28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türk Yahudilerinin Aydınlanmadaki Yeri Picasso dünya çapında bir ressamdı... Bir numaraydı ve çok da iyi bir iş adamıydı. Yoksa bu mertebeye gelemezdi. Yaptıklarını büyük topluluklara ustalıkla kabul ettirebilen bir yetenekti Picasso. Picasso ayarında nice sanatçılar var ki yapıtlarına müşteri bulmakta acizler ve ne yazık ki kaybolmaya mahkumlar. nında bireyler de sanat yaşamında kendilerini ispatlamak yoluna girdiler. Hatta bunun kaygısına düşmeleri bile çok güzel bir oluşum. Bir çırpıda akla gelenleri hemen sayalım. Edebiyatta Mario Levi, Fotoğrafta İzzet Keribar, Karikatürde İzel Rozental ve İrvin Mandel, Müzikte Yeşua Aroyo, Oyun yazarlığında Beki L. Bahar. Beky L. Bahar’ın ‘‘Ben de bu kadar güzelini yazabilir miyim’’ çarpıntısıyla için için kıskandığım bir şiiri var. Ortaköy meydanında bir elektrik direğine koydukları bir levhaya kazılı. Beşiktaş Belediyesi’ne şiiri oraya asmak inceliğini gösterdikleri için teşekkür etmek istiyorum. Resim ve şiirde: Habib Gerez, Seramikte Sara Aji, Sefarad şarkılarının Türkiye’deki tanıtma duayeni Karen Gerşon, Yontuda Nadya Arditi, Tiyatroda da gelişmeler hızla kaydediliyor. Özellikle müzikal sahneye koymakta ve icra amatörlükten profesyonelliğe doğru yol alınmakta. Nedim Saban tiyatro okumuş bir kişi olarak pek çok özel tiyatro gibi tutunma ve beğenilme savaşı vermekte. Ancak, ‘‘Salı Ziyaretleri’’ni sahneye koymakla diğer başarılarına bir yenisini kattı. Bir nokta daha var. Neredeyse atasözü oldu: ‘‘Sanat karın doyurmaz.’’ Bu sav ne dereceye kadar ve hangi şartlarda doğrudur?.. İki öğe üzerinde tartışılabilinir. Birincisi en iyisi, eş deyişle bir numara olmak. İkincisi çok iyi bir pazarlama taktiği gerekli. İki öğenin birinde eksiklik varsa sanatın karın doyurmayacağı kabul görebilir. Ancak salt o kişinin icra ettiği sanat için söylenebilir bu. Kaybolmaya mahkumlar Bir örnek: Picasso dünya çapında bir ressamdı... Bir numaraydı ve çok da iyi bir iş adamıydı. Yoksa bu mertebeye gelemezdi. Yaptıklarını büyük topluluklara ustalıkla kabul ettirebilen bir yetenekti Picasso. Picasso ayarında nice sanatçılar var ki yapıtlarına müşteri bulmakta acizler ve ne yazık ki kaybolmaya mahkumlar. Yalnız üretmek değil, tüketmek de şart. Yapıtlarını pazarlayamayanlar kabahati salt toplumda aramamalı. Çözüm kendi dışa sunuş sistemlerinde saklı olabilir.. Bu arenada sanatsal faaliyetlere yer veren Yahudi kuruluşlarını da anımsamalı. Şalom gazetesi bunlardan biridir. Öbürü, ‘‘Terziler Sinagogu’’ diye Türkçeye çevirebileceğimiz Schneiderttempel’dir. Bir sanat merkezidir orası. Aktiftir, ciddidir ve kalitenin arayıcısıdır. Herkese de açıktır. Sanat sonsuz bir oluşum maratonu. Yarışı dışarıdan izlemek bile çok keyif verici olmaz mı? PENCERE Kuş Gribine Karşı Hutbeyle Savaşım.. Nazar değmesin.. Tuh.. tuh.. 41 kere maşallah. İmam Başbakanımız RTE kuş gribinin çaresini buldu... Dedi ki: ‘‘ Bu bir bilinç sorunudur; cuma hutbelerinde kuş gribi ele alınacak...’’ Aferin!.. Yalnız cuma hutbelerinde mi kuş gribi konuşulacak?.. Cumada hutbe farz ise, bayram namazlarında sünnettir... Kurban Bayramı’nın da eli kulağında değil mi?.. ? Başbakan Erdoğan’ın talimatı hemen hayata geçirildi.. Van Müftüsü, Ulu Cami’de okuduğu hutbede kuş gribine karşı ilk uyarıyı yaptı... Cemaate dedi ki: ‘‘ Markasız kanatlı hayvan tüketmeyin!..’’ Sen şu Allah’ın işine bak!.. Demek ki tavuklar da artık ikiye ayrılıyorlar: Markalı.. Markasız.. Van’da Üniversite Rektörünü içeri atan kafa, tavuğun markalısını kullanırsa, çağdaşlaşacak mı?.. Dünyada Van.. Ahrette iman!.. Laik Cumhuriyet’te, internetli ve televizyonlu dünyada, kuş gribine karşı cuma hutbeleriyle bilinçlenecek bir toplumda Başbakanlık yapan RTE’nin yapısındaki çelişki, mantığının çaprazına yansımış bir çağdışı istavroza çivilenmiş... ? Kuş gribine karşı önlem diye ileri sürdüğü yöntemi dile getirişindeki mantık, Recep Tayyip’in bilinçaltındaki özlemin dışavurumudur... Başbakan diyor ki: ‘‘ Bu bir bilinç sorunudur; cuma hutbelerinde kuş gribi ele alınacak...’’ Radyo atlanıyor, televizyon sollanıyor, internete boş veriliyor; devlet örgütleriyle okullar, öğretmenler, sağlık görevlileri var imiş, ya da yok imişler... Ülke ve toplum, imamların cuma hutbelerinde kuş gribine karşı uyarılacak... RTE’ye nazar değmesin... Tuh.. tuh.. 41 kere maşallah.. Camilerdeki cuma hutbelerinde kuş gribine karşı uyarılan erkekler eve gelince imamın anlattıklarını hanımlarına da aktarırlar... Sonra ortalıkta ne hastalık kalır, ne de mastalık... Bir Destan: ‘Sarıkamış’tan Esarete’ Önce Büyük Atlas’ı açtım. Bir bir aradım Novosibirsk, Krasnoyarsk, Omsk!.. Sibirya’nın uç noktaları!.. Büyük bir serüven. Emekli Tuğgeneral Ziya Yergök anılarında bizi alıp o yerlere götürüyor. Turist gözüyle görmemiz için değil, altı yıl sürmüş esaret günlerinde yaşadıklarını bizlere de yaşatmak için... Gün gün tutmuş notları... Genç kuşakların okuması, bu ülkenin nice çetin sınavlardan geçip bugünlere geldiğini öğrenmeleri için!.. ‘‘Sarıkamış’’ sözcüğü bile, duyar duymaz, gözlerimizi yaşartıyor. 1915 yılının kış aylarında Enver Paşa komutasında doksan bin kişilik bir ordunun karlar, soğuklar, hastalıklar karşısında nerdeyse daha düşmanla karşılaşmadan paramparça olması... Bir destandır, bir bozgundur! Ama Türk askerinin değildir bu yenilgi, Enver Paşa’nın gerçek bir komutan olamayışındandır... On binlerce Mehmetçik’in anısı doksan yıldır Türk ulusunun yüreğinde yaşar, daha da yaşayacaktır... Ziya Yergök, Sarıkamış savaşında esir düşmüş. Almışlar, Sibirya’daki kamplara sürmüşler... Dört yıl süren bir esirlik... Sonra serbest bırakılmış, ama bir türlü yurduna dönememiş... Nice olaylar, nice acılar, tutuklanmalar, hapislikler, yoksunluklar!.. Gün gün tuttuğu notlar bir kitap olmuş sonunda... ‘‘Sarıkamış’tan Esarete’’ (Remzi Kitabevi)... Sami Önal almış bu notları, bir roman biçiminde toparlamış... Öyle bir roman ki, her yaprağı apayrı bir öykü. Yaşanmış, okurları da yaşatacak, bir serüven!.. Böyle kitapları yeni kuşaklar kadar olgun yaştakiler de okumalı... Sibirya’nın Krasnoyarsk’ından Semipalatinsk’ine, Almaata’sından Merv’e, Hiyve’den Baku’ya, Tiflis’e, oradan Kars, derken Erzurum... Birkaç Türk subayının 1915’ten 1919’a kadar bir zaman parçasında gördükleri, duydukları, gün gün yaşadıkları... Bize bu uzak yerlerin özelliklerini, insanlarını, göreneklerini de öğreterek... Kitabı baskıya hazırlayan Sami Önal, Önsöz’de Sarıkamış olayı konusunda pek çok kitap olduğunu söylerken Yergök’ün anılarının çok daha değişik olduğunu belirtiyor: ‘‘Oysa Ziya Bey’inkiler bunlardan çok farklıydı. Değerli komutan, yaşanan olaylara hem bir asker gözüyle bakıyor hem de onların ayrıntılarını, bilimsel araştırmalar yapanlar gibi görüyordu. Olayların yaşandığı yerlerin coğrafyasından tutun da, orada oturan insanların giyim kuşamlarına, gelenek ve göreneklerine, yemek kültürlerinden toplumsal yaşayışlarına, törelerine, düğün adetlerine varıncaya kadar bir toplumbilimci, bir halkbilimci gibi yaklaşıyordu...’’ Ziya Yergök’ün anıları yalnız bir savaş öyküsü, bir esaret günlerinin romanı değil, aynı zamanda Omsk’tan Batum’a kadar uzanan dönüş yolunun canlı bir anlatısı... Evet, okunması gereken bir kitap... Nerelerden geçip bugünlere ulaştığımızı bilmemiz için, Ziya Yergök gibi özverili insanlara ne denli borçlu olduğumuzu anlamamız için!.. Yakup ALMELEK T ürk Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu’na İspanya ve Portekiz’den 1490’lı yıllarda göç ettiler. Lozan Antlaşması’na göre azınlık statüsüne sahiptirler. Sayılarının bütün ülkede halen yirmi beş bin olduğu biliniyor. Türk Yahudilerinin Aydınlanmadaki Yeri: Bu konunun irdelenmesi, Şalom gazetesinin başyazarlarından Yakup Barokas’ın bir Türk Yahudisi Nobel ödülü alabilir mi? sorusunu gazetesinde toplumun gözleri önüne sermesinden sonra başladı. Konunun güncelliği her türlü şüpheden uzak tutulmak lazım gelir. Önce şunun yanıtını araştıralım. Bir Türk Müslüman Nobel ödülü kazanabilir mi? Yanıt hiç duraksamadan verilebilir. Neden kazanmasın? Bu soruyu hemen bir başkası takip eder. Neden bugüne dek kazanmadı? Genç Türkiye Cumhuriyeti sesini yeni yeni hemen her alanda duyurmaya başladı da ondan. Cumhuriyetimiz henüz 82 yaşında. 82 yıl tarih sürecinde kısa bir dönemdir. Atatürk Devrimleri meyvelerini vermeye başladı. Görsel sanatlarda; resim, heykel, karikatür, seramik ve fotoğraf; Müzikte yaratıcılık, eş deyişle beste yapmak ve çalmak, eş deyişle icra etmek, Edebiyatta roman, öykü, oyun ve şiir. Saydıklarımız sanat denilen muhteşem oluşumun ayrılmaz parçalarıdır ve Türkiye bütünüyle bu alanlarda Avrupalı meslektaşlarıyla rekabet edebilecek düzeye gelmektedir, bazı alanlarda gelmiştir bile. Bu yazının başlığı ‘‘Türk Yahudilerinin Aydınlanmadaki yeri nedir?’’ Türk Yahudilerinin aydınlanmadaki yeri Türk Müslüman toplumunun sanattaki yeri içindedir. Örneğin: İngiliz Yahudileri, İngiliz Hıristiyan toplumunun bir parçasıdır. Geniş toplumun ilerlemesi veya kendini geliştirmesi o ülkedeki azınlığa da yansır. Her ülkede azınlıklar sanat ve bilim kollarında mensubu oldukları geniş toplumla paralel görünümde yürürler. Diğer bir deyişle aynı kulvarda ilerlerler. Bu yürüme bazen bir adım geriden olur, bazen de bir adım ileriden. İstisnaların dışında genel ölçü budur demek olası. Bir örnek: 2005 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü İngiliz yazar Harold Pinter aldı. Pinter bir Yahudi. Harold Pinter, şunu göz önünde tutmak lazım, Shakespeare, Bernard Shaw, Charles Dickens gibi yazarlar yetiştirebilen bir ülkenin kimliğini taşımakta. Başarısını geniş çapta İngiltere gibi edebiyat alanında dünyanın en ileri bir ülkesinde yetişmesine de borçludur hiç şüphesiz. Türk Müslümanları geliştikçe ve kendilerini geliştirme yolunda adımlar attıkça Türk Yahudileri de bundan nasiplerini alacaklardır. Başka bir perspektiften de konuya değinebiliriz. Özel sektörün lokomotifleri Cumhuriyetin varlığı Türkiye’de ekonomi alanında çağdaş şirketler oluşmasına da destek verdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun bireysel ekonomik üniteleri Cumhuriyet rejiminde uluslararası işletmelere dönüşmeye başladı. Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı pek çok örneğin başında gelenler. Bunlar özel sektörün lokomotifleri oldular. Sanatı, hemen hemen her kolda kitlelerin dikkatine sunmak için de katkıda bulunuyorlar. Sevinilecek bir gerçektir ki pek çok işletme bunları takip ediyor. Bir ülkenin ekonomik durumu iyi değilse, ne yazık ki sanat da gelişemiyor. Bireysel çabalarla bazı başarılar elde ediliyor, ancak sanat kitlelere yayılamıyor. Bu arada devletin ve belediyelerin sanata verdikleri hizmetten söz etmemek nankörlük olur. Sanatı yaşanan mekânlarda duyumsamak gerekir. Her evde bir müzik aletini yaşamak, odaların duvarlarında resimlerle dost olmak. Evdeki kitaplığın zenginliğini duyumsamak. Ayda bir tiyatroya gitmek veya sanatsal açıdan iddialı bir film izlemek. Bir konserin tadını bilmek. Haşırneşir İş adamı, serbest meslek sahibi, ev hanımı, öğrenci, tezgâhtar, fabrika çalışanı. Kim olursa olsun, kaç Türk Yahudisi bu değindiklerimizin birkaçıyla bile olsa haşır, neşir? Bunları bilmeden Türk Yahudilerinin sanattaki yerleri nedir sorusuna yanıt arayamayız. Yanıt verirsek bu yanıt eskilerin deyimiyle çok afakî (havai, dereden tepeden söz) olur. Geniş toplumca Türk Yahudileri iş hayatına bağlılıkları, hatta düşkünlükleriyle bilinir. Öyle tanımlanır. Ancak bunun son on yılda değişmekte olduğunu iddia etmek hak bilirlik sayılmalı. Vakko, Alarko ve Profilo gibi ticaret ve sanayi ile iştigal eden ağırbaşlı şirketlerin ya Aynı kulvarda ilerleme CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear