Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 6 MAYIS 2001 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Yeni Kaledonyalı İsmail' ile 'sazlı' reggaeBir yanda seçeneksizlikten bunalan dünya
gençliğinin saf düşünce ve başkaldın
duygulannı yönlendiren bir cins "tarikat" ve
çok yönlü felsefesi, öte yanda kalipsoyla
rock-pop arası bir ritmin egemen olduğu
müzikal açıdan yorumcusunu olduğu kadar
dinleyicisini de serbest bırakan bir mûzik
türü. Bir yanda Paris banliyölerinin
parçalanmış aile çocuklannı bağnna bastığı
sosyal ûrünlerinden hasü olmuş hassas ve
isyam kaçışta arayan bir genç, öte yanda aklı
erip gücü yettiği andan itibaren "tiberal
küreselleşmenin" çürûtemediği bir Pasifik
Okyanusu adasının dağ köylerinde "sazh
temiz" bir hayata kaçış rüyası...
Işte "tsmafl" Hugh-Lufenden'in 35 yıllık
hayat hikâyesinin özeti.
"İsmail", adının Araplar veya Afrikalılar gibi
"tsmael" yazılmasını bile istemiyor. "İDede
Türkçe olacak", diyor. Adını, 15 yaşında
sokak arkadaşlannın taktığı ve tek gerçek
"ismi" diye benimseyen "IsmaiTm
doğumunda veya kökeninde uzaktan
yakından Tûrkiye ile hiçbir bağlantısı yok.
Sonralan da Tûrkiye'yi hayatında bir defa
görmûş. Baba tarafindan aktanlan Fenikelilik
ve tngilizlik iddialan maviş maviş bakan
şehla gözlerinde bir ihtimal ciddiyet bulurken
Fransız annesi ona en büyük katkıyı (ve
fedakârhğı) daha 4 yaşındayken kendisine
piyano alarak yapmış. Önceleri Tunus'ta (5-
12 yaş arası), daha sonra Paris'üı orta halli
banhyölerinden Montreuil'de babasızlığına
ilaveten sokağuı cazibesi, ancak çok kültürlü
mûziklerin ninnisiyle büyüyen tsmail,
mahallesindeki îranlı Kürtlerden ilk kez
"Saz"ın tımsını duyduğunda 12 yaşındaymış.
"Bir garip ilahi 'tıru'ydı adeta benim için.
Bûyüdüğümde bu akti çalacağım", demiş
kendi kendine. ismail 17-18 yaşında okul,
toplum, aile kınntısı ne varsa etrafinda
hepsini terk eder. Henüz anayurdunu
tanımadığı, ama çoktan vurulduğu
"bağJaması" ile "çılgın kalabahktan
uzak"laşabilmek için fantezilerini süsleyen
bir başka dünyaya kaçacaktır. Kendince hedef
koyduğu Tahiti'ye giderken yolda Fransız
OÎmhuriyeti'nin Denizler Ötesi
PARİS
A UĞUR
HÜKÜM
Topraklan'ndan
(DOM-TOM), yani
son kalan
sömürgelerinden
nikel zengini Yeni
Kaledonya
Adası'na uğrar.
Turizm nedeniyle
çoktan "evrensel
pazannerdemlerini" (!) sahiplenmiş
Tahiti'nin yanında Pasifik Okyanusu'nun
sade adası, bağımsızhk mücadelesi veren
Yeni Kaledonya, "baldr cennet" gözükür
gözüne. Ütopyaya dayalı bile olsa "haklı
davalann", sıkıştıklan "Demirperdeti"
engellerden kurtulduktan sonra büyülerini
tamamen yitirdiği bir dünyada hayatı bir anda
anlam kazanır. Ancak sorunlu yıllanndan beri
taşıdığı, etine tırnağına işlemiş reggae
müziğiyle iç içe geçmiş, uyuşturucu destekli
bir de "tarikaü" vardır: Rastafaricilik.
Birkaç gün sonra ölümünün 20. yılında (11
Mayıs 1981) anılacak reggae müziğinin
efsanevi kişiliği, gerçekten de çok önemli bir
sanatçı olan Jamaikalı Bob Marley'in dûnyaya
mal ettiği dinsel/mezhepsel ağırlıklı bir
hareketin adı Rastafaricilik. 1930'lu yıllarda
"Afirika'ya Dönüş" düşüncesiyle gün ışığına
çıkan hareket, kendine mesih olarak, yeni
adıyla Etiyopya, eskiden Habeşistan diye
tanıdığımız Afrika ülkesindeki bir prensi
seçer. "Prens", yani "Ras Tafari Makannen",
"Demirperdekr" destekli bir "askeri
devrimk" devrilene kadar Kral L Hafle
Selasiye namıyla Etiyopya'da hüküm sürer.
tnanca göre siyahlar, "Günahlan nedeniyie
beyazlara kölelik etmek zorunda bıraküan en
hakiki Yahudilerdir." Tüm tek tannlı din ve
kitaplan esas alan bu "Kara Mistisizm",
Batılı tıbbi tedavi, doğum kontrolü gibi bazı
bilünsel yöntemlerin yani sıra çok sayıda
büyücülük uygulamasını da reddeder.
Gündelik hayata giyim-kuşam, saç-baş-sakal
ve yeme-içme kısıtlaması gibi yerine-
yöresine, hatta devri-zamanına göre değişen
bir dizi kurallar koyar. 6O'lı yıllarda siyasal
hatta militan nitelikli bir tavırla Batı
dünyasına isyan eden Jamaikalı reggaecileri,
Türkçe altyazılı
Fransızca ve
Flamanca hayatlar
Yeni kurulan Belçika Türk
Kültûr ve Sanat Vakfi'nın
düzenlediği Brüksel Tiyatro
günlerinde Oğuz And ustanın
Huysuz Ihtiyar'ını yine başka
bir ustanın, Müşfık Kenter'in
yorumuyla izlerken oyunda
Oğuz Ağabey'in ABD Denver
ziyaretı bölümünde biraz da
kendimizi gördük. Türklere
aşın önyargılarla yaklaşan
Amerikalüara karşı Oğuz
Ağabey, ziyaretinin üçüncü
gününden itibaren birden
milliyetçi kesiliyor, neredeyse
parmaklanyla kurt işareti
yapası geliyor içinden! Safdil
Amerikalılar kimle dans
ettiklerinin farkında
olmadıklan için bilgisizlikleri
ortaya seriliyor ve ağızlannın
payını bir gûzel alıyorlar.
Anavatanla öylesine yakından
ilgiliyiz ki Türkiye'de gök
gûrlerse Avrupalı Türkler
ıslanıyor. Brüksel ve
Türklerin yoğun olduğu
kentlerde ücretsiz dağıtılan
derginin ilk sayısı "Sizrn
derginiz çıktL Admı siz koyun"
başlığıyla yayunlandı. Bu ilk
sayıda yayuı yönetmeni Ender
DurueL, bakın neler diyor:
"Anavatan Türkiye'de oiop
bitenkri nasü olsa hepimiz
çanak anteıüer aracüığryia
Türk teievizyon kanallanndan
w basından iztiyonız. Ancak
Belçika'daki televizyon ve
yazıh basuu birçoğumuz
iztemiyoruz.
Böyle otunca da
içinde
yaşadığımız bu
ülkedeki
getişmelerden ve
bizkri
Sgüendiren
haberierden uzak — —
katayonız.
Amacumz bu ülkede oianlan
sizlere duyurmak."
Beiçika'daki "Türkçe aKyanh
Fransızca ve Flamanca
hayatianmız", (belkı de Oğuz
Aral'ın vurguladığı önyargı ve
dışlamalara tepkiden
kaynaklanan milliyetçilikten
olsa gerek), kahvehanelerde
ve gettolardaki evlerimizde
çanak antenle Türkiye'ye
odaklaşırken televoleci Türk
medyasının bağımlısı haline
gelen yurttaşlanmıza, içinde
yaşadüdan toplumda olup
bitenleri duyurmak ne gariptir
ki Türk çeyerel radyolara ve
dergilere düşüyor. Brüksel'de
pazar ve pazartesi günleri
yayımlanan "FM KıışağT ile
pazar günleri yayın yapan
"Turkuaz" Türkçe radyo
programlan bu bağlamda
belki de önemli bir işlevi
yerine getiriyor. Bu iki
yayından Turkuaz en eski ve
soluklu olanı. 1987'deLeyta
Ertorun gazeteciliğe hevesli
bir üniversite öğrencisiyken
başhyor Turkuaz. Yayın
çizgisinden ödün vermeden
radyo programını
sürdürebilmek için öğrenci
harçılığı yetmediği
zamanlarda kitaplannı -yüreği
parçalanarak- satıp radyo
aidatı ödediği olmuş
Leyla'nın. Çanak antenlerin
yaşamımızı henüz istila
etmediği Turkuaz'ın ilk
BRÜKSEL
yıllannda bir saat Türkiye
haberleri aktanrmış Leyla.
Günümüzde ise çanak anten
furyası sonunda ağırlık
Belçika haberlerine kaymış.
Çoğunlukla bir konuğu oluyor
Leyla'nın. Ya bir uzman ya bir
sanatçı. tşte birkaç ünlü örnek:
Belçika senatörü Meryem
Kaçar, ADD Genel Başkan
Yardnncısı Prof. Dr. Özer
Ozankaya, Şükriye Tutkun ve
Brüksel Akdeniz Film
Festivali jürisinde yer alan
sinema yazan Mehmet
Başutçu, "Müzik, haber,
konuk dengesini rvi ayarlayıp
beUibirdüzeyikoruyarakflgi
odağı ohnayı sürdürmek
istediklerini" belirten Ertorun,
"İstek programı obnadığDU,
ancak suurh da olsa istekkre
yerventikkrini" söylüyor.
Dileğimiz Ender Duruerin
dergi girişiminin de Turkuaz
gibi uzun soluklu olması.
Amacı, halka yakmlığı,
içtenliği, amatör, ruhu ve
çoksesliliğiyle beğeni
toplayan derginin gelecek
sayılarda daha da gelişeceğini
düşünüyorum. Üstelik bu
ekibin Brüksel'de -mali
nedenlerle artık
yayunlanmayan- Anadolu gibi
başanh bir dergi deneyimini
gözlemleme firsatı oldu. De
Morgen (Ayfer Erkııl) ve De
Standaard (Veti Yüksd) ve
VTM (Faruk Özgûneş) gibi
TV kanallannda
çahşan gençleri
arasından çıkaran
ikinci ve üçüncü
kuşaklaruı
Fransızca ve
Flamanca yayınlan
izlemeleri
— — ^ — gerekmezmi?
Beiçika'daki
Türklerin hangi haber daha
çok ilgisini çeker dersiniz? 66
kilometre sahili bulunan ve
AB'nin bu konudaki en tutucu
ülkesi olan Belçika'da
sonunda Bredene'de 250 metre
uzunluğundaki çıplaklar
kampı kurulabileceği
açıklamasına turizm
beldelerinden destek geldiği
mi? DSP kurultayuıda Sema
Pişkinsüt'ün anasından emdiği
sütün buraundan gelmesi mi
veya Brüksel Bölgesi
Parlamentosu'nda yüzde 20
Flaman kontenjanı ve
belediyelerde en az bir Flaman
encümen öngören mini-costa
anlaşması mı?
FB-GS arasındaki
şampiyonluk mücadelesi mi
yoksa Anderlecht-Club
Brugge arasuıdaki mücadele
mi?Bu konulan Belçika
Türkleri hangi kaynaktan
öğrenecek dersiniz? Belçika
medyasından mı, Avrupa'da
yayıinlanan Türkçe
gazetelerden mi, yoksa
Leyla'nın radyosu ya da
Ender'in dergisinden mi?
Korkanm Fransızca ve
Flamanca hayatlarımızın
haberlerini yine Türkçe
kaynaklardan öğreneceğiz.
Tabii ki çanak antenle
aldığımız Türk TV
yayuılanndan firsat
bulabilirsek!
(eniincutkuvahoo.com)
ERDtNÇ
UTKU
Başkan
Bush
eğleniyor
ABD Başkanı George
W. Bush, önceki gün
Beyaz Saray'da
Meksikah dansçılann
gösterisini izkdL
Gösteriyiçok
beğenen Bush, dansçı
kadmlan öperek
kutiadL Meksika'nm
Cinco de Mayo
Bayramı önceki gün
VVashington'daki
Beyaz Saray'da da
kutlandL Kuüamaya,
yüzkrce Meksikah ve
ABD'K konuk
katıkü. Cinco de
Mayo Bayramı,
Meksika ordusunun
1862'de,PueUa
savaşmda Fransız
ordusunu yenmesi
şerefîne ilan edilmiştL
(REUTERS)
bir güzel "serbest pazar ekonomisine" entegre
eden Sam amcanm piyadeleri reggae
müziğini de rock&roll salçasıyla dünyanın en
iyi türleri arasına sokar. Ama aradan geçen
yıllarda reggae müziği ve felsefesi yer yer
geçmişten biraz farklı biçimde banşçıl bir
başkaldmnın (her ne kadar uyuşturucu
tehlikesinin getirdiği uyuşukluk ve kayıtsızlık
gibi bir riski içerse de) ifadesi, simgesi
obnaya başlar. Işte Fransa varoş ve
banliyölerinde ismail gibi gençleri yakalayan
öz buradadır.21 yaşuıda, cura ve Anadolu
bağlamasının Fransa'da yaşayan büyük üstadı
TaHp Ozkanla tanışan İsmail, 5 yıl ondan saz
dersleri alır. "Saz beni sihirli değnek
değmişçesine değiştirdi. Reggaeyle kendimden
geçerken Anadolu türküsü ve sazla kafanu,
ruhumu buldum. Her türlü uyuşturucuyla
ilişkimi radikal bir biçimde kestim. Reggae ile
sazı birieştirince sanki yerle gögü
bütünleştirmiş gibi oldum." İsmail cahilliginin
ve duygusallığımn etkisiyle farkına varmadan
bir ara başka uçlara uçar gibi oldu. Fransız
aşın sağının (Milliyetçi Cephe Hareketi gibi)
derin Fransa'ya mal olan ırkçı fikirlerine
karşı "Dünya tarihini Türkler yazmışür,
tüm Avrupah halklar Orta Asyah
Türkkrden türeme.J' gibi tepki
argümanlar kullanmış. Kişilik ve
mücadelesine hayran olduğu "Cengiz
Han" isminin Fransızca telafuzu ve
"reggae" müziğinin atası "ska" türünün
adından hareketle, bugüne kadar
çıkarttığı 3 albümünü kaydettiği
topluluğa "Skhan" adını koymuş.
ismaiPin yapımcı, besteci, düzenlemeci,
yazı ve sesiyle yorumcu olarak ürettiği
albümlerin başlığı herhalde okura daha
somut bir fıkir verir: "Oriental Ska /
Türkü Reggae", "More Reggae / Oriental
Reggae", "Saz Jamalica", "Tribute to
Saz." Ilkbahar ve yaz aylannda Skhan
grubuyla Fransa ve Paris'te 30 civannda
konser veren ismail'in Yeni Kaledonyalı
kimliğiyle hem Türkiye hem de Pasifik
Okyanusu'nun bu acılı adası için
kendince katkılannı şöyle bir örnekle
noktalayalım. Senenin 3-4 ayı Yeni
Kaledonya'da yaşayan genç sanatçı,
diğer aylannı şimdilik Bordeaux'da
geçiriyor. Bu kentteki yerel kuruluşlann
desteğiyle 16-17 Haziran'da
24 saat sürecek Kanak-Türk
Dayanışma ve Tamtım Günü'nün
motoru "Sazlı Oryantal Reggae"
olacak. Yeni Kaledonyalı İsmail, /
, ^
heyecanla Türkiye'den gelecek ilk
konser ve yapım önerilerini bekliyor...
Orada mısınız?
Londra'da 1 Mayıs ve 'emekçi'lerYaşı 15,taş çatlasa 16'ydı. Bu
ülkedeki yasalar uyannca bakkala
gitse, belki sigara bile
alamayabılırdı. Uzun sarı
saçlanm, zenci olmadığı halde
zenciler gibi karmaşık düğümlü
biçimde örmüş. son birkaç aydır
yıkanmadığı anlaşılan bu saç
yığını arasına, kesinlikle
çöplükten yürütme renkli
kâğıtlardan yapıhmş çiçekler
yerleştirmişti. Üzerindeki 3 ya da
4 kat giysiyi, (yeminle
söylüyorum) ya 15 yıl
yıkanmadan giymiş ya da bir
çöplüğün yanından geçerken
aparmıştı. Amaç, polis
kameralarına görüntüsü her
kaydedildiğinde, teker teker
bunlan üzerinden çıkanp tespit
edilmekten kurtulmaktı. Oxford
Caddesi ile Regent Caddesi'nin
kesiştiği Oxford Circus adlı
meydanda bulunan ünlü bir spor
giyün mağazasının önünde bir
yandan bira içip bir yandan
çüguıca dans ediyordu. Arada bir
de ayıp olmasın diye "Kahrolsun
çokuluslu şirkeder, hırsızlar!
Çocuklann ahn terini
sömürüyorsunuz" anlamına gelen
sloganı, avazı çıktığı kadar
bağınyordu. Dost başa, düşman
ayağa... Önce başına bakmıştım
zaten.. Düşman degildim, ama bu
sloganı duyar duymaz, ayağuıa
baktığımda dehşete düştüm.
Çünkü ayağında, tam da önünde
bağırdığı ve küfrettiği markanın
ürettiği ayakkabı vardı.
Birinci kutu bira bitip ikinci
kutuyu açtığında, zaten
bunu da ayağından çıkanp
yağan yağmura ve çamura
aldırmadan yalınayak dansa
devam etti. Arkadaşlan da
üç aşağı beş yukan aynı
giysiler, aynı tavırlar içinde, "~~
aynı havadaydı. Hemen hepsi,
aynı marka ayakkabı ve kimileri
rakip marka eşofman giymişti.
Arada bir kapitalizme ve IMF'ye
karşı bağınlan sloganlara
katılıyorlar, ama ne dediklerinin
pek farkında olmadıklarını belli
eder, bir izlenim veriyorlardı.
Onlar için önemli olan,
"dışanda" bir günün tadını
LONDRA
çıkarmaktı. 0 gün, 1 Mayıs için
bu ülkede resmi tatil olmamasına
rağmen okulda olmalan gerektiği
gerçeğini bir kenara bırakırsak, ne
için burada olduklannın onlar için
pek önemi yok gibiydi. Maksat,
bira, "duman" ve eğlencenin
tadını çıkarmaktı.
Bir başka ve daha yaşlıca (20-25
yaş gibi) grup, kendinden geçmiş,
ellerindeki
tahta
parçalannı,
bira şişelerini
ZAFER
v e
^Ş
1
"
1
ARAPKtRLİ POİısm
üzerine ve
dükkânlann
^ " ~ ~ " camlanna
atarak kapitalizmi protesto
ediyorlardı. Bir tanesi, bir köşede
haber merkezi ile konuşan
gazeteciyi gözüne kestirdi.
Gazeteciye doğru seğirtti, sarhoş
haliyle son bir hamle yaptı ve
gazetecinin elindeki cep
telefonunu kapıverdi. "Ne güzel
telefon bu böyte.. Ver benim olsun
abiciğimJ" diye sıntarak. Biraz
debelenme ve mücadele ile
telefonu yine geriye kapnrdı.
Küfürle kanşık bir kahkaha
atıverdi ve yere yığıldı.
0 da kapitalizmi kendi çapında,
doyasıya protesto etmişti.
Bir başka grubun ellerinde,
uzunca bir tül perdenin üzerine
işlenmiş çiçek ve böcek resimleri
vardı. "Sanaşma seviş*
yazmışlardı, annelerinden,
babalanndan ödünç alınmış
sloganı kullanarak. Onlar da
akşama kadar dans ettiler, içtiler,
arada bir de gerçekten seviştiler.
Hem de sağanak yağmura ve
yerdeki su birikintilerine
aldırmadan.
Küçük bir grup, atlı polislerin
atlan tarafindan üretılen dışkılan
bir naylon torbaya doldurarak
imal ettikleri "bomba"yı, çevik
kuvvetin üzerine atarak
kapitalizme güçlü bir darbe
indiriyordu. Bir başkası, civar
binalardan birinin balkonundan
polislerin üzerine "küçük*
hacetini gidererek IMF, Dünya
Bankası'ndan öcünü alıyordu.
Kapitalizm, artık iyice protesto
edilmişti. "Yeter" artık. Zaten
polis, sabahtan akşama kadar,
meydandaki kitleyi adeta azgın
hayvanlar gibi, bir çitin arkasında
hapsetmiş, zaman zaman bu kez
kendileri azgın hayvanlar gibi
davranarak coplamış, kalkanlarla
kafalanna vurmuş, ağız burun
kırmış ve hatta meydandan
aynlmalanna izin bile ',
vermemışti.
Üstelik, sürekli yapılan
anonslarla, "yasadjşı" eylem
yapmakla suçlanmışlar,
dağılmalan istenmişti.
Akşam olup da saatîer 10'u
gösterdiğinde, bu zincirlerden
kurtulan ve içkiden "sağ"
kalabilenler, başka caddelerdeki
dükkânlann camlanna yöneldiler
ve "kapitalizmi tuztebazettfleı?
Oh be! Artık rahatlamışlardı.
Kimdi bunlar? Emeğin bayramını
kutlayan işçi sınıfı mı? Gazeteci,
tüm bunlara katlanıp tam 15 saat
çalıştığı meydanda kendisinden
başka, fazla sayıda "emekçi''
görememişti de...
Bir akşamüstü ne fısıldar yaşam.
Gölgelerin uzadığı zamana bayılmm.
Kimi rakı burcuna giren güneşten söz
eder o anlar için, kimi de renklerin
koyulaşmasına tutulur kalır. Bir burca
girmiştir güneş, orası kesin. lster özlem
burcu deyin, ister rakı. Türkiye'de
akşamüstleri çok hızlı geçiyor.
Hazırlıklı olmayanı gafıl avlayabiliyor.
Burada, bu kuzey ülkesinde gölgeler
uzayıp duruyor. Mevsim o mevsimse,
yani yaz başı ve sonbahar öncesi, üstelik
havalar iyi gidiyorsa, kesin başınız derde
girecektir uzayan gölgelerle. Yıllar
öncesini, annemi düşünüyorum.
Okuldan eve alacakaranlıkta dönerdim.
Bizim daireye yaklaştığımda kulağuna
ut sesi ve annemin en sevdiği şarkı
gelirdi: "Ben küskünüm feleğe_" Ancak
yıllar sonra bilincine vardım, benim
kapıyı açıp içeri girdiğim andan itibaren
büyünün bozulduğunun. Annem salonun
köşesindeki ve kesinlikle eğreti
oturduğu koltuktan kalkar, lambalann o
an gerekli olanlanm yakar ve
akşamüstüne noktayı koyardı. Şimdi
geriye dönüş mümkün olsa, kapıya
sırtımı dayar, kitaplanmı yanıma koyar
ve kapıcınm şaşkın bakışlan altmda her
okul dönüşü dinlerdim onu. Kuzeyde
ilkbahar gecikiyor. Benim göçmen
kuşlar geldiler ama. Bu kış hafıf geçtiği
için çoğu zaten yan
konaklayıp dönmüş. "Türk
güvercini" denilen kumrular
da burada. Güney Isveç'te
turnalar hem gelmelerini
hem de aşk öncesi yaptıklan
geleneksel dansı
tamamladılar. Oralarda işler
yolunda yani. Günler ^ — ^ ~
uzamaya başladı,
akşamüstüler de. Şimdi tam zamanıdır;
oturup, bitmeyen iki iş arası dalıp, neyi
nasıl yapsaydım ne olurdu diye
düşünmenin. Suçludur akşamüstüler,
insam dürttükleri, anılarda birkaç
dakikaya sığan, ama gayet uzun
yolculuklara çıkardıklan için. Ya biz
suçsuz muyuz? Ya da suçlu olup
olmadığımızı ille de o sırada aklımıza
getirdiğimiz için... Yıllar önce buraya
beni ziyaret için gelen bir çocukluk
arkadaşım, Stockholm'ün yeşil ve mavi
evreninde gezerken bana sormuştu:
"Bunca yeşile ve maviye nasü auştm?"
^ _ ^ ^ _ ^ Sen bir Ankaralı olarak,
iye eklememe
centibnenliğini göstermişti.
Ne yanıt verdiğimi
arumsamıyorum. Ne tahmin
etsem yanlış olur. Ama bu
soruya epey kafam
takılmıştı. Çünkü aynı soru
—^——— biraz daha geliştirilerek
başka konularda da
sorulabilirdi. Ben uzayan gölgelerimi
seviyorum. O zamanlar geçmişi ve
bugünü aynı zamanda yaşıyorum. Hele
varsa o anda rahatsız etmeden telefon
edebileceğim bir dost, zevkim daha da
artıyor. Bana kalrrsa ve hele görüşümü
sorarsanız, uzayan gölgeler sırasında,
STOCKHOLMK
GÜRHAN
UÇKAN
eğer dolmuş kuyruğunda, fazla mesaide
değilseniz, kendinize birkaç dakika
ayınn. Türkiye güney ülkesi. Gölge
dediğin zıp diye uçar geçer ve >erini
zifiri karanlığa bırakır. O gizemli an,
kendinizle baş başa olun. Her gün değil,
arada bir, olduğu kadar. Neler yapmak
istediğinizi, neleri neden yapmadığıruzı
düşünün, şöyle birkaç dakikacıL Bu
önerdiklerim o kadar güç değil. Ya
burada, en uyduruk akşamüstüEÛn iki
saat sürdüğü -yazm, kışm değil hiç
kuşkusuz- ülkede bendeniz ne \apıyor?
Yapamadıklannı size öneriyor!
Yine de Sevgili SaitFaik'in "Hşşt,
hişşt"lerini, bu küreselleşme
çılgınlığına karşı aynı dalgadan yayın
yapan bizlerin duyabihnesi gereL Belki
o zaman, bir akşamüstü dalıp
gittiğinizde, yaşamın kulağmızine
fısıldadığını duyabiürsiniz.
Bu bakımdan, akşamüstlerini
harcamayın! Firsat olursa iki telde
benim için atın!