Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 1998 PERŞEMBE
12 KULTUR
Kenter Tiyatrosu'ndan aşk, dostluk ve sevgi üstüne kurulu bir oyun: 'Helen'
Ruh ve bedeııin çatışüğı aşk.•.NURDAN CİHANŞÜMUL
Kenter Tıyatrosu, Eric Emmanuel
Schmitt'ın son yapıtı 'Variatons Enig-
matique'i sahnelemeye başlıyor. Müşfik
Kenteıt Abel Znorko) ve Bekir Aksoy'un
(Erik Larsen) rol aldığı 'Helen' isimli
oyunun yönetmeni Mehmet Birkiye. Se-
rap Babür'ün Türkçeleştırdıği oyunda
dekor tasanmıru Osman Şengezer üst-
lenmiş. !lk kez 1996 yılının eylül ayında
Paris"te Theatre Marigny'de sahnelenen
oyunda Alain Delon \ e Francis Huster rol
almıştı.
Elgar'ın Enigma Çeşitlemeleri üzeri-
ne kurulu oyunda. kuzeyde tek başına
yaşayan Nobel Ödüllü yazar Abel Znor-
ko ile onunla görüşmeye giden gazeteci
Erik Larsen'in arasında geçenler anlatı-
lıyor. Yazar, Helen isimli sevgilisiyle 12
yıl süren mektuplaşmalannı kitap haline
getirmiş ve kitaptan elde edilen gelirin tü-
münü de bir hastalıkla mücadele eden
bir derneğe bırakmıştır. Çok kaü kural-
lara sahip gibi görünen. aslında kendi
içinde birçok karmaşa yaşayan Znorko,
tek başına yaşayarak bunlardan kurtulma-
ya çalışmaktadır. Söyleşi ilerledikçe ya-
zar. Helen'in mektuplaşmaya başladıkla-
nndan kısa bir süre sonra öldüğünü ve
mektuplan gazetecinin yani Helen'in eşi-
nin yazdığinı öğrenir. Helen, aslında in-
san ruhunun karşı cinse gereksinim duy-
maksızın bir aşkı yaşayabildiğini anlatı-
yor. Aşk öyküsünde insan ruhuyla insan
bedeninin çatışması yansıtılıyor. Kafası
kanşan yazar, mektuplan yazan kişinin
aslında bir kadın değil de erkek olduğu-
nu öğrendiğinde aşk nedir, aşkta cinsiyet
var mıdır gibi sorulan sormaya başlar.
Oyun 12 Şubat'tan itibaren Kenter Ti-
yatrosu'nda sahnelenmeye başlayacak.
Müşfik Kenter, oyunu kendilerine Se-
rap Babür'ün önerdiğini, çeviriyi okuduk-
tan sonra çok beğendıklerini ve oyunu sah-
nelemeye karar verdiklerini söylüyor.
'Heten'i son yıllarda çıkan en hi oyunlar-
dan biri' olarak değerlendiren Kenter,
'son zamanlardaiçerikUve duygusal oyun-
lar çıkmıyor. Bu ise aşk, sevgi ve dostluk
üstüne kurulu çok güzel bir oyun' diyor.
. elett, aşk, sevgi ve
dostluk üzerine
kurulu çok güzel bir
oyun Müşfik Kenter V
gö're. Canlumlırdığı
yazar Abel Znorko ise
'sevgi dolu olmasma
rağmen bunlardan
kaçan, yazar olduğu
için evlenmekten
korkan ancuk ınüthiş
bir aşk yaşayan insan'
Müşfik Kenter için
aşk ise tam unlaımyla
sevgi, insan sevgisi,
doğa sevgisi.
Oyunda canlandırdığı Alber Znorko'yu
ise 'sevgi dolu oimasına rağmen bunlar-
dan kaçan, yazar olduğu için evlenmek-
ten korkan ancak miithiş bir aşk yaşayan
birinsan' olarak tanımlıyor.Müşfık Ken-
ter için aşk ise tam anlamıyla sevgi, in-
san sevgisi, doğa sevgisi...
Kenter, oyunda çok fazla değişikliğe ge-
rek duymadıklannı, yalruzca Türkçeye ters
gelen bazı şeyleri değiştirdiklerini söy-
lüyor. Asıl adı Varitions Enigmatique
olan oyunun ismini Helen olarak değiş-
tirmelerinin nedeni ise enigma sözcüğü-
nü Türkçeleştirmenin zor olması.
'Helen'in yönetmeni Mehroet Birkiye
ise oyunu 'son yıllarm dramatik olarak
en etldfi oyunlanndan biri' olarak tanım-
lıyor: "Oyumın ashnda bütün güzeffiği çok
kanşık bir dokuyu çok sade ve etkili bir
şekikle anlatması. Birdedektif hikâyesi gi-
bi sürprizlerle dolu olan oyun, bunu aşk
vesevgi boyutundaele ahyor. Bizde bu çar-
pıahğı kaybetmeden bir şeyler yapmaya
çalışıyoruz. Aşkı her yerde, her durum-
da yakalamak mümkün. Yeter ki siz bu-
nu yakalamaya istekü olun."
Oyunda gazeteci Erik Larsen'i canlan-
dıran BekirAksoyisebu rolûn kendisi için
oldukça önemli olduğunu vurguluyor.
"Okuldan mezun okuığumda böyle uzun
bir rol oynanuşüm. C ç dört senedir bu ka-
dar uzun ve sûrekliUği olan bir rol oyna-
madun.Aynca Müşfik Kenter'le aynısah-
nede ohnak çok büyük bir şans."
Aksoy canlandırdığı rolün insan ola-
rak duyarlılığıyla ve sevgisiyle çok gü-
zel bir rol olduğunu düşünüyor. 'Oyun-
da çok ufak ve çok büyük duygular bir
arada-L'faksandığınızşeyierinçokböyû-
düğünü, çok büyük sandıguuz şeylerin
de ashndane kadar sıradanolduğunugö-
rüyorsunuz. Sürekli bir şaşırmaca var.
Oyunun genelinden hem seyirci hem de
oyuncu büyük zevk alacak."
Biyogrnfikfılmlerin gerçekleriyansıtmaktan
çok kurgusalıyeğlediği savunuluyor
Gerçek yaşamdan
seçilmiş bir öyküKültür Servisi - "Eskiden birileri
ünlü olduğunda haklannda kitaplar
yazılır, bu kitaplara biyografi'
denirdi. Sonra filmler. daha sonra da
'biyografik filmler' çıku ortaya.
Büyük hata!" sözleriyle başlıyor
Kevin Maber 'Independent -
Eye'dakı yazısına.
Akademisyen George F Custen 1993
yılında biyografik filmler üzerine
yapılmış ilk yetkin ve güvenilir
kitaba imzasıni atmıştı. Kıtabın adı
'Bk> / pics: How HoHywood
Constructed Public History' idi.
Custen, bu çalışmasında
otobiyografik sinemanın 'Just For
life' ya da 'Amadeus' gibi örneklerle
gelişme gösterdıkten sonra
1980'lerden başlayarak acele
tarafindan kotanlmış, standart ve
sıkıcı televizyon projelerine kurban
edilerek ölü bir tür haline geldiğini
dile getiriyordu. Ancak Custen ve
fikirlerini savunanlar, diğerlerini düş
kınklığma uğratacak olsa da son
yıllarda biyografik sinemada bir
canlanma gözlenmekte. Yazar ve
sinema tarihçisi David Thompson ise
biyografik sinema olarak gündeme
gelen bu yeni türün, gerçekleri
yansıtmaktan çok kurgusal olanla
flört ettiğıni savunuyor.
30'a yakın yeni biyografik film
Henüz 1998"in ilk aylannda
olduğumuz şu dönemde 30 civannda
biyografik fılm çalışmasından söz
ediliyor. Bu filmlerin arasında Che
Guevara, Emiliano Zapata ve Adolf
Hitter gibi polıtik figürler,
Montgomen Clift, James Dean ve
Robert Mitchum gibi film yıldızlan.
Brian Jones, John Lennon ve
Jacqueline Du Pre gibi müzisyenlerin
yaşamlannı konu alan çalışmalar var.
Janis Joplin, Joan of Arc ve Dean
Martin üzerine ikişer film
hazırlanıyor. Gündemdeki tasanlar
arasında James Joyce, Christopher
Marlowe ve Alexander The Greafın
yaşamlannı konu alan filmler de yer
almakta. Kuşkusuz tüm bu
çalışmalann hedefi, konu ve
malzeme kıtlığı çeken sinema
eksenli kültürümüzü doyuma
ulaştırmak. Yazar ve suıema tarihçisi
David Thompson ise konuyla ilgili
görüşlerini şöyle dile getıriyor: "Her
fflm bir öyküdür ve öyküde anlaülan
insanlar, edimlerinde inandına
ohnak eğilimi gösteriıier. Oysa ki
biyografide kişiler sıkınü ve şüphe ile
kuşaülmış durumdadırlar. Bunlar
gerçek yaşamda karşüaşnğuıuz
şeylerdir, öykülerde değü."
Biyografik sinema, Aristoteles'ten
Coen kardeşlere dek uzanan öykü
anlatma geleneğine de ters düşüyor.
Bu bir iş. Orta\a ko> mak zorunda
olduğunuz yaşamla ilgili birtakun
gerçekler, özgürce öykü
anlatabOmenize engel oluyoriar.
OscarWDde'ın yaşamını konu alan
'VVllde' isimli fiimın yapımcısı Marc
SamueJson, biyografik sınemayk»
yapılmaya çalışılanı şöyle açıklıyor:
"Anlatmakta olduğunuz yaşanun
özüdür sizi ilgilendiren. Bu yaşanun
kapsadığı her anı iki saatin içine
stğdırmaıuz mümkün değüdir. Bu
yüzden de bazı seçimler yapmak
zorunda kaursınız. Sonuçta ortaya
çıkan. gerçeğin küçük ayruıülannı
yok sa>arak anlattığınu büyük bir
öyküdür.". Zaman kısıtlaması.
biyografik sinemanın çözümsüz
sorunu. Gerçek bir yaşamdan ancak
seçilmiş bir öykü taşınabiliyor
beyazperdeye, Wilde'ın kıbirliliği ya
da Pkâuso'nun kaprisleri gibi. öte
yandan fılme konu olan kişinin
yaşamıyla ilgili çok özel aynntılara
da tanık oluyor izleyici. Wilde'ın
eşcınsel, Andy NVarhol'un utangaç,
Larry Fh/nt'in ne denlı küstah
olduğunu anlıyorsunuz. Bu noktada
David Thompson'ın şu sözleri
geliyor akla: "Gerçek, kesin ve
özeJdir, filmler ise herkes için.".
Biyografik sinemada söz konusu
olan diğer bir sorun da perdede olup
bitenin izleyici için inandıncılık
kazanabilmesi. lzleyicinın Anthony
Hopkins'in kurgusal bir karakter
değil de Picasso olduğu, ya da
Stephen Fry'ın bir Oscar Wılde
olduğu yolunda ikna edilebibnesi
oldukça güç görünüyor. Thompson'a
göre de bu, aktöre ve hikâyesi
anlatılmakta olan kişinin bizim
belleğimizde etmiş. olduğu yere
yapılan ciddi bir saldın.
Bu noktada en büyük yanılgı
kaynağıysa bugüne dek yapılmış çok
büyük filmlerin, örneğin 'Yurttaş
Kane', 'Ben Hur' ya da 'Baba'nın
birer biyografik sinema örneği
olmalan. Oysa ki bu filmlerin
gerçeklere tutsaklık etmediği,
bağımsız öykü anlatımına açık
olduğu ve tam anlamıyla kurgusal
bırer dönem filmi sayılabileceğini
anlamak hıç de güç değil.
Hastauk, düşkınkhğı ve arayış içinde geçen 8 yıl boyunca birçok yapıt üreten D. H. Lavvrence, kız arkadaşı Frieda ile.
D. H. Lawrence'ın yaşamının yolculuklarla geçen 8 yılı yayımlandı
Yokuluklarla beslenen üretkenlikKültür Servisi -Ingilız ede-
biyatının aykın yazan D. H.
Lawrence'ın yaşamının son
dönemindeki yolculuklannı
konu alan bir kitap yayımlan-
dı. David EIKs, imzasını taşı-
yan kitap, ünlü yazann yaşa-
möyküsünü kapsayan bir üç-
lemenin son bölümünü oluş-
turuyor. 1885 yılında Ingilte-
re'deEasrvvood'dabirmaden-
cinin oğlu olarak dûnyaya ge-
len Lavvrence'ın çocukluk ve
gençlik yıllan John Worthen,
orta yaşlan da Mark Kinke-
adAVeekes tarafindan kaleme
alınrruştı
Güç ve direnç
David Ellis, ashnda Lawren-
ce'ın yaşamının en zor bölü-
münü aktanyor okura. D. H.
Lawrence'ın yazmak için öz-
gürbirortam aradığı yolculuk
yıllan yazann kişiliğiyle ilgi-
li pek çok tutarsız veriyi bir
araya getirse de David Ellis bu
karmaşık detaylann içinden
oldukça net ve belirgin bir D.
H. Lawrence portresi çıkar-
mayı başanyor.
D. H. Lawrence. başkayer-
lerde daha az tutucululda kar-
şılaşacağını umarak 1919 yı-
hndaülkesinı, hatta Avrupa'yı
terk etmışti. 1922 yılındaİcı
Seylan ziyareti sırasında ya-
kın arkadaşlan ressam Earl
ve Achsah Brewster'in ısrar-
lanna karşın Buda'nm izini
sürmeyi reddetti yazar. Başta
cinsellik ohnak üzere bütün in-
sansal yetilerin serbestçe ge-
lişip serpilmesi gerektiği dü-
şüncesini savunan. heyecan
duygusunu yaşamın ve sana-
tın denktaşı sayan Lavvren-
ce'ın Buda'yı izlemesi de bek-
lenemezdi.
Lavvrence 'ın yaşamı 'güç'
ve 'direnç' kelimeleriyle özet-
lenebılır. Yaşama, evhliğe, in-
sanlara, yokluğa ve hastalığa
direndi yaşamı boyunca. Insa-
ran sadece yaşama karşı bir
şeyler kazarursa başanh sa-
yüabileceğine inanıyordu. Si-
nirli, huzursuz, rahatsız, uyum-
suz bir yapıya sahip olan ya-
zar, bütün bu olumsuz yönle-
rine karşın çalışkan, komik,
korkusuz kişiliğiyle beğeni
topluyordu.
D. H. Lawrence, yaşamöy-
küsünün üçüncü bölümünde
ele alınan sekiz yıl boyunca
pek çok yoksunluk, hastalık,
hayal kınklığı ve arayışla uğ-
raşmasına karşın pek çok ya-
pıt koydu ortaya. Lawrence
ve birlikte yaşadığı Frieda,
Rainbow adlı yapıtın lngilte-
re'de yasaklanmasının ardın-
dan ajanlık suçlamalanyla
Cornwaü'den kovulmuştu.
Amerika'da yayımlanan 'W>-
men in Love' ise Ingiltere'de
ancak beş yıl sonra ulaşabil-
mişti okura.
Lavvrence, Ingiltere'den ay-
nldıktan sonra 'Bir daha o
topraklan evim diye nitelen-
dirmeyeceğim' diye söz ver-
mişti kendisine, ancak Frieda,
Yeni Meksika'nm yerlileriy-
le yakaladı. 1923 'te de tekrar
başladı yolculuklanna. Kızıl-
derililerin kültüründen sonra
Aztek kültürünü tanıdı. Mek-
sika, Kuzey Amerika, New
York, Kaliforniyaziyaretleri-
nin ardından önce Meksika'ya
ardından da Frieda'nın ısrar-
lanyla îngiltere'ye döndü.
1924 yılındaki Amerika ziya-
retinin ardından da Avrupa tu-
runa başladı yazar. Yaşamı-
nın son dört yılı boyuca Al-
manya, Avusturya, Isviçre,
Fransa Alpleri ve ltah/a ara-
sında sürdürdü yolculuklan-
nı.
Gittiği yerlerden etkilen-
mesine karşın yazdıklannı çok
da fazla tecrübelerine dayan-
dırmıyordu Lavvrence. Göz-
lem yeteneğinden çok hayal
gücüyle besliyordu yapıtlan-
JL 922-30 yıllan arasında tam bir gezgin
yaşamı süren Lavvrence, yaşamının
düzensizliğine karşın çok sayıda yapıt ortaya
koydu. Bu dönemde aslında otoriter, baskıcı
bir yapıya sahip olan yazar, her türlü ilişkide
eşitlik ilkesini savunmaya, doğaya dönmeye ve
sansürle mücadele etmeye başladı.
Îngiltere'ye dönüp eski koca-
sından olan çocuklannı göre-
bilmek için baskı uyguluyor-
du yazara. Sanayi uygarlığı-
nı, duygulan köstekleyen ah-
lak ve dınleri içgüdüleri yoz-
laştırmakla suçlayarak kaçışı
önce Doğu'da daha sonra da
'Yeni Dünya'da aradı.
David AJlis, Lawrence'ın
yazar olmasaydı dünyanm ilk
seyahat acentesini kurabile-
ceğine değiniyor kitabında.
1922-30 yıllan arasmda tam
bir gezgin hayatı süren Lavv-
rence, yaşamının düzensizli-
ğine karşın çok sayıda yapıt or-
taya koydu bu dönemde. An-
cak üretkenliğini bu geziler-
le besliyordu yazar. Yeni Mek-
sika'ya yerlesene kadarAvust-
ralya, Yeni Zelanda, Tahiti ve
San Francisco'yu ziyaret et-
mişti. Aradığı huzuru ancak
ru. David Ellis'inbelirttiği gi-
bi sabırsızbiryazardı. Avust-
ralya'da kaleme aldığı 'Kang-
roo' adlı romanı yazmaya bu
kıtaya ayak basar basmaz baş-
lamıştı. Klasik Amerikan Ede-
biyatı üzerine yazdığı maka-
lelerden oluşan 'Studies in
ClassJc American Literature'
adlı yapıtı da Ingiltere'de yaz-
mıştı. Bugün pek çok edebi-
yat eleştirmeni yazann üret-
kenliğini araşnrma yapma ko-
nusundaki isteksizliği ve sa-
bırsızlığına bağlıyor.
Akciğerleri oldukça zayıf
olan yazann mali durumu da
'Lady Chattertv'nin Sevgili-
si'nin yayımlanmasına kadar
düzelrnemişti. Sansürvetutu-
culuk yazann yakasını yaşa-
mı boyunca bırakmadı. An-
cak bütün sorunlara karşın
yazmayı sürdürdü Lavvrence.
Makaleleri, çeviriler şiirler,
mektuplar, öyküler ve roman-
lar ızledi. Sanatçı yazın alanın-
daki bu üretkenliğini resim
yaparak görsel sanatlarla da
destekledi.
Sanatçı her ftrsatta îngilte-
re'ye yönelik tepkilerini dile
getirmesine karşın özlemle-
rinde ve hayallerinde hep În-
giltere'ye baglı kalrruştı. Tren
yolculuklan boyunca hep ço-
cukken öğrendiği Ingilizce
şarkılan söylüyor, sürekli ço-
cukluğunu düşünüyordu. En
çok 1924 yılında yitirdiği ma-
denci olan babasını özlüyor-
du yazar. Bu sevgi ve özlemi
de onu ezilmiş işçi sınıfına
yaklaştinyor,bu sınıfin sıcak-
lığını, güzelliğe duyduğu öz-
lemi anlatıyordu.
Sanatçının yaşama yakla-
şımı yolculuklarla geçen se-
kiz yıl boyunca büyük bir de-
ğişim gösterdi. Otoriter, bas-
kıcı biryapıya sahip olan Lavv-
rence, önce her türlü ilişkide
eşitlik ilkesini savunmaya. do-
ğaya dönmeyeve sansürle mü-
cadele etmeye başladı.
îngfltere'den vazgeçmedi
David Ellis"in en büyük ba-
şansı. yazann yaşamındaki
çelişkileri bütün çıplaklığıy-
la gözler önüne sermesi. In-
giltere'den nefret etmesine
karşın bu ülke üzerine yaz-
maktan vazgeçemiyordu Lavv-
rence. Zaman zaman baskıcı,
kaba tavırlar sergilemesine
karşın kimi zamanlarda kibar-
lığı ve nezaketiyle çevresinde-
kileri şaşırtıyordu. Uyumsuz-
luğu nedeniyle hiçbiryere yer-
leşemeyen yazann aslında ol-
dukçabasit ve evcimen bir ki-
şiliği vardı.
Yazann yaşamındaki en il-
ginç nokta ise kendisini ölü-
me götüren akciğer hastalığı-
nı, ciddi şekilde hasta olduğu-
nu kesinlikle kabul etmeme-
siydi. Lavvrence arnk kan kus-
maya başladığı dönemlerde
bile arkadaşı MarkGertler'e
yazdığı mektupta "Rahatsız-
hğun akciğerlerimden kay-
naklanmryor" diyordu.
IŞILDAK YE YELPAZE
ATtLLA BİRKİYE
Yaşamımız, Hep Öykü
Yaşamımız, hep öykü...
Bir görüntü, bir olay ya da bir durumun üzerine bir-
kaç tane öykü oluşturabilirsıniz. O olayın gerçek öy-
küsünü dışardan bakan bın bilemez ama; görüntü bi-
zim çeşrtli öyküler oluşturmamızın nedeni olabılır.
Bir taksinin, bir dolmuşun ya da bir otobüsün ıçin-
desiniz. Diyelim ki yer, Esentepe'deki Kışlaönü dura-
ğı. Bir kış günü, ama hava oldukça sıcak. Trafik sıkış-
mış, bindiğinız araç ağır ağır gıdıyor ya da duruyor.
Doğal olarak pencereden dışarıya bakıyorsunuz.
Genç bir adam duraktakı banka oturmuş. ya da ayak-
ta duruyor; elinde bir portakal; atıp tutuyor, biraz iler-
de birkaç ilkokul oğrencisi kız koşuşturarak duraktan
uzaklaşıyor.
işte görüntümüz. Kim bilir bunun gerçek öyküsü ne-
dir? Ama biz, bundan birkaç öykü oluşturabiliriz. Hat-
ta birinı yazarsak da güzel bir hıkâye çıkabilir ortaya.
Birinci öykümüz şöyle olsun:
Genç adamın işyeri yakınlardadır. Öglen tatilini fır-
sat bilip, yemekten sonra sevgilisiyle buluşacaktif.
Sevgilisi Beşiktaş'ta bir yerde sekreter olarak çalışmak-
tadır. İki yıldır birliktedirler. Bir-iki yıla kadar da evle-
neceklerdir.
Genç adam yemeğını aceleyle yemiştir, yemekte ve-
rilen portakalı yiyecek vaktı yoktur. Portakalı alır, yol-
dayerim diye düşünür. Duraga doğru koşar. Sonra ak-
lına portakalı sevgilisine götürmek gelir. Beşiktaş'a
gitmek için otobüs ya da minıbüs beklemektedir. Bek-
lerken de elindeki portakalı atıp tutmaktadır.
işte biz de adamı durakta otobüs beklerken görmek-
teyiz. Peki sonra ne olacak? Adam sevgilisine koşa-
cak. Portakalı belkı bölüşecekler. Bir kahve içecekler
kafeteryanın birinde. Koklaşıp öpüşecekler, el ele tu-
tuşacaklar. Kimbilir belkı de kavga edecekler ve keş-
ke buluşmasaydık, boyle ıkı arada bir derede, diye-
cekler. Belki bu kavga yüzünden de ayrılacaklar. Bel-
ki de tam tersi olacak. Artık birbirlerine olan hasretle-
rini bastıramadıkları ıçın çok yakında evlenmeye ka-
rar verecekler. Belki de hiçbıri...
Aslında birçok "son" olabilir. Neyse biz ikincisine ge-
çeJim:
Genç adam öğlen tatilı vesilesiyle sevgilisine koş-
muştu. Büyük bir aşktı; yeni başlamıştı. Birkaç hafta
önce bir arkadaşlannın partısinde tanışmışlardı. Ara-
lannda birden "duygusal birelektriklenme" olmuştu.
Buluşmalar birbirini kovalamış ve aşk bulutlan yük-
selmişti. Artık, iki mutlu sevgıliydiler. Birbirlerini gör-
mek için yanıp tutuşuyorlardı. Fırsat olmasa bile ya-
ratıyorlardı. Kız o civarda çalışıyordu. Genç adam Be-
şiktaş'ta.
Buluşmuşlar, el ele tutuşmuşlar, öpüşmüşlerdi. Kız
yemekte verılen portakalı yememış; oğlana getirmiş-
ti. Oğlan da kıza kınmızı bir gül getirmiş. Kız iş saatı
yaklaştığı için işinin yolunu tutmuştu. Oğlan işine dön-
mek için araç bekliyordu. Elindeki portakalı fırsat bu-
lup yiyememişti. Akşama doğru yerim diye işyerine gö-
türecekti.
Bizim gördüğümüz de buydu işte. Peki sonra ne ola-
caktı? Genç adam ışıne gıder gitmez kıza telefon ede-
cekti. Seni çok özledim...
..Qetelim üçüncü öyküye:
•> Oğlan çok âşıktı, tam yemeğe çıkacakken Beşik-
taş'ta bir ihracat şirketinde çalışmakta olan sevgilisin-
den telefon geldi. Sevgilisi "Gel birlikte Beşiktaş'taki
balıkçıdayiyelim" demiştı. Oğlan işlerini ayartayıp apar
topar dışarı çıktı; çıkarken, arkadaşlarına "Biraz geç
kalabılınm idare edin" dedı. Durakta araç bekliyordu.
Yerde bir portakal buldu; kımin olduğunu anlayama-
dı ve elinde atıp tutmaya başladı; yemek sonrası sev-
gilisiyle birlikte yiyebilırdı. Oysa portakal biraz iterde
koşuşturan küçük kızlardan bınnindı.
O gün beslenme saatı için annesı çantasına koy-
muştu; ancak küçük kız portakalı yememişti. Koşuş-
tururken, çantasından düştüğünü de fark etmemişti.
Sonrası, sonrası sürüp gider böylece.
Yani söylemek istediğım, yaşamın heranınm bir öy-
kü doğurduğu ya da bize ulaşan görüntünün, olayın
kendi öyküsünün dışında, en az üç-dört "öy/cü"sünün
olabileceği...
Evet, yaşamımız hep öykü...
Anadan Dogma'ya ödül
• Kültür Servisi - Evening Standart Fılm Ödülleri
öncekı gün açıklandı. Peter Cattaneo"nun yönettiği
Anadan Doğma isimli fılm en iyi film ödülünü
alırken başrol oyuncusu Robert Carlyle da en iyi
erkek oyuncu ödülünün sahibi oldu. Ödül töreninde
yaptığı konuşmada, lngiliz film endüstrisinin
geliştiğine dikkat çeken Carlyle geçen ay yaptığı bir
açıklamada Hollyvvood'da film yapmak istemedığini,
insanlann para kazanmaya başladıklannda
yaratıcılıklannın öldüğünü söylemiştı. Evening Start
Film Ödülleri kapsamında En lyı Kadın Oyuncu
Ödülü de Mike Leigh'in yönettiği 'Career Gırls'
isimli filmde rol alan Katrin Cartlidge'e gittı.
Naile Akmcı retrospektit sergisi
• Kültür Servisi- Naile Akıncf nın retrospektif
resim sergisi Emlak Bankası Ankara Sanat
Galerisi'nde açıldı. Türk resminde özellikle yöresel
atmosferin güçlü bir icra ile yansıtıldığı geleneksel
peyzajın ötesinde özgün ve çağdaş tatlar içeren
'Eyüp Çeşitlemeleri' ile kendinı kabul ettiren Naile
Akıncı'nm retrospektif sergisi olgunluk dönemi
yapıtlan ile birlikte sanatının tüm örneklerinden
seçilmiş yapıtlan içeriyor.
Adnan Çakmakçıoğlu öldü
• Kültür Servisi - Eğitimcı, şair ve yazar Adnan
Çakmakçıoğlu, Istanbul'da yaşamını yitirdi.
TRT'nin açtığı bir yanşmada birincilik kazanan şiiri
'Bir dünya bırakın. biz çocuklara... lslanmış olmasın
gözyaşlanyla'nın bestelenmesiyle 7O'lı yıllardan bu
yana Türkiye'de belleklere yerleşen Adnan
Çakmakçıoğlu, yüzlerce çocuk romanı, öyküsü ve
şiir yazmıştı
'Yaşasın Edebiyaftın şubat
sayısmda iki önemli dosya
• Kültür Servisi -' Yaşasın Edebiyat' dergisinin
şubat sayısı çıktı. Bu sayıda iki önemli dosya göze
çarpıyor. Bunlardan biri doğumunun 100. yılını
kutladığımız ünlü Alman yazar Bertolt Brecht'in
tiyatro ve şiir anlayışıyla ilgili. Bu bölümde
Özdemir Nutku. Ahmet Cemal. Zehra tşpiroğlu ve
Yüksel Pazarkaya'nın yazılan. A. Kadir. Yüksel
Pazarkaya ve Turgay Fişekçı'nın Brecht'ten şiir
çevirileri yer alıyor. Ikinci bölümde ise derginin
düzenlemiş olduğu '1997 yılının en iyi yazar ve
kitabı' anketinde en beğenilen kitaplan yayımlamış
olan yayınevi yönericilerinin geçen yılla ilgili
değerlendirmeleri ve 98 programlan açıklanıyor.
Dergide Memet Fuat, Erdal Öz ve Milli Eğitim
Bakanlığı Müsteşan Bener Cordan'la yapılmış birer
söyleşi de yer alıyor.