28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 ARALIK 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Frank Sinatra’ dan İngilizce dersleri... azetemizin 10. sayfasındaki pazar yazılarından sonra bir iki gün bilgisayar başından ayrılamıyorum. Elektronik posta adresine gelen iletileri ABD’de okumak, anlaşılan, dostlarından mektup alamayan bana iyi geliyor. Yoksa yazdığımı yeni baştan okuyor, değilim. Gerçi Latince’nin “Qui scribit bis legit” deyişine bakılırsa, “Yazan yazdığını iki defa okuyandır!” Ben de okurum, ama üçüncüsünde bayar... Bana ulaşan internet mektuplarının bir kısmı, “Nasıl İngilizce öğreniriz” sorusuyla başlıyor. Amerika’da olmaklığımı, “10 Derste İngilizce” için sihirli anahtar sormakla karıştırıyorlar... Uygun karşılıklarla yanıtlıyorsam da içim ezik kalıyor. Hintlisi, Pakistanlısı, Bangladeşlisi çatır çatır bu dili konuşurken, bizde hâlâ İngilizce yutulamaz balıkyağı gibi dudak buruşturuyor. Bunun bir kolayı G olmalı, diye kafa patlattığım zamanlardaysa aklıma Porto Riko göçmeni bir New York şoförünün sözleri takılıyor: Nerdeyse 10 yıl önceydi, paraya kıyıp NY’de taksiye bindiğim hovardalık zamanlarından biri olmalı. “Yellow Cub”ın sürücüsü altmışlarında, neşesini yitirmek bir yana, tersine zamanla çoğaltmış biriydi. Ondan, bundan konuşup yol alırken, CD çalarında Frank Sinatra dinlediğine dikkat edip lafı oraya getirdim. “I got you under the skin” çalıyordu... “Frank, bana İngilizce öğretti” diye yanıtlarken, sanki 40 yıllık dostundan söz açmışa benziyordu. “İngilizceyi onun şarkılarında Amerikan aksanında kaptım, you know!” O böyle yanıtlayınca, ben de “Gotcha!” dedim. Seni anladım, demenin Amerikancası... İngilizce öğrenmek hevesindekilere Frank Sinatra’yı ben de salık veriyorum. Sonradan Sinatra’yı her ödül, biri kısa sürmüş iki evlilik ve dinleyişimde onun ağzından çıkan torun tombalak ardından köşesine tek tek sözcüklerin anlaşılırlığı, çekilmemişlerden birisi... Diane, güftenin sadeliği bana hep Porto NPR kısaltmasıyla bilinen “National Rikolu sürücüyü anımsatmıştır. Public Radio”da haftada 5 gün, Dahası, bir yakınımın olanaksızlıklar ikişer saatten 10 saat canlı yayın içindeyken salt AHa adlı pop müzik yapıyor. Bill Clinton’dan Orhan grubunu dinleyip onların şarkı Pamuk’a kadar ünlü isimler, sözlerinden yola çıkmış bir İngilizce alanlarında yetkin kişiler öğrenme yöntemine I N D I A N A P O L I S onun 30 yıllık başvurduğunu mikrofonuna konuk düşündükçe, neden oluyor. Nadir görülen olmasın diyorum. bir rahatsızlık yüzünden Frank Sinatra müziğini ses tellerindeki sorun sevmeyenine salık nedeniyle çatallaşan verilecek bir isim daha sesinde onu dinlemek, kalıyor geriye: Diane MAHMUT ŞENOL bana kalırsa İngilizce Rehm! O şarkı öğrenmenin bir başka söylemiyor, radyo yoludur. Başı, sonu belli cümlelerin programı yapıyor. Üstelik babası içinde tane tane anlaşılır sözcük Türk, annesi Mısır’ın Hıristiyan dizimiyle konuştuğu İngilizce, baba Araplarından olunca, bir yakınlık tarafından bize akraba Diane’i duymanız da kolaylaşıyor. Diane dinlemek için bence yeter nedendir. Rehm, 1936’da Washington’da Dileyene, www.npr.org adresini dünyaya gelmiş, Amerikan salık veririm; Türkiye saatiyle akşam kültüründe büyümüş. Gazetecilikle geçen bir ömür, basılı iki kitap, bolca üzeri 5’te internet radyosu başında