23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22MAY1S 1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 KİTAP TIRTILI SELtM İLERİ Bütün sinema bir Idtapta!0 zamanlar ille sinema oyun- cusu olmak isterdim. Bu istek gcnlümü nereden çelmişti, bil- m-yonım. Beyoğlu sinemalan, hele yer- li •llmler, bana büyüleyici gelir- di Gerçi yerli fîlmlere pek götü- rüjnüyordum, ama gizli gizli, Aıüstmecmuasıalıyordum. Ka- pa|ı beş renkli dergi. Kapakta da ya Muhterem Nur. ya Beigin Do- ruk_ 3ir gün Göksel Arsq>' olaca- ğım konusunda kesin inançlıy- dım. Sonra kendi başıma sine- rmva gidınce uzun yıllar hiçbir Türk filmini kaçırmadım. Jönp- römıye olma ülküm de işte öyle- ce »ndü gitti. Ne çok uzun boy- lujdum, ne atletik, ne kumral dal- galı saçlı, ne yeşil gözlü... Bununla birlikte Tüık sinema- sına tutkum kolay kolay dinece- ğe benzemiyordu. Yalnız gördü- ğüm fılmlerle yetinemiyordum artık. Bu sinemanın geçmişını, tanhıni de merak ediyordum. 1962'de yayımlanmış bir kita- bı harçlığımı biriktire biriktire edinecektim: "Ciltsiz 10 Kra._" Yazan: Nijat (hayir hayır, 'd' ilei... Nijad Özön. Eserin adı: Türk Sineması Tarihi (Dünden Bugüne) 1896-1960. Artıst Rek- lamOrtaklığı Yayınlan'ncaoku- ra sunulmuş. Bakın. bize göre sol alt köşede telefon numaralan var 22 53 88/22 63 30/49 58 47... Bu son numara Beyoğlu tarafın- da olmalı. Sayfayı çeviriyorsunuz, "tçin- dekfler"başlıyor. Içindekiler. ay- nntılı altbaşlıklarla bezenerek saptanrruş: Sinemanın Türkiye'ye girişi, llk Adımlar. Lumiere ope- ratörleri Tûrkiye'de. sarayda si- nema... Geçmişi öğreniyonım Geçmışı öğrenıyordum, hem de Nijad Özön'ün gerçekten et- kileyici anlanmından. 'Taçhlar'ın sinemayagösterdikleri ilgiyi öğ- renıyordum. Viyana'da İmpara- tor Franz Josef, Madrid'de Kra- liçe Marie-Amelie 'sinematog- raT denılen göstenlerde hazır bulunuyorlardı. tı AygeOsmanoğhı, Yıldız'da. sa- rayda, kapkaranhk, hepsi birer ikişer dakikalık filmler gördüğü- nü hatırlıyordu. Nihayet 1908'de Tepebaşı'nda ılk sineraa salonu Pathe açılır. Bunlarönbilgiler. Nijad Özön, sayfalar geçtikçe, Türk sinema tarihinin öyküsünü anlatmaya ko- yulur. O sayfalar başlar başla- maz, bir sinema salonunda oldu- ğumu düşünürûm; belki Lüks, belki Lâle. Kurtuluş'taki Yeni At- las da olabilir. Işıklar karanr ve benim görmediğim filmler baş- lar. Aslında Muhsin Ertuğrul'un yönettiğı bazı fılmleri görmedim değil. Şehvet Kurbanu Kahvcci Güzeli, Aysel Bataklı Damın Kı- n65 sonrasında Sınematek'te iz- lediğim fılmlerdir. Cahide Son- ku'nun şaşaah güzelliği belleği- me ilk öyle yerleşmiştir. Kahveci Güzeli'nde Münir Nu- rettin'in masal kahramanı jönp- römiyelıği, sinema oyuncusu ol- saydım benim de nasıl fotoğraf ^962'de yayımlanmış bir kitabı harçlığımı biriktire biriktire edinecektim:Yazan Nijad Özön. Eserin adı: Türk Sineması Tarihi (Dünden Bugüne) 1896-1960. İçindekiler, aynntılı altbaşlıklarla bezenerek saptanmış. Sinemanın Türkiye'ye girişi, llk Adımlar Lumiere operatörleri Türkiye'de, sarayda sinema... Geçmişi öğreniyordum, Nijad Özön'ün gerçekten etkileyici anlatımından. 'Gerçek' Türk sinema tarihinin öyküsünü.... Tadımlık"(...) bu küçük burjuva tipi, 1954'ten başlayarak Beigin Doruk tarafindan gûnümüze kadar devam ettirildi. Doruk'un başlangıçtaki bir iki filmiyle sonradan çevirdiği Binnaz (1959) adlı tarihsel filmi ya da Gece Kuşu (1960) gibi 'erkekkşmiş kadm' tipi modasına uyarak çevirdiği filmi bir yana bırakıliesa. öbür bütün filmleri, hali vakti yerinde, bir ailenin 'romantik', bazen de acılı aşk serüvenlennc kendini kapüran 'cici krâ'nı veriyordu. Doruk, aynı zamanda son yıllar içinde yılltk ortalama filmi yanm düzinenin üstünde kalacak kadar verimli olan birkaç oyuncusundandı. "Aynı tipin tcmsilcileri arasında. 1955- 57 yıllannda bir aralık perdede görünüp sonra kaybolan başanlı bir oyuncu, Deniz TanyeJi (Akad: Meçhul Kadın, KalbimİD Şarkuı; Seden: tntikam Alevi, Berduş») yer alıyordu. Bu tipin bir başka çeşidi: Güzel, şık, fakat 'dejenerc' burjuva kadmının ve cinsiyetmin temsilcileri (hatta bazen bu tipin tamamıyla düşmüş kadın çeşidi) 1957'den başlayarak beyazperdeye geçen Çolpan llhan (Smnalı: Kameryalı Kadın, Akad: Zfimrüt, Yalmzlar RıhümL-) oadan daha geniş ölçüde de son birkaç vti içindeki filmleriyle (Orhan Elmas: Cç Kizın Hikâyesi. Un: Ayşecik, Batıbeki: Ölüm Pertksi) Leyla Sayar oîdular. (...)" Nijad Özön, Türk Sineması Tarihi (1962). 'vereceğimi' belgeler sanki... Nijad Özön sonra 'Tiyatrocu- lar' dönemini kapatır, 'GeçişÇa- ğı'nı anlatmaya koyulur. Bu say- falan okurum okumasına, fakat 1950 sonrasına yönelik o büyük heyecanı duymaksızın. Çürikü. 1950 sonrasıyla birlikte kişisel sinema tarihim başlar! Bu kişisel sinema tarihinin en büyük fantazyasını Taksim sine- masının kapısındaki dev afişler oluşturur. Cihangir'de oturuyo- ruz, sık sık Taksim'e çıkıyoruz. Taksim sinemasınm çökkün bir sinema olduğu konusunda ailem düşünce birliğine varmış. Büyük- lerim, yazık ki o harikulâde bez afişlerin estetiğıni ahmlayamı- yorlar. 1956-1960 arası bu afîş- lerden kaçını belleğime yerleşti- rebilirim? Hepı topu dört yıl ama. Taksim sinemasınm bütün afiş- leri bende gizemli bir tat bırakı- yor. Nijad Özön işte o filmleri anlatıyor. Filmler arasında Türk sineması tarihi, siyah- be- yaz fotoğraflarla bezenmiş bir ki- tapnr. Gerçi saman kâğıda, üçün- cü hamura basılmıştır, ama fo- toğraflar yine de kalbi oynatır. Efelerin Efesi'nde genç bir adam, Ayfer Feray'ı kollan ara- sında taşımaktadır. Ayfer Feray ga- liba ölmüştür. Uzun saçlan top- rağa sarkar. (Efelerin Efesi'nin afişi miydi Taksim sinemasın- dan aklımda kalanlardan biri? Sanmam. O galiba başka 'efe'li bir filmdi ve afışte Evrim Fer ilüsrrasyona dönüşmüştü.) Nijad Özön yazıyor: "Anbur- nu'nun ondan (Kanlt Para) son- rald rejisörlüğü, Zeki Müren'B, Bekfcnen Şarkı'da (1953-54)_^ İşte şimdi de Şan sineması. Şan si- nemasının kapısında Beklenen Şarkı'nm afışi. l stetik bu filmin fragmarunı görmüştüm: Zeki Mü- ren yağmurlu bir gecede. bir köşk kapısından çıkıp gidiyordu. Nijad Özön yazıyor "Katil, bir düzene kurban 0dip hapse aülan delikanlının, masumluğu- nu ispat etmek iizere hapisten kaçmasL.." Fotoğrafta Güüstan Güzey, bir çamaşır leğeni başın- da, saçlannı oyalı yemenı örtüyor, yüzü adamakıllı üzgün, çevre- sinde kadınlar K.im bu kadınlar? Şimdi ner- deler? Yaşıyorlarmı? Yaşıyorlar- sa, hayat-hikâyelerinde neler olup bıtıyor. Şu sağdaki MuaDaSürer olabilir, fakat ne kadar genç! Göz- lerde şeytansılık. (Mutlaka Mualla Sürer olma- lı. Yıllar önce, bir film şirketi ya- zıhanesinde "Meslek hayatımı Lütfi AkadBey'eborçhı>nm_" de- mişti bana. Demek Katil'de bir- likte çalışmişlar.) Katil'e ilişkin bütün bilgim, Nijad Özön'ün yazdıklan. Oyle geliyor ki bana. Türk sineması tarihi yazılmasaydı eski Türk filmleri büsbütün öksüz kalacak- 'Sazh Damın KahpesT Adı Sazh Damın Kahpesi olan o filmin afışini daha dün gibi ha- tırlıyorum. Gözümü'n önünde. Nijad Özön'ün eseri olmasaydı, bu film hakkında en küçük birbil- gi edinemeyecektim: "(Muharrem) Gürses'in me- lodramlanndabOinçli\ada bflinç- siz, kökleri daha derinlere doğnı inen. doğululara özgü bir acüık, eziklik \ardı: Bir fürlü gerilikten, baskıdan kurtulamamış bir top- lumun yan-hayvan >araüklan, ancak 'kader'leaçıklajabildikJe- ri sayısa dertlerle, beialarla kar- şılaşıyoriar,oraya buraya itili>or- tar.toptumunkenanndarutunma- ya çalışiNoriar. ha>\uncıl bir iç- güdüyle yasamakla ayak dirhor- lardJ' Bir de fotoğraf, at üstünde si- yah gözlüklü, binici kıyafetli Gö- nül Bayhan,elinde kırbaç, başör- tülü ve şalvarlı köylü kızına hay- li küçümseyerek bakıyor. (Kim- bilir kaç yıl sonra televizyon prog- ramında yine Gönül Bayhan; bu kez ucuz otel köşesinde unutul- muş, alkole sığınmış, yan aç...) Nijad Özön'ün usta sinemacı saydığı adlar Akad'la başlıyor, Metin Erksan'la, AOfV ılmaz'la, Osman Seden'le. Memduh Cn'le, "eteştirmcnlikten sinemacıbğa ge- çenengenç rejisörümüz'' Haüt Re- fiğ'le sürüyor. Çok şükür, bu >ö- netmenlerin handiyse bütün film- lerini izlemişimdir. Orada Türk Sineması Tari- hi'nde, bir bakıma seyircinin bü- tün gönül tarihi de saklı duruyor. Dedim ya, bu eser, bizi çekip ne- relere götürebilir. Nijad Özön, Ayşecik filmi üze- rinde duruyor. Ayşecik, kitabın ya- yımlanış tarihine göre hayli yeni fılmdir. Yazar nasıl bir iz bıraka- cagını daha o zamandan saptar. Çok incelikli bir çözümlemeyi sürdürür. Düşünüyorum da yaşı kırkı aş- kmlann hayatında bu filmin na- sıl bir anlamı kalmıştır, açık se- çik kestiremiyorum. Şöyle ya da böyle, yine de 'anlam' söz konu- su. Ayşecik'i biz Lüks sinemasın- da seyretmiştik. (Lüks şimdi Tat- lıses Lahmacune^ oldu.) Dört beş çocuk, komşumuz Melahat Hanım, hepimiz locada oturu- yorduk. Zeynep Degjrmencioğlu mahalle> r i birbırine kaüyor, yara- mazlığıyla yaka silktiriyor, son- ra da bir güzel ağlatıyordu özve- risiyle, çocukluğunun yüce gön- lüyle. Ayşecik'i Memduh On yönet- miş. Senaryosu Kcmakttin Tlığ- cu'nun birromanından yola çıkı- larak yazılmıştır sanınm. Her- halde Hamdi Değirmencioğlu yazmıştır. Hamdi Bey'le yıllar yılı Teşvi- kiye'de aynı apartmanda oturduk. Senaryolar tasarlarken ne kadar duygusallaşırdı, gözyaşlannı tu- tamazdj bazen. Ne kadar çok si- gara içerdi, benden de çok. lnsan- lann gözyaşlanndan sonra.. ama ille gözyaşlanndan sonra mutlu- luga kavuşmasını istçrdi. Bütün senaryolan öyle. Aslında 'gerçek' Türk sinema- sınm tarihi de öyje. Bu konuda- kitekeserNijadÖzön'ünki. Bil- mem yeniden yayımlandı mı? Okur için, sinemamızı anlamak istcyenler için hemen hemen tek belge. Yalnızca bir 'tarih' aktar- mıyor, bir 'gönül tarihi', "duygu tarihi' de sunuyor... Mürik ansızm • Uzun süre hastahkla mücadele ettikten sonra 42 yaşında ölen ünlü çellist Jacqueline du Pre'nin yaşamı film oluyor. Kiiltür Senisi - Şöhretinin doruğundayken 42 yaşında doku sertleşmesinden ölen ünlü çellist Jacqueline du Pre'nin yaşamı film oluyor. Mü- zisyeni, "Dalgaları Aşmak" filmindeki rolüyle bu yıl Oscar'a aday gösterilen Emih \Vatson canlandıracak. Hastahkla uzun bir süre mücadele ettikten sonra bundan 10 yıl önce yaşamını yitiren Jac- queline du Pre'yle ilgili iki biyografi de bir sü- re önce tngiltere'de yayımlandı. Sanatçının erkek kardeşi Piers ile kız karde- şi Hillary'nın imzasını taşıyan "Ailede Bir Dâ- hi", yaşamını konu alan fılme temel oluşruru- yor. Jacqueline de Pre'nin arkadaşı Elizabettı \VQ- son'ın yazdığı öteki kitap ise sanatçının eşı or- kestra şefi Daniel Barenboim'ın yazara verdiği çeşitli yazı ve mektuplardan oluşuyor. Jacqueline de Pre'nin görkemli müzik kari- yerini, hastahğını ve yaşadığı zorluklan konu alan film, sanatçının ailesinin yaşadığı sıkıntılara da eğiliyor. Senaryo yazan Frank Cottrell Bo>'ce, "Önce başansı. sonra hastalığı ailesini yoğun bir biçünde etküedi" diyor. Film, ağırlıklı olarak Jacqueline ile kendisinden iki yaş büyük olan ab- lası Hillary'nin ilişkilerinde odaklanıyor. Jacqueline'den önce yıldızı parlayan bir flü- tist olan Hillary, 19 yaşında evlendiğinde mü- zikal kariyerini bırakmıştı. Boyce. "HiDary,Jac- kie'nin müzik dünyasındald başansını kıskanır- ken Jackie de aMasının kurduğu aik düzenini kıs- kanıyordu" dıyor. Çok yetenekli, gflçlfi ve tutkuluydu Filmin yönetmeni Anand Tücker, iki kızkar- deşin yaşamındaki belirleyici anlann fılmde de yeralacağını söylüyor. tkilinin Surrey'de katıl- dığı bir yanşmada Jacqueline'nin perfonnansı- nın daha çok beğenilmesinin ardından Lond- ra'daki ünlü Wigmore Hall'da verdikleri bir re- sitalde Hillary'nin performansının Jacqueli- ne'nin aldığı muhteşem alkışla gölgelenmesi, kız kardeşlerin yaşam tarzlannın belirienmesinde et- Şöhretinin doruğundayken ölen Jacqueline du Pre 'yi Emily Watson (üstte) oynayacak. Kardeşlerinin yazdığı biyografi Jılme kaynak olmnş. ken olmuş. Yönetmen Tucker, "Wigmore Hall'deki resi- talde, Hillary'nin sahnc\i terk etmekten başka seçeneği kalmamıştL O günden sonra ömür bo- yu Jackie'nin gölgesinde kalacağı belli obnuştu" diyor. Jacqueline du Pre, çok yetenekli birmüzisyen ve güçlü, tutkulu bir kadındı. Orkestra şefi Da- niel Barenboim ile evlendikten sonra ailesinin karşı çıkmasma karşın Yahudi olmayı seçen sa- natçı. ölümünden bir süre önce ailesini Yahudi düşmanı olmakla suçlamış, hara Yahudi aksa- nıyla konuşmaya başlamıştı. Kansının hastalı- ğı sırasında pıyanist Heiena Bachkirev ile iliş- kisi olan Daniel Barenboim, "Kitaplan da fil- mi de beğenirim umanm" diyor. "Tek isteğim, Jacqueline'nin imajının gerçekte olduğu gibi ak- tanlabilmesL" Jacqueline du Pre'nin yaşamını konu alan Fılme hazırlanan Emily Watson, çel- lo dersleri almaya başlamış. Filmde, ünlü mü- zisyenin GD'lerinden kayıtlar kullanılmayacak. Zeynep Hanlarova Türkiye turnesinde Költür Servisi - Bakü Operası sanatçısı, ülkemizde 'Reyhan', 'Arzu Kıznn', 'Annemin Sesi', 'Azerbaycan Kızıvam' gibi şarkılanyla tanınan Zeynep Hanlarova, 25 mayıs- 11 haziran tarihleri arasında Türkiye tumesini gerçekleştirecek. Hanlarova, 'Dosthığa Çağn' adıni taşıyan turne kapsamında Istanbul Açıkhava Tiyatrosu (25 mayıs), Ankara Atatürk Spor Salonu (28 mayıs), lzmir Atatürk Spor Salonu (29 mayıs), Denizli Açıkhava Tiyatrosu (I haziran), Antalya Açıkhava Tiyatrosu (3 haziran), Adana Mimar Sinan ICültür Merkezi (6 haziran), Kayseri Atatürk Stadyumu (8 haziran) ve Kars Şehir Stadı'nda (11 haziran) konserler verecek. Dünyanın 80'e yakın ülkesinde 30'a yakın dille şarkılar söyleyip opera ve Türk sanat müziğinin klasik eserlerini ve Azerbaycan halk türkülerini sanatseverlere sunan Hanlarova, Sovyetler Birliği'nde plaklan en çok satan sanatçı unvanmı taşıyor. En büyük unvan olan 'Halk Sanatçısı' unvanmı alan ilk kadın sanatçı olan Hanlarova, sanat hayatının yanı sıra, halk sorunlanyla da yakından ilgilenen bir sanatçı. 19 ocak günü Rus tanklannın Bakü'ye girmesini protesto eden ve yapılan mitingte komünist parti üye kartını yakıp takibata uğrayan sanatçı, bir yıl boyunca yas tutarak eserlerinin yayınını yasakladı. Bu arada yapılan seçimlerde Azerbaycan'ın bütün illerinden teklif aldı ve yeniden milletvekili seçildi. 1991'deAbdilpekçi Konser Salonu'nda 22 bin kişinin önünde bir konser veren Hanlarova, Türkiye'deki yeni konserleriyle dinleyicilerine dostluk mesajı verecek. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL İki Çarpı İki, Beş de Edebilip... Bertolt Brecht, 1937 yılında kaleme aldığı "Ak- lın Direnme Gücü Üzerine" başlıklı yazısının bir yerinde şöyle der: "Aklın körelmişliği, uygun amç- lar kullanılarak geniş kapsamlı bir biçimde örgüt- lendirilebilir. Belli koşullaraltında insan, nasıliki çar- pı ikinin dört ettiğini öğrenmişse beş ettiğini de öğ- renebilir." O yıllarda Brecht, bu satırlan faşizme getirdiği eleş- tiri bağlamında, faşızmin kitlelere nasıl yayıldığını anlatmak amacıyla yazmıştı. Ancak bu satırlarda dile getirilen gerçek, belli bir tarihsel dönemle ya da olguyla sınıriı olmanın çok ötesindedir; söyle- nenlerin özünde, uygun araçlar kullanıldığında, or- tamın koşullan iyi değerlendirildiğinde, kitlelerin en büyük yanlışlara bile kolaylıkla inandırılabileceği saptaması yatmaktadır. Bugün Türkiye'de sorulmakta olan -demokrasi- nin neden gerektiği gibi işlemediği, insan haklan- nın neden bir bilince dönüşmediği, sokaktaki ada- mın hakkını korumaya neden hiçbir yönetimin ya- naşmadığı, "iktidar"'ve "murıatefef"kavramlannın nasıl bunca yozlaşabildiği vb. pek çok sorunun gerçek yanıtını da aslında biraz yukanda Brecht'ten yaptığımız alıntıda bulabilmek olasıdır. Bunun için Osmanlı'nın yüzyıllan ve Atatürk sonrasının on yıl- lan boyunca özellikle Anadolu halkının hangi amaç- lar için ne kapsamda örgütlendırilmiş olduğuna dikkatlice bakmak yeterlidir. Daha kurucusu Osman Bey'den başlayarak, Anadolu'daki Türk beyliklerini birer birer ortadan kaldırmayı başlıca hedef edinen, böylece impara- torluğun harcından Türk unsurunu hep uzak tu- tan Osmanlı, halka da ancak bir araç gözüyle ha- nedanın ününe savaşlarda ün katmak için ölmek- le görevli bir araç gözüyle bakabilirdi. Osmanlı'nın kendi sarayında ve o sarayın yakın çevresinde eği- time görece bir önem verirken, yüzyıllar boyunca halkı eğitilmesine değil, tam tersine, hiç eğitilme- mesine, hep hurafeler ve kör inançlar içerisinde ya- şamasına dikkat etmiş oluşu, halka yönelik bu ba- kış açısından kaynaklanmadır. Kısaca söylemek gerekirse, dili bile Acem-Arap egemenliğindeki Osmanlı hanedanı, geniş halk kit- lelerini hep iki çarpı ikinin dört değil, beş ettiğıne inandırmayı hedeflemiş, kendi iktidarının "aydın- lık" geleceğini hep halkın karanlıklarda kalmasın- daaramıştır. Bu bağlamdaTanzimat'la birlikte "dev- /ef'eliyle başlatılan kırhi "ayd/n/anma"girişimlerı- nin doğası da fikir verebilecek niteliktedir: Tanzi- mat'la birlikte kurulması düşünülen ve kısmen de kurulan ilk "modern" eğıtim kurumları, ordunun eğitimi düşünülerekoluşturulmuşkurumlardır. Bu- nun nedeni, Batı'nın artık belli bir teknolojiye da- yanan savaş sanatı karşısında Osmanlı'nın yenil- gilerini durdurma çabasıdır. Buna karşılık aynı Tan- zimat, halkın aygın eğitimi bağlamında herhangi bir adım atmayı düşünmemiştir bile. Bu körlüğü içerisinde Osmanlı, Batı'nın askeri gü- cünün temelinde Rönesans'tan, Aydınlanma Ça- ğı'ndan ve Fransız Ihtilali'nden süzütüp gelmiş bif- kitlesel eğitilmişliğin yattığını hiç görememiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün bu tarihsel koşul- lar ve gerçekler karşısında yeni devleti Türkiye Cum- huriyeti"olarak kurması, Osmanlı olan her şeyi yü- rürlükten kaldırması dışlayıcılıktan, şovenızmden uzak bir ulus bilincini yerteştinmeyı hedeflemesi ve nihayet aydınlanmayı ve eğitilmeyi Türkiye Cum- huriyeti'nin sınırian içersinde yaşayan herkes için öngörmesi, bilimi hayatta en hakiki aydınlatıcı ya da yol gösterici sayarak, iki çarpı ikinin yalnızca dört edebileceğini anlamayı ve anlatmayı bu çağın in- sanı olmanın koşulu sayması, "nesnenin doğası" gereğidir. Atatürk'ün büyük güçlüğü, bu hedeflerini he- men bütün yollann örümcek ağlarıyla tıkanmış ol- duğu bir ortamda gerçekleştirmek zorunda kal- masıydı. Bu nedenle Atatürk, "Kuruluş" aşaması için evrimi değil, fakat devrimleri öngörmüştür... Çok partili demokrasiye geçişin ardından izlenen yol ise, bu yoldan çok farklı oldu. Her yılın Mayıs ayında iktidara gelişinin yıldönümü "demokrasi bayramı" aldatmacasıyla sunulan Demokrat Par- ti, oy avcılığı amacıyla demokrasinin işleyişinin ön koşulu olan "kitleselaydınlanma"^ çok kısa süre- de "kitlesel aldatmaca"ya çevirdi. 1950 seçimle- rinde Türk halkının sandık aracılığıyla iktidarı de- ğiştiımesi, demokrasinin bir zaferiydi; bu yolla ik- tidara gelen Demokrat Parti'nin yolu ise zaman içerisinde demokrasinin utancına dönüştü! Bun- lar, birbirinden çok dikkatle ayrı tutulması gereken iki olgudur. Her mayıs ayında bağdaşmaz bu iki olguyu ay- nı potaya yerleştirip "demokrasi bayramı" adı al- tındasunmak, kendini "demokrat Parti'nin halefi" ilan etmeyi yüzakı saymak, Türkiye'de iki çarpı iki- nin beş ettiğini kanıtlama çabalannın ne kadar ba- şanlı olduğunun kanıtıdır. Ve kimi karanlıklar. çar- pım cetvelinin en basit işlemlerini doğru yapmayı bile güçleştirecek kadar yoğun olabilir... TftATRO FESTt\ALİNDE BUGÜN • Bir Ata Krallığun. Şehır Tıyatrolan'nın o>oınu saat 21.30"da Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Kral Lear Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun oyunu saat saat 19.30'da Aya Irini'de yer alıyor. TİY4TRO FESTtVALİNDE BUGÜN • Bir Ata KraJlığım. Şehir Tiyatrolan'nın oyunu saat 21.30'da Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde, Kral Lear, Ulusal Kraliyet Tiyatrosu'nun oyunu Aya Irini'de saat 19.30'da , Everest My Lord Kumpanya'nın oyunu saat 22.30'da Gihangir Parkı'ndaizlenebilir. BUGUN • AKSANAT'ta saat 12.30'da F. Zefirellf nin yönettiği •Hamkt' filminin vıdeo gösterisi, saat 17.00'da Dr. Cevat Çapan'ın katıldığı 'Shakespeare' yorumlan başlıklı konferans izlenebılir. • TARANTA BABU KÜLTÜR MERKEZİ nde saat 15.30'da Steven Spielberg'in yönettiğı 'Schindler'in Listesi' adlı film, saat 19.00'da Gediz Akdenız'ın katıldığı 'Evrenin Standart Oiuşum Modeü Açık mı' başlıklı konferans yer alıyor. • BEKSAV'da saat 19.00'da Arjantin annelennin kayıplar mücadelesınin anlatıldığı Jeannine Meerapfel'in yönettiğı 'La Amiga- Arkadaş' adlı film izlenebilir. • CHPGENÇLtK KOLLAR1 Saat 19 OO'da "Toplumsal Değişim ve Dinamikler" konulu toplantıda gazetemiz yazarı Prof. Taner Berksoy'u konuk ediyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear