23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
4 ŞUBAT 1996 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 Sevgi üretemeyen bir toplumda sevgi dolu bir budalanın öyküsü DostoyevskTnm 'Budala'sı sahnede AYŞEGÜLYÜKSEL Ankara Devlet Tiyatrosu, roman baş- yapıtlanndan uyarlamalar üstünde yo- gunlaştı bu yıl. John Steinbeck'in ünlü "Gazap Üzümleri" ve Devlet Tiyatrola- n Genel Müdürû Bozkurt Kııruç'un sah- nelediği Dostoyevski'nin "Budala"sı üs- tün-yapım anlayışıyla kotanlmış iki ça- lışma. Her iki yapıtn da büyük romancı- lann başyapıtlannı sahneye taşımanın getirdiği sorumluluğun bilinciyle har- canmış özenli çabalann ürünü. Ancak arada romanlann uyarlayıcılan da var. "RomaıTı "sahne olayTnadönüştürme- de baş sorumluluğu taşıyan kişiler... Roman teknigi bağlamında yazann seçtiği bakış açısı (açılan) doğrulrusun- da oluşan karakterleri ve onlann "içsel anlatun"ını görüntü ve "söyleşim"e dö- nüştûrmek yaman bir uğraştır. Bu ne- denle de romandan sahneye "bire bir" uyarlama yapan oyun yazarlan çoğun- lulda özgûn yapıtın yaratıcısının gölge- sinde kalırlar. Tiyatroda söylem, sahnede karakterler ve olaylar yoluylabir öykü, bir yaşantı kotarma adına "söyleşim" düzeni oluş- turmanın çok ötesinde bir düşünsel tasa- nm gerektirir. Tiyatro, küçük çatışmala- nn temel bir çatışma çevresinde bürün- lendiği, yoğunluğunu küçük çatışmala- nn temel çatışma ile olan sıkı bağıntısın- dan alan ekonomik biranlatımın ürünü- dür. Bir Çehov oyununu romana dönüş- türemezsiniz. Çünkü Çehov okuruna / izleyicisine ulaşma yolunda oluşturduğu görsel / işitsel söylem içinde tüm "gön- derme"lerini bütünlemiştir, sanatsal üre- timini tiyatro için ve tiyatro adına yap- mıştır. Simon Gray'in uyarlaması Büyük yazarlann üç yüz / beş yüz say- falık romanlannda yeralan içsel aniatim, psıkolojik çözümlemeler ve olaylar dizi- si "roman" türünün izin verdiği sereser- pelik içinde temel çatışmaya pamuk ip- liğiyle bağlı zengin aynntılar ve ayırtı- lar(nüans) içerir. Roman söyleminin ba- nndırdığı göndermelerin ve anıştırma- lann tümünü, tiyatronun gerektirdiği vu- rucu ilişkiler / çelişkıler yumağını oluş- tururken korumak olanaksızdır. Anlatı- cı kullansanız bile roman okurunun al- gılama süreci ile oyun izleyicisinin algı- lama sürecini eşleştıremezsiniz. Oysa sa- nat yapıtının söylemi "ahcı"nın algılama süreci doğrultusundatartımlanmıştır. Kı- sacası, romanı sahneye uyarlayan oyun yazan. özgün metinden yaptığı seçme- lerle, "özgün metne", tiyatro kurallany- la bağdaştınlabilecek bir yorum getir- mek durumundadır. Bu yapılmazsa oku- run iki günde okuyabileceği bir romanm, yalınlaştınlıp görsel / işitsel açıdan so- mutlaştınlarak iki saatlik bir gösteriye indirgendiği görülür. *Roman"ın da "ti- yatro"nun da uzağında kalmış bir üre- timdır yapılan. "Gazap Üzümleri"nin uyarlamacısı FrankGalari'nin "tiyatroolayı" kotarma bağlamında yetersiz kaldı|ını düşünü- yorum. Yönetmen Christopher Mar- tin'in görsel / işitsel vuruculuk sağlama yolundaki tüm çabalanna ve bir dolu ün- lü oyuncunun katkısına karşın, "olayla- n sahnede canlandırma" eyleminin öte- sine geçmeyen, Steinbeck'in bugüne seslenebilecek göndermelerinin altını çizmek yerine, söz, olaylar ve ilişkiler kalabalığı içinde yitip gitmiş, iyice yerel- leştirilmiş, eski bir Amerikan öyküsü an- latıldıgi izlenimi veren bir çalışma söz konusu olan. Simon Gray'in, çeşitli "Budala" uyar- lamalan arasından seçilerek sahneye ge- ~T~ Tzun bir roman, üç saatlik bir gösteriye / / indirgenip toplumsal çerçevesi \^y genişletilirken, "dramatik" olan üstünde odaklaşma yerine, odak noktalannın "tablolar" resmigeçidi içinde dağılıp gittiği, yansıttığı görsel/işitsel renkliliğe karşın "dramatik" olandan çok, öyküde olup bitenleri sahnede canlandırma çabasına girmiş bir metin var karşımızda. rönetmen Bozkurt Kuruç, danslar \ c şarkılarla bezeli bir üstün-yapım tasanmı üstüne oturtmuş oyunu. Bu nedenle de sahneyle salon arasına duygusal/ düşünsel açıdan gereksiz bir uzaklık koyan "koreografik" bir düzen egemen olmuş kotanlan tiyatro olayına. Sonuç olarak bol danslı bir opera gösterisi ortamında izliyorsunuz oyunu. tirilen metni ise Dostoyevski'nin ünlü romanında geri düzleme sindirilmiş Çar- lık Rusya'sını daha öndüzeye getirmeyı amaçlıyor. Bu nedenle de Prens Miş- kin'in ve çevresindekilerin psıkolojik bir yoğunlukla örülmüş boğucu iç dünyala- n 1860'lar Rusyasf nın toplumsal görün- tüleri içine yerleştirilerek somutlaştınl- mış. Sonuç, yüksek tabakayı Çehov, aşa- ğı tabakayı da Gorkioyunlanmn görün- tülenne bezemiş, alaycı bir Anlatıcı'nın eklenmesiyle 1860'lardan Rusya Man- zaralan'na "epik" yorum katmayı dene- miş bir çalışma. Bu genel tasanm içinde "para"nın. ki- şisel çıkarlann. bireysel tutkulann her türlü ahlak değerine baskın çıktiğı çözül- müş ve çürümüş bir toplumda öncelikle yüksek tabakanın ve yüksek tabakaya hizmet edenlerin yoz tutumlannı izliyor- sunuz. Yoksulluğun kol gezdiği aşağı ta- baka ise yeni değerler üretebilecek dü- zeyde değil. Dostoyevski'nin romanda pek de ır- delemediği bu kesimin varlığı, çoğun- lukla toplu sahnelerde görsel ve sessel olarak yeralfyor. Romanda bir ayırtı (nü- ans) yaratma adına yer verilen, genç/ yoksul başkaldıncılar Simon Gray tara- fından oyunda oldukça öndüzeye çıkan 1- mış. (Bu gençlerin sahneye sol yumruk- lan havada ve slogan atarak girişiyle olu- şan "gülünçleştirme" etkisini ise yapım- da yansıyan bir "ayıp" olarak nitelendır- mek durumundayız.) Toplumun yozlaşmışlığına yabancı. sevgi dolu bir insanın, Prens Mişkin'in uzun süre sinir tedavisi gördüğü Isvıç- re'den dönüp Rus yaşamına katılmasıy- la başlayan olaylar dizısi. onun ruh sağ- lığını daha da yıtirerek Isviçre'deki dok- toruna dönmesıyle noktalanıyor. Sevgi üretmeyi çoktan unutmuş bir toplurrrda, Mişkin'in sevgi dolu varlığı etkisini il- ginç bir biçimde gösteriyor. Jnsanlar onun iyilik dolu yüreğınin çekiciiiğine kapılıyorlar. Onun karşısında suçlann- dan annma çabasına giriyorlar. Ancak bu alabildığıne sevimli, saralı ve sakar "İsa,"onlann yüreğine ektiği sevgi ve pişmanlık tohumlannı yeşerte- cek güçte değil. Bu nedenle de hem ken- disini hem de çevresindekileri ruhsal fır- tınalar içinde bocalatmaktan öteye gide- miyor. Oyunun baş kadın kişisi Nastas- ya Filipovna'nın, Dostoyevski'nin fan- tastik boyutlar da ekleyerek irdelediği "dram"ı ise sahnenin görsellik ve işitsel- likle sınırlı olanaklan içinde psikolojik açıklığa kavuşamadan noktalanıyor. Ro- manın en vurucu olaylan içeren sahne- lerinin art arda dizilmesiyle kurgulanan oyunda Prens Mişkin'in "dramatik işle- vi" de neredeyse, bu oyun kişissnin sah- nelerin çoğunda yer alması ve herkesin ondan söz etmesiyle sınırlandınlmış. Kısacası, uzun bir roman, üç saatlik bir gösteriye indirgenip toplumsal çerçeve- si genişletilirken, "dramatik'* olan üs- tünde odaklaşma yerine, odak noktalan- nın "tabtolar" resmigeçidi içinde dağı- lıp gittiği, yansıttığı görsel/işitsel renk- liliğe karşın "dramatik'' olandan çok, öyküde olup bitenleri sahnede canlan- dırma çabasına girmiş bir metin var kar- şımızda. •frablon' görüntükr Oya Batum Menteşe'nin yetkin çevi- nsiyle sahneye gelen Simon Gray met- nı, daha küçük bir sahnede, oyunculann, rollerini Dostoyevski'nin oyun kişileri- ne kattığı psikolojik derinliğe daha yat- kın bir anlayışla yorumlayabilecekleri bir seyirlik ortamda kotanlsaydı, belki seyircinin daha kolay bütünleşebileceği bir sahne olayı çıkabilirdi ortaya. Ancak yönetmen Bozkurt Kuruç, danslar ve şarkılarla bezeli bir üstün-yapım tasan- mı üstüne oturtmuş oyunu. Bu nedenle de sahneyle salon arasına duygusal/dü- şünsel açıdan gereksiz bir uzaklık koyan "koreografik" bir düzen egemen olmuş kotanlan tiyatro olayına. Dekordan giy- silere, hareket düzeninden jest, mimik ve ses kullanımına dek sahnedeki tüm görsel işitsel öğeler de bu düzene ister is- temez uymuş. Sonuç olarak bol danslı bir opera gösterisi ortamında izliyorsunuz oyunu. Doğrusu, üstünde çok çalışılmış. zengin bir sahne olayı var karşınızda, ama Dostoyevski'nin insanlannı ancak "şabton" görüntüleriyle yakalayabiliyor- sunuz. Prens Mişkin'i ustalıkla canlandıran Lemi Bilgin, oyundaki en abartısız, en sevimli yorumusunuyor. Bilgin'in başa- n çizgisini Lebedev'de NihatHakanGö- ney, Ganya'da Hakan V'anlı yakalamış. Her zaman düzeyli oyunculuİc örnekleri sunmuşolan iki usta oyuncu, Rogojin'de Cemil Özbayer ve Anlatıcı / ICarakter Ferd>uşçenko'da Burak Sergen bu kez opera oyunculuğuna daha çok yaklaşan "soüstçe" yorumlara yönelmişler. Özba- yer "tutku"yu aşın yüksek sesli perde- lere taşırken Sergen de kalabalık sahne- lerin dağınıklığını toparlamak isterceşi- ne alaycı bir çığırtkan tavnyla yükselti- yor sesini. Gerçi "epik" bir yaklaşımla oynaması gerekiyor Anlatıcı 'yı, ama sahnedeki olaylar "epik" yorumculuk gerektirecek düzeyde "gestus" içermi- yor. Çeşitli rolleri üstlenen bayan oyuncu- lan kaplayan abartılı renkte ve tasanm- daki giysiler ve şemsiyeler ne yazık ki onlann oyunculuklannı da kaplıyor. Gökçen Hıdır, Bayan Yepanşin'de gerek- sizce abartılı bir yorum sunarken Nastas- ya'da başanlı bir "güiş" yapan Adviye Öztflrk'ün oyunculugu, oyunun akışı içinde metnin bocalamaya başlaması ne- deniyle rengini ve tınısını yavaş yavaş yi- tiriyor. Uyarlamacının, yönetmenin, sahne ve giysi tâsanmcılannın ve kimi oyuncula- nn yorumlanna katılmayabiliriz. Ancak "Budala"nm, tiyatro döneminin Anka- ra 'daki en özenli çahşmalanndan biri ol- duğunu da gözardı edemeyiz. Expolangues 96 Uluslararası Dil, Dünya Kültürleri ve Seyahat Fuan, 15-19 şubatta Paris'te gerçekleştirilecek 6 Türldye ve Türk dili', onıır konuğu KüHûr Ser\isi - Türkiye, Kültür Ba- kanlığı şemsıyesi altında, 10 kültür ku- ruluşuyla beraber dünyanın en büyük "kultürvetanıtımman'"olan "Expobn- gues%" Uluslararası Dil, Dünya Kültür- leri ve Seyahat Fuan'na "Türkiye ve Türk dili" onur konuğu olarak katılıyor. Bu yıl 14. sü gerçekleştirilecek fuarla il- gili çalışmalan anlatmak ve fuan tanıt- mak amacıyla bir basın toplantısı düzen- leyen Kültür Bakanı Fikri Sağlar, "Tür- krve'nin her alanda ev rensel küJtüre kat- kıda bulunan, dünyanın ihti>aç du> duğu bir iilke olduğunu anlatmak istiyoruz" dedi. Türkiye'nın bugüne değin sürdürü- len tanıtım çalışmalanndaki "yanlış uy- gulamalan" her fırsatta vurguladıkJan- nı anlatan Bakan Sağlar, "CTkemizin, bu alanda arzu ettigimiz noktaya böylece ulaştığını düşünüyorum" diye konuştu. Paris'ın La Villetta Merkezi'nde Grande Halle'de yapılacak fuann, Türk dilinin ve kültürünün tanıtılması açısın- dan çok önemli bir fırsat olduğunu vur- gulayan Fikri Sağlar, dillerin tanıtılma- sının yanı sıra bu dilleri konuşan ulusla- n bir araya getirmek amacıyla fuarda 1994 yılından bu yana bir ülke ya da bir dilin şeref konuğu olduğunu anımsata- rak, şunlan söyledi: "Fuara 1994 yıhn- da Portekiz, 1995'te Ahnanya, bu yıl da biz onur konuğu olarak katüıyoruz. Cl- kemizin kültürel gelişmesini, kültüre da- yalı variıklannı aktarmak. başka ülke- lerle kültürel iletişimde bulunmak adına büyük bir aşamayı gerçekleştiriyoruz. Türkiye, bu olayı en iyi biçimhle kullan- mak üzere hazıriıklarını yaptı. Diğer ba- kanlıklar, çok istediğimiz halde bu orga- nizasyona katılmıyor. Sadece Turizm Ba- kanlığı bizimle ortak olarak fuarda şcm- shemiz altında yer alacak. Bakanlığûnız, bu organizasyonun bütçesel ağırüğmı üzerine alıyor." Bu yıl fuara, Almanya, Avusturya, Asustralya, Belçika. Kanada. tsr>ar>ya. Genco Erkal Cengiz Aytmatov Adalet Ağaoğlu Ayla Algan ABD, Yunanistan. İrlanda, İsrail, Malta, Hollanda, Portekiz, İngiltere, lsveç, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler katılacak. Fu- arda dil okullanndan, yayınevlerine, se- yahat şirketlerinden, kültür ataşelikleri- ne, multimedya kuruluşlan ve dil öğre- tim kurumlanna dek değişik sektörler- den 350 stand yer alıyor. Türkiye, "Tür- kiye ve Türk dili" onur konuğu olarak katıldıği fuarda, 522 çeşit ve yaklaşık 3 ton kitap sergileyecek. Kültür Bakanlığı şemsiyesi altında TÜRKSOY, TÖMER. Turizm Bakanlı- ğı, Türkiye Yayıncılar Birliği, Dil Derne- ği, Pen Yazarlar Kulübü, Türkiye Yazar- lar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Sevda Cenap And Müzik Vakfi ve çeşit- li multimedya kuruluşlannın fuara katı- lacağını kaydeden Sağlar, kiralanan dört salona Nazun Hikmet, Hasan Âli Yücei, Tarık Buğra ve Mehmet Emin Resulza- de isimlerinin verildiğini belirtti. Fuar için bastınlan tanıtım kitapçığiyla Na- zım Hikmet'in adının ilk kez devlet bel- gelerinde yer aldığını ifade eden Sağlar, fuar süresince tanıtım amacıyla düzenle- necek etkinlikler için 300 kişilik 5 tiyat- ro salonu, 180 kişilik 4 salon, 80 kişilik 9 salon kiralandığını söyledi. Fuarda aynca, fotoğraf sanatçısı Çer- kes Karadağ'ın eserlerinden oluşan bir sergi düzenlenecek ve sanatçının "Tann dığım Yüzler" albümünün de tanıtımı yapılacak. Gerçekleştirilecek etkinlikler Alanında dünyanın en büyük fuan olan "ExDOİangues 96 Fuan", 15-19 şubatta Paris'in La Villetta Merkezi'nde Grande Halle'de gerçekleştirilecek. Fuarda; çe- vırmenlerin. Fransız yayıncılann, Jean Louis Bacque-Grammont ve Yayıncılar Birliği Başkanı Aül Ant'ın katılımıyla "Türk Edebiyatınm Dışa Açılma Sorun- lan" konulu bir panel, Louis Bazin'ın " Fransa'da Türkçe Oğretiminin Tarihine Bir Bakış", Anar Resuloğlu Rzavev'ın "Azerbev can Türk Dilive EdebKaüna Bir Bakış" başlıklı ve Cengiz Aytmatov'un konferanslan düzenlenirken, Nedim GürseL Ataol Behramoğlu, Cengiz Ayt- matovi Kırgızıstan). Anar Resuloğlu Rza- yev(Azerbaycan) ve Oljes Süieymanov (Kazakistan) katılımıyla "Fransa'da Türk Edebiyatlan" konulu panel yapıla- cak. Latife Tekın "Evimin Düıne Nasü Geri Döndüm" başlıklı söyleşı yaparken, Tahsın Yücel'in "Türkçenin Kültür Dili Oünası". Prof.Dr. İşmuhammed Galya- utdinov (Başkurdistan) "Başkurt Türk- cesinin Geçmişi, Bugünü ve Geleceği" , Michel Bozdemir'in "Fransa'da Türkçe öğretimi" konulu konferanslan gerçekle- şecek. Prof. Dr. Talat Tekin, Prof.Dr.Gurban- durdi Geldiev (Türkmenıstan), Prof. Dr. İristay Kuçkartayev (Özbekistan), Prof. Dr. Ferit Hakimcanov (Tataristan), Prof. Dr. Feridun Celilov (Azerbeycan), Prof. Dr. Remy Dor'un (Fransa) katılımıyla "Bugünkü Türk Diüeri" üzerine bir pa- nel yapılacak. Dr.Hakkı Yücd (KKTC) "Edebiyatta Kıbnsh Türk Kimüği", Prof.Dr. Şerafettin Turan "Bilim ve KüJ- tür DUi Olarak Türk Dili", Adalet Ağa- oğlu "Cumhuriyetten Sonraki Edebiya- ümızda Türk Dili" başlıklı konferanslar verecekler. Expolangues'96'da Genco Erkal. Nâzun Hikmet'in şiirlerinden olu- şan bir tiyatro gösterisi, Ayla Algan da Pir Suttan Abdal \ e Yunus Emre'den de- yişlersunacak. Güzel Sanatlar Genel Mü- dürlüğü Modem Folk Müzik Topluluğu ile tanbur sanatçısı ve halkartisti Turgun Alimatov (Özbekistan)da birer konser verecek. Aynca Nedim Gürsel tarafindan hazırlanan, eserleri Fransızca'ya çevri- len Türk yazarlannın tanıtıldığı kitabın, Fransa'da ortak yayın olarak yayımlandı- ğını belirten Fikri Sağlar, Expolangues' 96 için Orhon Yazıtlan. Yunus Emre şi- irleri, Çağdaş Türk Ozanlan, Atatürk, Türk Dilleri kitaplannın da Fransızca ola- rak hazırlatıldığını sözlenne ekledi. PENALTI MEMET BAYDUR Geyikler Yüzerken Karlar erimeye başlayınca Potomac Nehri taştı, bu sefer sel felaketi başgösterdi VVashington civarında. insanlar köpeklerini kucaklarında taşımak zorunda kaldılar, caddenin bir ucundan öbür ucuna Kızılderi- li kanolarıyla kürek çekerek gittıler. Can kaybı olma- dı diyecektim. ama gazetede bir fotoğraf, sel sula- rıyla taşan Potomac Nehri'nin ortasında yüzen yedi geyik gösteriyordu. ikısinin kıyıya çıktiğı görülmüş, öbür beşinden şimdılık haber yok. Geçen hafta söylediğim gibi, insanların çoğu bu- lundukları noktayı evrenin merkezi sanıyor. Amerika- lılann çoğu böyle, ama Türklerin çoğu da aynı inanç- ta birteşiyor bence. İyi mi kötü mü bilemiyorum, ba- na pek doğru bir tavır değil gibi geliyor. Kar yağar- ken de, yağmur yağarken de, güneş pınldarken de evrenin ya da herhangi bir şeyin merkezinde oldu- ğumu düşünmedim. Anton Çehov'un "Defterler"\n\ okumayı sürdürdüm. Oyunlar da yazan bir doktor olarak son derece ilginç gözlemlerini kaydetmiş def- terterine. Öte yandan, karaya çıkamayan o beş ge- yiğin ne olduğunu da düşünmüyor değilim doğrusu. Metin Göktepe yi, cezaevinde başkaldırıp yaşam- larını yitıren (ölen demek istiyorum) insanlan da dü- şünüyorum kar yağarken. Macaristan'da neler olu- yor merak ediyorum. Küba müziği çalışyor radyo, 1940'lardan şarkılar oyun havaları. Çehov okurken ara verip Oğuz Atay'ın yazdıklarını da okuyorum ama iyisi mi biz bu pazar Anton Çehov'un defterle- rini karıştıralım biraz. "Oyuncunun cebı para gördüğü zaman mektup yazmayı bırakıp telgraf çeker." Her cümleden bir tek anlam çıkaranlar, Çehov'un bu cümlesini oyuncula- ra karşı algılayabilirier. Bence, zenginler mektup yaz- maz, telgraf çeker diyor. Pek yanlış değil. Gabriel Garcia Marquez, bir söyleşide, eskiden, tanınma- mış bir gazeteci - yazarken eşe dosta uzun mektup- laryazdığını, ünlü ve zengin olduktan sonra mektup yazmayı bırakıp telefon konuşmalarıyla yetindiğinı söylüyor. Canı sıkılıyormuş bu durumdan! Varsıl ol- mak birçok güvenceyi getirirken, kâğıt üstüne yazı- lan sözden korkmayı da getiriyor. Yirmibirinci yüzyıl, "mektup edebiyatının" bittiği bir dönem olacak. Ya- zık. Telgraf bile çekilmeyecek olması, üzüntülerime üzüntü katıyor doğrusu. Potomac Nehri'nde yüzen geyiklere ne oldu acaba? ' • "Insan, yalnızca gerçek yüzünü gösterirseniz da- ha iyibirinsan olabilir." Bu cümle de Çehov'un det- terlerinden. Sanınm sanatçılara, yazarlara, çizerlere yönelik bir saptama bu. Francis Bacon, El Greco, Pablo Picasso ya da Bonnard bizim gibi ölümlü ve sıradan insanlara gerçek yüzlerini gösteriyorlardı. Onlann yapıtlanna bakarak "daha iyi insanlar" ola- bildik mi? Eğlendirici birsorudur bu. Bazı toplumlar- da insana yalnızca gerçek yüzünü gösterirseniz, o in- san daha iyi bir insan olmak bir tarafa dursun, çile- den çıkıyor. Aziz Nesin bizlere gerçek yüzümüzü gösteriyordu. Başına gelmeyen kalmadı. Gerçekten dürüst olmak, biraz da aynksı olmakla özdeşleşir ne yazık ki. Öte yandan Çehov haklıdır: Insan, yalnızca gerçek yüzünü gösterirseniz daha iyi bir insan olabi- lir. "Dinsel hoşgörüyü savunup, dinsel özgühüğe kar- şı çıkanlar var. Kendilerine göre değışmez olanın dı- şında hiçbir şeyi kabul etmiyorlar." Yukandaki Çehov cümlesini bir kere daha oku- dum. Bir yerlerden tanıdık geliyor bana Çehov'un söyledikleri. Elhamdülillah laikiz diyen, pırpırlı bir cumhuriyet dekorunun içinde kurban kesen, çağ- daşlığı savunup cuma namazına duran, diskoteğe gi- dip muska taşıyan, düşleri ılkel, hayatı görüntülerden ibaret insanlan düşündüm. Verdiğiniz her taviz, kar- şı çıktığınız bir faiz gibi dönecektir size. Öte yandan Bunuel'in umutulmaz dalgası geliyor aklıma... "Al- laha şükürallahsızım" demişti bu büyük sanatçı. "Küçük adam son derece dikkatlidir. Tebrik mek- tuplannı bile iadeli taahhütlü gönderir. Alındı mak- buzunu almak için." Bu cümle de Çehov'un. Cümle üstüne düşünür- ken bir başkasına takıldı gözüm. Şöyle yazmış def- tere: Ibsen'in oyunlannı daha iyi anlamak için lsveç dilini öğrendi. Yıllannı, gecelerini harcadı. Derken... Ibsen'in önemli olmadığını anladı. Şimdi, öğrendiği Isveççeyi nerede, nasıl kullanacağını düşünüyor. Ibsen, bildiğiniz gibi Norveçli. Yazdığı her şeyi Nor- veç dilinde yazmış, Çehov'u, okumadığı kitaplar üs- tüne yazı yazan bir cahil olmakla suçlayabilir miyiz? Bir de Potomac sularında yüzerken gördüğüm ge- yikler ne oldu acaba? Çok merak ediyorum. 'Demoknasi İçin Karikatür' ödülleri Kültür Servisi - Karikatürcüler Derneği Yönetim Kurulu \e dernek bünyesinde yer alan Sanat Kurulu'nun bu yıl ılk defa gazetemiz çizeri Musa Kart ile Leman mizah dergisine verdiği 'Demokrasi İçin Karikatür Ödülü' töreni salı günü saat 19.00'da Karaca Tiyatrosu'nda yapılacak. Ödül törenine Kart'ın \e Leman dergisinin çalışanlanndan örneklerin sergilendiği bir dia gösterisi ve Ferda Ereren müzik dinletisinin yanı sıra 'Demokrasi ve Karikatür' konulu bir panel gerçekleştirilecek. Eflatun Nuri. Ertan Aydın, Ferit Öngören, gazetemiz yazan llhan Selcuk ve Tuncay Akgün'ün katılacağı paneli Necati Abacı yönetecek. Çizerlerin ödüllerini ise Karikatürcüler Derneği'nin kuruculanndan Semih Balcıoğlu \e Turhan Selçuk verecek. Musa Kart'ın ve Leman dergisinin yayımlanmış çalışmalan 29 şubat tarihine dek derneğin Yerebatan Sarnıcı çıkışındaki galerisinde izlenebilir. Istanbul kartpostallan sergisi Kültür Servisi - Istanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Koleksiyonu'ndan seçilerek düzenlenen "Eski tstanbul Kartpostallan Sergisi' 5-28 şubat tarihleri arasında izleyiciye sunuluyor. Sergide Eyüp, Kâğıthane, Beyazıt Meydanı, Sultanahmet Camii, Galata Köprüsü, Ortaköy Camii, Beykoz, Moda, Üsküdar, Ayasofya gibi tanhi mekânlann 19. >oizyıl sonuna ait görüntüleri yer alıyor. pphan Kural'dan 'Ayrı Dünyaların İnsanlapı' Kültür Servisi - Prof. Dr. Orhan Kural; Hindistan, Taylan4 Çin, Doğu Türkistan, Nepal ve Tibet ağırlıklı olan 'Ayn Dünyalann lnsanlan' konulu fotoğraf sergisi ile Pimapen Kültürevi'nde. 6-19 şubat tanhleri arasında gerçekleştirilecek sergisi için Orhan Kural şunlan söylüyor: "Ayn Dünyalann İnsanlan'nın yüzlerinde ve gözlerinde pek yabancısı olmadığınız bir çok ifadeyi görebilırsiniz. Kaygı, mutluluk, üzüntö, saflık, gizli bir hüzün.. ama yine de bu yüzlerin hemen hemen hepsinde ortak bir nokta var; her şeye rağmen umut."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear