Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
15 .AÖÜSTOS 2002 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
DIZI
Oerviş'in pazarladığı'15 günde 15 yasa' ve diğer düzenlemeler, yerleştirilmek istenen yeni düzenin parçasıdır:
Türkiye'deyönetişim devriSfeo-liberalizm küresel bir politikaydı ve
farklı biçimleriyle de olsa gerek merkez
üllcelerde ve gerekse az gelişmiş ülkelerde
sosyal devlet kazanımlannın büyük ölçüde
eroz)'ona uğramasına yol açtı. Üstelik bu
politikalann uygulandığı her ülkede siyasal
iktidarda ıster merkez sağ, ister merkez sol
olsun bu sonuç değişmedı.
tktisadın küreseDeşme sürecinin
an» dinamiğiııi flnansal kiireselleş-
me mi otusturdu?
Erinç YekUn: Evet, gerçekten bu
çok önemli bir tespit. Nitekim, Ah-
met'in az önce çizdiği tabloyu şöy-
le özetleyebiliriz sanınm: Günümüz-
de küreselleşme olgusu iki ana sü-
reçten oluşuyor. Bunlardan "birin-
d â " çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ'la-
nn) faaliyet ve denetim alanı altın-
da yürütülen mal ve hizmet ticare-
ti; ikincisi ise uluslararası finansal
sermaye hareketlerinin dünya piya-
salannda serbest dolaşımı ve para-
sal sermayenin, sanayi sermayesi-
nin önüne geçmesi.. Örneğin, bu-
gün yaklaşık 10 trilyon dolara ula-
şan dünya ticaret hacminin bileşimi-
ne baktığımızda, bu tutann üçte bi-
rinin herhangi bir çokuluslu şirke-
tin kendi bünyesindeki ticaretten
oluştuğunu, gene üçte birinin de bir
ÇUŞ 'un diğer bir ÇUŞ grubuyla yü-
rüttüğü ticarete konu olduğunu gör-
mekteyiz. Bu anlamda uluslararası
ticaret, kuramda öngörüldüğü gibi
"göreii üstünlükler" ilkesine göre
değil. çokuluslu şirketlerin idari ka-
rarlanndan doğrudan eüdlenen "mut-
lak üstüniükler" ilkesine göre yön-
lendirilmekte. Dolayısıyla günümü-
zün küreselleşme sürecine konu olan
uluslararası ticaret, rekabetçi fiyat-
lama ya da serbest pazar ekonomi-
si gibi fantezilere dayalı olarak de-
ğil, doğrudan doğruya çokuluslu şir-
ketlerin politik gücüne dayah idari
kararlar sonucu sürdürülmektedir.
Küreselleşmenin ikinci ayagının ise
finansal serbestleştirmeye yönelik
uygulamalarda yattığını görmekte-
yiz. 1980'lerden itibaren hız kaza-
nan finansal serbestleştirme uygu-
lamalan, finansal sermayenin dün-
ya ölçeğinde akışkanlık kazanması-
na ve en yüksek kân realize etmek
uğruna bir piyasadan diğerine ser-
bestçe transfer olabilmesine olanak
kazandırdı. Bu süreçte finansal ser-
maye, reel üretim, istihdam ve mal
tîcareti gibi reel sektöre ilişkin faali-
yet alanlanndan tamamıyla bağım-
sızlaşmış ve kendi başına yepyeni bir
dinamik yaratmış durumda. Dünya
reel üretim ve ticaret süreciyle doğ-
rudan ilgisi olmayan bu olgu, bir
yandan döviz kurlannda istikrarsız-
lığı körüklerken bir yandan da ulu-
sal finans piyasalannuı kınlganlı-
ğını derinleştirmekte ve yeni finan-
sal krizlerin yapısal koşullarını ha-
zırlamakta.
Ekonomik
bunalımdan
toplumsal bunalıma
Uzmanlar tartıştı
• % "
Türkiye'ye yerleştirilmek istenen yönetişim
modeîi, toplumların idaresinin politikadan
aynşması, idarenin özerkleşmesi ya da özerk
kurum ya da kurullara devredilmesidir.
Kemal Derviş'in pazarladığı "15 günde 15
yasa" ve bunlan izleyen çok sayıda
düzenleme "yönetişim" modelini adım adım
Türkiye'ye taşıma girişiminin bir parçasıdır.
ce kamu sektörüne özgü olarak gör-
mesi ve özel sektörü sanki steril ve
iktisadi aklın gereklerini uygula-
yan, teknisyenlerden kurulu rasyo-
nel bireylerden oluştuğunu savlama-
sıdır. Özel sektör denilen şey san-
ki doğaüstü, iktisadi aklın tüm ye-
teneklerini özünde toplamış, piya-
sa sinyallerini rekabet içinde gerçek-
leştirerek iktisadi optimuma ulaşa-
bilen bir ideal kurumu temsil et-
mektedir. Bu ideal kurumun top-
lumda söz sahibi olması için iktisa-
di aklın siyasetten anndınlması ve
şeffaflık, iyi yönetişim gibi ilkele-
rin hayata geçirilmesi gerekmekte-
dir.
KURESEL
EŞITÜK, ADALET,
ISUi
tşçi ve memurun çoğu kez el ele vererek düzenlediği, her seferinde küreseDeşmenin protesto edildiği gösterikrde düekkr,
gelecekten beklenenler hep aynrydı. Miting alanlanndan yükselen ses 'eşitiik, adalet ve bartş' diye yanküamyordu.
kelerde sosyal devlet kazanımlannın
büyük ölçüde erozyona uğramasına
yol açtı. Üstelik bu politikalann uy-
gulandığı her ülkede siyasal iktidar-
da ister merkez sağ, ister merkez sol
olsun bu sonuç değişmedi. Bu süreç-
te, siyasal desteklerine bakmaksı-
zın, iktidarda olan mutlak anlayışuı
neo-liberal küreselleşmeci yaklaşım
olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bu bizim ülkemiz için de böyledir.
Bana göre 1980'li yıllardan bu ya-
na tüm iktidarlann siyasal tercihle-
ri bu yönde oldu. Bugün merkez si-
yasi partilerin siyasal ve ekonomik
söylemleri arasındaki benzerliğin
temel nedeni de budur kanunca. An-
tilerin söylemlerini aynşnrmak müm-
kündü. Ancak, bahsettiğim gibi, neo-
liberalizm bu açıdan tüm dünyada si-
yasal bir kimliksizleşmenin başlan-
gıcını oluşturdu.
Sosyal deviete altematifolarakge-
Hştirikn poHtikalar nelerdi? Bu po-
litikalann uygulanmasında IMF ve
DB'nin rolünü değeriendirebiür mi-
siniz?
Ahmet H. Köse: Her şeyin gide-
rek daha çok piyasalaştığı; etkinlik,
kârlılık gibi iktisadi ölçütlerin top-
lumu oluşturan tüm diğer değerle-
rin üzerine çıktığı bir dönemi yaşı-
yonız. Piyasa, tüm hak edilmiş ödül
ve cezalann onaylandığı tek oluşum
kavram. Bence gerek sosyal bilim-
ciler ve tabii iktisatçılar bu sihirli
sözcüğü yoğunca tartışmalı. Bana
göre yönetişim, toplumun karar
verme yetkisinin kamusal alandan
çıkanlıp, özel alana indirgenmesi-
dir. Bu oluşumda toplumsal talep-
ler ise farklı grup ve sınıflann ka-
musal alanda örgütlenme mücade-
lelerinden kopartılarak, sivil top-
lum örgütlenmeleri olarak tanımla-
nan güç oluşumlannın inisiyatifi-
ne devredilmektedir.
Ancak söz konusu "sivil toplum
örgüöeri" toplumsal gruplann çı-
kannı değil, bireysel çıkarlan tem-
sil etmektedir. Kabaca bireysel çı-
80'lerln ekonoml modell
Bu sürecin bizim türümüzden ül-
kderde yol açtığı ana dönüşümler
nderdi?
Ahmet H Köse: 1980'li yıllarda
neo-liberal olarak adlandınlan poli-
tilalann dünya ölçeğinde yaygın-
laşmasına tanık olundu. Büyük öl-
çide IMF, DB. Dünya Ticaret Örgü-
rL(DTÖ) gibi kuruluşlar aracılığıyla
d:steklenen ve sürdürülen bu poli-
rkalar serbest piyasa ekonomisi kav-
nmsallaşhrmasıyla ulusal devletle-
rh ekonomiye müdahalelerini büyük
öçüde suıırlıyor ve dünya ölçeğin-
d "Bberal'' bir ekonominin yeni-
d'n oluşumuna aracıhk ediyordu.
Bı ise doğal olarak talep ve bölüşüm
ymelimli Keynesgil politikalann ve
b politikalarla bağlan olan kurum-
lnn tasfiyesini gerektiriyordu. Ni-
tkim, bu politikalan uygulayan tüm
iikelerde devletin yaptığı sosyal gü-
vnlik ve transfer harcamalan gide-
rk daraltılmış, sendikal haklar sınır-
Indınlarak emek piyasalan esnek-
Iştirilmiş ve özelleştirmeler yoluy-
1 kamu işletmeciliği büyük ölçüde
ısfıye edilmiştir. Vatandaşlara es-
iden kamu kuruluşlan tarafından
jğlanan bazı hizmetler ise giderek
deme gücü ilkesine bağlı kalınarak
arası olanm satın alabileceği hiz-
ıetlere dönüşmeye başladı. Birçok
amu hizmetinin özelleşmesinin ar-
ındaki mantık budur.
iosyal devletin tasflyesl
Yani neo-KberaJ poütikalarbirbü-
an olarak dünyada sosyal devletin
isfryesini mi hedefliyordu?
Ahmet H Köse: Elbette, neo-libe-
ılizm küresel bir politikaydı ve fark-
biçimleriyle de olsa gerek merkez
Jkelerde ve gerekse az gelişmiş ül-
1
V
'• Aapitalizme geç kaülan bizim gibi
çevre ülkelerin yakın tarihi bize özel
! sermaye kesiminin aslında devlet ile iç
, içe geçmiş bir olgu olduğunu
göstermektedir. Özel sermaye birikimi
devletin olanak sağladığı rant
mekanizmalanyla olası kılınmış ve
devlet, iktisat-dışı çeşitli rant aktanm
mekanizmalanyla özel sermayenin
geliştirilmesinde önemli rol oynamıştır.
G^ünümüzde küreselleşme olgusu iki
ana süreçten oluşuyor. Bunlardan
"birincisi" çokuluslu şirketlerin
faaliyet ve denetim alanı altında
yürütülen mal ve hizmet ticareti;
ikincisi ise uluslararası finansal
sermaye hareketlerinin dünya
piyasalannda serbest dolaşımı ve
parasal sermayenin, sanayi
sermayesinin önüne geçmesi.
cak bu söylenildiği gibi siyasal an-
lamda bir tür sadeleşmeyi değil, ol-
sa olsa çözümsüzlüğü temsil ediyor.
Bilindiği gibi "ideal biçimiyle"
sosyal devlet, toplumu oluşturan
farklı kesimlerin çıkarlannın uyum-
laştınldığı, özel çıkarlann bu amaç-
la törpülendiği yani kamusal ve özel
alan ayrunının yapıldığı demokratik
oluşumlardır. Söz konusu oluşum-
lar meşruluklannı halk egemenliği
ve kuvvetler aynlığı ilkelerinden
alırlar. Bu yapıda toplumu oluşturan-
lar vatandaş kimlikleriyle eşit birey-
lerdir. Kamusal alan farklı statü,
grup ve sınıflardan oluşan bireyle-
rin farklı taleplerini gerçekleştire-
bildikleri, bu taleplerini siyasal ola-
rak meşrulaştırabildikleri alandır.
Yani, kamusal alanın oluşumunda
bireylerden toplumsal gruplara, sı-
nıflara geçilir. Bunun içinde eğirim,
sağlık, altyapı olanaklan gibi kamu
hizmetleri ile çalışma ve işçi-işve-
ren ilişkileri gibi tüm anayasal hak
alanlan mevcuttur. Geleneksel anla-
mıyla sıyasetbireyler üzerine değil,
farklılaşmış gruplar ve sınıflann top-
lum senaryolan ve kamusal alana
ilişkin beklentileri üzerine inşa edi-
lirdi ve bu açıdan dünyanın her ye-
rinde merkez sağ ve merkez sol par-
olarak ve "iktisat akh" ise toplum-
sal tercih ve rasyonalitenin tek ölçü-
tü olarak tüm yaşam alanlanna yer-
leşiyor. Bu ise doğal olarak ulus dev-
let ve toplumların yönetiminin bu ye-
ni oluşumlara göre yeniden şekil-
lendirilmesini gerektiriyor.
Yönetlşlm kavramı
Bu ise gündemimize yine IMF ve
DB gibi kurumlarca desteklenen
"yönetişim" kavramını getiriyor.
Basit anlamıyla yönetişim, toplum-
ların idaresininpolitikadan aynşma-
sı, idarenin özerkleşmesi ya da özerk
kurum ya da kurullara devredilme-
sidir. Bu kurumlar çoğunlukla ulus
devletlerin anayasal denetimleri-
nin dışına çıkanlarak neo-liberal
küresel kapitalizmin kurallanna ta-
bi ohnaktadırlar. Bu açıdan yöne-
tişim kavramı neo-liberalizmin son
otuz yıldır iradi bir şekilde inşa et-
tiği ekonomik ve toplumsal ger-
çeklere siyasi ve hukuki bir onay ve-
rilmesini anlatıyor.
Yönetişim kavTamıyla neyi anlat-
mak istediğinizi biraz daha açmak
mfimkünmü?
AhmetH. Köse: Tabii. Ülkemiz-
de hiç dşnecek kadar az tartışıldı bu
karlann örgütlenmesinin ve bu çı-
karlann önündeki yasal engellerin
kaldınlmasının toplumun etkin yö-
netimini geliştireceği iddiası üze-
rine temellenmektedir. Bu göriişe
göre sivil toplum, kamu organlan-
nın yürütme görevlerini ve hatta
parlamentonun yasama görevini bi-
le paylaşmalıdm Demokratik dev-
letin kurallar bütününden bireyler
arasındaki anlaşma ve alışverişler
düzeyine geçişin toplumda daha
büyük özgürlük ve inisiyatif orta-
mı yaratılacağı izlenimi verilmek-
tedir. Bu yaklaşıma göre siyaset
toplumun yönetimini etkinsizleş-
tirmektedir. öyleyse daraltılmalı ve
onun yerini shdl toplum oluşumla-
n ahnalıdır. Söz konusu sivil top-
lumun yeni aktörleri ise büyük öl-
çüde ulus ötesi kurum ve şirketler-
le işbirliğine girmiş yerli şirket yö-
neticilerinden, "Yİzyon" sahibi bü-
rokratlardan ve medya kuruluşla-
nnda çalışıp gündelik hayatımıza
sıkça giren kişüerden oluşmaktadır.
Erinç Yeldan: Neo-liberal dünya
görüşünün "küreseDeşmeye uyum
sağlayacak" yeni tür devletin oluş-
turulması doğrultusundaki en önem-
li açmazı, yolsuzluklar ve rant elde
etmeye dayalı tüm faaliyetleri sade-
Sanal bir dünya
Oysa, kapitalizme geç katılan bi-
zim gibi çevre ülkelerin yakın tari-
hi bize özel sermaye kesiminin as-
lmda devlet ile iç içe geçmiş bir ol-
gu olduğunu göstermektedir. Özel
sermaye birikimi doğrudan doğru-
ya devletin olanak sağladığı rant
mekanizmalanyla olası kılınmış ve
devlet, iktisat-dışı çeşitli rant akta-
nm mekanizmalanyla özel serma-
yenin geliştirilmesinde önemli bir
rol oynamıştır. Bu anlamda bugün
"yolsuzhık" olarak adlandınlan bir
dizi faaliyet aslında sivil özel kesi-
me rağmen değil, bu kesimin geliş-
tirilip güçlenmesi amacına hizmet
etmek amacıyla uygulanmıştır. Do-
layısıyla şunu söylemek istiyorum:
Siyasetten anndınlmış rasyonel ik-
tisadi davranış diye yürütülen med-
yatik propaganda tamamıyla sanal
bir dünyayı anlatmakta ve kapita-
list toplumun gerçekleriyle bağdaş-
mamaktadır.
Korkut Boratav: "Yönetişim'', or-
tak çıkarlar etrafında örgütlenen
toplumsal gruplarla çeşitli biçimler-
de iletişim-etkileşim içinde olan si-
yasi partilerin üzerine kurulu olan
temsili demokrasinin yerine oluştu-
rulmak istenen bir toplumsal yapı-
lanmadur. Tarihsel gelişimleri so-
nunda, temsili demokrasinin "Av-
rupai" türü, refah devleti; azgeliş-
miş türü ise "popüHzm" ile sonuç-
lanmıştır. Bugün bu modellerin tas-
fiyesi hedefleniyor. Her iki model-
de de bölüşüm süreçleri kısmen si-
yaset, kısmen de piyasa tarafından
belirlenir. Siyasi katılma ve etki-
leşmeler, bölüşüm sürecinde halk
katmanlannı piyasaya karşı korur.
"Yönetişim" anlayışı ise bölüşümü
ve kaynak tahsisi mekanizmalannın
mümkünse tümünü siyasetin dışı-
na taşımayı hedefler.
Ceçlş sflrecl
Siyasetin tasfiyesi, her şeyin, bir-
denbire piyasaya teslimi biçiminde
olamaz. Bir geçiş süreci gereklidir.
Işte, Derviş'in pazarladığı "15gûn-
de 15 yasa" ve bunlan izleyen çok
sayıda düzenleme "yönetişnn" mo-
delini adun adrm Türkiye'ye taşı-
ma girişiminin bir parçasıdır. Bunun
sonunda, para/döviz kunı politika-
lan, bankacılık, telekomünikasyon,
enerji, tanm satış birlikleri gibi çok
sayıda alan özerk kurullann ve bun-
lan yöneten uzmanlann denetimi-
ne devredilmiştir.
Hazine Müsteşarlığı'mn da fıilen
bu türden bir otonom alan oluştur-
duğu söylenebilir. Yasama faaliye-
ti dahi, giderek, bir yandan bu ku-
rullara, bir yandan da bunlarla ya-
kından işbirliği içinde olan sözde si-
vil toplum kuruluşlanna ve "fiflen
birtakun valaflara" tabi olmaya
başlamıştır. Bu kurullann üzerinde,
parlamentonun ve hükümetin yani
temsili demokrasinin geleneksel
kurumlannın etkisi sıfırlanmıştır.
Peki, bu kurullar ve sözde sivil top-
lum kuruluşlan gerçekten özerk mi-
dir? Hayır, bunlann tüm faaliyetle-
ri, bir yandan IMF ve DB'nin ve za-
man zaman fiilen ABD Hazine Ba-
kanlığı'nın; bir yandan da yerel bü-
yük sermayenin, özellikle de med-
ya ve finans kapital katmanlannın
denetimi altındadu". Neresinden ba-
karsak bakalım, bu yöntemlerle Tür-
kiye'ye yerleştirilmek istenen "yö-
netişim modeh" anti-demokratik bir
dönüşümü temsil etmektedir.
Yarın: Türklye deneylml
GÖRÜŞ
CUNEYT AKAUN
f
Oteki
r
Paris
Her yıl yüz binlerce Türk vatandaşı, hoplayarak,
zıplayarak, sevinçten uçarak Paris'e gidiyor. Ki-
misi gezmeye-görmeye, kimisi alışverişe, kimisi
okumaya vb. Aslında Paris'e gidişin, bu neden-
lerin ötesinde bir anlamı var. Fransa'nın başken-
ti ne de olsa, modern zamanlann en zengtn, en
uygar bir-iki kentinden biri; modern dünyanın eko-
nomik-kültürel birkaç anakentinden biri. Modern-
leşme adına insanoğlunun yarattığı her şeyin en
iyisi, en güzeli, en şıkı, en estetik olanı Paris'teya-
şıyor, Paris'te bulunuyor.
Bu yüzden, modern insanın Paris'e gidişi, ba-
sit bir gezme-görme-alışveriş olayının çok ötesi-
ne geçiyor. Modern dünyanın "Kâbe"sini ziyaret
etmeye benziyor. Zengin müzeler, dev saraylar, bü-
yük galeriler, modern uygarlığın anakentinin çe-
kiciliğini hem arttınyor hem de kalıcı kılıyor. "Pa-
ris'e gidiyonım" deyince akan sulann durması bu
yüzden olmalı.
Ancak madalyonun bir de ötekı yüzü var.
Fransız dilenciye para vermeli mi?
Kabul etmek lazım; eskiden de vardı. Metroda
istasyonlarda gitar çalan,flütvb. çalan gençler ön-
lerine koydukları kasketin içine biraz frank bıra-
kılmasını beklerierdi. Paris metrosunun parçası ola-
rak kabul edilen bu insanlann bu beklentileri de
genellikle karşılanırdı. Hem sonra, metroda bir
şeyler çalan biraz gariban, biraz toplum-dışı o
gençler herhangi bir toplumsal sorunu temsil et-
mezlerdi.
Günümüzde Paris'te dilencilik metronun sınır-
larını çoktan aşmış, sokaklarataşmış. Kentin gö-
beğindeki Saint-Lazare Garı'nın içinde orta yaş-
lı, üzeri dökülen kadın karşınıza geçmiş, boynu-
nu bükmüş dileniyor. Gann kapısında hafif sarhoş,
kafası bulanık iri-yarı adam birkaç frank istiyor, son
çare olarak, ne koparırsam kâr örneği, sigaraya
fit oluyor. Gann hemen ilersindeki McDonald's'ın
kapısında metal kılıklı 25'lik genç, gelen geçen-
lerin önüne geçerek neredeyse zorla, birkaç ku-
ruş istiyor.
Paris, dilenci kaynıyor. Bizde dilenen, cami ka-
pısında dilenir. Kimi kör, kimi sakat garibanlar di-
ienir. Orada eli-ayağı tutan aslan gibi adamlar di-
leniyor. Tek bir açıklaması var bunun: Alkolizm ya
da uyuşturucu alışkanlığı...
Akordeonu kapan, ağız armonikasını kapan
metro vagonlanna hücum ediyor; "Bir dakikanızı
alacağım" diyebaşlayan cümleciği, müzikle ilgi-
si olmayan gıcırtılar izliyor; birbirinden kötü kon-
serler sabah onda başlıyor, gece yanlarına kadar
sürüyor. Bu müzisyen bozuntulannın bildikleri, iki,
bilemediniz üç parça var. Bu iş daha çok Doğu
Avrupalı (Romen) görünümlü insanlarca yapılıyor.
Ancak tadı çoktan kaçmış. Eski metro raconu ye-
rini döke-saça para kazanmaya çalışan açgözlü-
lüğe bırakmış. Kadıköy vapurunda ara sıra görü-
len tükenmez kalem satıcılan ya da amatör mü-
zisyenlerin, bunlara göre vicdanı var! Bu dilenci-
lere para vermeli mi? Ulusal geliri 2.500 dolarlık
bir ülkeden gelen TC yurttaşı, 30.000 dolarlık in-
sanlara sadaka vermeli mi?
Yaygınlaşan fuhuş
Çok şık kadınlann Paris'te geceleri kaldınmlar-
da müşteri beklemeleri de bilinen bir olaydı, Pa-
ris akşamlannın aynlmaz parçası kabul edilirdi. Şim-
di bunlara kocaman bir "seks shops turizmi" ek-
lenmiş. Pigalle Meydanı'nda otobüslerinden inen
turistlerden hali-vakti yerinde olanlar seyahat
acentelerince "Moulin Rouge" vb. gibi gazinola-
ra, "kabare şovlara " götürülüyorlar. Olanaklan da-
ha sınırlı olanlar ise ihtiyaçlannı "seks shops"\ar-
da görüyorlar. Tüm bunlar kentin büyük bir mer-
kezinde oluyor, ana caddenin iki yanına yayılmış
dükkânlar, vitrinlerine yerleştirdikleri seks araç
gereçleriyle müşteri çekmeye çalışıyoriar.
Evsizler
Paris'in görkemli, göz kamaştıncı gece yaşamı
devam ediyor. Her gece on binlerce, yüz binler-
ce turist sokaklarda, gazinolarda, kafelerde, eg-
lence yerlerinde egleniyor. Paris'in en şık nokta-
lanndan oian operanın merdivenleri gündüz bo-
yunca dinlenmek, soluk almak ısteyen turistlere,
sevişen gençlere, basamaklara oturarak elindeki
sandviçi yiyerek karnını doyurmaya çalışan orta
halli insanlara mekân oluşturuyor. Sonra güneş ba-
tıp karanlık çökünce, turist kalabalığı dağılırken ev-
sizler sessizce "zulalı "yerleri kapıyoriar. Görkem-
li opera binası, karanlık, loş basamaklarında on-
larca "evsize" birgecelik ev sahipliği yapıyor. Se-
ine Irmağı'nın iki yakasını birarayagetiren, leş gi-
bi bir idrar kokusunun yükseldiği, ünlü "Pont Ne-
uf" köprüsünün altına sığınan "evsizler" kitaplar-
daki, filmlerdeki Paris romantizmini bir anda yer-
le bir ediyor.
Kirlenen Paris..,
Terör korkusu, çöp tenekelerinin, daha doğru-
su çöp bidonlannın içine konan çöp torbalannı şef-
faflaştırmış. Diğer bir deyişle çöp torbasının için-
deki bütün pisliğe hep beraber tanık oluyoruz.
Başka çare var mı 2002'nin Paris'inde? Bilmiyo-
rum, ama böylesi de çok çirkin, mide bulandıncı.
Bir açık hava müzesini andıran Paris, tüm modern
olanaklara, belediyeciliğin en son buluşlanna kar-
şın giderek kirleniyor.
Paris'ten Istanbul'a dönüş
Aşağıdaki satıriarın pek çok Parisseveri, daha-
sı kendisini "Batıcı" diye tanımlayan geniş bir kit-
leyi çok kızdıracağını, öfkelendireceğini biliyorum.
Ama ne yapayım, dünya dönüyor!
Girdiğim noktadan çıkıyorum Paris'ten: Char-
les de Gaulle dünyanın en büyük, en şık, en mo-
dern havaalanlanndan biri olarak biliniyor. En faz-
la on yıllık bir geçmişi var. Buna rağmen eskimiş,
asık suratlı bir görünüme bürünmüş. Yıyecek mad-
deleri "fast food" satan dükkânların önündeki
çöp bidonları ağzına kadar dolu. Yerler lekelen-
meye başlamış.
- Atatürk Havaalanı tse ptnl ptnl, tertemiz. "Eh
efendim, normal bu, Charles de Gaulle'ün yükü
ile kıyaslanamaz ki!" argümanı ne kadar ikna edi-
ci sizce? Temmuzun ortasında, turizm mevsimi-
nin göbeğinde, Türkiye'nin ana giriş kapısı Ata-
türk Havaalanı'nın yükü az mı sanki?
Yoksa kentleri esas zenginlik mi kirletiyor? "Tü-
ketim toplumu"nun kâğıtlan, plastik kapları, vb.
mi kirletiyor?..