olun... Amerikan basınında Diane Rehm gibi olan başkaları da var, yok değil! Hatta onun 70 yaşını aşmaklığı bir yana, 90’ını devirmişler bile Basın’da köşe sahibi... Bunlar arasında, “Şeyhülmuharririn” cinsinden, tıpkı bizdeki rahmetli Burhan Felek’i andırır biçimde, Daniel Shorr var. Daha geçenlerde, 90 yaşının doğum günü pastası mumlarını, davetli olduğu Diane Rehm programında üfleyip söndürdü. Diane Rehm üstada sorular yöneltirken, acemi muhabir telâşındaydı. Daniel Shorr da NPR’da günlük yorum yazıp kendi sesinden 5 dakikada okuyuveriyor. Tespih tanesi sayılır gibi, arka arkaya anlaşılır bir İngilizce’yle... Bana kalırsa, Shorr da izlenmeli! Amerikan basınında yaşı ilerlemiş böylesi gazetecilere rastlamak işten değildir. Geçenlerde emekli olup serbest çalışan Dan Rather 75’inde, yorumcu Andy Rooney 87’sinde, CBS’e tantanalı bir törenle transfer olmuş ama henüz çırak sayılacak sunucu Katie Couric 60’ına merdiven dayamış bulunuyordu. Liste aslında daha uzun, ancak bunlar kalburüstü kalmışlardan en önde gelenleriydi. Ne ki, bana kalırsa, İngilizce için dinlenmesi gereken, yine Diane Rehm’dir. Değil mi ki artık internetten Amerikan radyoları izlenebiliyor, NPR’ın bizim TRT benzeri seviyeli yayınını dinleyin derim... Bu isimleri, İngilizcesiyle “name dropping” yaptıktan sonra, şimdi içimi kaplayan tanısız umudun nedenini galiba çözmekteyim: Amerikan basını eskilerden vazgeçmiyor! Buysa beni, henüz 47 yaşımda olduğum hesaba alınırsa, daha benden iki kat elbiselik kumaş çıkar, sevincine sokuyor. Hani, ülkeme dönünce işsiz kalmayayım diye, gazete yayın yönetmenlerinin dikkatine şimdiden sunarım! msenol34@yahoo.com Aslında Amsterdam küçük bir kasabadır ocukluğum bazı sözcükleri Kraliçesi Juliana ve bahsi geçen anlamaya çalışmakla geçti. yaşgünü, her yıl 30 Nisan’da Bunlardan bazıları “banyo treni, büyük etkinliklerle ve tüm ülkede gardolabı…” gibi sözcüklerdi. her yerde kutlanan Juliana’nın Büyükler kendi aralarında doğum günü. konuştuklarında, “Yav banyo Aslında bu tip yanlışlıklar ya da trenine bindim, gardolabı ismi tam olarak söyleyememek almışlar gördüm, güzel sadece bizlere özgü değil. gardolabıymış!..” gibi şeyler Hollandalılar ve Almanlar da söylediklerinde, çocuk aklımla bizlere ait isimleri telaffuz “Yav bu banyo treni ne, ya edememekteler. Benim adım trende banyo mu yapıyolar?!.” Yakup ama yıllardır bu ülkede diye düşünüp dururdum. adımı düzgün söyleyen bir Gardolabı konusunu ise hiç Hollandalıya rastlamış değilim ve anlayamazdım. “Haa! Buzdolabı ismim ne hikmetse hep Ceykip, tamam da bu gardolabı niye, bu Yakooop, Yaap gibi yanlış aslında kar dolabı da bizimkiler söylendi. Ama Allah var, ben bir yöresel olarak gar dolabı mı gün bile olsun bir Hollandalı diyorlar? Hayır kar dolabı ise arkadaşıma, adı Peter’ken kalkıp Allah’ın karı için niye dolaba da Potur, Poturuk, Perkenez ihtiyaç duyuyorlar!..” diye demedim, demem de. Hatta düşünürdüm. Gün geldi, yaş Hollandalılarin “g”leri ilerledi ve aslında banyo treninin yumuşatmaları ve gırtlaktan banliyö treni, gardolabının ise söylemelerinden dolayı adı gardırop olduğunu öğrendim ve Gamze olan arkadaşlara elbette bir konuyu daha öğrenmiş “Hamza” diye hitap edildi. Tabii oldum. Bizimkiler herhangi bir daha başka durumlar da oluştu. şeyin adını söyleyemiyorlarsa Sadece isimlerde değil, yerlerle kendilerine göre benzer bir ad ilgili de adlandırmalar söz konusu veriyorlar ya da yeni bir isim ve gerçekten böyle bir dil oluşmuş katıyorlar. Bir diğer örnek, durumda. Yani Avrupa’nın büyük restoranlarda sık sık gündeme şehirlerindeki sokak, cadde, gelen “ordu evi” tabağı. Bu da meydan ve benzeri yerler, oralarda Fransızca “hors d’euvre”den yaşayan Türkler tarafından farklı gelmekte, yani söylenmek istenen adlandırılmakta. Amsterdam’da şey ordövr tabağı. Bu örnekler Hollandalıların Bos en Lommer benim yurtdışına çıkmadan önce Markt dedikleri pazaryeri biraz yaşadığım, görüp çukurda kaldığı için duyduğum şeyler. A M S T E R D A M Türkler tarafından Çukur Tabii bir de Bazarı diye anılmakta. yurtdışı ve Amsterdam’dan başka bir yurtdışındaki örnek, Frederix Plein Türklerle ilgili denilen alana, burada bir olanlar var. havuz ve fıskiye Hemşerilerimin YAKUP KARAHAN bulunmasından dolayı yaşadıkları yerleri Hollandaca adı ile hitap yeniden edilmemekte ve Su adlandırmaları, bazı kişilere Çıkağı denilmekte. Bununla da kendilerine göre başka isimler kalmayıp yaşanılan yerler, ilişkiler, vermeleri söz konusu. aynı Türkiye’de olduğu gibi Amsterdam’da bir hemşerimle düzenlenmekte. Yani koskoca bir sohbet ediyoruz, bana bir şehir, bir Türk için, içinde yaşayan yaşgününden bahsediyor. Verdiği 810 bin Türk nüfus olarak isim hiç yabancı değil, “Güley algılanmakta. Bütün ölçüler, Ana” diye biri. Hemşerim değerler, gizli saklı yapılacak işler durmaksızın Güley Ana’nın ona göre düzenlenip ayarlanmakta. yaşgününden bahsediyor. O Buradan hareketle, içinde 30 bin bahsettikçe benim kafam karışıyor. Türk nüfusu bulunan Amsterdam Birincisi, Güley Ana olsa olsa 70şehri Türkler ve onların ölçülerine 80 yaşlarında bir Anadolu göre, dünya şehri Amsterdam kadınıdır, yaşgününü neylesin diye değil, küçük bir Anadolu kasabası düşünüyorum. Ömründe yaşgünü olarak algılanmakta. Türkler, bu kutlamamıştır. Zaten yaşgünü belli şehirler içinde her tür ihtiyacını değildir. Hatta doğum yılı bile giderebilecek yolları bulmuştur. belli değildir de “Diğer Her şeyin bir Türkçe alternatifi gardaşları ile arasında 34 sene bulunur. Mutlaka sorunlar bir Türk varıdı...” diye nüfusa avukata anlatılır. Saç kestirilecekse yazdırılmıştır. Peki, bu durumda dernek ya da kahvelerde bir Türk Güley Ana’nın yaşgününün berber ayarlanır. İşi düşmedikçe ve muhabbetini yapmanın ne anlamı çok gerekmedikçe Avrupalı ile vardır? Konu ilerleyip de bu ilişkiye geçilmez. İşyerinde yaşgününün her mahallede, hatta olanlarla zorunluluktan dolayı tüm ülkede çılgınlar gibi görüşülür. Hatta, Türk sevgililer bu kutlandığını, hatta herkesin şehirlerde buluştuklarında çok gönlünce alışveriş yaptığını, çeşitli dikkatli olmak zorundadırlar. Artık etkinlikler düzenlendiğini, buralardaki sohbetler “Dur aman, orkestraların konserler verdiğini dikkatli ol, burası Amsterdam, öğrenince, “Hayır canım, bu bir duyan olur” yönündedir. Bir bizden biri değil, biz böyle de “Ben Türkiye’de bu kurallara kutlamayız. Biz kutlasak da uymadım, gelip buralarda mı Hollandalılara n’ooluyor” uyacam!..” diyenler vardır. demeye başladım ve anladım ki Bunlar, toplum dışına itilmiş, bizim Güley Ana, Hollanda gendini bilmezler olarak anılır. Ç Clinton tsunami turunda ABD’nin eski Başkanı Bill Clinton Güney Asya gezisi kapsamında dün Endonezya’nın Banda Aceh bölgesini ziyaret etti. BM’nin Tsunami Yardımı Özel Temsilcisi olan Clinton, 2004’te Hint Okyanusu’nda meydana gelen tsunaminin en çok zarar verdiği Banda Aceh’teki yeniden yapılanma çalışmalarını inceledi. 26 Aralık 2004’te 220 bin kişinin ölümüne yol açan tsunaminin ardından yapılanma çalışmalarını incelemek üzere Asya gezisine çıkan Clinton önceki gün de Hindistan’daydi. Clinton, Cuddalore’de çocukların kukla gösterisini izledi. Fotoğraf: REUTERS) İşsizlik ve yabancı düşmanlığı e zaman geçersem geçeyim Schloss alanından, görüyorum onu. Sabah akşam. Hava ister güneşli, ister yağmurlu olsun, oturuyor kestane ağacının altındaki tahta sırada. İriyarı, omuzları biraz çökmüş. Saçları kısa. Üzerindeki aşınmış deri ceket kara. Yaşı derseniz, kırkın üzerinde. Elli de olabilir. Şarap şişesi yanı başında. Kurt köpeği ayaklarının dibine uzanmış. Gelen geçen arada sırada para atıyor önündeki şapkaya. Uwe eski bir neonazi! Almanya’da yedi milyon insan işsiz güçsüz. Bunlardan dört buçuğu işsizlik parası alıyor. Geri kalan iki buçuğuna da para veriyor devlet baba, ölmeyecek kadar! Uwe onlardan biri. Yedi milyon çalışmayandan belki yüzde onu bir yıl içinde kendine yeni bir iş buluyor. Geri kalanı iş bekliyor, kimi zaman yıllarca. Resmi verilere göre Almanya’da iki buçuk milyon çocuk da fakirlik sınırının altında yaşamakta. Alman UNICEF’i kısa süre önce yaptığı çağrıda hükümetten bu soruna ivedi bir çıkar yol bulmasını istedi: “İyi beslenemeyen fakir aile çocukları sağlıksız büyüyor, okulda zorlanıyor, cep harçlığı alamadığı için belli bir yaştan sonra kötü yola sapıyor, suç işliyor...” Bugünün sorunlu çocukları ilerde bu toplumu oluşturacak insanlar! Artık ülkede yaşamasının zor olduğuna inanmış, geleceği gurbette arayan Almanların sayısı giderek artıyor. En son açıklamalara göre her yıl Almanya’yı 150 bin insan terk ediyor! Bu rekor sayıya doktorlar, mühendisler, akademisyenler, çiftçiler dahil. Çoğu tüm ailesiyle, çoluk çocuk gidiyor gurbet ellere. Amerika’ya, İskandinavya’ya, Avustralya’ya... Almanya’dan sadece işgücü değil, kapital de kaçıyor. “Günümüzde doruk noktasına ulaşan aşırı sağcı ve antisemitist olaylar neredeyse STUTTGART 1933 sonrasını andırmaya başladı” diye konuştu Almanya Yahudileri Merkez Konseyi başkanı Charlotte AHMET ARPAD Knobloch, geçen ay Doğu Almanya’da aşırı sağcıların sokak ortasında Anne Frank’ın kitabını yakmasının ardından. Federal İçişleri Bakanı yeni açıkladı: 2006’nın ilk sekiz ayında aşırı sağcılar 8 bin suç işlemiş. Geçen yıla oranla yüzde yirmilik bir artış bu! Geleceğe olan ümitlerini giderek yitiren insanların oluşturduğu alt tabaka hızla büyüyor. Bu ortamda aşırı sağcıların, neonazilerin attığı tohumlar çok kolay yetişiyor. Ülkenin doğusunda Mecklenburg ve Saksonya seçimlerinde oy oranlarını artıran Almanya Nasyonalist Partisi’nden (NPD) yine korkmaya başladı politikacılar. 2003’te yasaklamak istemişlerdi bu partiyi, ancak Anayasa Mahkemesi izin vermemişti. Şimdiki hükümet yeniden denemeye kararlı. Ancak 6 binin üzerinde üyesi olan NPD’yi kapatmakla ülkede yabancı düşmanlığının ve neonazilerin önüne geçileceğini sanmak bir yerde politik saflık! Önemli olan 7.5 milyon yabancının yaşadığı Almanya’da toplum bilincini değiştirmek, insanlara iş vererek ülkeyi yaşanılır yapmak... Zor bir çıkar yol! Almanya’nın giderek artan sorunları çok karmaşık. İç içe geçmiş. Tam bir arapsaçı. Birkaç yıl önce Avrupa Komisyonu’nun İnsan Hakları Raporu mide bulandırmıştı. Raporda “Ülkedeki yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve antisemitist düşünce önemli bir sorun olarak kabul edilmelidir” deniliyordu. Nasyonalist Parti’yi sonunda yasaklasalar da, dazlakları içeri tıksalar da bu işin sonu gelmez. Geri planda ipleri ellerinde tutan takım elbiseli, sinekkaydı tıraşlı, kravatlı, Mercedes’li Neonazileri değil sorgulamak, yanlarına bile sokulamazlar. Savaş sonrası Almanya’sında üst düzey görevlere gelmesini becermiş böylelerine ülkede hiç kimse dokunamıyor... www.ahmetarpad.de N Brüksel’ de Beş Vakit vrupa’da zaman nasıl bölünür? Reha Erdem’in “Beş Vakit” isimli filmini izledikten sonra kendime ilk sorduğum soru bu oldu. AB’nin başkentinde Türkiye dosyasından başımızı kaldıramadığımız şu günlerde Erdem’in filmi beni başka bir zamana götürdü. 23 Kasım2 Aralık tarihleri arasında yapılan Brüksel 9. Akdeniz Film Festivali çerçevesinde gösterime giren Beş Vakit, uzun metrajlı filmler kategorisinde yarışıyor. Yaptığım küçük bir araştırma sonucu, bu filmin İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde “en iyi film” ödülünü aldığını öğrendim. Ben sinema eleştirmeni değilim. Yönetmenin “auteur” (yaratıcı) olup olmadığını, sinemasının “doğallık” ya da “yapaylık” arasında bir yerlere konması gerektiği yönünde entelektüel tartışmalar konusunda da diyecek hiçbir şeyim yok. Sade bir sinemasever olarak filmin bendeki izi, ulaşmaya çalıştığı duygudur önemli olan. Reha Erdem geçen hafta o yağmurlu Brüksel gecesinde bizi A Ege’de olduğunu tahmin ettiğim enfes bir dağ köyüne götürdü. Bu küçük, fakir köyün halkının ezan sesiyle bölünen günlerinde üç çocuğun beş vakitlik öyküsü anlatılıyor. Köyün imamı olan babasının ölmesini tutkuyla isteyen Ömer, köyün genç ve güzel BRÜKSEL ELÇİN POYRAZLAR öğretmenine âşık Yakup ve okulunun yanı sıra ev işlerine ve küçük kardeşine bakmak zorunda olan Yıldız. Filmi namaz saatlerine göre bölen yönetmen, köyün ortasında dikilen minarenin bu insanların yaşamında ne kadar büyük öneme sahip olduğunu büyük bir ustalıkla anlatmış. Günlük alışkanlıkların ezan sesine göre belirlendiği köyde, üç çocuğun arzuları, acıları, sevinçleri, ümitleri, korkuları beş vakitlik dilimlere bölünerek sunulmuş. Görüntü krallığında hızın vezir olduğu sinema sanatı da zamanla yarışmak zorunda. Ancak zamanın başka bir bölünüşünü anlatan bu filmde hıza yer yok. Güzelliğin durup bakılması gereken bir şey olduğunu bir kez daha anımsıyorsunuz. Köyün, çocukların, manzaranın, denizin ve öykünün güzelliği neredeyse donan karelerde sizi gülümsetiyor. Film bana, sokakta oynarken annemin “Akşam ezanı okunmadan eve gel” sözünü anımsattı. Evrensel zamanın dayatılmasından olsa gerek, kent yaşamı bize ancak iş, ev, alışveriş ve hafta sonu gibi bölünmeler sunabiliyor. Avrupa’da ise bireyin kendisi dışında hiçbir şeye zamanı olmadığı duygusuna daha da fazla kapılıyorsunuz. Ben bu filmden mutlu çıktım. Bana zamanın nasıl bölündüğü sorusunu sordurttuğu, Ege’nin güzelliklerine götürdüğü ve çocukken akşam ezanı okunurken eve geç kalmamak için deli gibi koştuğumu anımsattığı için. CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear