Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
13 OCAK 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 17 yaşında Almanya’ya gelin giden C.,evlenmemek için çok direnmiş ama töre daha baskın çıkmış 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT ‘Nişanlandığımı babamdan değil komşulardan öğrendim’ KAYNANA: 984 Urfa doğumluyum. Okumayı çok istedim. Derslerim de çok süperdi. Benim ailem değil de sülalem izin vermedi okumama. Dayımlarım falan!.. Urfa’nın bazı âdetleri vardı. Kötü alışır, diye kadına fazla hak tanımıyorlar. Oradan, buradan kötü örnekler alır, diye okutmadılar. Sekizinci sınıftan diplomamı aldım, başarı ile çıktım. Bekâr olarak ev işleri ile uğraştım. Babam, hep Almanya’dan izne gelip gidiyordu. Benden habersiz, babam bana hiç söylemeden Almanya’da kendi aralarında benim evlenmem için bir aile ile konuşmuşlar. Ben, Türkiye’de bile hiç evlenmeyi düşünmüyordum. Çünkü yaşım küçüktü. Okumayı çok seviyordum. Babamdan değil de, nişanlı olduğumu komşulardan öğrendim!..’ diyor C. ... C., Köln’de yaşıyor. Çocuk yaşta Almanya’ya gelin etmişler. Almanya’ya gelin gideceğini duyunca dünya başına yıkılmış... Gitmemek, Urfa’dan çıkmamak için çok direnmiş. Ama töre baskın çıkmış. Annesinin de gönlü böyle bir evliliğe pek razı olmamış. C., Ona tutunmak, güç almak istemiş. Ne yazık ki o da geçememiş kızının böyle uğursuz gelin olmasının önüne... ‘‘Kızım senin baban veriyorsa ben ona bir şey diyemem. Belki bir bildiği vardır!. Belki aile iyidir. Baban, telefonda onların çok iyi bir aile olduğunu söyledi. Çok güzel, efendi bir çocukmuş. Yeteri kadar o tanışmış’’ demiş, boynunu bükmüş. ‘Bu ne biçim hayat’ C., senden habersiz nişanlandığında kaç yaşındaydın? Duyunca nasıl bir tepki gösterdin? 17 Yaşındaydım. Nişanlandığımı duyunca, bu ne biçim hayat, dedim. Görmediğim, hiç konuşmadığım, adını bile bilmediğim bir kişi ile nasıl evlenecektim?.. Benim babamın bir huyu vardı; ‘‘Kızım seni buna verecem. İstiyor musun, istemiyor musun’’ diye hiç sormazdı. Görücü usulüyle evlilik yaptım, sonra boyun eğmek zorunda kaldım. Babam, beni nişanladığı sene izne geldi. ‘‘Baba, duydum ki beni nişanlı yapmışsın. Niye, benim görmediğim, bilmediğim bir kişi ile evlendirmek istiyorsun?’’ dedim. Demek ki baban yüzüne geldin? Evet, yüzüne geldim. Eskiden böyle gelebilir miydin? Hayır, gelemezdim ama, burada duramadım. Çünkü insanın hayatı söz konusu. Oturdum konuştum, ağladım... Baba, benim yaşım kaç dedim! Bu yaşta ben bir evin yükünü taşıyamam. Benim yaşım çok küçük. Bu yaşta evlenmek istemiyorum. Almanya’ya da gitmek istemiyorum. Ne olur beni verme, dedim. Babam ‘‘Kızım sus sana söz düşmez!’’ dedi, beni azarladı. Ben de boynumu eğdim. Nasıl yaparsanız yapın ama, sonu kötü olursa, o zaman ben de sizi sorumlu bilirim, dedim. Almanya’dan kâğıtlar geldi. Vize almaya gittim. Hep Allahıma yalvardım; ne olur Allahım vize doğru gelmesin, diye. Almanya’ya gitmeyeyim, istemiyorum... Hiç görmediğim bir kişi ile evlenmek istemiyorum. Bu küçük yaşta evliliği hiç düşünmüyorum, aklımdan bile geçirmi Anlaşılması Zor Bir Durum! Abdi İpekçi’yi öldüren adamın, Mehmet Ali Ağca’nın hakkında verilmiş hapis cezasını tamamlamadan salıverildiğini herkes kabul ediyor. Ancak bu salıverilme, bizim yasama organımızın kısa aralıklarla çıkarttığı iki ‘‘af kanunu’’ndan yararlanılarak mı yapıldı? Yoksa, vicdanları kanatma pahasına kanun diye kanunlar tepelenerek mi gerçekleştirildi? Ağca’nın avukatının bir müjde gibi bayram öncesi verdiği, müvekkilinin 12 Ocak 2007’de salıverileceği haberine, aziz İpekçi’nin kızının gösterdiği haklı tepkinin ‘‘Milliyet’’ gazetesinde bir açık mektup olarak yayımlandığı önceki günden bu yana bu durumu tartışıyoruz. Erken salıvermeyi sağlayan Kartal Ağır Ceza Mahkemesi’nin, dayandığı söylenilen iki af yasasından ilki, 1992 yılında çıkarılan 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’dır. Turgut Özal’ın mimarlığını yaptığı bu yasanın birinci maddesine eklenen bir geçici maddede ‘‘idam hükümlülerinin 10 tam yıl’’ hapis yatması koşulu ile salıverilmesi öngörülmüştü. 4616 sayılı ikinci yasa 2002’de DSPMHPANAP koalisyon hükümetince çıkartıldı. Kimilerinin, hazırlanması sırasındaki kamuoyu oluşturma çalışmalarından ötürü, DSP’nin o zaman Genel Başkan Yardımcılığı’nı da üstlenen Bayan Ecevit’in adına gönderme yaparak Rahşan Ecevit Affı diye tanımladığı söz konusu yasa, parlamentodaki görüşmeler sırasında eklenilen maddeleriyle, şartlı salıverme konusunda geniş avantajlar sağlıyordu. Ancak, dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün de dün ısrarla altını çizdiği gibi, o yasada, ilk kanundan yararlanmış olanlara yeni bir af kapısı açılmadığının yer aldığı biliniyor. Dönemim Adalet Bakanı Türk, bu savına, 12 Eylül öncesinde Ankara Bahçelievler’de 7 TİP’liyi öldüren Haluk Kırcı’nın durumunu somut örnek olarak gösteriyor. Dahası, İpekçi ailesi adına Ağca davasında müdahil avukat olarak görev yapan Turgut Kazan, Ağca’nın avukatlarının Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne müvekkillerinin 4616 sayılı yasadan yararlanmaları için yaptıkları başvurunun reddedilmesini öngören 2002 Aralık ayında verilmiş kararını gösteriyor. Kararda, Ağca’nın 3713 sayılı yasadaki geçici maddeden yararlandığı için ‘‘gasp’’ suçundan aldığı 36 yıllık ağır hapis cezasının infazı, önce 10 yıl hapis cezası olarak belirtilmiş. Daha sonra bu haziran ayında yürürlüğe giren yeni TCK’deki lehteki hükümlere göre o ceza da 7 yıl 2 ay hapse dönüşmüş. Dün salıverilen Ağca’nın 5.5 yıldır yattığı için, en az 1 yılı aşan bir süre daha cezaevinde kalması bekleniliyordu. ‘1 ‘Bizim için kadınlar ayakkabıdır’ Sizi nasıl bir eve yerleştirdiler, hep birlikte mi oturuyordunuz? Ev kendilerinindi. Altta onlar, ikinci katta biz oturuyorduk. Aynı mutfakta yiyip içiyorduk. Beyim 23 yaşındaydı, meslek öğreniyordu. Onunla çok mutluyduk. Aradan iki üç ay geçtikten sonra bir baktım bunlarda değişmeler oluyor. Sanki benim kaynanam, kayınbabam ve beyim gitti, yerine çok değişik kişiler geldi. Bana karşı çok değiştiler. Zorlamalar, baskılar ve evde bırakmalar başladı. Kendime gidip mağazadan bir şey beğenemez oldum. Onların bana getirdiği giyecekleri giyiyordum, yiyecekleri yiyordum... Beyim bana karşı çok iyiydi. ‘Hep kadınları savundum’ Kaynanam bir gün, ‘‘Benim oğlum gelinin emri altına girdi’’ demişti. Beni kıskanıyordu. Kaynanam beyimin yanında hep eski âdetlerden, çektiklerinden bahsediyordu. Diyordu ki: ‘‘Oğlum, ben senin babandan çok çektim. Bizim için kadınlar ayakkabıdır. Biz kadınlara fazla önem vermeyiz. Kızlar bizim için iyi değil!’’ Ben hep ağlıyordum, kadınları savunuyordum. Anne, kusura bakma; sen niye böyle söylüyorsun. Sen de bir kadınsın. Senin de üç tane kız çocuğun var. Ben de bir kadınım. Sen kadınları savunacağına, kadınlara çok kötü laflar ediyorsun. Neden böyle yapıyorsun? Onlar da Allah’ın kulu değil mi? İnsan değil mi? Beş parmak bir mi? İyi kadın da vardır, kötü kadın da. Her kadını bir tutma, dedim. Benden gıcık almaya, hoşlanmamaya başladı. Bu aynı zamanda beyimle tartışmalarımızın başlamasına neden oldu. Hamile kaldım. Beyime söyleyince sevindi. ‘‘Baba mı olacam?’’ dedi. Evet, dedim. Kaynanam beni doktora götürdü. Üç aylık hamileydim. Çocuğum dört beş aylık olduktan sonra sorunlar üst üste gelmeye başladı. Hiç ummadığım, hiç aklımın ucundan geçirmediğim sözler, davranışlar, sıkıntılar, acılar!.. ‘Babası çocuğu kabul etmiyordu’ Beyim ‘‘Ben çocuğu istemiyorum’’ diyordu. Nedenini sorduğumda azarlıyordu. Bir de işe giderken oturma odasının kapısını kilitliyordu, anahtarı da yanında götürüyordu. Ona, neden oturma odasının kapısını kilitliyorsun? Burası benim de yuvam. Odayı düzeltmek, televizyon seyretmek istiyorum. Ben o kadar kötü bir insan mıyım, diyordum. Hiç beni dinlemeden ‘sus’ diyordu. Nerede oturacam, dediğimde yatak odasını gösteriyordu... Hep şunu soruyordum: Benim suçum ne? Ailenin tüm fertleri C.’ye karşı cephe alıyor. Gelin olarak o artık gözden çıkarılmış. Çocuğunu düşünerek yuvanın yıkılmaması için eşine yalvarıyor... Küçük yaşta evlendiği için hata yapmış olabileceğini düşünerek, kayınvalidesinden, kayınbabasından özür diliyor. Verdikleri işi, canını dişine takarak en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. yorum... Vize almaya gidiyorsun ama almak da istemiyorsun. Ayakların geri geri gidiyordu diyebilir miyim? Evet, tam da öyle. Vizeye girdim. Sonra tekrar köye geldim. Hep dua ediyordum vizemin doğru gelmemesi (vize vermemeleri) için. Vize için üç ay bekledim. Bir mektup geldi bana. O acı haberi okudum, vize (vermişlerdi) doğru gelmişti. Biraz sevindim. Çünkü Almanya’yı görmek istedim. Ama orada temelli kalmak için değil. Bir yandan da evleneceğim kişiyi tanımadığım için üzülüyordum. Evleneceğin gencin bir fotoğrafını da mı göstermediler? Fotoğrafını şöyle gördüm: Küçük bir kasete almışlardı, öyle gösterdiler. Babam Almanya’dan getirmişti. Böyle bir evliliği engellemek için akrabalarınızdan karşı çıkan, babanı ikna etmeye çalışan olmadı mı? Oldu oldu, akrabalarımdan araya girenler, ‘‘Sen nasıl bu kızın kaderiy rıldı. Biz araya girdik barıştılar, birleşip yeniden evlendiler. 25 seneden sonra babam annemi ve kardeşlerimi getirdi. Annem çok çile çekti. Beni de kaderime mahkum etti, onlara verdi. Evleneceğin gencin annesi seni görmek ve düğün hazırlıkları yapmak için köyünüze gelmiş miydi? Hayır, hiç gelmedi. Babamla aralarında söz kesmişler. Doğru dürüst ne bir nişan oldu, ne de bir düğün. Düğün için Almanya’ya nasıl gittin, kim götürdü? Vize aldıktan iki hafta sonra yalnız başıma Gaziantep’ten Almanya’ya Düsseldorf şehrine uçtum. Benim kaynanamgilin tavırları önceden belliydi, karşılamaya gelmediler. Ağabeyim gelip beni havaalanından aldı. Orada öyle ağladım... Karşılamaya, nişanlının gelmeyişinin nedeni neydi? ‘‘Biz onu tanımıyoruz. Yeni tanışacağız’’ gibi bahaneler uydurmuşlar. Köln’de yaşayan C., Almanya’ya gelin gideceğini duyunca gitmemek için çok direnmiş ama başarılı olamamış. le oynuyorsun, tanımadığı birine kızı nasıl veriyorsun?’’ diyenler çıktı. Ama babam hiç kimseyi kafasına takmadı. Kendi aklına giderek beni onlara verdi. Bu yüzden akrabalarım darıldı. Ne düğüne karıştı, ne de yanımıza geldiler. Şimdi benim bu durumumla onlar ilgilenmiyorlar, bana destek vermiyorlar. ‘‘Biz bunun böyle olacağını biliyorduk’’ diyorlar. Baban Almanya’ya hemen anneni aldırmış mı, yoksa bekâr mı yaşamış? Babam Almanya’ya ilticacı olarak gitmiş. 10 sene ilticacı olarak kalmış. Annemi aldırmamış. Sonra temelli Türkiye’ye dönmüş. Birkaç yıl sonra tekrar Almanya’ya gitmiş. Bu gidişinde bir Alman kadınla evleniyor. Onunla 15 sene yaşıyor. Ondan bir oğlu oluyor. O zaman annemden ay Çektiğin sıkıntılardan ailenin haberi oluyor muydu? ‘İntihar etmeyi düşündüm’ Oluyordu. Son tartışmalardan birinde kayınbabam babamı arayarak ‘‘Gel kızını götür. Dışarıda durmuş ağlıyor, içeri gelmiyor’’ dedi. Babam şok geçirdi. Apar topar annemle geldi. Durumu anlattım. Annem, ‘‘Kızım boyun eğ. Senin çocuğun var. Yuvanı yıkma’’ dedi. Ben de ailemin lafını dinleyerek yuvamı yıkmak istemedim. Yine de olmadı, yaranamadım. Benim için en büyük işkence hiçbirinin benimle konuşmamasıydı. Küçük çocuklar bile; görümcelerim ve kayınlarım benden nefret ediyorlardı. Beni, onların gözünde o kadar karartmışlardı. Ben onları karde şim gibi seviyordum. Bir gün bana, ‘‘Yenge sen bizimle konuşma, sen kötüsün!’’ dediler. Beni o hale getirmişlerdi ki artık dayanamadım bir miktar ağrı kesici tablet içtim. Ya çocuğum düşsün, ya ben öleyim, dedim. İntihar etmek istedim. Biraz başım döndü ama, bir şey olmadı. Şiddete maruz kaldın mı? Evet, anlatayım: Beyimin doğum günüydü. Küçük bir parfüm aldım. Bir kâğıda ‘Doğum günün kutlu olsun’ yazıp parfümün üzerine astım. Keşke yapmasaydım. O öyle şeylere layık değilmiş. Bana aşk mektubu yazdı, diye götürüp annesine babasına göstermiş. Onlar da ‘‘Vay, kim bilir şimdiye kadar o kaç erkeğe aşk mektubu yazdı’’ diye konuşmaya başladılar. O küçük kâğıt yüzünden öyle bir tartışma çıktı ki; babam ve dayım gelip beni alıncaya kadar iki gün bana kan kusturdular. Beni bir karanlık odaya attılar. Ne ekmek verdiler, ne su. Nefesim daraldı, sıkıntıdan patlayacaktım... Derdimi anlatacağım, konuşacağım biri yoktu. Duvarlarla mı konuşacaktım, kendi kendime mi konuşacaktım!.. Kimseden yardım isteyecek durumda değildim. Sesim sokaktan duyulmasın diye beyim, evin arkasındaki küçük bir odaya beni sürükleyerek götürüp kapıyı arkadan kilitledi. Orada bir şilte vardı. Beni onun üzerine attı. Vurmaya başladı. Vur Allah vur... Ben, yeter vurma, ailem gelsin beni götürsün vurma vurma, diye bağırıyorum. Çocuğuma bir şey olmasın diye hep karnımı korudum. Kafama, burnuma ve ağzıma vuruyordu. Burnumdan kan gelmeye başladı. Kaynanam başucumda durmuş öyle bakıyordu. ‘‘Bu kadın deli mi bizi rezil etti. Şimdi polis gelir buraya’’ diyordu. Babam gelip alıncaya kadar odada kapalı kaldım!.. C., artık 20 yaşında. Çok acılar çekmiş eşinden ayrılmış dul bir kadın olarak, kirasını Sosyal Daire’nin ödediği iki odalı bir evde, acılardan arta kalan bir yaşındaki kızıyla birlikte yaşıyor... ‘‘Hayatta sevdim sevilemedim / Yaptım yaranamadım / Kimsenin yanına sığamadım...’’ diyor. Bir yakınının yardımı ile eşi hakkında adam yaralamaktan suç duyurusunda bulunuyor. Sonuçta, mahkeme onu 2 ay hapis, 900 Euro da para cezasına çarptırıyor. C., çocuğu olunca bütün sıkıntılarını bir kenara attığını belirterek şöyle diyor: ‘‘Sanki yeniden doğmuş gibiyim. Ben çektim, çocuğumu okutacam. Ehliyet yapacam, araba sürecem. Hiç kimseye muhtaç olmadan kendim çalışıp çocuğuma bakacam.’’ Düğmeye basılmadı mı? Ağca’nın avukatlarının kimlerden işaret alarak bu süreyi iki ayrı af yasasını üst üste kullandırmak suretiyle kısalttıklarını anlamak olası değil. Turgut Kazan, dün bir emrivaki gibi gerçekleşen salıvermeyi durdurmak amacıyla tatilde bulunduğu Bodrum’dan yıldırım telgraflarla Kartal Mahkemesi’ne iki başvuru yapmış. İkisi de kabul edilmemiş. Kazan, ülkemizde yazılı olmayan bir sistemin uygulanarak infazdan devletin sorumlu olduğu anlayışının geçerli sayıldığını, mağdurlara bu konuda söz hakkı tanınmadığını söylüyor. Pazartesi günü bu varsayıma dayanarak reddedilen talebini okuyacak. Avrupa hukukunun, infazlarda mağdurları da söz sahibi saymasını gerekçe göstererek Adalet Bakanı’ndan, Kartal’daki mahkemenin verdiği salıverme kararını Yargıtay’a götürmesini isteyecek. Ancak Kazan bu konuda Cemil Çiçek’in gazetelerde yayımlanan açıklamalarına dayanarak bakanın peşin hükümlü olduğunu söylüyor. Çiçek’in, Ağca’nın salıverilmesinde topu o iki salıverme yasasına atarak işin içinden sıyrılırken politik bir rant peşinde koştuğunu söylemek mümkün mü? Bu izlenimi Adalet Bakanı silmek amacıyla dün akşama doğru yaptığı açıklamada, salıvermede hata olabileceğini kabul etti ve dosyayı Yargıtay’a götüreceğini söyledi. Çünkü, elde Ağca’nın ne kadar hapis yatması gerektiğini gösteren Kartal Ağır Ceza Mahkemesi kararı var. O kararın niçin değişmiş olduğunu da Yargıtay’ın belirlemesi gerekiyor. Askerlik şubelerinin tatil yapmaması olağan mıdır? Benim yanıt arayıp da bulamadığım bir başka soru Ağca’nın dün Türk Bayraklı, karanfil çiçek atan karşılayıcıları kadar, uzun bir resmi tatil gününde özellikle askerlik şubesi görevlilerinin nasıl işbaşında oldukları ile ilgilidir... Milli Savunma Bakanlığı Asker Alma Dairesi midir? Yoksa bizzat Sayın Bakan mıdır bu soruma yanıt verecek olan. Diyelim ki bir hükümlü cezasını doldurarak tatil günü salıverilecek. Elbette cezaevinin nöbetçi görevlileri işlerini yapacaktır. Gerekirse yine polis devreye girecektir? Ama o hükümlünün askerlik şubesi ile bağlantısı vardır diye, şube başkanı ve öteki ilgilileri evlerinden getiren güç kimin elindedir? Yoksa Mehmet Ali Ağca, 25 Kasım 1979’da asker elbisesi giydirilerek firar ettiği Maltepe Askeri Cezaevi’ndeki günlerinde olduğu gibi görünmez güçlerin koruması altında mıdır? Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net ‘Ellerime kına yakmak kısmet olmadı’ Gelin olarak Almanya’ya giderken birlikte ne götürmüştün? Hayalini kurduğum evimi düzmek için ceyizimi götürdüm. Bunları ben de hazırladım annem de. Bizim orada âdettir, kızlar kendilerine göre ceyizlerini hazırlarlar. El işlemeleri, süsler vb. Ben işlemeye 17 yaşımda başladım, bir senede hepsini bitirdim. Benim aklım işlemelerde de çok iyidir. Ceyizinizde neler vardı? İyi hazırlamıştım. Oturma odası dolabının mendilleri, küçük yastıklar, örtüler, halılar. Üç bavul dolusu ceyizim vardı. Kayınbabam, bana altın almak için para yollamıştı. Gittik aldık. Bir gerdanlık, üç metre zincir, bir büyük bilezik, beş çift bilerzik, küpe ve yüzüktü. Bunları üzerimde getirdim, yarım kilodan fazlaydı. C., Almanya’ya geldiğinde ilk birkaç ay sıkıntılı günler yaşıyor. Annesini, kardeşlerini ve memleketini özlüyor. Almanya’nın havasına alışamıyor, yiyecekleri ona bir tuhaf geliyor, iştahı kapanıyor. Sık sık ağlıyor, annesine telefon açarak konuşuyor. Ona, Almanya’nın güzel olmadığı üzerine dert yanıyor. Tam 8 ay babasının yanında kalıyor. Nişanlısını yakından tanıyor. Ona karşı duyduğu nefretin sevgiye dönüştüğünü belirtiyor. ‘‘Kaynanama, kayınbabama karşı da güzel sevgim oldu. Kaynanam hep bana ‘Kızım, yavrum, bütün kızlarım sana kurban olsun!’ diyordu. Onların altı çocukları vardı’’ diyor. C.’nin nişanlılık döneminde böyle karşılıklı bir gelişme yaşanıyor. Niye o kadar süre nişanlı beklediniz? Düğününüz nasıl geçti, evliliğe ilk adımı nasıl bir hava içinde attınız? Ailem Almanya’ya gelecekti, onlarla birlikte güzel bir düğün yapacaktık. 8 ay sonra Allah’a çok şükür annem ve kardeşlerim geldi. Onlara kavuştum, sevindim. Bir yandan da üzüldüm, gene ayrılacam, diye. Düğün hazırlıkları yapılırken kınanın annemgilde yakılmasını istedim. Kısmet olmadı. Onlar gelin bizde yakalım, dediler. Düğün için ne kına elbisesi aldılar, ne de güzel bir gelinlik. Kaynanam, gidip eskici pazarından eskimiş kötü bir gelinlik almıştı. Ta ne zamandan kalan gelinlik. Bir de onu yıkatmaya vermişti. Çok berbat gelinlikti. Bana göstererek ‘‘İşte sen bunu giyeceksin’’ dedi. Ağladım... Dedim Allahım, neydi bu başıma gelenler. Ben evleniyorum ama kendime göre bir gelinlik bile seçemiyorum. Ablam Fransa’da idi. Ondan gelinliğini istedim, getirdi. Onu giydim, boyu boyuma uydu çok yakıştı. Kaynanam fazla açık olmasın, diye tenbihledi. Kına gecesi oldu. Akrabalarımın onlarla araları iyi olmadığı için kına gecesine de gelmediler, düğüne de. O gün çok ağladım... Beni berbere götürmediler. Öyle bir adam geldi ‘‘Ben berberim’’ dedi. Elinde ne aleti vardı, ne de takımı. Ben, ‘‘Siz nasıl berbersiniz, saçımı nasıl yapacaksınız’’ dedim. Adam öylesine saçımı kıvırcık yapıp tacımı taktı. Gelinliğimi giyip düğün yerine gittim. SÜRECEK ÜSKÜDAR 2. AİLE MAHKEMESİ’NDEN 2005/246 Davacı Güfer Karataş tarafından davalı Şenol Karataş aleyhine açılan boşanma davasında; Ordu İli, Mesudiye İlçesi, Güzelce Köyü, Cilt No: 42, Hane No: 57, BSN: 98’de nüfusa kayıtlı Yusuf ve Ayşe oğlu, 01.12.1965 doğumlu davalı Şenol Karataş’ın adresine dava dilekçesi tebliğ edilemediğinden; 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi gereğince ilanen tebligat yapılmasına karar verilmiştir. Duruşma günü olan 16.02. 2006 günü saat 10.00’da davalının veya vekilinin duruşmada hazır bulunması, aksi takdirde yokluğunda yargılama yapılıp karar verileceği ilanen tebliğ olunur. Basın: 67 CUMHURİYET 07 K