Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA
f CUMHURİYET 13 MART 2001 SAU
O L A Y L A R V E G O R L J Ş L E R olay.gonjs@cumhuriyet.com.tr
T
oplumumuzda birey ol-
ma süreci: Feodal ve ge-
leneksel toplumlarda in-
sanlann birey kimliği ka-
zanmalan çokzordur. Bi-
lindiği gibi, Osmanlı top-
hımıında, herkes kendini padişahtn kiı-
lu olarak nitelerdi; dedelerimiz, ninele-
rimiz de bıı ögretiden geçtiler ve ne de
olsa bize, baş eğmeyi, etliye sütlüye ka-
nşmamayı. büyüklerin her şeyi bildiği-
nı. bızımse "sanasöyleneniyap,sorusor-
ma" buyruğuna uymamız gerektiğini öğ-
rettiler, adetabeynimizin içine soktular.
Bir insanm, toplum içinde birey ola-
bılmesi için öncelikle aile içinde kim-
liğini, eşitligini, hak ve ödev bilincini
kazanması gerekmektedir. Gerek kjz
gerekse erkekçocuklann, hangi kesim-
den olursa olsunlar, yetiştirilme koşul-
lanndaböyle bir düşünce ve davranışın
bulunmadığını, hepimiz yaşamış ola-
rak bilmekteyiz.
Ülkemizin çok çocuklu geleneksel
ailelerinde, ailenın geçim ve sonımlu-
lukyükünü küçükyaşta taşımak zorun-
da olan çocuklann, daha sonraki ya-
şamlannda kendilerini bulup birey ola-
bilmeleri de hiç kolay olmamaktadır.
Erkek çocuklara yüklenen "afleye mad-
di destek olma" ve cahil de olsa "ana-
babaya aşın ftaat" güdülemeleri sonu-
cu yüksek eğitime varabilen gençlerin
bile, kendi diledikleriıü degil, aüenın uy-
gun gördüğü meslekleri seçmek zorun-
da kaldıklannı sık görmekteyiz. Yine bü-
yük erkek çocuğun küçük kardeşlerine
de katkısırun beklenmesi, gencin, yük-
sek eğitimde yediği her İokmanın bo-
ğazına takılmasına neden olabilmekte
Bifey-Devlet Ilişkisi-1
Prof. Üli TÜrkan SAYLAN Çagdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkam
ve küçük yaşta, benlik, lrişilik gelişimi-
nin yerini ezik bir sorumluluk duygu-
su almaktadır. Geleneksel kırsal kesim
ailelerinde, kız çocuklan ise en baştan
istenmeyen, bahnkara, erken yaştabaş-
lık parasına saülacak, sofrada fazla bir
boğaz olarak rutelenmekte, kendi ayak-
lan üzerinde durmak isteyenleri ise acı
sonlar beklemektedir (töre cinayetleri
vb.). Aşiret şemsiyesi alnnda yaşayan
Doğu ve Güneydoğu insanımızın ise
aile içi eşitsizliklerin ve ezümişlikleri-
nin yanında, ağanın marabası olma,
onun servetini, topragının bekçiliğini
yapma ve önüne atılan kemikle yetin-
me dışında bir şansının olmadığı da çok
iyi bilinen bir başka acı gerçektir.
Kırsalı bırakıp devlet kurumlanna,
fabrikalara, madenleTe, KlT'lere kapı-
lanan, lahanasını, domatesini bir köşe-
de satmaya çalışan emekçi ya da küçük
esnafin, memurunsa sesini çıkarması, ta-
lepte bulunması, başkaldırması çok da
ahşılmış bir şey değildir. Sendıkalaş-
ma mücadelesinin nasıl bir yılan hikâ-
yesi olduğu hepimizin bilgisindedir.
Insanlann iş yitirme korkulan onla-
n suskun, kaderine razı, buruk ve mut-
suz kılmakta, bireysel gelişmelerine,
kımlık kazanmalannaket vurmaktadır.
