Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 22 KASIM 1998 PAZA
10 PAZAR YAZILARI
'Alıştığımız bir
şeydi yaşamak'Ameliyat odalannın
hemen önünde, bıçağın
altına j atmaya hazır 3
adam. genye dönememek
kaygısıyla, geçmişi
düşünür gıbiydıler. Ellennı
tutmakta olan güleç yüzlü.
sevecen hemşireler. nice
deneyimler yaşamış
gözleriyle 3 adama moral
verirken. u
Üç-dörtsaat
sonrası. göğsünüzdeld
yürek, eskisinden daha
güçlü atma>a devam
edecek, hiçbir sorun
olmayacak" dıyorlardı
Daha sonra, gencecik üç
doktor geldi. Ameliyatlan
yapacak uzman operatörün
yardımcılan olan
doktorlar. ellerindekı bır
minı grafikle. üç adama
ameliyat sürecinın
aynntılannı anlatmava
giriştiler. Kalp
hastalanndan biri bendim.
Öbürleri. Amerikan
Musevısı ve bir savaş
pilotu olan Jack
ZederbaunTla. Nazı'lerin
ölüm kamplanndan nasılsa
yakayı kurtarabilmış
IrvingGoldadlı bir
Polon\alı Muse\iydi.
tlk ba:>\uru Mralarında, üç
haftalık sürede candan bir
yoğunlukla. dost olmuştuk
hastanedeki koğuşumuzda.
Politika. şıır. felsefe ve
edebiyatla dopdolu
söyleşilerin bir
bölümünde. savaş pilotu
Amerikan göçmeni Jack
Zederbaum'a. onun gibi
bir savaş pilotu olan
Fransız romancısı Antoine
de Saint Exuper\'nın
gizemler dolu evreninı
anlatmıştım. Tutkuyla
bağlandi da Saint
Exupery'e. Ikincı Dünya
Sa\aşfnda. Ingiltere'deki
üssünden. tam 8 a\ süreyle
Almanya'ya uçmuş,
bombalar yağdırmıştı
aşağılara. Her gece
havalanan 20 kişilik
filosundan. geriye dönüşte.
pilot arkadaşlannın
yansının, Almanuçaksavar
ateşiyle yok olduklanna
tanıktı hep. Kanatlanna
yediği mermiler dışında,
TORONTO
ENGİN
AŞKIN
savaşın bitimine kadar
kılına bıle bir şeycikler
olmadan. görevini
yapmaya devam etti.
Amerikan savaş pilotu
Jack Zederbaum, savaş
cehenneminde, zaten
yanmakta olan
Almanya'ya bombalar
savurduğu gecelerde,
"Dachau1
" adlı bir ölüm
kampında, Polonya
Musevisi Irving Gold,
gardiyanlarla birlikte
sığınaklara koşmaktaydı.
Yıllarca sonra, önce bır
hastane koğuşunda sonra
ameliyat odası önünde
buluşan Jack \e Irving,
dûşle gerçeğin örgülendiği
bır Kafka görünümünde.
cehennem günlerinın.
acının ve savaş vahşetınin,
yaşayan simgeleriydıler.
Güney Almanya'da
Landsberg adlı küçük
kentın hemen yakınında
bulunan toplama kampı
"Dachau"ya getırilmeden
önce, Polonya'daki
ölümcül Musevi
gettosunun dramını
anlatırken, gözlerinde
yaşlar belirirdi Irv ing
Gold'un. 1940-1944
yıllannda gencecik bir
çocukken, ailesiyle önce
"Ausch^ıtz" adıyla
ünlenmiş cehenneme
yollanan Irvvıng'in tüm
ailesini finnlarda yok
ettiler. Daha sonra,
Almanya'daki "Daehau"
kampına getırilen Irvving,
yıllarca sonra tanıyacağı
Amerikan pilotu Jack
Zederbaum'un. kampın
tepesine aylarca bomba
yağdırdığmı kuşkusuz
bilemezdi. Savaş sonrası
yöneticilik görevine devam
eden Amerikalı savaş
pilotu Jack, 1970'lerde
şiddetle örgülü güvencesiz
Amerika'ya veda edip,
Kanada'ya göç etmiştı.
Irvving Gold'u "Dachau"
ölüm kampında, nasılsa
canlı kalan birkaç yüz Nazi
kurbanıyla birlikte,
Amerikan ordusu kurtardı.
1947'de Kanada'ya
göçmen olarak ayak basan
Inving Gold, uzun yıllar
bir fîrmanın
patronlanndan biri olarak
çalıştı ve lOyıl önce
emekli oldu.
Ölüm kamplannda eceli
kandıran Polonyalıyla, eski
savaş pilotu Amerikalıya,
uçakJarda çalıştığım
yıllarda, gençliğin o tatlı
kuşunun dünyanın dört bir
yanında nasıl kanat
çırptığını anlatırdım. Kimi
zaman sürreel
deneyimlerle. hep gece
yaşanrruş o serüven
günlerini, hostesleri,
pılotlann öyküsünü ve asla
unutulmayan sevdalan
anlatırdım onlara. Aynı
anda ameliyata alınmadan
az önce, Amerikalı Jack.
"cehennemde buluşunız"
diye espri yapıyor ve
kahkahalar patlatıyordu.
Her biri 50-80 bin dolara
çıkan ve tüm ederi,
devletçe karşılanan
ameliyatlardan sorunsuz
çıktık. Cehenneme
gitmemize henüz gerek
kalmamıştı. 5 yıldır süren
egzersiz günlerimizde
yoğunlaşan dostluğumuza
yepyeni katkılar eklendi.
Polonyalı Inving Gold,
Hemingway'in ünlü bir
öyküsünden yaptıgı
alıntılarla içimızi ısıtıyor
şımdı: "Bilryorsun, ükyaz,
bitimsizcesine geri dönen
bir gizemdir. Donan
ırmaklann errvecegini,
düşen yapraklann
yeşerecegiııi
yadsryamazsın. Sonyazda,
ûzgülere düşer yüreğin
belki. Ama biliyorsun,
yaşamı kutsayan ilk\az, bir
gün tüm ışıltısıyla yine geri
gelecektir." Üçümüz de
yüreklerimızi bedava
onaran Kanada'ya minnet
borçluyduk.
Berliner Platza'dan
Taksim Meydanı'na
ESSEN
GURAY
ÖZ
Ha\a vine karardı. Yine yağmur yağıyor.
Hadi ıstanbul'a gıdelım. Kitap fuannı
gezelim. Beyoğlu'nda dolaşalım. Kallavi
Sokağı'ndan geçelim. Taksim
Meydanı'nda sevgilimızle buluşalım. Şu
yağmurlu karanlıktan kurtulup, yağmurlu
da olsa Istanbul'a
gidelim. .Ama gidemeyiz ki!
Böyle baktım pencereden. karşıdaki
fabrikadan bozma bır çelık yığınmdan
ibaret dev mobilya mağazasının çırkin
görünüşiıne. Biliyorum kı, bu karanlıgı da
sevmek zorundayım ben. Buradan çekıp
gidene kadar, sonra hiç hatırlamasam. bır
enkaz gıbi geride bıraksam da şımdilik
sevmek zorundayım. Ruhumu kurtarmak
için. ister istemez. bir boyun eğiş gıbı.
kaçınılmaz bir mahkûmiyet gibı. işıkJar
biraz sonra yanar ve ben çekip gıdenm
kendı düşlenme doğru. Işıklar bıraz sonra.
yağmur yüzüme bir kamçı gıbı ınerken
yanar ve ben çekip gidenm. Berlın
meydanında metroya inerken, aslında
Galatasarav 'a doğru yürüyommdur.
Oralarda bir yerde Alpay'la buluşuyoruz.
Biraz sonra Cihan'la Hasan da
geleceklerdir. Biz biraz sonra eskı
günlerden \e yeni umutlardan söz ederiz.
Fçkilerimiz yavaşça ınerken bıraz yakar
boğazımızı \e içimızi ısıtır. Tanıdık
garsonlar. bize yenıden buz getinr ve
ordan burdan konuşuruz. Sonra gecenin
ışıklan ıçinde hafıfçe sallanarak Taksim "e
doğru yurürken, Alpay **Dön arûk geri"
der bana. Bense dönemeyeceğımi hüzünlü
bır sesle anlatınm \e ışıklı bir sevınç de
dolaşır >uzümde. bana 'dön' dendiğı içın.
'nereje gjteen geiir peşin sıra o şehir' şıirini
Kavafis'ın. İstanbuİ'da oturup defterlerine
yazanlara kızanm ıçımden. Yalnızca
benım gıbiler okuyabilir o şiiri bana göre.
Yalnızca bızim hakkımızdır o şiir. Bizim
peşımiz sıra geliyor nereve gitsek de o
şehir çünkü.
Göçebelık başıma vurdukça böyle yazıya
sığınmamın nedeni, yazıyla, harfler ve
kelımelerle, belki de hiç kendıne
benzemeyen bir şehir yaratmak
ısteyışımdendır. Bana öyle gelır. Benim
şehrim kaıtpostallardakı şehre benzemiyor
zaten. Ne Topkapı Sarayı, ne Yenı Cami ne
de Yeni Cami'nin onündeki güvercinler
var benim şehnmin resimlerinde. Aslında
ben. Kurtuluş'a, Kalyoncu Kulluk
Sokağı'na, bana sanki bir ömürboyu
oturmuşum gibi gelen Papatya
Apartmanı'na gidenm tramvayın en ön •
koltuğunda.
Peki! Peki! Bü kadar ufunet, bu kadar -
sıkıntı yeter. Olmadı işte! Bu yıl da kitap
fuanna gidemedin. Izin alamadın
ışyerinden ve şimdı karanlığında otur gece
gibi bır şehrin. Ama burası da o kadar
çırkin, kötü, nalet bir şehir değil ki. Bak,
cıvıltılı bir kalabalık, sinemanm önünde,
alt kattaki barda, ıslak sokakta, tramvay
durağında nasıl da coşkuyla kımıldıyor.
Kohl'ün ağlayan resimlerini koca koca
basan Bıld gazetesi, kara değin gözyaşlan
içindeki veda törenini anlatan haberler
umrunda bile değil genç kızlann. Boş ver
sen de! Düşün ki, ne çok hayat kıvılcımı
çakıp duruyor şu yagmurun altında. Zaten
yağmur da ince ince yağıyor ve sen
seversin böyle yağmurlan. Şimdi hemen
bitışiğindeki odaya telefon et de "Akşam
Cafe Zentral'da Nachos yiyettm mi?" diye
sor Yasemin'e. Işıklı sokaklarda vitrinlere
baka baka, her gördüğü ayakkabıcıda on
dakıka geçiren arkadaşınla, iki de bir
ıçinden küfürler ederek yağmura, soğuğa;
Gnllo Tiyatrosu'nun kahvesine ulaşırsınız.
Güzeldir orası. Her yaştan sevgililer,
aktörler. aktrisler, hüzünlü bakışlı,
Modigliani boyunlu kızlar gelir oraya.
Uzun kirpikleriyle sana bir resim gibi
gelen bir incelik aklına düştü, düşecektir.
Düşsün; tam sırasıdır. Öfkeni bir bira
bardağında boğarsın ve sonra, kuşlar gibi
şakıyan arkadaşını dinleTsin. Hikmetli
laflar edersin arada bir. Ve sonra sen bir
taksiyle eve dönerken sahil yolundan, tam
deniz otobüslerinin orada iniverirsin.
Bırak bunlan. Akşam kızma telefon
etmeyi ve onu çok sevdiğini birkaç defa
söylemeyi sakın unutma.
Ismarladığı dergileri almayı da unutma.
Işıklı cümlelerle konuşan kızınla Paris
sokaklannda dolaşırken ne kadar mutlu
olduğunu da unutma. Bak hayat geçip
gidıyor ve şehirler her şeye rağmen güzel.
lstanbul ya da Essen, Paris ya da Hamburg
ne fark eder ki. Biriktirdiğin anılarla
doldurduğun sayfalan da yırtıp at en iyisi.
Yırtıp at sislı bir sabah, Yenikapı'da
oturduğun Gölge Çaybahçesi'nin resmini.
Tarlabaşı'nın, yüreklerinizde bin bir
gürültü ve isyanla geçtiğiniz sokaklannın
resimlerinin de hiçbir anlamı kalmadı
artık. Bu defa gölgeni bırakıver dönerken
Istanbul'dan. Burada sana hiç ama hiç
lazım olmayan birtakım hüzünlerle
dolanıp durma ortalıkta.
Yağmur yağıyor. yağsın. Akşam oldu,
olsun. Sıkıntıyı bir kenara bırak ve bir
şarkı söyle içinden. Bu yazıyı da sakın hiç
kimseye gösterme.
\nTflY Alman moda tasanmcısı Rudolf Mos-
, hammer'ingüzelköpeğiDaisy,yazarol-
du! Moshammer, köpeğinin ağzından yazdıgı "Ben, Daisv Bir köpek levdinin itiraf-
lan" adlı kitabıru Daisy'le birlikte tanırti. Kitapta, dürrya jet sosyetesi bir köpeğin gö-
zünden anlaülıyor. Moshammer'in yayıncısı kitabın kısa sürede çoksataıiar listesine
gireceğinekesingözûyle bakjyor. (Fotoğraf: REUTERS)
Yangın İsveç'in karanlık
yüzünü ortaya çıkardı
Göteborg'daki yangjn faciasında 63
genç öldü. Bu gençlerin büyük
çoğunluğu göçmen kökenliydi.
Facianın boyutu tam anlaşılmadan,
önce, yalnızca "diskotek yangınında
ölen" başlığı kullanıldı. Isveç halkmı
kesinlikJe şu ya da bu saplantıyla
suçlamak istemem ama, ölenlerin
onda dokuzunun göçmen kökenli
olduğu duyulunca çok kişinin rahat
bir soluk aldığından -üzülerek itiraf
edeyim- eminim. Aslında konu bu da
değil. Konu,
STOCKHOLMFilipinler'de aşın
yolcu yüklü bir
feribotun batması. ya
da Nil Nehri'ni
geçerken devrilen
saldaki zavalhlar da
değil. Konu, isveç'in
en ünlü köşe
yazarlanndan ^™^^~^"^"~
Herman I.indqvist'in yazdığı gibi,
Isveç halkının göç olayına ne kadar
hazırlıklı olduğundan kaynaklanıyor.
Çıkış kapısına dazlaklar bir şey
koymuş olabilirler; bu ülkedeki yüz
binlere yabancıdan önemli bir
bölümü olayı böyle görmek
isteyebilir. Ama bana kalırsa en
önemli nokta, bu çocuklann -
izninizle yeniden dikkatinizi
çekiyorum, bu ülkede doğmuş ve
burayı anavatan kabul eden- gençlerin
yalnızca ve yalnızca dans edip
eğlenmek istemiş olmalan. Peki bu
doğal istek, neden böyle bir dış
semtte ve barakada yaşama geçirildi?
Neden bu gençler kent merkezine
daha yakın yerlere, yerleşmiş
diskolara gitmedıler de, böylesine
garip bir lokali kiralayanlann
GÜRHAN
UÇKAN
müşterisi oldular?Kimdi son üç yıldıı
kentteki gençlere ait boş zaman
değerlendirme merkezlerini - Avrupa
Birliği dayatması gereği olarak-
kapatan ve gençleri üç beş kuruş için
sokağa atan? Para birimi olarak
kazanılan neydi, insan olarak
kaybedilen neydi? Göteborg'un en
göçmen ağırlıkh semtlerinden
Hissinge'de bunca genç, dışanda bir
buçuk bira etmeyen bir para karşılığı
o hangar gibi, pencerelere biri
omuzlamadan
ulaşılmayan yerde bir
araya gelmişti; çünkü
başka seçenekleri
yoktu. Dazlaklann bu
lokali kundaklayıp
kundaklamadıklan
konusu aydınlık
kazanmadı. Aydınlık
~ " " ^ ~ ^ ^ ^ kazanan gerçek,
göçmen kökenli aileleri çağdaş
gettolara tıkan anlayışın artık
saklanamayacak bir şekilde iflas
etmiş olması. Bu çocuklar, kentın
merkezi yerlerindeki, bir-iki birayla
ölçülmeyen giriş paralan verildiği
yerlere gitme şansından yoksundu.
Aralannda anlaşıp, böyle boş bulunar
yerlerde partiler yapıyorlardı.
Hepsinin kanı gençti; hiçbiri erken
ölmeyi düşünmüyordu. Zaten akıl
almaz bir şeydi genç ölünmesi.
Isveç'teki yangında, 63 genç yitirildi.
Akıl almaz olaylar yaşandı. Isveç
medyası sınıfta kaldı. Tartışması hâlâ
sürüyor. Hükümet, yenı bütçedeki
kısıntılardan söz ediyor. Üç-beş
yabancı genç kurslara katılamayacak.
Fark etmeyecekler. Fark edilen tek
şey, bir ucu kopanlan bir dal olacak..
Ben bir şehre geldiğim vakit...Bir kente ilk kez gelir ve
beğenirsem ya da beğendiğim
bir kente yeniden gelirsem
sevdiğime kavuşmuş gibi
olurum. Lizbon'da da aynı
duyguyu tattım.
Kentin, batı ve güneyde Atlas
Okyanusu, güneydoğuda ise
Tajo Irmağı'nın oluşturdugu
haliçle çevrili olmasını,
sevdamın 'o'nu sınırsız bir
coşkuyla sarmalamasına
benzettım. Otuz bir yıl önce su
baskınına uğramasını ise
kendimk özdeşleştirdim.
İçinden bir dizi kınk (fay) geçen
kent, yüreğim gibi nice
depremlere tanık olmuştu.
Benzerliklere (benzetmelere de)
doğrusu şaştım kaldım.
Tajo Irmağı, sevda duygulanm
gibi, kentin girişinde
genişleyerek Saman Denizi
(Marde Palha) olarak
adlandınlan bir koy
oluşturuyordu. Oturdum,
içimdeki ılıman ildimde zaman
zaman salıncak gibi sallanan ve
de neyi, neden, nereye, ne denli
bağladığını bir türlü
çözemediğim bir köprünün
tıpkısını, koyun hemen
batısındaki Batı Avrupa'nın en
uzun asma köprüsünü koyun
gibi izlemeye başladım.
Sonra, Tajo Irmağı'ndan Ticaret
Meydanı'na (Praca de
Comercio) doğru vükselen geniş
merdivenlerden -kı kentin resmi
gırişi olarak kabulleniliyor-
tırmanmaya başladım. Kendıme
küskün bir günümdeydim, o
nedenle olsa gerek, merdivenlere
yukan yönelmek için bastıkça,
sanki merdivenler ayaklanmın
altından aşağı doğru kayıyor,
yükselemiyorum gibime geldi.
Neyse, sonuçta \ardım
varacağım yere. Üç yanı on
sekizinci yüzyıldan kalma
birömek yapılarla çevrili
meydanın ortasında Kral I.
Jose'yiat
üstünde gösteren
yontunun önünde durdum. Bu
meydanın, 1755 depreminden
sonra yeniden yapılanan aşağı
LİZBON
ÜSTÜN
AKMEN
kentın (Cida de Baixa) ucunda
olduğunu öğrenmiştim.
Yürüdüm. Birbirine koşut olarak
uzanan bir dizi cadde, Ticaret
Meydanı'nı Rossio Meydanı
olarak da bılinen IV Pedro
Meydanı'na bağladı. tçim zaten
bağlar, bağlamlar içindeydi.
Rossio Meydanıı'ndan başlayan
geniş mi genış Özgürlük
Bulvan'ndan (Avenida da
Liberdade) kuzeydeki çağcıl
semtlere ulaştım. Baktım ve
gördüm kı, "Burada (da) arük /
büyük ustalar mermeri ipekli bir
kumaş gibi kesmhr
or(du)"
Baira'nın doğusunda bulunan
kentin en eski kesimine
yöneldim. Alfama denilen bu
bölgedeki dolambaçlı dar
sokaklara daldım. Bu sokaklann
her birinin bir kişiliğı, bir ruhu
vardı. Birinden ötekine geçerken
hiç mi hiç yorulmadım. Içim
içime sığmaz oldu. Sao Jorge
Şatosu, kendime özgü bihnem
kaç yıllık egemenliğim gibi,
yıkık / sağlam, ama her yere
egemen bir konumdaydı.
Şatoya, 1386yılında
tngıltere'yle yapılan bağlaşma
onuruna bu ülkenin koruyucu
azizi George'un adının
verildiğini söylediler.
Yüreğimde bunca yıldır
yücelttiklerimin, içindeki
olağanüstü zenginlik ve
güzellikteki kümesçiklere bir ad
bulamayışlanna acındım, hatta
tasalandım. Can sıkıntım doruğa
tırmandığında Chiado'da,
Trindade Caddesi'ndeki binalan
izlemeye başladım. Binalann
yüzlen azuleios denilen ve tber
Yanmadası'na özgü renkli
çinilerle kaplanmıştı. 1922'den
kalma Brezilya kahvehanesinin
önünde bulunan Fernando
Fessoa'nın bronz yontusunun
yanındaki boş bronz iskemleye
oturdum. Pessoa, başında
şapkası, sol ayağı sağ dizinin
üstünde, öylece dunıyordu.
Başladık söyleşmeye. Söyleşme
derken, hep ben konuştum, o sal
dinledi elbette. Bir de baktım,
kentin ünlü mü ünlü neogotik
tren istasyonuna gelmişim.
Kendı kendime: "Ben bir şehre
getdiğün vakit / o başka bir şehrc
gttmese" diye söylendiğimi
anımsıyorum. Bindim bir trene.
Kalkmasına zaman vardı. O
sırada bir başka 'peron'a bir
başka tren girdi, oflaya
puflaya durdu.
Sintra'dan geliyordu. İçinden
çıkanlan bir bir izledim,
inceledim. Hiçbirini
tanımıyordum. Kendime:
"Nereye böyle" diye sordum.
İçimdeki ben: "Yahu her yere
gidildi" diye bilgiçlik tasladı.
Sizce tren kalktı mı, kaçtı mı; n<
dersiniz?