Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 1999 PAZAR
a OLAYLAR VE GORUŞLER
CT
afralanmak",sözlük
anlarruyla •yukanya
I sıçramak1
demek.
• Osmanlıcada 'bflim-
I sel yükselme' ya da
" • •" Jk*. 'riitbe alma' anla-
mında kullanılıyor: Medreseierde görev
>apan 'sanklı' müderrisler (günümüze
göre akademisyenlerimiz) on iki derece-
li ilmiyye smıfında, bir aşamadan üstün-
dekine 'ruusa tafraedilmek' suretiyle ge-
çiyorlar. Işlerin ciddi tutulduğu dönem-
de. bu yoldan yükselmek -tafralanmak-
için. iyice 'pişmek', 'olgunlaşmak' gere-
kiyor. Medrese kültürünü tam olarak ka-
zanmaya 'talipolan" aday, ancak uzun ve
çileli bir öğrenimden geçtikten sonra. en
üst dereceye kadar 'tafralanabiliyor'. O
'mertebeye' ulaşınca da artık. en sert pa-
dişahlarkarşısında bile, sözünü, eleştıri-
sini sakınmayabilen saygın 'hocaefendi'
kimliğine sahip oluyor.
Halkdilinde tafra'nın, Tafralanma'nm
kötü bir anlamda kullanılmasının nede-
ni ıse şu: Bilımsel derecelerin birtakım
cahillere bılim dışı ölçütlere göre dağı-
tılmayabaşlanmasıyla, hocalann saygın-
lığı \e değeri de aşınmaya başlıyor. Bi-
lim ve bilim adamlığı parayla. servetle,
ıitimasla alınır-satılır bir nesne halıne dö-
nüşünce, bu yoldan layık olmadıgı bır
Tafra
rütbeye ulaşıp bununla övünen 'ham ld-
şiler' içın, halk. alaylı bir yakıştırmayla.
lafraknıyor' diyor. Tarihimizde 'beşikule-
ması',okiıryazarolmayan 'kadılar'.dev-
let örgütünde yükseklere çıkmış kimi ka-
racahil 'yönetidler' içinde bu alaylı sö-
zün muhatabı olmayı hak eden kımbilir
kaç kişi vardır?
Medreseye bağlı bilim geleneği orta-
dan kalkınca, akademik anlamıyla tafra-
lanmak usulü de sona erdi. Ama kötü ve
alaycı anlamıyla tafralanma işi, toplu-
mun her kesiminde sürüp gitti. Cumhu-
riyetin ilk döneminde devrimin amaç ve
hedeflerini bir tûrlü doğru olarak algıla-
yıp kavrayamamış kimi yöneticilerin hal-
kın önünde nasıl tafralandıklannı göste-
ren pek çok örnek vardır.
Bunlardan bırinin biryazısını anımsı-
yorum: Devrimci kadronun değişmez
millervekillerinden veyazarlanndanolan
zat, devlet parasıyla yaptığı Atlantik aşı-
n bir deniz yolculuğu ile ilgıli gezi not-
lannda, nasıl utandıklannı (mahcup ol-
duklannı) anlatıyordu: Bu tür yolculuk-
AYDINAYBAY
larda, ilk gece gemınin yemek salonuna
inilirken frak, smokin türiinden elbise gi-
yilmezmiş; o gece yemek günlük kıya-
fetle yenirmiş! Yazar, bu kuralı bilme-
dikleri için smokinle salona girdiklerin-
de nasıl utandıklannı anlatıyor. Onun bu
utanç duyrnasını öğrenen ve o tarihlerde
yansı çıplak ayakla dolaşan yoksul hal-
kın da bu bilgiyi edindikten sonra, aynı
hataya düşmediği tahmin edilebilir.
Cumhuriyet döneminde bu anlamda
tafralanmakla ilgisi olduğunu düşündü-
ğüm bir âdet ortaya çıktı: Bakanlık, baş-
bakanlık gibi postlara gelen kişiler. res-
mi yazışmalarda, eger varsa. akademik
unvanlannı da kullanıyorlar. Resmi Ga-
zete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu ka-
rarlannda ya da üçlü kararnamelerde,
ımzayı atan bakan ya da başbakanın ay-
nı zamanda profesör olduğunu da öğre-
niyorsunuz! Bir bilimsel 'rûtbe'ye sa-
hip olmak, kuşkusuz, önemli bir şeydir.
Bunun işlevsel yönden gerekli ya da uy-
gun olan yerlerde (örnegin. bir bilimsel
makalede, hatta bir gazete yazısında)
kullanılmasına da diyecek yoktur. Ama
bir hükümet kararnamesine imza atan
sayın bakanın, aynı zamanda profesör
ya da doçent oluşu kendisinden başka
kimseyi ilgilendirmez. Cumhuriyetin
ikinci sayfasmda sık sık yazılan yayım-
lanan rahmetlı profesör Setaa Meray, bu
yazılarda akademik unvanını niçin kul-
lanmadığını soranlara, "Yazılan unva-
rum degil, ben yazryorum" dermiş. Ba-
kanlığı ya da başbakanhğı 'ekiş' olarak
yapan bazı zevatın asıl kimlik ve mari-
fetleri ile tafralanmalanna olanak veril-
se, adlann önünde kimbilir neler neler
okurduk: 'Kaçakçıhk işleri uzmanıVçe-
te görevtisi', 'banka içi boşaltma ustasT,
'işkence işleri baş gözetmeni', 'birinci SJ-
nıf ihale takipçisi' vb. gıbi...
Tafraianmaya merakiı olan bır takım
da medyada her Allah'ın günü boy gös-
teren kişilerdır. Bunlardan kendine güven-
le kibri, alçakgönüllülükle yılışıklığı bir-
birine kanştıranlann baş meraklan, fir-
sat ve olanak çıkınca hemen tafralanmak-
tır. Vaktiyle, Van Valisi Naman Efen-
di'nin, dahilıye nazınna yazdırdığı tez-
kerede, kendisi için kullandığı sıfatın öy-
küsünü bilırsiniz. Numan Efendi, kendi-
sini nazınn 'kakası' sayarken, öte yandan
Van halkına karşı. kimbilir, nasıl tafrala-
nıyordu! Şimdilerde de bunun pek çok ör-
neği var kuşkusuz: Bir yandan milletve-
kili aday hstesinde yer tutabilmek içın
'şefin kakası ohna'yı kabullenme zılletı:
öte yandan kof kişilik nedeniyle. ele fir-
sat geçtikçe, gencecik insanlan astrrmak
da dahil, her türlü 'denaet'in işlenmesi-
ne 'aftırtafiır' katılma rutkusu...
Sayısı çok olan bu tür yaratıklann '»-
lahT için biryol-yordam var mı; bilemi-
yorum. Yalnız, resmi yazışmanın altına
akademik unvanlannı yazarak birçeşit taf-
ralanan siyasetçilere şöyle bir hatırlat-
mada bulunabilirim: YOK sayesinde bu
unvanlar, o kadar bol keseden dağıtıldı ki
sonuçta, eski beşik uleması gibi, nerdey-
se, darbukacıdan, boyacıdan bile profe-
sörler imal edildi.
Bu biryana. YÖK'ün mucidi ve tek yö-
netıcısi malum zat, unvanlannı genellik-
le uzun ve çileli bir süreçten geçtikten son-
ra alabılmiş meslektaşlannı "Bayrağın
ucunu biktutmazlar"' diyerek aşağılayan
zamanın hukuk tanımaz egemenine de
'hukukprofcsörii' unvanıru verdirdi. Ben-
denanımsatması!
0 nsan emeğinin ve çahşmasının elbette bır
I
parasal karşılığı olmalıdır. Bu olgu insanın
yaşamasının, ilerlemesinin ve çevTesıne ya-
rarlı bir yurttaş olmasının vazgeçilmez ko-
şuludur. Bu parasal karşıhğın değişik yasa-
larımızdaki adlan başka başka olabilmekte-
dir. Ancak adı ne olursa olsun bu parasal karşılık
bıremeğin ve çalışmanın bedelidir. Dogrusu budur.
Bir çalışma ve emek karşılığı olmayan parasal ka-
zançların adı haraç'tır Çalışma karşılığı alınan be-
delin lş Yasası'ndaki adı ücret Devlet Memurlan
Yasası'ndaki adı maaş.Türkıye Büyük Mıllet Mec-
lisı Üyeleri Hakkındaki Yasa'da ise bunun adı öde-
nek'tir.
Işçı ücreti. günlük yedi buçuk, haftahk45 saat ça-
lışmasının karşılığıdır. Miktan ise işverenle karşı-
lıklı anlaşma ile belirlenir. Ancak ilke olarak çalış-
ma yapılmadığı süre ücret de yoktur. Devlet Memur-
lan Yasası'na göre çahşan memurlar da, maaş adı
altmda aylık olarak çalışma karşılıklarına hak ka-
zanırlar. Miktan ise giriş taban ücretine her yıl büt-
Milletvekili Ödenekleri
Av. Dr. CENGİZ ABBASGİL
çe yasalanna konulan ilke ve katsayılara göre be-
lirlenen parasal karşılıklannın eklenmesı ile bulu-
nur. Ancak maaşa hak kazanmak için yıne bır ça-
lışma ve yeteriilik gereklidir. Geçerlı özürii olma-
yan bir memurun çalışmadan maaşa hak kazanaca-
ğı düşünülemez.
Şimdi gelelim milletvekillerimizin aldıklan pa-
rasal karşılıklara... 3671 sayılı yasada bu karşılık-
lar ödenek, yolhık ve tazminat olarak sayılmışlar-
dır. Bunlann toplamı, sıradan birçalışanm aldığı pa-
rasal karşılıklann çok üst düzeyindedir. Bir kere bu
tutarlar kamu vicdanında sorgulanmaya başlamış-
tır. Bu kadar büyük miktarlann ödenmesinde ne gi-
bi haklı gerekçeter olabilir. Artık yurttaş bunlan
sormaktadır. Bunun ötesinde, acaba alınan bu mik-
tarlar hak edilmekte midir? Alınan parasal karşılık,
adı ne olursa olsun, bir çalışmanın ve emeğin kar-
şılığıdır. Bunlar olmadıkça parasal ödemelerin de
haklı bir yanı ve açıklaması olmak gerekır. Millet-
vekillerimizin işi, yüce Meclisimizin yasama ve de-
netleme görevlennin yürütülmesi işidir. Sayılan iş-
lerin yürütülmesinde birinci koşul, Meclis çalışma-
larına kesintısiz ve sürekli katılmaktır. Şimdi geri-
ye dönüp baktığımızda Meclis'te yasalaşmayı bek-
leyen yüzlerce tasannın beklemesine karşın otu-
rumiar, yetersayı buJunaınadığından yapılamamak-
tadır. Bırakın sıradan ışlen, ivedı ve yaşamsal önem-
deki yasalar bile yeterli sayı bulunamadığmdan çı-
kanlamamıştır. Bunlann başında Bütçe Yasası ile
Bankalar Yasası gelmektedir. Bu yasalann görü-
şülmesı sayın millervekillenmiz seçim telaşlanndan
daha az önemde bulunmuştur. Ardından ülkemizin
terör belasından kurtulmasında önemli ve büyük bir
adım olan bölücübaşınm yakalanarak getirilmesi-
ne karşın yüce Meclisimiz, sayın milletvekillerimi-
zin (oplanamaması yüzünden görevini bir kez da-
ha yerine getirememekle karşı karşıya bırakılmış-
tır. Terörle etkin savaşım için pişmanlık yasasınm
çıkanlması gerekli olmuşken sayın milletvekilleri-
mizin seçim telaşı buna da engel olmuş, yüce Mec-
lis yine işlevsız bırakılmıştır.
Millervekili ödenekleri, üç aylık toptan peşin ola-
rak ödenmektedir. Anılan yasa bunu öngörmekte-
dir. Nitekim sayın milletvekıllerimız son oturumun
ardından azımsanmayacak bir miktar tutan bu öde-
neklerini de alarak dağılmışlardır. Yine anılan ya-
sa gereği, seçılemeseler de bu para kendilerinden
alınmayacaktır. Şimdi yurttaşlanmız haklı olarak so-
ruyor: Neden bu kadar yüksek ödenek? Sayın ve-
killerimiz aldıklan bu yüksek ödenekleri hak edi-
yorlarmı? Ödenek bir emek ve çalışma karşılığı de-
gil midir? Bir çalışma ve emek karşılığı olmadan
sağlanan parasal çıkann adı nedir?
Talat Halman, Mevlana Celaleddin Ru-
mi'den çevırdiğı seçme rubaılere 'Candan Ca-
na' adını vermiş: "Rubai çevirisi zaten güç ve
nankör olan bir sanatm en zor çabalanndan bi-
risidir. Bir başka dilin dehasından antılmış olan
yoğunluğu üç kafiyeli, belirgin vezintikısacık şi-
irler içinde yeniden eritmek kolay bir iş değil-
dir."
Hep zor işleri sever Halman... Önceki birçok
çahşmasında, çevırisinde bunu kanıtlayan bi-
ri... Önce şairliği, derin edebiyat bilgisi, ayrıca
güzeli arayıp bulma sezgisi, Mevlana'dan yap-
tığı çevirileri de başarılı ve canlı kılmış.
"Âruz bizde ölmemiştir, yeni Türkçe için el-
verişli ve ahenklidir. Zorluklarına rağmen rubai
türü de gücünü sürdürüyor. Nâzım Hikmet'in
o güzelim rubaileri, vezinsizdir, ama çoğu ru-
bai biçiminde (a/a/b/a) kafiyelenmiştir. Yahya
Kemal Beyatlı'dan sonra Cemal Yeşil ve Arif
Nihat Asya aruzla rubaiyi yaşattılar. Fuat Bay-
ramoğlu ile Ümit Yaşar Oğuzcan türün nefis
örneklerini verdiler."
Mevlana'yı Iranlı şairCami şöyle tanımlamış:
"Birpeygamberdeğil, ama bir kutsal kitap yaz-
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
Halman'ın v
Mevlanar
sı...
mış." Halman "Ortaçağdan yeni çağlara uza-
nan birgönül iklimi. Mistik coşkunun güçlü şa-
iri" sayıyor Mevlana'yı...
"Bizlerşarap içmeden, kadehsiz de hoşuz I
Gündüz de ışıldanz, güneşsiz de hoşuz I Oer-
ler ki: 'Sizin hiç sonunuz yok' Doğru I Asla so-
numuz yok, ama biz böyte hoşuz."
"Yazgım seni seçmektir - elden ne gelirrÛz-
gün gönlüm mecalsiz - elden ne gelir? I Sor-
dun: 'Feleğin çarkına bağlandık mı?' I Bir baş-
ka işim yok benim - elden ne gelir?"
"Türksün ve güzelsin - gülüşün neşe bana I
Hayran yaşanm darmadağın saçlanna I Aldın
da azat belgeni benden - tuttun I 'Kuldur' di-
ye yazdın beni bak mazbatana."
Mevlana bir Türk şairidir elbet. Gerçi şiirieri-
ni Farsça yazmış, ama "Farsça yazmışsam da
Türküm" diyor... Türk ya da Iranlı, ya da Arap,
şairierin milliyeti sorulur mu? Bir Apollinaire
Polonya kökenlı, ama Fransız şairi... Juiien
Green GOney Amerikalı, ama Fransız yazan. Pa-
nait Istrati nem Romen, hem Fransız roman-
cısi... Mevlana da döneminîn kaçınılmaz kûşul-
larına uymuş. Farsça yazarak tanıtmış kendi-
ni...
Denecek ki, Yunus Emre nediyeTürkçe yaz-
mış?.. Bugüne kalmasında, yüz yıllardır sevile-
rek okunmasında halkın öz dilini kullanmasının
payı yok mu? Mevlana'yı çevirilenyle tanıyoruz,
Yunus'u ise kendi diHnden'
Tevfik Fikret'i, Ahmet Haşim'i bile Türkçe-
leştırilen parçalanyla anlıyoruz, seviyoruz. Oy-
sa Haşim'in düzyazıları öyle değil... Neden al-
danmışlar bunca degerli insan! Niye anadilleri-
ni küçümsemişler? Yınminci, on dokuzuncu yüz-
yılın şairteri bile Arapça, Farsça yazmak tutku-
sundan kendilerini kurtaramazsa, Mevlana 13.
yüzyılda ne yapabilirdi? Bırakın onlan, günümüz-
de bile gencecik şairter Osmanlıca sözcükler-
le şiirterini zenginleştirdiklerini sanmryoriar mı?
Güzel, an birTürkçeyi biryana itip eskimiş, yoz-
laşmış Osmanlıcayı açık açık savunmaya kal-
kışmıyorlar mı?
lş Bankası Yayınlan'nda çıkan 'Candan Ca-
na'nm bir başka özellıği de Mevlana'nın ruba-
ilerinin Erol Akyavaş tarafından resimlendiril-
mesi... Şlfrfere yeni birgüzellik katıyor Akyavaş'ın
resimlerı...
Son olarak Mevlana'nın kendini, kökenini an-
lattığı şu rubaiyi okurlanma sunmak istiyorum:
"Ulkem bu benim, yerim bu, yurdum işte I
Geldim, nicedir kök saldım memlekete I Düş-
man gibigörseniz de düşman değilim I Ben Hint-
çe konuşsam bile, Tün\ûm yine de."
Tabîi ki, sadece, Bellona'da. Şimdî Bellona oturma grubu veya koltuk takımı sahibî
olabilmeniz için, o kadar çok kolaylık var kî...
• Zengin koleksıyon, uygun fiyat
• Peşin fiyatına 5 taksit
• 1 1 a
y a v a r a n
vade seçenekleri
• Peşin ödemelerde özel indirim
• Adrese teslim
hm. Dtscm Drspnu
Bu komponya, T.C Sanayi Bokonlığı'nın 25 05 1994 tarih ve 21940 soyıl
teblıg hükumlerıne uygun olarak yopılmoktodır 01 03 99 torihı iMbarıyle
başlayan kampanyo, üretim ve stok imkanlanyla sınırlıdır BOYTAŞ A.Ş
OSB 8Cd. No. 14 38070 Kayseri
www.bellona.com.tr
Ûcr«5İl TOkMtci Hattı
0 800 361 8986 BELLONA
PENCERE
Bir Yıldız Daha Kaydı..
Hacivat'ın evi
Köşede ufaraktan
Bir tüfek atımı duraktan
Kapı pencere elekten
Döşemeler zemberekten
Dökülmekten sökülmekten
Incelmiş süprülmekten
1950'li yıllarda dilden dile dolaşırdı bu şiir; ez-
berlenmesi, söylenmesi kolaydı, o günün Istan-
bul'una yakışıyordu. O günün Istanbul'u güzeldi.
Nostalji değil bu, gerçek. Kentin havası kirlenme-
mişti. Şehir betonlaşmamıştı. Yosun kokuyordu de-
niz. Bulutlar zehirie yüklenmemişti. Salâh Bey de
dogrusu bu Istanbul'a, öncelikle Beyoğlu'na ya-
kışryordu. Taksim'deki ünlü Kristal'in tam altmda,
meydana bakan kahvede tanımıştım onu; insana
akvaryumdaki bir balık gibi bakıyordu; ama, insa-
nın akvaryumu edebiyat oldu mu, kişinin düşün-
cesindekı dünya, evrenin ortasındaki kavanoz gi-
bi saydamlaşır.
Birsel tam bir edebiyat ve kültür adamıydı; yıl-
lar bu kişiliğinı zenginleştirdi; şiir, roman, günlük,
deneme türierindeki üretimiyle 2000 yılına 9 ay ka-
layadekyaşadı...
Ne ki bu yaşam kolay mıydı?.. ''*"'' "
Salâh Birsel anlatıyor:
"Ben denemelenmi şiirgibiyazanm. Boyuna söz-
cükler ve tümcelerie boğuşurum. Biryerde yazı-
nın iplerini çekenin ben olmadığımı, benim yeri-
me, deneme yapısına kanşmış sözcüklerin karar
verdiğini, buyruklar savurduğunu görûrüm. (...)
Uzun, upuzun denemelenmi de parça parça ya-
zar, onlan sonradan birbirine eklerim. Bu parça-
larkafamda önceden belirlenmiştir. (...) Kurguyu
bitirdikten sonra da denemeye, baştan başlaya-
rak, yeniden yazmaya koyulurum. Kendi gözyaş-
lanma bile bakmam, yeni budamalara girişirim.
Şu var ki bu parçaiann hazıriığı çok önceden ya-
pılmıştır. Onlarla ilgili kitaplar okunarak bir sürü
fiş çıkartılmış, parçanın tümcelerı kafamda oluş-
turulmuştur. Yazarken bu fişlerden, bu alıntılardan
çoğunu elemeye özen göstenrim. 'Oh, deneme-
yi bitirdim!' dedim mi, bu doğru değildir. Asıl cur-
cuna ondan sonra başlayacaktır. Deneme yeni-
den okunacak, kimi yerier yine atılacak, kimiyer-
lere eklemeler yapılacaktır. Bunlar için de hiç tez
canlılıkgöstermem. Hiçbirşeyizorlamadan birkap-
lumbağa yürüyüşüyle ileriemeye çalışınm. Ama
bir kannca gibi de sağa sola saldınnm. Diyece-
ğim, tümcelerin kalemime, daktiloma (yazarken
bunlann ikisini de kullanınm) takılması için bıkma-
dan, yılmadan beklerim." (Türk Dili Dergisı. s. 305.
1977).
Yazarlık çilesini göze almadan özgün kişiliğe
kavuşulabilirmi?.. Salâh Birsel, geriye, inceden in-
ceye dokunmuş, damıtılmış, ürünler bıraktı...
Ve gitti...
•
Gidengidene.. "H
< J I
•" ' "•
>xj
Yaprak dökümü.. .
b
^
Neden?.. " ' '
; ;
Simurg denen masal kuşu, kimi tarihsel dönem-
de yaratıcılığın yumurtalarını bir toplumun kuluç-
kasına bırakır. '1923 Aydınlanma Devrimi', özün-
deki felsefeyle yazar ve sanatçıları tohumladı.
Cumhuriyet'in uyanış ve yükseliş çağında yıldız kü-
meleri gibi göğümüzde parlayan şairier, yazarlar,
sanatçılar kuşağının önde gelenleri, şimdi birer
birer kayıyoriar.
Salâh Birsel "Aşk İçinde ölmek" şiirini gençli-
ğinde yazmıştı:
"Ben de kımıldatmasını bilirdim
Kollanmı
Bacaklanmı
Başımla selam da verirdim
ölümümden beş dakika önce
Cigara da içmiştim"
EDİBE
GÜVEN
(1927Mardin- )
Dereler, ırmaklar, nehirler habire
Koşarlar denizlere doğru
Sonsuz uzaklıklar içinde yollar aşıla
Ve sessiz sessiz sabahlar beklene.
Sevgili Anneciğim aynlığımızın « ;
6. yılında seni çok özlüyorum.
Uğur Güven
EDİBE
GÜVEN
(1927Mardin- )
Ben uyanığım, yağmur uyanık -.
Boş yere gözler dururum ufku .
Acının doruklannda
Yıldız yıldız parlayan
Yaralarla.
Aynlığımızın 6. yılında hasret ve
sevgi ile anıyoruz.
D0STURI