Bu nedenle de ufak tepki ve başkaldı-
nlar, neredeyse isyan olarak değerlen-
dirilmekte, coplarkafalara inmekte, in-
sanlar saçlanndan sürüklenmektedir.
Yasalan uyguladıklannı sanan ve bunu
şiddetboyutlannda gerçekleştirenler de
ashnda, ezik çocukluklannın, iş ve ai-
le yaşamlannın yansımasını sergile-
mekten başka bir şey yapmamaktadır-
lar. Bu karamsargörüntülerne denli acı
gerçeği yansıtırlarsa yansıtsınlar, Tür-
kiye insanı kabuğunu kırmaktadır. Ek-
ranlarda, basında her türlü şiddetin, yol-
suzluğun, ahlaksızlığin neredeyse öğ-
retısını alan insan, beri yandan da uy-
garhgmkendisine getirdigi nimetleri, hak
ve sorumluluklan algılamakta, çok ya-
vaş da olsa "birey" olması, "kendET ol-
ması ve "tophımda bir yerinin bulun-
mas" gerektiğini yavaş yavaş kavra-
maktadır.
Tophımumuzdadevkteyüklenen an-
bun: Beri yandan "devtet", bu kavrama
bir de kutsallık yüklenilerek, erişihnez
yükseklikte, dokunulmaz bir orun (ma-
kam) olarak ve vatandaşın hiç soru sor-
madan itaatetmesi gereken en büyükgüç
olarak nitelendirilmekte, beyinlere kor-
ku ve ürküntüyle özdeşleşmiş biçimde
ışletılmektedır. "Uslıı dur, yoksa seni
polise veririm" sözünü kullanmayan
ana-baba var mıdır?
Devletin içini dolduran seçilmiş ve
atanmışlarsa, gökten zembille ve her
türlüdonanımla geldiklenni, sonsuza de-
ğin o orunlarda kalmalannın gerekli ve
zorunlu olduğunu, yerlerini hiç kimse-
nin dolduramayacağını varsayarak "bü-
yûk güç - büyûk birader" konumlannı
ve tepeden bakışlannı koruma çabasın-
da ve savaşımındadırlar. En uygar gö-
rünüşlü yöneticüerin bile, sık sık, "Ba-
na yasalann verdiği öyleyetidler var ki,
bir uygularsam görürsünüz" diye teh-
ditler savurduğuna, akademik ve siya-
sal yaşamda ne sık tanık oluruz. Çev-
relerini sarmış olanlar da, onlara yalnız-
ca duymak istediklerini söyleyerek top-
lumdan sürekli olarak kopmalanna ve
hata yapmalanna yardımcı olurlar.
Işte böylece "devief bir yandan kut-
sal, bir yandan da her şeyi bilen, ne ya-
parsa doğru olan, insanlardan tümüyle
kopuk, onlann dışında ve üstünde, kor-
ku yaratan, dokunulmazlık zırhuıa bü-
rünmüş, kabuğu kınlmaz garip bir kav-
rama dönüşmüştür.
Devlet ashnda nedir, ne obnabdır?
Oysa devlet, seçümişi ve atanmışıyla,
bireylerin, halkın, kendi kardeşlerinin
mutlu ve güvenli yaşamasını sağlamak
üzere belli bir süre için görevlendiril-
miş temsücüerden, bu mesleğin eğiti-
mini almış bürokratlardan oluşur.
Devlet, gelişmiş ülkelerde, arkasına
dönüp bakmış, kendini yeniden tanım-
lamış ve ulusu oluşturan yurttaşlardan
farkh bir varhk olmadığını algüamış, de-
mokratiktoplumun yaratılabilmesi için
gereken çagdaş bireyin oluşumunun alt-
yapısını hazırlamıştır.
Bireyin feodal düzenden, geleneksel
ve dinsel baskılardan kurtulması, çağ-
daş eğitim alması, akılcı düşünme ye-
tisini kazanması, hak ve özgürlükleri-
ni beürleyen eşitlikçi yasalara ve yöne-
tici kafalara kavuşması, devlete muhtaç
olmadan kendi ekonomik özgürlüğünü
ve sosyal güvencelerini edinebilmesi
aşama aşama gerçekleşmiştir.
Böylece devlet, yüzyülar içinde, te-
peden yönettiği kölelerin, yurttaşlann
acılar ve gözyaşlanyla yoğrulmuş soy-
lu direnişleriyle sonunda yönetilenler-
le yönetenlerin aynı insanlar olduğunu
kavramış, imparatorlann hazla seyret-
tiği gladyatörlerin, cennetin anahtannı
saün almaya çabalayan ve engizisyon-
larda yok edilen Papahk uyruklannın,
etek öpen kullann yerini "gerçek, çağ-
daş ve eşit bir birey"in alması sağlana-
bilîniştir.
Bu evrim, bu çağdaşlaşma. yine hal-
kın içinden çıkan, "birey" olmanın ger-
çeğini, düşünceleriyle, davTamşlanyla
ve yazdıklanyla herkese anlatmaya ça-
lışan fılozoflann, din adamlannın, sa-
natçılann ve onlan anlamaya başlayan
sade insanlann katkılanyla ve onlann
devletin karar mekanizmalanna girme-
leriyle gerçekleşebilmiştir.
Çagdaş devlet, korkulan, için için kin
beslenen, her türlü özgürlüğü kısıtla-
yan, baskıcı bir yaraük değil, ohnası
gereken, hak ve özgürlükleri koruyan ve
arzulanan bir varlık ohnak zorundadrr.
Gelecek yazımda; birey-devlet ilişki-
sinde 'Günümüzde ohnası gerekenkr'
üstünde duracağım.
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
121GünteriYaşamamak!..
11 Eylül gecesi, Ankara'dayım. önce 'Cumhuriyet"
bürosunda. Kemal Aydar, Fikret Otyam'la konuş-
malar. Bir şeyler bekleniyor. Süleyman Demirel hü-
kümetine son verilecek mi? Seçime mi gidilecek, ye-
ni bir hükümet mi gelecek?
Gece yansı otelde... Ankara'nın şurasından bura-
sından silah sesleri... Uyku tutmuyor. Kimi zaman sa-
bah öyle geç gelir ki! Pencereden bakıyorum, sessiz-
lik, karanlık...
Silahlı Kuvvetter'in yönetime el koyduğunu sabah
ögreniyoruz. Sokaklara çıkma yasağı var. Ne yapıp
edip Doğan Avcıoğlu'nun 'Devrim' gazetesine gidi-
yorum. Herkes orda, askerler, gazeteciler... Işte bek-
lenen oldu! Istenen buydu! Devrimci bir kadronun iş-
başına gelip gerekli reformlan yapması! Devrim ya-
salannı uygulaması! Onlara yenilerini eklemesi!.. llha-
mi Soysal geliyor. Coşku içinde... Oysa Doğan Av-
cıoglu o kadar hoşnut değil! Bir şeyler eksik... Bek-
lenen, tam olarak gerçekleşmemiş...
Gazeteye dönüp eski daktiloda ertesi gün çıkacak
yazımı yetiştiriyorum. Umutluyum, şimdi çok şeyler
değişecek! Adalet Partisi iktidan çöktü. Yeni bir hü-
kümet kurulacak. O günkü yazımı bir daha okusam
"Ne kadar umutluymuşum" derim! Umutlu olmakla
çoğunlukla "saf" olmak mıdır? Kolayca düşlere ken-
dini kaptırmak mıdır?
Birkaç gün sonra bir reform hükümeti oluşturuldu.
Dünya Bankası'nda bir uzman, başbakan yardımcı-
sı, o günlerin ilerici aydınlan, iktisatçıları, eğitimcileri,
devrimcileri bakan... CHP lideri Inonü yeni kabineyi
destekliyor, CHP ile AP'den de bakanlar var. Ama
ağıriık reformcularda. Onlar tanm reformu yapacak;
işçiler, aydınlar, Atatürkçüler sevinç içinde!..
Çok geçmeden işin iç yüzü ortaya çıktı: 9 Mart'ta
yönetime el koymaya hazırianan "gerçek" devrimci
kadro, iç ihanetlerle "fasfiye" edilmiş! Işbaşına gelen
gerici güçler, dümeni ters yöne çevirmiş. Bir de bak-
tık tutuklamalar, gözaltına almalar... 0 coşku, o umut,
püf diye söndü! Evler aranmaya, kitaplar toplatılma-
ya, kışlalar, hapishaneler dolduoılmaya başlandı. Bir
sabah gözümü açttm, kapıdaaskerler, sivilter... Birgenç
subaydı karşımdaki... Birtakım sorular soran, kuş-
kuyla evin her yanını, özellikle krtaplıklan tarayan...
Sonra da bir öğle vakti de alıp götürdü iki sivil ça-
lıştığım yerden... Nereye mi? Doğru Selimiye'ye... Beş
altı saat süren bir bekleyiş, sonra askeri savcıya he-
sap verme... "BirAğaç Kavgası" yazımda "Halkı is-
yana teşvik etmişsin" diye suçlanarak!..
12 Mart'ın birçok kötülüğü var. Ama en kötüsü, en
çirkini, en yaralayıcı olanı, kitap düşmanlığıdır... Kam-
yonlar dolusu kitabın ordan oraya sürüklenmesi, ya-
kılması, yok edilmesidir... Koskaca insanlann, aydın,
profesör, subay, gazeteci yazarlann, Mao'nun, Lenb'in,
Nâzım'ın ve birçok tanınmış yazann, felsefecinin ki-
taplannı kuyulara, denizlere, sobalara atıp ortadan
kaldırmasıdır!
Kara bir lekedir 12 Mart uygulamalan... Yetmezmiş
gibi on yıl geçti, bu kez 12 Eylül'le karşılaştık... Biri
öbüründen beter iki" 12"... Ister istemez Ali Sirmen'in
"12'den 12'ye" adlı kitabını anımsıyorum. Her iki "12"
olayında da aylarca hapiste yatan sevgili arkadaştmı,
onlar gibi nice aydını, emekçiyi, Atatürkçüyü...
Unutmamalı bu '12"\\ günteri... Yenilerini bir kez daha
yaşamamak için!..
Bu 'Teslimiyef Atatürkçülüğe İhanettir
ErolEKTUĞRUL
m - • " luslarara-
I I sı Para
I I Fonu'na
I I zorunlu
X M ^ değiliz.
Bugün geldiğimiz nok-
tada, sanki IMF'nin da-
yattığı yöntemlerden
başka bir seçenek yok-
muş gibi gösterilmeye
çalışıhyor.
Oysa yıllardır, bu dış
kaynakiı büyük para ku-
rumunun istediklerini
yapıyor ülkemizi yöne-
tenler. Ama görülüyor
ki geldiğkrriz nokta hep"
aynıdır.
Belli aralıklarla para
değerindeki olağanüs-
tü düşüşler, ücretlerin,
gelirlerin gerilemesi,
zamlar ve halkımızın
yoksullaşması. Hani
ekonomik program ba-
şanlıydı, hani bilmem
ne kadar sonra düzlüğe
çıkacaktık.
Görünen o ki hep bir
kısır döngünün içerisin-
de dönüp duruyoruz.
Kazanan, dış kaynak-
lar; kazanan içerideki
vurguncular, bir gece-
de milyarlara konanlar-
dır. Kaybeden de, her
zaman olduğu gibi 'hal-
kunız'dır.
Batan bankalara kap-
ünlan paralar, yağmala-
nan ulusal kaynaklan-
nuz ve devlet olanakla-
nndan çalınanlar düşü-
nüldüğünde, bu kaybe-
dilen kaynağın, Ulusla-
rarası Para Fonu'ndan
ve Dünya Bankası'ndan
el açıp istediğımiz para-
dan çok daha fazla ol-
duğu gün gibi ortada-
dır.
Bu ulus, Kurtuluş Sa-
vaşı yıllannda da, cum-
huriyet kurulduktan son-
ra da, dış kaynaklardan,
yabancı para kurumla-
nndan hiç borçlanma-
dı, para ahnadı.
Ancak, Türkiye Cum-
huriyeti onuru ile ku-
ruldu, onuru ile yaşadı,
kimseye el açmadı, say-
gınlığını korudu, hep
saygın kaldı. Üstüne üst-
lük bir de Osmanh'nın
dış borçlarını ödedi.
Şimdi bunlan düşün-
dükçe, büyük bir içten-
likle diyoruz ki: Ulusla-
rarası Para Fonu'na zo-
runlu değiliz.
Ülkemizde gündem
öylesine hızla değişiyor
ki, bir sorunu daha ay-
nntılan ile tartışmadan,
başka sorunlarboy gös-
teriyor. Ve olumsuzluk-
lar, ulusumuzun yüre-
ğini burkuyor.
Yeraltı, yerüstü kay-
naklanmız, dış güçle-
rinistemi üg özelleştir-
me adı altında yağma-
Hukukçu /Aydın Atatürkçü Düşünce Derneği Başkam
lanıyor. "Avnıpa Birti-
ği'ne gjnnek" adı alnn-
da, kabul edemeyeceği-
miz ödünleri vermemiz
isteniyor. "Lozan"da,
Lord Curzon'un tsmet
Paşa'ya söyledikleri ger-
çekleşiyor. Ekonomik
sıkıntılardan ötürii, si-
yasal ödünler vermeye
zorlanıyoruz. Incirlik
Hava Üssü'nden, bizim
devlet adamlarımızın
bilgisi dışında havala-
nan uçaklar, komşumuz
Irak'ın kentlerini bom-
balıyoT, sesimiz çıkmı-
yor. Acaba büyük Ata-
tûrkve îsmet Paşa, tüm
bunlara tanık olsa neler
söylerlerdi.
Fransa'da, sözde Er-
meni soykmm tasansı
kabul ediliyor. Belli ki
bunu başka ülkeler izle-
yecekler. Ancak biz hak-
lıhğımızı anlatamıyo-
ruz. Büyük kentlerimi-
zin alanlarında Fransız
bayraklannı yakıyoruz.
Böyle yapmakla hiçbir
şeyi çözemeyeceğimi-
zi, yahıızca Fransız hal-
kını üzeceğimizi düşü-
nemiyoruz.
Oysa yakın tarihimiz,
Ermeni çetelerinin yap-
tıklan anlatıhnaz katli-
amlarla doludur. Bun-
lan bilimsel temellere
dayalı olarak ve belge-
leri ile Batılı ülkelere
anlatmahyız. Bu sorunu
ancak aküla ve sağduyu
ile aşabiliriz.
Diyarbakır gibi bir so-
runlu kentimizde, ban-
şı sağlamaya, hoşgörü-
yü egemen kılmaya ça-
lışmış bir değerli emni-
yet müdürümüz, beş po-
lis memurumuzla bir-
ükte akıl almaz birplan-
la şehit ediliyor, hâlâ ka-
tillerini bulamıyoruz.
Bu cinayet çözülmedik-
çe Güneydoğu'ya ban-
şı getirmemiz güçleşir.
Bu alçakça cinayeti
gerçekleştiren güçler
kimlerse kesinlikle bu-
lunmalıdır.
Sevgili Mimar Si-
nan'nın başyapıtlann-
dan olan Süleymaniye
Camii'nin bahçesi Nak-
şibendi tarikatuun gö-
mütlüğü haüne getiril-
mek isteniyor. Görül-
memiş bir çabuklukla
Bakanlar Kurulu kara-
n oluşturuluyor.
Tarikat liderinin Sü-
leymaniye 'nin bahçesi-
ne gömülmesi, Cumhur-
başkanı'nın karamame-
yi imzalamaması nede-
niyle son anda önleni-
yor. Kubilay'ı Mene-
men'de şehit edenler de
aynı tarikattandı. Şeyh
&ait de aynı tarikattan-
dı. Ve tüm bunlan, Ata-
türkçü olduklannı söy-
leyenler yapıyor. Bu yö-
netim eğer gerçekten
Atatürkçü olduğunu
söylüyorsa, öncelikle,
daha önce Süleymani-
ye'nin bahçesine gömü-
len Hafize Ozal'ı, \u-
suf BozkurtÖzal'ı ora-
dan çıkarmahdır. Süley-
maniye tüm ulusumu-
zun onurudur. Orası, bir
tarikatrn, bir ailenin gö-
mütlüğü durumuna ge-
tirilemez. 12 Eylül yö-
netiminin neden oldu-
ğu bu durum kesinlikle
düzeltilmelidir.
Şanlı ordumuzun bi-
linçli Atatürkçülüğüy-
le 28 Şubat kararlannın
yıldönümünü yaşadık.
Geçmişi unutmamalı-
yız. Ulusumuz için en
büyük tehlikenin irtica
olduğunu nasıl göz ar-
dı edebiliriz? Tarikat
şeyhlerinin, sanklı bir
yığın din tüccanrun Baş-
bakanlık konutundaki
iflar yemeklerinde ağır-
landığı günlerden geç-
tik. Kuran'dan ayetler
ezberleyen hükümlüle-
rin cezalanndan indi-
rimler yapümasının dü-
şünüldüğü dönemlerden
geçtik. Cuma günleri-
nin tatil yapüması ge-
rektiğinin belirtildiği
günleri yaşadık.
Türkiye Cumhuriyeti
başbakanınm Libya çöl-
lerinde Bedevi çadırla-
rında cumhuriyetimize
yapılan çirkin eleştiri-
leri başı önünde sessiz
dinlediği günlere tanık
olduk. Bu nedenle 28
Şubat'ın önemini hiç
unutmayacağız. 28 Şu-
bat kararlanna doğal
olarak irticaya destek
veren çevreler karşı çık-
mışlardır.
Bukararlan, sanki de-
mokrasiye karşı imiş gi-
bi göstermeye çahşmış-
lardır. İrticaya göz yum-
mak ve irticanın tüm
yurdumuzu teslim al-
masını sağlamak ve bu
tür girişimlere destek
olmak demokrasi sayı-
labilir mi. Cumhuriye-
tin aydınlık ilkelerini
yok etmek, Türk aydın-
lanmasını görmezlikten
gelmek demokrasi sa-
yılabilir mi! Ulusumu-
zu ortaçağ karanlıklan-
na götürmek isteyenle-
re kolaylıklar sağlamak
demokrasi sayılabilir
mi?!
Atatürkçüler bunlara
nasıl izin verebilir?
Susurluk davası so-
nuçlanrruş ve bir bölüm
sorumlu ceza almıştır.
Ancak, asıl suçlular ve
asıl bağlantılar henüz
ortaya çıkmamıştır.
Devletin çetelerden ann-
dırılması için Susur-
luk'un gerçek bağlantı-
lan ortaya çıkanlması
gerekli değil midir?
Ulusumuzun bunca
ekonomik, demokratik,
siyasal sorunu aşacağı
ve esenliğe çıkacağı ke-
sindir. Cumhuriyeti kur-
muş bu ulus, belli ki
bunca sorunu da çöze-
cektir. Ancak, yine de,
bunca sorun karşısında
susan, aymazlığa düşen
sorumlulara karşı Uğur
Mumcunun dediği gi-
bi, içimizden "Uyanın
iıey uyanın" demek ge-
liyor.
PENCERE
Hepten Uşüttük...
Abdurrahman Şeref 19'uncu yüzyıl ortasın-
da doğmuş ünlü tarihçimiz:
"- Ben" demiş "1876'da anayasa ilan edil-
diği zaman Türkiye'nin Ingiltere gibi olduğu-
nu sanmıştım."
Ne sanı!..
Yıl 2001!..
"Ingiltere gibi olmak" için AB'nin kapısında
çıkmaz ayın son çarşambasını bekliyor Türki-
ye...
•
5. Murat kafadan çatlak bir padişah..
1876'da (1293) 93 gün padişahlık yapmış;
sarayın merdivenlerinden çıkarken birdenbire
tersine dönüp inmeye başlarmış. Bir gün Yıl-
dız Sarayı bahçesinde dolaşırken fıttınp bağır-
mış:
- Ben padişahlık istemiyorum!..
Kendisini cuppadak havuzun sulanna at-
mış, etraftan yetişip zoria çıkarmışlar...
Aklına esince ata ters binermiş..
Huzura çıkan yüksek görevlileri kucaklayıp
öpermiş...
- Aman padişahım, yapmayın!..
Umurunda mı sultanın...
Pek ünlü bir Avusturyalı hekimi çağırmışlar,
doktor, padişahı uzun uzadıya inceleyip gerek-
li testleri yaptıktan sonra demiş ki:
- Sıradan bir kişi olsa Vıyana'ya götûrûp te-
davi ederdik, ama padişah olduğundan iyileş-
mesi olanaksızdır, yapacağım bir şey yok!..
•
5. Murat iyi bir ögrenim görmüş; fen, Fran-
sızca ve piyano dersleri almış; güzel besteler
yapar, içkiyi çok sever, ayık dolaşmazmış..
1876'da anayasa ve özgürtük eyleminin ba-
şını çeken Mithat Paşa ve arkadaşlan düşün-
müşler:
- Kafadan çatlak bir padişahın özgühükçü
bir anayasayı ilan etmesi doğru olmaz.
Murat'ı tahttan indirmişler.
Tahttan iner inmez düzelmiş Murat, Çırağan
Sarayı'nda kafayı çekip besteler yapar, torun-
lanna ders vererek vakit geçirir, keyfine göre
yaşarmış...
Yine de aklı bir gidermiş..
Birgelirmiş..
Ikide bir sorarmış:
- Millete özgüriük verildi mi, ben haJkıma öz-
gür/ü/c/sterim...
1904'e kadar yaşamış..
Ve hep sormuş:
- Halkıma özgüriük verildi mi?..
•
Geldikmi2001'e..
5. Murat, üşütük padişah, bugün sağ olsay-
dı, yine sorar mıydı:
- Halka özgüriük verildi mi?..
Yanıt ne olurdu?..
Üstelik bizim şu sırada beklentimiz özgür-
iük değil, Amerikan Dolan... «.**»««.
Gözlerimiz yolda!..
Özgüriük mözgüriük artık bize vız geliyor.. öy-
le bir duruma düştük ki demokrasiyi de unut-
tuk memokrasiyi de, vatan matan da artık bi-
ze göre fısfıs...
Kaygımız tek:
- Dışardan borç verecekler mi?..
Şöyle 20 milyar dolar mı desem, 30 milyar
dolar mı desem, bir gelse...
Ülkeyi bugün yönetenlerle yandaşlannın üşü-
tüklüğü yanında Padişah 5. Murat akıllı kalmaz
mı?..
nkşamüstü
Hayatın içinden
- ehranlara yansıyan
bir program.
Sıcah. gülümseten
' heyifli dahihalar
geçireceğimiz.
hos sohbetlerle
ahsamüstlerinıizi
renhlendireceh bir
program. Ihsamüstü'
hafta içi her gün