17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13 TEMMUZ 1999 SALI 14 J V L J J L l U J \ kultunS cumhuriyet.com.tr SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Yeşilçamfihnlerinise\iyoramÇocukluğumda haftada dört beş kez si- nemaya gitn'ğim oluıdu. Ana taraiindan gei- me biraik gelenegi. Kadıköy 'ün tüm sınemalannın (yalnız Ope- ra, Süreyya, Hale ve Yurt sine- malannın değil, aynı zaman- da, semt sakinleri dışmda her- kesin pek bilmedif i salaş Yel- değirmeni Sineması'nın da) gü- zelim merdiven taşlannın v ıllar boyunca aşınmasında anamgil- lerin katkısı küçümsenemez. Annem, büyükanneme çek- miştir. Ikısı de 'kafadağıtmak için\kapağı yazlan çay bahçe- lerine, kış yaz da sinemaya atan. konu komşuya ıç dök- meyi aiışkanhk edinmemış. Tebdil-i mekân'da ferahJık bu- iankadınlar... Büyükannem, annemle teyze- mi Süreyya Sineması'na götür- düğünde bir loca tutar, benım bıl- diğim zamanlarda artık mevcut ol- mayan 'perdeli böune'de fılm bo- yunca çaktırmadan sigara içer- miş. Biz loca-koltuk aynmının gözetilmediğı. aynca tumturak- h birhanımefendi olan büyükan- nemin hiç de "Utifat etırieyece- ği", ama ıki iş arasına bir sine- ma sığdırmaya bayılan 'yaşam sevind engin'anneme pek denk düşen, 'ucuz rnan'ne' dönemlerine yetiş- tik. ! 957 yazını babamın göre\ i nedeniy- le Ankara'da geçirdiğimızde bile. çok iyi bilmedığimiz bu kentin. bugün artık hep- si yok olmuş olan sinemalannm yerlerini degme Ankaralıdan daha iyi öğrenmiş- tik. Ayhan Fşık'lı. Belgin Donık'lu. Göksei Arsoy'lu, Zeki Müren'lı, az biraz da Tür- kân Şoray'h. Füiz Akın'lı, HiUya Koçyi- ğK'lı. EdizHun'lu sıyah-beyaz Türk film- len aşamasını böylece klasik Hollywood westemleri \ e müzikalleriyle eşzamanlı ola- rak içimize sindirdik. EngeUeyemediğinı görsd merak Yeldeğirmeru Sinemasrnıngişesi önün- de iki seans boyunca ayakta bekledikten sonra, önden ikinci sıranın yan koltukla- nnda 'korner'den izlemeyi başardığımız 4 G«deriÖmreBedeP,i]koİcuMise sürecin- de yaşadığım suıema serüveninde belirgin bir 'son' nokta oluşturur. Türkân'm 'Sul- tan'lığını tesdleden' ve Cüneyt Arkm'ın sinemamıza güneş gibı doğuşunu muştu- layan ilk filmlerdendir sanınm. Sonra yaşam degiştı. Annemizin 'sine- ma keyfine' katılamaz olduk. (Böylece. ti- yatrosever' babam aynı zamanda 'süıema- koiik' olmak zorunda kaldı.) Biz ise iini- versite yıllannda Sinematek'le. Etsenste- in'la, Antonioni'yle, Vısconti'yletanıştık; fılm seçer. fîlm beğenmez, sonra yaşa- mın hayhuyu içınde sinemaya pek zaman ayıramaz, Türk filmlerinin yalnızca sa- natsal olanlanyla ilgilenir. uğraşımız ge- reği tiyatroya daha çok gittiğimiz için si- nemadan uzaklaşır olduk. Yaşamın hızını frenleyemediğim. nasıl geçıp gıttiğini ancak somut olgularla açık- layabildigim. adım adım yaşlandıgımın farkına bile \ armadan koşuşturduğum son otuz yıldan söz ediyorum. Yaşamın yor- gunluğunu artık duymazhk edemedığim son birkaç yıldır. "kafa dağıtma'nın en kestirme yolunu, evde olabildiğim erken akşamüstülerde yada nasılsa boş kaldığım kimi hafta sonlannda çok kanallı renklı TV'de eski -çoklukla sıradan- Yeşilçam filmlerini izlemekte buldum. Bu filmler yoluyla, 'çok sinemalT ço- cukluğum ve ilk gençliğımle, içınde ya- şamakta olduğum 'az sinemalı' 'geç' orta yaşlılığım arasında kalan ve belleğımin karmaşık labirentlerinde bir göriinüp bir yiten 'neredejse sinemasız' yıllanma ge- ri döndüm. Bir çeşit geçmişe yolculuk... 'Nostalji'y le değil. engelleyemedığim 'gör- sel'birmerakJa... Her şeyden önce, 195O'li yıllarda ve '6O'lı ylıllann başında izledifim siyah- beyaz dünyanın, zaman içinde tümüyle renklendiğini gördüm. Türkiye"de renkli fotoğrafın ender oldugu yılîarın Istan- bul'unun. artık hiçbir usta kameranın ya- kalayamayacağı görüntüleri. Mahzun ba- kışlı romantik jön Cünevt Arkın'ın. ağır başlı küçük burjuva misafir odalarında piyano çalmaktan vazgeçip 'Cıineyt abim' oldugu yıllar. Arkın. Rumeiihisa- n'nd^inanılmazvu- ruşma taktikleriyle, oniarca'kötüadam'ı 'pat küt' döve dursun. ben manzarayı sey- rediyorum... Başka yerde bulamam ki... Tank Akan'ın gençliğıni ilk kez renk- li TV'de son on yıl içinde oynatılan Türk fîlmlerinde gördüm. Türk sinemasının ilk 'en uzun boylu yakışıkb'sı. Öyle şırin ki. yaptığı tüm yaramazlıkJan bağışlayıven- yorsunuz. Nerede şımdiki Akan imajı. ne- rede o zamanki.. Sırtındaki dapdaracık. bol penslı, uzun sivri yakalı gömlekler hep üstüne küçük gelmiş gibi duruyor. (Daha tı'şört modası çıkmamış.) Ya üsrii di- ze kadar dar olup da paçalan yelken gıbı geniş pantoloniar?(Evde sıkı biraramayap- sam, bugün bile bu tür pantolon ve göm- lekten, otuz v ıldır atılmaya kıyılamamış, özgün birkaç parça bulabilirim.) Oglan bu giysrler içinde büsbütün sıska ve uzun görünüyor. Zaten çogu filmde ona 'sınk' diyorlar. Göksei Arsoy ile Ediz Hun \ e Ta- nk bir dolu filmde tstanbul Teknik Üni- versitesi öğrencısıdirler. Çekım kolayhğı nedeniyle mi yalnızca? O zamanlar genç- Iere en parlak geleceği sağlayan ünıversi- telerin başında gelirdi 'Teknik'. Artık. ODTÜ, Boğaziçı. Koç. Bilkent dönemı yaşanıyor... Tank'ın fılmlennin 'eski' Bodrum'da geçenlerinin de ayn bir \en varyüreğimde. 'Artık>akalanamazdoğal Bodrum manzaralan' tutkuniuğurn... Ve bırden Kadir İnanır çıkıvor ortaya. 1970"li yıIJann köy ya da kasaba kökenli 'kahır'lı genci. 'Yokluk' vüzünden ya da 'mertJik' ugruna içine daldıgı yaşam tra- jedilerinde Yeşilçam ın en güzel 'üzgün ba- kan' aktörü. 'Sen bu felaketiere lajık mıy- dın, yiğküm' dedırten cınsten. Yine de 'Kadirizm' nedır. henüz tam anlamış de- ğılim. Benim hayhuv içinde olduğum yıl- larda. Türkiye'deki 'delikaniılık tarihi'nı Alişan'dan önce Kadir mi *yeniden yta- mış'tı? Bakıyorum, Ediz Hun'un oyun- • TV'deki renkli Yeşilçam filmlerinin kolay izlenebilirliğini, kolay anlaşılabilirliğini seviyorum en çok. Yeşilçam zamanı ve mekanlanyla gerçek zaman ile mekanlan örtüştürmek ve aynştırmak, güven verici ve dinlendirici, dahası 'postmodern' bir deneyim oluşturuyor. culuguna bayağı bir 'esnekük" gelmiş. Her tür rolü kjvınyor. Kartal Tibet'le de yan- şıyorkılıktan kılıfa girmekte. tkjsi a\Ti ay- n filmlerde, kendilerine ihanet ettigini sandıklan kadınlara sert çıkışlar yapıyor, küçük kızya da ogullanna annelerinin 'öl- düğünü" söylüyor, yıllarca mutsuz -bu ara- da da kör ya da kötürüm- oluyor ve yıllar sonra asltnda 'masum' olup da 'ifüra'ya kurban gıden eşlerine gözyaşlan içinde kavuşuyorlar. Tüm Yeşilçam kahramanla- nmız gibi ikisinın de bileğı güçlü. Ne iyi; melodramlardakımsenın 'kanı yerde'kal- mıyor. Komedilerde ıse ikisi de başlanna gelen \ üzlerce komik kazayı atlatıverip şı- mank kızlan kapıverivorlar. Kızlar aslında şımank değil. Öyle gö- rünmek için 'psikotojik'nedenleri var. Fi- liz Akın, Fatma Gınk. Hülya Koçyiğıt ve Türkân Şorav bu tür komedilerde deney im- lerini ıyice bileyedururken aynı zamanda 'dram'oyıınculuğunda yol alı>orlar. 60"lı yıllann sonuyla 70'li yıllann ba- şmdaki Yeşilçam fîlmlerinde peruka. edep- li 'minietek' ve 'darpalto' modası var. Tit- reyen takma kırpıkler altında gızlenen çapkın bakışlar, kısacık paltonun altından çıkan ve sivn, uzun topuklu ayakkabılar- da son bulan, özenli yürüyüşlü tombulca bacaklar. yolda lafatan gençlere, "Hıh, ter- biyesiz" deyişler, bugünün gençlerine Ş'a- pay' ya da 'yalan' gelebilir. Oysa. *tâk- ma kirpikler' dışmda. hepsi yaşanmış ger- çekleri yansıtıyor. (Bir keresinde, Galata Köprüsü'nde. o yıllann modasını yansı- tan görüntüler içinde yürürken peşimıze takılan, ama iki metre uzaklıkta kalma çe- kingenliğini gösteren iki genci yoldan ge- çen polise şikâyet edip adamı güldürmüş- tük.) Bir de şimdi Nadide Sultan'ın giydiklerine vekendisine65mılyon önünde yapılan sarkın- tılıklara bakınız. Bakıyorum, renkJi film Filiz'e, Fatma'ya, Hülya'ya yaramış. Si- yah-beyaz fîlmlerde, o yıllarda moda olan açık pembe ruj, bu gü- zel kadınlan soluk yüzlü. ağızlannı da çir- kin yapardı. (Türkân ise siyah-beyaz, renk- li tanımaz, hep iyi resim verir.) Artık. hep- sini gerçek güzelHkleriyle ekranda göre- bilıyorum. Fatma'nın lacivert gözleri. Fi- liz'ın güzelim san saçlan. Hürva"nın uyım- lu doğal renkleri ve Şoray'ın gıtgide dem- lenen. ınsanı ekran başına mıhlayan, sine- mayla bütünleşmış albenısi... Filmlerin her yönden klişeleşmişlifini aşan. konu- nun saçmalığını. ovunculuktaki yapaylık- lan. fılmdeki teknik ılkellikleri unutturan hoşluklarbunlar. Sinemada hiç görmedı- ğim. ama küçük ekrandakı Yeşilçam film- lerinden iyice tanış olduğum birbaşka yıl- dız da GiUşen Bubikoglu. O da türlü çe- şıtli filmlerde yoğruldu. ama anlaşılan pe- ruk dönemine velişemedı. Onu daha çok •midi* paltolar içinde, saçlannı savurarak yürürken görüyorum. Tank Akan kuşağın- dan mı? Bu filmlerdeendikkatçekenözellik, her- kesin uzun uzun cümleleryaparak. çok düz- gün Türkçe kcnuşması. Durmadan dayak ve kurşun yiyen kiralık katıllerbile 'ölmez- den azönce', "Biz Recep'i kaympederinin ihban iizerine, tam teknesine binip kaça- cakken Kartal'daki yaiısının nhümında basaraköJdürdük" türünden 'basuı bil- ! dirisi" özellikli açıkJamalar yapabili- yorlar. îyice abartılı da olsa, Türkçe- nin, çok değil. yirmi yıl öncedoğru ko- nuşulduğunu. en azından doğru yazıl- dığını gösteren belgeler bunlar. Buna karşılık, Türk toplumunda dans becerisinin ve koreografi sana- tının son otuz yılda adamakjllı ge- liştığini görerek kıvanıyorum. Es- kiden en kaşarlanmış Yeşilçam fi- güranı bile terbiyeli bir 'amatör- lük' içinde berbat tvist yapar, çif- tetelli oynarmış. Sahnedeki ses sa- natçılan da. iki adım sağa ıki adım sola sallanarak vürümekJeyetinir- miş. Şimdi öyle mi ya? Geçtim beyazcamdaki ses sanatçılann- dan ya da şov culardan, program izlemek için TV stüdyolannı dolduran her birseyirci. bu alan- da 'solo şov' yapacak birikime sahip. Dikkatimı çeken bir başka özellik de. ancak duydugum zaman anımsayabileceğim bir -sanınm özgün- fîlm müzıği- nin en az elli filmde kullanıl- mış oiması. Bestecisi kimse, Yeşilçam dostluğu hatınna kü- çük birücret karşılığında ya da bedava yaptığı besteyi onlarca kez dınlemek mutluluğuyla yetinmiş olmalı. Telif haklan konusunda çoğunlukla 'yaya' kalmış binsi olarak, "Şimdi böyle mi ya" diyemeyeceğim. TV'de izlediğim renkli Yeşilçam film- lerinin bir özelliği de. çoğunlukla 'şiddef içermesine karşın insana 'gerçeklik' duy- gusu vermevişi. Çağdaş sinemada ya da TV haberleri ile 'reaBty şov'lannda gös- terilen şiddetin etkisinden kurtulmak için hemen kanal değıştirip Surdulu kırddı' bir Yeşilçam filmine geçin. Şiddetin 'yalan' olduğunu görecek ve ferahlayacaksınız. İki saatte çözülen bir dünya 'Yalan" deyince aklıma geldı. Türk mil- leti uyuyadursun, izlediğimiz renklı film- lerden anlaşılıyor ki, son otuz yıldır, Ye- şilçam'ın irdelediği başlıca sorunlardan biri, kumarhane, gazino, uyuşturucu ve silah kaçakçıhgı mafyalanymış. Yetkili- ler, rahmetli Hfiseyin Peyda'nın 'arke- tip'ini oluşturdugu onlarca 'baba' fıgür- lü fılmden hiç mı ipucu almamışlarbugü- ne dek? Yoksa onlarda bu filmleri 'yalan' mı sanmışlar? Ya da tam tersine, fîlmle- rin sonunda oldugu gibi. emniyet görev- lilennmsuclulannköküne kibrit suyuek- tiklenne mi inanmışlar? T\"deki renkli Yeşilçamfilmlerininko- lay izlenebilirliğini, kolay anlaşılırlığını seviyorum en çok. Artık hiçbir şeye akıl erdiremediğiniz. çığnndan çıkmış bir top- lum ve dünya düzeninde, ne olup bitece- ğıni, hangi lafin ardından hangı lafın ge- leceğini daha ilk bakışta anlayabileceği- nız. toplumsalbireysel tüm sorunlann en çok iki saat içinde çözülecegi bir dünya- da dolaşmak güzel. Dört ayn kanaldaki dört ayn filmi aynı anda izierken sözünü etti- gim ünlü yıldızlann çeşitli yaş ve dene- yim aşamalannaaynı anda tanıklık etmek, bölük pörçük izlediğiniz bir filmin bir- kaç gün içinde yinelenecegini bilerek ba- şını ya da sonunu görmediğıniz öykülere dalıp olası yeni senaryolar yazmak keyif- li. Kısacası Yeşilçam zamanı ve mekan- lanyla gerçek zaman ile mekanlan örtüş- türmek ve aynştırmak. güven verici ve dinlendirici, dahası 'postmodern' bir deneyim oluşturuyor. Suzanne Vega, müzikal ve teknik anlamda eski bir duyarlılığın müzisyeni olduğunu söylüyor 4 Müzîği hep yalnız başıma yaptım' İstanbul'daki konserinde 40.doğumgününü kurJayan Suzanne Vega için yazmak; yaşamında müzik kadar bü\ ük bir futku. Bir filmde de rol almay ı düşüniiyor. (FotoğraflanKAAN SAĞANAK) l Kültür Senisi-6. Uluslararası Istanbul ' Caz Festivali'nin ağır toplarından biri de . SuzanneVega"ydı. Son yırmi yılın rock mü- ; ziğine damgasını \nran, şarkılannda an- ; lattığı kişisel öykülerle farklılığını göste- , ren, bugüne dek çıkardığı beş albümle bü- ; yük bir kıtleyi peşınden sürükleyen Vega. ; Açıkhava Tıyatrosu'nda bırakustık ve bir bas gitarın eşliğinde bir konser verdi. Bu, sanatçının Istanbul'u ilk ziyaretıydi ve • buradaki konseri yoğun bir rurne progra- • mının son ayağını oluşturuyordu. Ancak ' sanatçı içm Açıkhava'daki konserin öne- ! mi bu kadaria kalmıyordu: 40. doğum gü- ; nünü dün gece sahnede kutladı Vega. ; Konser ve albüm kayıtlannda Vega'yı vurmalı ve klavyelı çalgıların eşliğinde söylerken dinlemeye alışmış olanlar, sa- natçının yalnızca bir bas gitarla sahneye ^çıkmasına biraz şaşırdılar. Ancak sanar- •çı, ilk albümünü çıkarmadan önce tam se- kiz >ıl boyunca şarkılannı yalnızca bir gi- tarla söyledığini ve ızleyiciyle iletişım kurmayı bu gitar sayesinde öğrendığıni söylüyor. u Aslında bir çeşit geriye dönüş diyebffirizbuna"dıyorVega. "Son albüm- lerimde. aynı zamanda yapımcım olan es- ki esûnin de etkisi var. Ancak kısa bir sü- re önce eşimden a>nldım. \'e belki de mii- ağe ilk başladığım halimegeri dönmek is- tiyorum." Bir caz festivalinde sahneye çıkmayı kendisi açısından hiç yadırgayıcı bulmu- yor Vega. Daha önce başka caz festival- lenne de katıldığını söyleyen sanatçı, ken- di müziginin cazdan büyük ölçüde etki- lendiğinı belirtiyor: " Tamamen caz mü- ziği yaptıgımı sövleyemem. ama belki de cazın rufauna yabancı olnıavan bir müzik yapnğım için bu tarzfestivaUere çağurıyor- lar beni'' Folk ve rock müziğine daha ya- km bir tarzı olan Vega'nın özellıkle son albümü 'NineObjectsof Desire' da cazın tınılan ağırlıklı olarak hissedilıvor. Miiziğe 16 yaşında folk şarkıları söy- leyerek adım atan Vega'yı müzikal an- lamda en çok etkileyen sanatçılar Leonard Cohen. BobDvlan. LouReedvepıyanıst Lauren Mirren olmuş. Kendi çağdaşlan arasında ıse PJ Hanev ve PathOrton'ı ay- n biryere koyuyor: Çağdaşiarı geçmiş ve gelecekten -Aslında kendi vaphgım müziği başka- lamia pavlaşüğım. benzeştiğim biralan ola- rak görmedim. Müziği her zaman valnız başıma yaptım. kendime özd bir alan ola- rak gördüm. PJ Hane>r m bir ses ve gös- teri sanatçısı. Path Orton da teknolojiyle fi>Jk müziği başarılı bir şekilde birieştiri- yor. Ama bunlar beni onlarla çağdaş va- pıyor mu bilemiyonım. Birileriyle çağdaş olmak,onlarla a> nı zamandayaşamak an- lamına gelmiyor. Örneğin ben Emih Dic- kinson' ı okuduğumda, >üz elli v ıl önce öl- mesine karşın. kendimi ona çok yakın his- sertim. Bob D> lan'ı da çağdaşım olarakgö- rüyonım. Benceinsançağdaşlannı hem geç- mişten hem de gelecekten seçebilir." Yazmak. Suzanne Vega'nın hayatinda müzik kadar büyük bir tutku. Hatta şu sı- ralar müziğin de önüne geçmiş bir uğraş. Bu yılın başında ,ABD'de yayımlanan 'Pas- sionate E>e' adh kıtabı sanatçının öykü- lenrıi. şiırlerinı.denernelerinı veşarkısöz- lerıni ıçenyor. Yaşamı boyunca dansçıhk- tan tıyatrokostümcülüğüne kadar sanatın pek çok alanında çalışan Vega'nın bir baş- ka ılgi alanı ise sinema. Bu vıl içerisinde ABD yapımı hazır olan bir filmde rol al- mavı düşünen Vega. film için para bulu- namadığından çekimlere başlanamadığı- nı söylüyor. Mü/ıkal ve teknik anlamda eski bırdu- yarlılığınmüzisyeni olduğunu söyleyen Ve- ga. müzisyenkrin yeni bin yılda 'tekno- lojivi insanın eski ifade biçimleriyle bir arada kullanmanın yoUannı bulabümele- rini' dıliyor. Birçok insanm müziğin tek- nolojik boyutundan rahatsız olduğunu, ancak kendisinin teknolojiyi bir araç ola- rak gördügünü söyleyen Vega, "İnsanın ruhunubozmadan kuHanıbrsateknoloji ni- ye zararlı olsun Jd?" dıyor. Beş yaşında bir kız çocuğu annesi olan Vega, anneligin müziğe bakışını tümüyle etkiledigini düşünüyor. Kendi dilini konuş- mayan bir insanla anlaşmaya çalışırken, çocuk için konuşulan sözlerdense melo- dinin çok daha önemli olduğunu keşfetti- ğini söylüyor. Bunu 'melodi bib'ncinin ge- lişmesi" olarak nitelendiren Vega. "Melo- dinin de sözler kadar büyük önem taşıdı- ğınıgerçek anlamda lanmdan öğrendim " divor. YAZIODASI SELİM İLERt Yasemen BRT'de Çiğdem Tunç'un Çay ve Sempati prog- ramına katıldım. Çiğdem Tunç konuklannı sıra- dan, gelişigüzel sorularla konuşturup vakit dol- durmuyor. Tam tersine, her konuğu için irdeleyici sorular hazırlıyor. Güzel birsöyleşi programı Çay ve Sempati. Yal- nızca sanattan, kültürden, sanatın güncel akışın- dan söz açmak ereğinde. O akşamüzeri biraz Istanbul'dan, biraz benim Yık/aJarAftında Istanbul'dan, sonra yine kentin plaj- lanndan, banliyö trenlerinden söz açtık. Birara Istanbul'un çiçeklerini konuştuk. Evet, yir- mi beş otuz yıl öncesine kadar Istanbul'un çiçek- leri vardı. Istanbul'un ve bütün yurdun. Isparta dendi mi, akla gül gelirdi. Isparta'da gül bahçele- ri birer ikişer yok oluyormuş. Cahit Külebi'nin Anadolu şiirleri iğde kokar. Ceyhun Atuf'ta kır çi- çekleri göverir. Bu çiçeklerin yerini, şimdilerde, it- hal çiçekler aldı. Istanbul'un kendine özgü çiçek- leri bir iki eski bahçede ya kaldı ya da solup gidi- yor. Yasemen Istanbul çiçeğiydi. Yasemene bazan da 'yasemin' denirdi. Galiba daha çok yasemin de- nirdi. Yasemen aslında Adalar'ın çiçeği. Kadıköy Va- pur Iskelesi'nde sepet sepet yasemen satılır, "Bü- yükada'nın yasemeni! Büyükada'nın yasemeni!" sözü yankıyıp dururdu. Hazır sepetlerdeki yasemenler kurutulacak, son- ra çamaşır arasına serpilecek... Yasemen zeytingillerden bir bitkiymiş. Birçok türü var. Gerçekten de beyaz yasemenler kadar sarı yasemeni de hatırlıyorum. Mayısta Sapan- ca'ya gitmiştim, yıllar sonra sarı yasemenle rast- lastık. Ince, uzun sanlıveren yasemenin, güzel kokulu yasemenin pek ender olarak, kırmızı çiçeklisi var- mış. Kırmızı çiçekli yasemeni bugüne dek görme- dim. Yasemen birçok dilde benzeş sesli adlaria anı- lıyor. Latincesi, 'jasminum', Italyancası 'gelsomi- no', Fransızcada 'Jasmin'... Büyükada'da köşk bahçelerinde, Suadiye'de, Erenköy'de rastladığım yasemenler hemen hep be- yaz çiçekliydi. Duvarlara, çardaklara sardırılırdı. Yaz esintisinde daha uzaklardan duyulurdu koku- su. O zamanlar Istanbul'un hanımeli, çarkrfelek, sar- maşıkgülü gibi sarılıp tırmanma yeteneği olan çi- çeklerine bahçe duvarlarında özel bir yer verilirdi. Bilmem neden, yasemen daha seyrekti. Bu yüz- den de daha değerii bir çiçek gibi görünürdü ba- na. Yasemen yalnızca güzel kokusu için yetiştirilmez- di. Ağaççığının kendisinden ve dallarından yapı- lan ağızlıklar vardı. Sigara tiryakileri tütün tiryaki- leri ille yasemen ağızlık, yasemen çubuk gereksi- nirlerdi. Bu ağızlıklar, bu çubuklar hem hoş bir tat verir- miş, hem de nikotini emermiş. On beş yirmi kez kullanılıp yenilenecek. Sigara tiryakilerinin yedek yasemen ağızlıkları pek çok... Çiçeklerin simgese/ dilinde, yasemen, tutkulu aş- kı dile getiriyor. Beyaz yasemen daima aşka da- vet edermiş; sansı daha cesurmuş, "Her şeyiniz olmak isterim" diye tuttururmuş. Çiğdem'le manolyadan söz açtık. Manolyayı ne kadar çok sevdiğimi söyledim. Bir beyaz çiçek daha var diyordum içimden, bir türlü hatırlayamı- yordum. Yasemendi. Yasemeni hatıriayamadım. Aynı günün gecesi, çok geç saat, kanallardan birinde o çok eski film gösterildi: BirDemet Yase- men. Adını şarkıdan almış besbelli. Hulki Saner yönetmiş, Belgin Doruk'la Göksei Arsoy başrof- lerde. Vaktiyle Lüks sinemasında seyretmiş olma- lıyım. Belgin Hanım'ı düşündüm. Oynadığı filmlerin adlannı hatırlamayaçalıştım: BirDemet Yasemen, Samanyolu, Aşkın Saati Gelince, Bir Yaz Yağmu- ru, Küçük Hanımefendi, Bülbül Yuvası, Daima Kalbimizdesin... Yasemene yaraşıyor bu film ad- lan. Takvimde İz Bırakan: "AkşamüstüBozcaada'nın kalesıgöründü, üs- tü çınlçıplak boz bir ada, bir tepesinde yeldeğir- menleri, öbürktytsında Venediklilerden kalma ka- lesi çizgileniyor. Kale gerçekten güzel, önündeki iskelede koca motoriara üzüm yükleniyor, renkli oynak bir manzara." Azra Ertıat, Mavi Yolculuk, ÇanYayınlan, 1962. Avignon lîyatro Festivali başladı • Kültür Servisi- Fransa'da düzenlenen 53. Avignon Tiyatro Festivali başladı. 31 temmuza dek sürecek olan festivalde 52 oyun sergilenecek. konserler ve söyleşiler gerçekleştirilecek. Festivalde, açılış oyunu olan Fransız yapımı 'V Henry'nin yanı sıra aralannda Italyan yapımı 'Fırtına'nın da bulunduğu dört Shakespeare yapıtı var. 6 . ULUSLARARASI İSTANBUL CAZ FESTİVALİ BUGUN • Stefon Harris Quintet, Joshua Redman Band, Branford Marsalis Quartet saat 21.30'da Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda konser verecek. • John Scofıeld /DaveHolland/JoeLovano/AJ Foster saat 19.30'da AKM Büyük Salon'da konser verecek. • Nils Petter Morvaer 'Khmer' saat 23 30 da Roxy'de dinlenebilir. • Daniel Yacare & Pablo Martin Caminero saat 22.00'de Babylon'da izlenebilir. YARIN • The Blind Boys of Alabama feat C. Fountain Ben Harper and the Innocent CriminaJs saat 21.30'da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde izlenebilir. • Nüs Petter Morvaer'Khmer' saat 23.30da Roxy'de dinlenebilir. • tlhan Erşahin'sVVonderbnd saat22.00'de Baby lon 'da yer alacak. • Shıfs'n Strings saat 23.00'te Dulcinea "da dinlenebilir. BUGÜN AKSANAT'ta saat 12.30 ve 18.30'da Art Blakey&The Jazz Messengers caz konseri videodan izlenebilir. (252 35 00) • BORUSAN KÜLTÜR VESANATMERKEZİ'nde saat 10.00-13.OO'te Uğur Değırmencioğlu'nun 'Ses ve Devinim Atölyesi', saat 12.30 ve 17.30'da v ideodan Verdi'nin 'La Traviata' operası görülebılir. (292 06 55)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear