23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 ARALIK 1997 PERŞEMBE OLAYLAR VE GORUŞLER Enflasyon, Çürüme ve Çevrecilik Prof. Dr.UÇKUN GERAY Ç ok yalın bir biçimde enf- lasyon olgusuna bakıldı- ğında bunun iki ayn yanı- nın bulunduğu ortaya çık- maktadır. Enflasyon bir yanıyla eldeki kaynaklann ve bu arada paranın atanması (tahsisi veya harcanması) ile bir yanıyla da bu kaynaklann oluşturulmasıyla çok ya- kından ilgilidir. Harcanan kaynaklara denk bir üreti- min ortaya çıkması, enflasyon yaratma- ma açısından ıdeal bir durumdur. Ayn- ca harcanan kaynaklara alınacak üretim yanıtlannın hemen ortaya çıkması da enflasyonu önleyen çok önemli bir et- kendir. Bütün bunlan, bir kuyuya atılan taşm sesinin hemen ve olabildiğince güçlü olarak geri gelmesi biçiminde ör- neklendirebiliriz. Özellikle gelişmekte olan veya azge- lişmiş ülkeler, yapısal niteliklerinden dolayı hemen yanıt alınamayacak veya- hut harcama dûzeyinde yanıt alınama- yacak konulara kaynak ayırmak zorun- dadırlar. Bunlar, eğitim, altyapı, tanm- sal destek, çevre.. konulanndaki harca- lst. Üni. Orman Fakültesi malar olarak örneklendirilebilir. Benzer biçimde, özellikle bu ülkeler, kaynak oluştururken de darboğazlarla karşüaşırlar ve uygun düzeyde kaynak yaratamazlar. Örneğin yeterli milli ge- lir, etkin vergi toplama örgütû.. ortada yoktur. Dolayısıyla enflasyonun ikinci yanı açısından da iyi bir noktada bulun- mayabilirler. Harcanan kadar parayı toplumdan çekememenin enflasyonist baskısını yaşarlar. O nedenle, denilebilir ki gelişmekte olan bir ülke belli ölçülerde enflasyonu yaşamak zorunda kalmaktadır. AJıcak yukanda sayılan teknik. yapısal ve gö- rünürdeki enflasyon nedenlerinin dışın- da kalan pek çok neden enflasyonu az- dırmada büyük bir paya sahiptir. Kaynaklan harcama ve kaynak oluş- turma konusundakı boşluklar insan de- ğerleriyle de açıklanabilir. Adam kayır- maktan kredi yolsuzluklanna uzanan çûrümüşlûkler kaynaklann hem harcan- ması, hem oluşturulması aşamalannda, esasen var olan sıkınülan daha ileri nok- talara taşımaktadır. Ama nedense enf- lasyonla ilgili yazılann çok büyûk bir bölümü insan değerlerindeki çöküntü- ye değinmemekte ve teknik. piyasayla ve ücretle ilgili maddesel.parasal açık- lamalarla yetinmektedir. Oysa örneğin rüşvet sahtecilik, dolandıncılık, kaçak- çılık, kadın dövme, evi terketme, sokak çocuklan.. düzeyleri birerdeğişken ka- bul edilerek enflasyon analizleri yapıla- bilir ve yapılmalıdır.Bize göre bugûnûn yüzde 100'e varan enflasyon orarunın en az yansı toplumdaki ahlak çöküntü- sü ile açıklanabilir Aynca enflasyon bir dönem sonra, değerleri daha da yozlaş- tıran bir geri besleme yapmaktadır. Ya- ni ahlak çöküntüsü sürdüğü takdirde enflasyonun yüzde 50'den düşük çık- ması beklenmemelidir. Yine bize göre toplumun elinde enf- lasyonu en aza indirebilecek yeterli kay- nak bulunmaktadır. Aynca toplumun en uygun harcama biçiminin ne olduğunu saptama bilgisıne de sahiptir. Ancak ka- mu tarafından kaynak oluşturulurken ve harcama yapılırken bireyler kurallan acımasızca delerek çıkar sağlamakta- dır. Bireylerin derdi. zoru yalnızca ve yalnızca kendi çıkarlan olmuştur. Dev- let halkından güçsüz ve fakir hale geti- rilmiştir. Kredi vurgunu, vergi adaletsiz- liği, hayali ihracat, aşm kâr hırsı, gös- teri tüketimi, savurganlık, günlük ve keyfi kararlar, oy avcılığı, üretmeden kazanma, devlet malını kapatma, kal- kınma planlannı rafa kaldırma, rüşvet.. ahlak çöküntüsünün somutlaştığı ör- neklerdir. Daha beteri, bu çöküntüye yeni dün- ya düzeni ve küreselleşme de ivme ka- zandırmaktadır. O kadar ki bağımsız- lık, örgütlü toplum, ulus olma, paylaş- ma. ulusal sırur ve devlet kavramlan bi- le küreselleştirme taşeronu sözümona yazar ve düşünürler tarafından sulandı- nlmakta ve değer olmaktan çtkanlmak- tadır.Ne var ki bu ahlak çöküntüsü ve küreselleşme şarlatanlığı yoksulluk so- rununu olağanüstü boyutlara getirmiş- tir. Istatistik veriler bu durumu Türkiye ve dünya ölçeğinde kanıtlamaktadır. Yoksulluk ise çevre yıkımı açısından bir numaralı sorun haline gelmiştir. Çevre- ye iiişkin sözleşmelerde, toplantılarda.. bu açıkça görülmektedir. Dolayısıyla ahlak çöküntüsü, küreselleşme, yoksul- luk ve çevre yıkımı birbirini besleyen et- kenler olarak karşımızdadır. Küreselleşme yürüdükçe yoksullaş- manın, ahlaki çöküntünün, çevre yıkım- lannın ve devletin güçsüzlüğünün önü- ne geçilmesi olanaklı değildir. Ne yazık ki G8'lerin yakın geçmişte aldıklan ka- rarlar bu sürecin kuvvetlenerek yüriitü- leceğini göstermektedir. Aynca özellikle azgelişmiş toplum- larda küreselleşmenin liberal ve şoven yanının yürüdüğü, ama demokratik ya- nının soysuzlaştığı anlaşılmaktadır. Az- gelişmiş ve gelişme yolunda olan ve gü- dülen toplumlarda küreselleşme çevre- nin düşmanı olduğu kadar demokrasi- nin de düşmanıdır. Köktendinciliğin be- sinı de, kapitalızmin yenılenmiş proje- sidir. Çevre yıkımındaki temel mekanizma bu olduğu halde pek çok çevreci sivil toplum örgütü ya da ilişkileri göreme- miş durumdadır, ya da ilişkileri örtmek istemektedir. Şu halde sivil toplum ör- gütlerinin kilitleneceği asıl konular çü- rüme, maliye politikalan, adalet sıstemi, yoksulluk.. sorunlan olsa gerektir. On- lann dikkatleri orman, tanm ve çevre bakanlıklanndan çok maliye ve adalet bakanlıklanna dönük olmalıdır. "Neden devietin, çevrenin yıkımını önlemeye nheti ve gücü yok" sorusunun peşinin bırakılmaması gerekir. ARADA BtR DOÇ. DR. YILDIZ SERTEL Yılların Özlemi: Demokrasi 4 Aralık'ta, bundan 52 yıl önce Tan gazetesinin, baltalı, balyozlu demokrasi düşmanları tarafından yıkılmasını bir demokrasi töreniyle anımsayıp ana- cağız. Tan gazetesi faşist bir kalabalık tarafından tuzla buz edümiş, yazarları Sabiha ve Zekeriya Sertel tutuklanıp mahkemeye verilmişlerdi. Soaın neydi? 22 Ağustos 1945 tarihli Tan gazetesinde, Ze- keriya Sertel, şöyle yazıyordu: "Türkiye'nin daha geniş bir demokrasiye geçmesi gerektiğinde cumhurbaşkanından en basit vatandaşa kadar herkes beraberdi... Bunun için anayasaya ve ulus- lararası taahhütlerimize uymayan mevzuatlı (ya- saları) değiştirmek, fer'i kanunlarda değişiklikler yaparak vatandaşlara demokratik haklannı kul- lanmak olanağını vermek gerekir." Z. Sertel, bu degişiklikleri hükümetin ve BMM'nin yapamaya- cağını ileri sürüyor, seçime gidilmesini öneriyor. Z. Sertel, başka yazılarında da vatandaşın hesap sorma hakkını savunuyor. 1 Aralık 1945 tarihinde çıkan biryazısında, "Dünbeşparalanyokken, bü- yük servetler yapmış kimselerte halk önünde he- sapiaşmak istiyoruz" diyordu. Sabiha Sertel ise "Muvafakatın Feryadı" başlıkh yazıstnda şöyle di- yordu: "Şimdi Türk basınında iki gazete gerçek anlamda birözgühük ve demokrasinin gerçekleş- mesi, halkın kaderine egemen olması, yolsuzluk- lann, aşın kâhann önlenmesi, Türk milletinin bü- tün devlet mekanizmasını kontrolü altına alması için muhalefete geçmiştir. Kökü halkın içinde olan bu muhalefetin, Meclis'te ve basındaki temsilci- leri sayıca sınıriı olduğu halde, muvafakatın (ıkti- dann) bunu boğmak için sarf ettiği gayret sınır- sızdır." Bu iki gazeteci, işte bu yazılarından ötürü hap- se ve mahkemeye düşmüş, sonra da süren bas- kılar sonucu yurdu terk etmek zorunda kalmışlar- dı. O günden bugüne Türkiye'nin siyasal yaşamın- da pek çok sular aktı. Demokrasi savaşında pek çok kurbanlar verildi, işkenceler çekildi. Hâlâ da çekiliyor ancak demokrasi ağacı bir türlü meyve vermiyor. Bu savaşın tarihi, Tan olaylannın çok ge- risine, Tanzimat'a ve özellikle Meşrutiyet devrimi- ne kadar uzanır. Bir buçuk yüzyıl süren bir savaş- tan sonra biz hâlâ düşünce özgüriüğünü, işken- ceyi, insan haklannı, yargı bağımsızlığını tartış- makta, düşünen insana zulmü sürdürmekteyiz. Acaba neden? Diyebilirsiniz ki, ceberrut devlet Osmanlı'dan bu yana bir gelenek halini aldı. Tepede bir ayncalıklı azınlık yurdu sömürürken; hak, kanun, eşitlik, öz- gürlük arayanları ezdi. Bu bir sosyal yasadır. Yurt- taşı tatmin edemeyen idare onu ezer, baskıyla susturur. Toplumsal yapı sorununu ileri sürebilir- siniz. Gelir dağılımındaki dengesizlik, kırsal yöre- lerin yüzyıllar boyunca okulsuz, bilgisiz kalmasın- dan doğan cehalet birikimini ileri sürüp yurttaşın kolay kandınldığını söyleyebilirsiniz. Durumdan si- yasal partileri sorumlu tutabilirsiniz. Oy peşinde, dinsel gericiliğe ödün verdiler, halkın eğitim düze- yini düşürdüler, bilinçsiz yığınlar yarattılar, diyebi- lirsiniz. Ya 12 Mart-12 Eylül darbeleri! Yürürlükte- ki anti-demokratik anayasayı, üniversitelere bas- kıyı, faşist uygulamaları onlar getirmedi mi? 1945'te Türkiye'de demokrasi savaşı veren ancak iki gazete vardı. Ya bugün? Medyamız, halkta ve idarecilerde demokrasi bilincini uyandıiTnak için ne tür bir savaş veriyor? Halkı avutup uyutmak, ça- nak çömlek satmak savaşı mı? Diyebilirsiniz ki, bu böyle bir düzendir. Ancak halkı eğitmek, uyandır- mak, demokrasiyi savunmak gerekli degil. Bu dü- zende değerier parayla ölçülür. Ahlaki değerterin, yurt için gerçekten savaşmanın, özverilerin moda- sı geçti. Paranın para getirdiği yerde ulusal görev- den söz edilir mi? Demokrasi hep özlemli mi ka- lacak?! Bunu bugün düzenlenen panelde tartışa- cağız: TarıkZaferTunaya Kültür Merkezi'nde, (Tü- nel) saat 15.00-17.45 arası. MUĞLA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN Sayı: 1996,349 Davacı Tedas vekili Av. Muzaffer Demırcan tarafin- dan davalılar Asaf Çetinkaya ve Mehmet Erol Erberk aleyhine açılan alacak davasının mahkememizce yapı- lan duruşmalan sırasında; Ak-Ba-Deniz Ürünleri Tic. Lmt. Ştı. Karacasöğüt'Marmaris adresinde ıkamet etti- gi bıldirilen davalı Mehmet Erol Erberk adına çıkanlan dava dilekçesı bıla teblığ ıade edilmış olup, zabıta ma- rifetiyle yapılan tahkikatta da açık adreslerinin tesbit edılemedıği bıldinlmış olmakla, davalı Mehmet Erol Erberk'in HUMK.nin 213, 337. maddeleri gereğince duruşmanın bırakıldığı 19/12/1997 gûnü saat 09.00'da Muğîa Aslıye Hukuk Mahkemesi salonunda hazır ol- ması veya kendisıni bir vekille temsıl ettirmesi, aksi takdirde duruşmanm yokluklannda yapılıp, karar verileceği ilanen teblığ olunur. 09.07.1997 Basın: 46967 Tıp Eğitimi ve Sağlık Ocaklan... Prof. Dr. SEZER Ş. KOMSUOGLU S ağlık Bakanımız, 1998 'in ilk ayından başlayarak sağlık düzeltimi (reformu) rüzgân eseceğini, düzeltimın en önemli atılımlanndan biri olarak sağ- iık ocaklannın yeniden canlanacağı- nı ve aile hekimi yetiştinlmesine özen gösterileceğini dile getirmişti (17 Ekim 1997, Ba- sın). 5278 sağlık ocağından ancak 1458'inin çahşır durumda olduğunu üzülerek ögreniyoruz. Sayın Bakan, sağlık ocaklannın halkımız tarafından unutulmuş bir kurum (müessese) olduğunu be- lirtmişti. Bence son yıllarda uygulanan nice yan- hş sağlık politikalan, hükümetlerin koruyucu sağ- lığa bakıştaki inanılmaz umursamazlığı, bu unu- tulmuşlukta önemli bir neden. Birinci basamak sağlık hizmeünin verildiği sağ- hk ocaklan ıstenilen ve yıllardan beri amaçlanan hizmetı bir türlü veremiyorlar. Sunulan sağlık hiz- metinde, biraksaklık olduğunda odak noktası ola- rak hep hekimler görülmüş. Oysa onlar sağlık hiz- metindeki uzun bir zincirin yalnızca bir halkası. Sağlık hizmetini, alan da veren de memnun de- ğil. Sağlık ocaklannda, bugün çoğunluğu görevin- den memnun olmayan, genç prarisyen helcimler çalışıyor. Uzmanlık sınavına girip çıkıyorlar. Has- talar ise bir üst kuruma sevk için doktorlan ikna- ya çalı^ıyoriar. Oralardabulunmalan geretcen halk sağlığı uzmanlan ya da aile hekimlerinin sayılan az, mevcut olanlar da büyük kentlerde ya da üni- versitelerde. Eğer birinci basamak sağlık hizmetleri. alan açısından verimli ve güvenilir, veren açısından yeterli (tatminkâr) kılınır ve hekimin konumuna prestij kazandınlırsa, zincirin hekimlerin oluştur- duğu halkasında önemli adımlar atılmış oluna- caktır. Birinci basamak, ülkemizde sağlık hizmetleri- nin en sorunlu yeridir ve ivedilikle güçlendinlme- si gerekmektedir. Bu bağlamda hekim açısından iki noktanın önemle göz önüne alınması gereki- yor: 1 - Tıp fakültesinden mezun olan genç dok- torlar birinci basamak sağlık hizmetini vermeye hazır olarak mı yetişiyor, yetiştirilıyor? Uygula- malanna halkın güveni ne kadar? Sağlık ocakla- nnda çahşmaya gönülden istekleri varmı? 2- Sağ- lık ocağı. ilçe hastaneleri gibi 1. ve 2. basamak ku- nımlanna gönderdiğimiz bu doktorlara toplumun verdiği değer nedir? Ne olmalıdır? Sağlanan ya- şam olanaklan onlan ayakta tutmaya yetiyor mu? Birinci sorunun çözümü tıp fakûltelerinde eği- timi yeniden gözden geçirmek ve programlamak- ta, ikıncisinin çözümü ise hükümet politikalann- da yer almaktadır. Hükümetlerin sağlığa, ama her- kesin sağlıgına, sağlık personeline ve hekime ba- kış açısı bu noktada büyük önem kazanmaktadır. Bu yazıda bir öğretim üyesi olarak birinci so- runun üzerinde duracağim. Dünyada son yirmi beş yılda tıp fakülteleri eğitim sistemlerini yeni- den gözden geçiriyorlar. Kendi ülkelerini ve yurt- taşlannı iyi tanıyan, kendi ülkelerinin sağlıkla il- gili önceliklerini bilen ve buna göre eğitilen he- kimler yetiştirmeye çalışıyorlar. Öğrencilerine kendilerinin, başka hekimlerin, hemşirelerin, di- ğer sağlık personelinın ve toplumbilimcilerin gö- rev aldığı bir ekibin üyesi olduklannı ve buna gö- re davranmalan gerekliliğini öğretiyorlar. Türkiye'de yeni kurulanlarla birlikte 71 üniver- site var. Bunun 17'si vakıf üniversitesi. Hemen hepsinde tıp fakültesi var. Yüksek öğrenimin ül- ke yüzeyinde hızla yayılması elbette arzu edilen bir durumdur ve bu yeni kurumlan yüzyıllık kök- lü kurumlarla karşılaştırarak karamsarlığa kapıl- mak yersizohtbiltr. Ancak bu ktırumlann açılma- lan ve gelişTncterinin iyi planlanması, özelliklç tıp fakülteleri için yaşamsal önem taşımaktadır. Fa- külte ile birlikte kurulan aynhnaz parça, eğitim ve uygulama hastaneleri, buzdağının görünen kısmı gibidir. Buzun su altında bulunan kısmı ise temel eğitimdir. YÖK üyelerince yapılan değerlendir- melerde orta veya iyi notlar alan fakültelerimizin bile çoğunda temel eğitim hâlâ çok zayıftır. Hal- buki kuruluşundan itibaren sürekli kaynak tüke- ten, öğretim kadrolan bakımından klinik tıp dal- lan gibi çekici görünmeyen temel tıp eğitimi, işin can alıcı noktalanndan biridir. Yeni kurulan tıp fa- kültelerinin bu konuya yakın gelecekte çözüm sağlayabileceklerini düşünemiyorum. - Çözüm olarak kamuoyunun isteğini de karşı- layacak yeni tıp fakültelerinin hastanelerinin eği- üm ve araştırma hastanesi olarak yaşama geçiril- mesi, ancak temel tıp öğrencisini başlatmak için KJDSBYtBU HAKAN REKER O ŞEBNEM DÖNAAEZ SİNLİ HBR ÇARŞAMBA, BÜTÛN BİR HAFTAl belirli bir yeterlilik seviyesine ulaşmalan beklen- melidir. Her bölgede merkez seçilecek bir tıp fa- kültesi. bu alanda akademik teknik kadro ve do- nanım açısından özel sektör ışbirliği ile kurulacak konsorsiyumlar aracılığı ile bu merkezler destek- lenebilir ve bu temel bilimlerden mezun olan öğ- renciler bir sertifıka ile kendi fakültelerine gön- derilebilirler. - Temel tıp eğitiminde bir başka sorun öğrenci- ye verilen, verilmeye çalışılan bilgilerin çok ay- nntılı (detaylı) olabıleceğidir. Neyin gerekli, ne- yin gereksız olduğu bu konuyu bilenlerce tartışıl- maktadır. Bu alandaki çalışmalannı Academic Medicine 1993 "teki makalesinde yayımlayan YV'ottgang Vbgal, hangi tıp bilgilerinin gerekli ve- ya gereksizliğinin. verildiği yıllara, ülkenin o gün- kü koşullanna ve güncel medikal gelişmelere bağ- h olduğunu söylüyor. Örneğin ABDcle tüberkü- loz çok nadirdi. Şimdi göçler dolayısıyla artıyor. Bizde 1950'lerde sıtma en günceldi. On yıl önce AIDS hiç gündemde yoktu, şimdi eğitim program- lannda yer alıyor. Bir başka konu, temel tıp ve kli- nik bilimlerindeki öğretilerin yıl içinde yatay, yıl- lar içinde dikey ilışkisi sağlanmalıdır. Böylece ya- şamsal ya da terk edilebilir bilgiler yerli yerine otu- racaktırdeniliyor. Eğitimde vebilginin değerlen- dirilmesinde esas. olmazsa olmazdan başlayıp, terk edilebilıre doğru gitmek olmalıdır. Gelışmiş ülkelerde tıp eğitiminde bir başka de- ğişjklik; temel bilimlerde klasik <tee saatleri ye- rine, tıp.ekonorriisi, tıp iş sahalan. spor hckimli- ği, tıbbi etik. ilaç alışkanhğı gibi güncel dersler yerleştiriliyor. Çok önemli bir başka değişiklik de belki 1910'larda Flexner'den buyana bilinen bazı Ame- rikan üniversitelerinde (Michigan State, Harvard, McMaster) ve Rusya'da uygulanan modern tıpta ise son on yıldır tartışmaya açılan 'Probtemi Çöz- meye YöneKk' eğitim şeklidir. Burada esas, temel bilgiler ve klinik derslerverilmeden önce bile has- tanın sorunlan ile öğrenciyi tanıştırmak ve anla- tımı, bilgiyi bu yönde genişletmek olarak tanım- lanıyor. Bu yöntemi savunanlar klasik yöntemle öğrencilerin birçok bilgi ile yüklendikten sonra, hasta ile karşılaştıklannda öğrendikleri bilgiler mental organizasyonlarla yerli yerine oturduğu için bu bilgileri tek tek çıkanp, kliniğe uygulamak- ta zoriuk çekmekte olduklannı söylüyorlar. Özel- likle halk sağlığı ve aile hekimi yetiştirilmesinde bu yöntemin çok daha yarar- lı olduğu savunulmaktadır (AlbanaseM. 1993 Ac. Me- dicine). Bizdeki eğitimi ve üp bil- gisini ölçen ulusal sınav (TUS) yüklü temel ve klinik bilimlerağırlıklıdır. Özellik- le 1. ve 2. basamakta çok ge- rekli olan pratik bilgiler, has- ta başı uygulamalar daha az veya hiç dikkate alınmıyor. ABD'de bile bugün bilgiyi ölçen. National Board Of Medical Examiner's sınavı- na, bir de pratiği ölçen Li- censing Examination adı al- tında bir sınav ekledi. Sına- vı olsun veya olmasın yeni mezunlar mutlaka uygula- mah mezuniyet sonrası kurslanna tabi tutulmalılar. Tabipler odasının başlattığı kredili sistem, yaptınm gü- cü olan uygulamaya dönüş- melidir. Sağlık hizmetlerinin su- nulması ve hizmetten yarar- lanma bakımından XIX. yüzyılın yeniden biçimlen- me çagı olacağı açıkça gö- rülmektedir. Sağhk hizmet- lerinden yararlanmanın bir insan hakkı olarak kabul edilmesi konusu 1946'da Dünya Sağlık Orgütü Ana- yasasfnda yer almıştı. j, ^m Halkın sağlığını korumak bugün en gelişmiş ülkelerde bile devletin görevidir. Bu koruyucu sağlık hizmetleri- nı içeren temel kurum sağlık ocaklandır. Buradaki yeter- sizlik 3. ve 4. basamak olan üst tedavi ve araştırma ku- rumlanna yansımaktadır. O • Çığ gibi artan özel sağlık ku- 7/ *J ı I rumlannın bu koruyucu sağ- c\\£ğ A | lık hizmetlerini yerine getir- meyecelderi açıktır. Tıp fa- külteleri eğitimlerinde, hü- kümet politikalan uy- gulamalannda, birinci basamak, yetişen genç dok- torlara ve öbür sağlık per- soneline çekici ve üstün du- ruma getirihnelidir. Şevkini duyan meşak- katini çekecektir. PENCERE Zamsn Yaşamanın Dayamlmaz Ağınlığı... Hükümet açıkladı: "KfT ürünlerine 6 ay zam yokl.." Ne yapacağımızı şaşırdık.. Ağlaşmaya başladık.. Her kafadan bir ses çıkıyor: -Olurmu?.. - Hükümet bunu bize yapmayacaktı.. ,- .. - Bu işin içinde bir iş var.. - Tutturamazlar.. Neredeysesokaklara döküleceğiz, gösteri yürü- yüşleri düzenleyeceğız: . •- - Zam isteriz!.. "Alışmış kudurmuştan beterdir" derler ya, tep- kilerimiz bir tuhaflaştı... Zamsız yaşanır mı canım?.. Hayatın tadı kaçacak!.. • Uzman geçinenler ukalalık etmek zorunda ol- duklan için karann üstünü altını kurcalıyorlar, drye- lim ki bu onlann işidir, ama çoğu kodamanın eş- şekten düşen karpuza döndüğü bir gerçek!.. Enflasyon lobisi kaygılı: - Ya tutarsa?.. Enflasyonsuz ve zamsız hayatı görmemiş ve ya- şamamış olan kuşaklar, büyüklere soruyortar: - Yani şimdi zam yok mu? - Evet... - Nasıl olur? Ayda birya da haftada bir zam ol- mazsa her şey altüst olur, piyasa tıkanır, toplum düzeni bozulur, iflaslar başlar, fırmalarbatar... Zam zincirine alışmış olan kişi, zamdan yoksun kaldığı zaman sudan çıkmış balığa dönecek... • Ya hükümet ne deseydi: - Daha çok zam yapacağım!.. - Neden?.. - Çünkü popülist ekonomi politikası uygula- mam, kimsenin gözünün yaşına bakmam, halk dalkavukluğu yapmam, KİT ürünlerini zamanında zamlamadığın zaman zamazingoyu yersin, mali- yetin altında mal satmam, ekonominin dengeleri korunmalıdır, gerçekçi olalım... Belirli çevreler ayağa kalkıp alkışlardı: - Yaşa!.. Sonunda gerçekçi bir hükümete kavuş- tuk!.. Kapitalizm Türkiye'de sermaye birikimi sürecin- de işliyor; Batı bu işi geçmiş yüzyıllarda gerçekleş- tirdi; bizde sermaye yeni palazlanıyor; ama bu işi "paradan para kazanmak" yöntemiyle yapıyor, enf- lasyon toplumdaki gelir adaletsizligini keskinleşti- rerek sürüyor; emmebasma sömürü tulumbası ça- lışıyor... Bu 'saadet zinciri'n'm halkalarını kim ko- parabilir?.. Şu hükümete bak sen!.. Zam yapmayacakmış... • .' Peki, hükümet ne yaptığını biliyor mu?.. Ne demek "Zam yapmayacağım" açıklamasının anlamı? Birdeney!.. KlTler şimdiye dek günah keçisi g Enflasyonun sorumlusu sayılmıyorfar mıyrJı?.. KlTler olmasa özel kesimin başı göğe ermeyecek miydi?.. Al sana KİT zamlarından yoksun bir ortam!.. Piyasa şaşkın!.. Alışmış kudurmuştan beterdir, bakalım 6 aycık olsa bile zamsızlığa dayanabilecek miyiz?.. ANMA Sevgili varlığımız HASAN HUSEYİN ER'İ Kör karanlıkta yitirişimizin birinci yılında acı ve özlemle anıyoruz. tdealleri ve acısı hep yüreğimizde olacak. AİLESİ T.C İLAN ZEYTtNBURNU SULH HUKUK MAHKEMESt EsasNo: 1989 64 Vasi Karar No: 1989/61 Vasi Hakim: Kemal Güzel 20998 Kitip: Nuran Taşkıran MÜTEFERRİK KARAR HÜKÜM ÖZETİ tLANI ZEYTtNBURNU SULH HUKUK MAHKEMESt'NDEN İLANEN TEBLİĞ OLUNUR Zeytinburnu Sulh Hukuk Mahkemesince verilen 1989/64 vasi esas 1989/61 karar sayıh 13.10.1997 ta- rihli müteferrik karar ile daha evvel Sevim Coşkun'a vasi olarak tayin edilen eski vasi Muharrem GüryoFun vasiliğinin kaldınlarak hacir altında bulunan Sevim Coşkun'a yeni vası adayı oğlu Gencay Coşkun'un vasi tayin edilmesine karar venlmıştir. Bu husus ilan olunur. 15.10.1997. Basm: 54969 TC ÎLAN ANKARA 25. ASLÎYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN İLANEN TEBLİGAT DosyaNo: 1997/369 Davalı: Görmeyenler Kültür Birleşme Derneği Davacı ASKİ vekili tarafından davalı Görmeyen- ler Kültür Birleşme Derneği aleyhine açılan alacak davasının yapılan duruşmasında davalıya PTT yo- luyla tebligat yapılamadığindan ve zabıta tahkikatı sonuçlanna göre tespit edilen adrese de tebliğ edile- mediğinden ilanen duruşma günü ve dava dilekçesi tebliğine karar verilmiştir. îlk itirazlannız ile birlik- te esas dava hakkındaki cevaplannız ve varsa karşı delilleriniz dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itiba- ren 10 gün içinde mahkeme kalemine bildirmek ve bir öraeğini davacıya tebliğ ettirme zorunda bulun- duğunuz, 05.02.1998 duruşma günü saat 10. O5'te mahkememizde hazır bulunmadığımz takdirde tah- kikata yokluğunuzda devam edileceği, işbu ilamn gazetede yayın tarihinden itibaren 7 gün sonra tara- finıza tebliğ edilmış sayılacağı Tebligat Kanunu ve H.U.M.K.'nin 195.213 ve 377. maddelen gereğince ilanen tebliğ olunur. 17.11.1997. Basm: 53527
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear