saçın bitimi, peruğun bitimi ile beyaz boyanın arasında kalan, tenin kendi rengini gösteren o minicik ara yok mu... İşte orası... Geçmişten kopmadan geleceğin peşinde olan, değişimden çok gelişimi kollayan Japonlar için: Güzellik, uyum demek Pirinç ve ‘sake’ tanrısı İnari’ye adanmış Fuşimi Tapınağı, işadamlarının bağışladıkları binlerce ‘tori’yi bir araya getiriyor. Çarpıcı bir görüntü! aşasın şinkansen! Şu çılgın Japonlar iyi ki şu şinkansen’i yapmışlar da oradan buraya uçup duruyorum! Hayır uçmuyorum, ayaklarım bir an olsun yerden kesilmiyor ama insana yine de uçuyor duygusu veriyor! Şinkansen, saatte 200 kilometre hız yapan trenler. (Aslında 300 kilometre hızla da gidermiş ama bana rastlamadı) Tokyo Olimpiyatları’ndan (1964) beri ülkenin her yerine vızır vızır işliyor. Burunları jet uçaklarınki gibi, biraz da yunus balıklarını andırıyor. Bembeyaz, gıcır gıcır, her istasyonda bir iki dakika durup karanlığı, gün ışığını yara yara ilerliyor. Tiyatro Konferansı’nda işim biter bitmez atladım bir ‘‘şinkansen’e, doğru Kyoto’ya... Tokyo’dan ayrılırken yine Fuji eşlik etti. Üstelik yine kendini olanca berraklığıyla gösterdi... İki, iki buçuk saat sonra Kyoto’dayım. Y Gençler yeniyi ararken eskiyi tanıma çabasında. Itsukushima Tapınağı ‘tori’si güzelliğin simgesi. Miyaşima Adası’nda gelin ve damat turdalar. Kötü çıkan falları tapınakta bırakıyorsunuz. RİKLER ÇİÇEK AÇTIĞINDA Kyoto muhteşem, Kyoto cennet, Kyoto güneşin, ayın, rüzgârın, mevsimlerin, çiçek açan meyve ağaçlarının ritmiyle yaşıyor... Kyoto, bir zamanlar Japon İmparatorluğu’nun başkenti (819. yüzyıllar arasında) , sonra Samuray’ların merkezi, sonra Zen Budistlerinin merkezi, sonra geyşa ve çay seremonisinin merkezi... Bugün hâlâ Japon geleneksel sanatlarının en iyi korunduğu ve meraklılarına sunulduğu yer... Bütün bunlar bir yana, Kyoto, tapınaklar, saraylar, bahçeler ve sular kenti. ‘‘Eskiyi aramak, yeniyi bulmaktır’’ demiş Konfüçyüs... Anlaşılan Kyotolular onun izinden gitmiş. Yangınlar, depremler, salgın hastalıklar tarafından defalarca hırpalanan kentlerinde eskiyi ararken yeniyi bulmuşlar, yeniyi yaratırken eskiyi göz bebeklerinin nuru saymışlar. ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... Kyoto’da çoktan donmuştu, cehennem. Yani erik ağaçları çoktan çiçek açmıştı. Ben daha önce dünyanın başka hiçbir yerinde insanların saatlerce oturup bir ağacı, bir çiçeği seyrettiğini görmemiştim. Kyoto’da gördüm... Akın akın insanların, bir parktaki en güzel ağacın önünde fotoğraf çektirmek için sıraya girip kuyruk oluşturduklarını da görmemiştim. Kyoto’da gördüm. Japon bahçe mimarisinin en mükemmel örneği sayılan, 17. yüzyıldan kalma Katsura Sarayı’nın bahçelerini gezerken Japon bir genç kızın büyük bir aşkla hangi ağacın nereye niçin dikildiğini anlatırkenki heyecanı, duyarlığı karşısında gözyaşlarımı tutamadım. O kadar güzeldi ki (hem bahçe, hem o anlatış) insan olsa olsa sadece ağlayabilirdi... ‘‘Cennet bahçe’’ diyorlar bu tür bahçelere. Dünyadaki elementleri bir araya getiren bir microcosmos... Su, toprak, taş, kaya, bitki, çiçek, ağaç ve bunları birbirine bağlayan köprüler... Gözün izlemesi gerektiği ‘‘yolu’’ size sunan, öyle şraktadak apaçık ortaya koyan değil, gı E dım gıdım, azar azar, içinize sindire sindire algılayabileceğiniz, sonra içinizde damıta damıta yoğunlaştırabileceğiniz görüntüler sağlayan düzenlemeler... Ağlamayıp ne yapacaksınız! Yalnız bahçelerde değil, gözümün değdiği her yerde, her şeyde sonsuz bir incelik, hassaslık, duyarlık görüyorum. Yalnızca estetik kaygıyla açıklanacak bir şey değil. İçselleştirilmiş, düşünceyle, ruh haliyle bütünleşmiş bir kaygı gösterişe değil, iç dünyalara yönelik bir kaygı... Kaynağını doğadan alıyor. Doğayı Bir buçuk milyon nüfusu olan Kyoto’ya yılda 40 milyon Japon turist, 2 milyon yabancı turist geliyor. Tapınakları, sarayları, bahçeleri görmeye... Kyoto’nun eski mahallelerini gezerken dapadar sokaklarda, iki yana birbirine yapışık dizilmiş tek ya da iki katlı ahşap evleri görüyorum. ‘‘Maçinami’’ sistemi diyorlar: Yüzyıllar öncesinden gelen bir yerleşim sistemi... Aynı meslekten, aynı işle uğraşanların ortak yaşam alanları... Dokumacılar, tahta oymacıları, seramikçiler, tüccarlar vb... Aş evleri, ticarethaneler, eğlence evleri vb... Aynı yerde kümelenip bloklar oluşturuyor. Bu kolektif yaşam güvenliği de sağlıyor. Tapınaklar olsun, evler olsun, tüm geleneksel yapılar ‘‘tatami’’ ölçeğindeydi. ‘‘Tatami’’ halen kullanılan bir metreye iki metre boyutlarında hasırdan örme halılar. Bir tatamilik oda, beş tatamilik salon, yüz tatamilik tapınak... Tatamileri, her dört yılda bir değiştirmek gerek. Eskisini atıp yenisini seriyorlar. Japon erkekler ‘‘keşke eşlerimiz de tatami gibi olsa’’ diye şakalaşırlarmış. Benim Kyoko, çok kızıyor bu tür laflara! STEKLER SAATİ Tapınakları gezdirirken ‘‘Bizde din artık dilekler, istekler saatine dönüştü; ölümden ölüme gerekli din şimdilerde’’ diye yakınıyor rehberim Kyoko. Dağ yamaçlarına kurulu Şinto tapınaklarına ‘‘Tori’’ adı verilen ve mutlak kırmızı ya da turuncu boyalı ahşap yüksek takların altından geçip giriliyor. (Tam fotoğraflık!) Açık mekânlar, kapalı mekânlar birbirinden ayrı değil, hepsi doğayla sonsuz bir uyum içinde. Her yanda tütsüler yanıyor. Gonglar vuruluyor. ‘‘Tori’’den geçtikten sonra, tapınağa girişte, taa tepelerdeki kocaman çanlara bağlı hasır halatların ucundan tutup salladınız mı, çanlar çalınıyor. Hasır halatların önünde millet yine kuyrukta, çan çalmak için sırasını bekliyor. İş hayatında başarılı olmaktan, sınav geçmeye, ev sahibi, çocuk sahibi olmaya, her şey aklınıza gelebilecek her şey tanrılardan isteniyor. İstekler gerçekleşsin diye de tahtadan oyulmuş, kâğıttan katlanıp kıvrılmış, minicik şekiller, biçimler, yazılar, tapınağın her köşesine iliştiriliyor... Bağışlar yapılıyor, adaklar adanıyor. Fallar, niyetler çekiliyor. (Kötü çıkarsa, fal kâğıdınızı tapınağın bir köşesine bağlıyorsunuz ki, Tanrılar, müdahale edip durumu değiştirsin.) Ama bütün bunları yaparken daha önce belirttiğim o önkoşul asla ama asla akıllardan ve yüreklerden çıkmıyor: Doğaya saygılı olmak... İnsana saygılı olmak... Şansınız varsa, bu tapınak ziyaretlerinizin birinde mutlak bir düğüne de rastlarsınız. Ben rastladım. (Dedim ya, Fuji o sabah bana kendini göstermişti diye!) O zaman bu yukarıda anlattıklarım, gonglar, davullar, çanlar, tütsüler vb. bin kat daha yoğunlaşıyor. İ oerinc?cumhuriyet.com.tr CHP’den uyarı ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen ve İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ, Fransız parlamentosunun mayıs ayı içinde yapacağı toplantılarda ele alacağı Ermeni soykırımının gerçekleşmediğini öne sürenlere ceza verilmesine ilişkin yasa önerisine karşı caydırıcı tepki gösterilmesi konusunda hükümeti uyardı. Öymen, ‘‘Bu yasa teklifi kabul edilirse, hükümet, bu yasanın iptali için derhal Fransız devletini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava etmelidir’’ dedi. O ağacın tam da o noktaya neden dikildiğinin binlerce nedenini açıklayabilir size bu Japon genç kız. izliyor, doğadan öğreniyor, doğadaki uyumu yakalamaya çalışıyor. Yalınlıkla besleniyor. Renklerden, çizgilerden, biçimlerden güç alıyor. Öyle olunca da güzellikle uyum bütünleşiyor. Zaten Japonya’da güzellik demek, uyum demek... Unakıtan: Beni 2 şeyle anarlar ? GAZİANTEP (AA) Hakkında 3 kez gensoru önergesi verilen Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, kendisinin daha sonraki zamanlarda, 2 şeyle anılacağını belirterek ‘‘Birincisi, ‘bütçenin iki yakasını bir araya getirdi’ diyecekler. Bir de ‘vergileri düşüren bakan’ diyecekler bana’’ iddiasında bulundu. Gaziantep Sanayi Odası’nın meclis toplantısında konuşan Unakıtan, istihdam üzerindeki vergi yükünü düşüreceklerini söyledi. ÖLÇEĞİMİZ ‘TATAMİ’ Kısa süreye Kyoto, Nara ve Hiroşima’yı sığdırmak istediğimden, rehbersiz olamazdı. Şansıma (gelirken Fuji’yi sissiz pussuz gördüm ya) galiba Japonya’nın en muhteşem rehberine düştüm. Kyoko Tanabe, 60 yaşlarında bilge bir hanım... ‘‘Kyoto’da kaybolmak imkânsızdır’’ dedi, doğma büyüme Kyotolu Kyoko. ‘‘Başınızı kaldırıp etrafa bakın. Alçak dağlar doğunuzda, yüksek dağlar batınızdadır. Böylece yönünüzü hep bulursunuz’’ dedi. Ve hiç kaybolmadım. Güzel sanatlara duyduğum ilgi karşısında, ‘‘Bizde sanat, bir ürün, bir sonuç, bir amaç değil, bir yoldur, bir araçtır’’ diyen de oydu. (Bundan güzel tanımlama mı olurmuş...) Kyoto’yu geziyorum... Hayır, size tapınakları, sarayları tek tek anlatmayacağım. Onları her rehber kitapta nasılsa bulabilirsiniz; bahçeleri anlatmaya da ben kifayetsiz kalırım. Çiçek, sergiye katıldı ? İstanbul Haber Servsi Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Kütahya ve Sinop cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerin el sanatlarından oluşan serginin açılışına katıldı. Bakırköy Belediyesi Kültür Merkezi’ndeki törende konuşan Çiçek, önümüzdeki yıl sonu İstanbul’daki cezaevlerin önemli bir kısmının şehir merkezlerinden çıkarılmış olacağını söyledi. Aşçı’ya suç duyurusu ? İstanbul Haber Servisi 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü’nde F tipi cezaevlerindeki tecride son verilmesi istemiyle ölüm orucuna başlayan İstanbul Barosu üyesi, Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Behiç Aşçı’nın yasadışı örgüt propagandası yaptığı ileri sürüldü. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Aşçı’nın avukat kimliğinin dışına çıktığını iddia etti. YARIN Hiroşima’da CUMHURİYET 07 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear