23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
* HAZİRAN 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 CRAMOFON İCNESİ SELİM tLERİ 7 ıkhz Kenter'i nasıl nitelemek gerekir? Tûrk tiyatrosunun çok önemli bir sanatçısı ol- duğunu bir kez daha yinele- tneye elbette gerek yok. Si- nemaya emekleri de biliniyor. Sözgelimi HaKt Refiğ'in yönettiği 'Hanım' fibni. Bu yapım son dönem Türk sinemasının en güzel filmlerinden biriydi. Kansere y enik düşmeye mahkûm, cumhuriyet ay- dını Olcay Hanım, beyaz kedisi için bu- günün çürük çank lstanbulu'nda şefkat- lı bir sığınak anyordu. Yıldız Kenter'in başanlı oyunu beni büyülemişti. Ama bıraz eski yıllara dönmek istiyo- rum. Radyo yıllanna. Nitekim bu radyo yıllannı söyleşimiz sırasında Yıldız Ha- nım'a da soracağım. Radyonun sevilen dizisi 'UğurhıgîDer', orta halli tstanbul ailesıni nice zamanlar Kent Oyuncula- n'nın sesinden yaşatmıştı. Yıldız Hanım 'anne'yı seslendiriyordu. Daha da eski yıllar şimdi kulağımda yankıyor: Radyo Tiyatrosu, perşembe geceleri, saat 21.00'de. Tennessee WlBiams'ın 'Sırça Köşk'ü. Bu kez adamakıllı trajık bir dün- ya. Bu oyun birdenbıre yazar olma öz- lemleri uyandınyor bende. Yıldız Ken- ter yine 'anne'dir. Mutlaka yazar olma- lıyım. Bir de hıçkıra hıçkıra ağladığimı hatırlıyorum... Yıl 1995, Haziran ayı. "Radyo" diyor Yıldız Hanım, "bizün yetişmemizde bü- yük rol oynamıstır. Biz radyo çocuklany- dık. Teievizyon görsel olduğu için bedd ileri bir teknolojiyi yansıüyor, ama rad- yonun yaratacınğa yöneiten, hayal gücû- nü çauştıran biitün imkânlan da sflmip ghU" - Peki, radyoyla yetisen Yıldız Ken- ter'in tiyatro tutknsu, sahne serüveni na- sıl başlanustı? On bir yaşındayken Ankara Radyo- su'nda 'Ayşe Abia Çocuk Kulübü'yle başladım. Sonra Halkevi Korosu'na ve temsil koluna gırdim. Ortaokulu bitirin- ce konservatuvara girmek istedim; beni bırakmadılar. Bir yıl lise okudum; fakat zorundakalıyor. Memleketimızin yüzde yetmişi genç ve bu ciddi rakamın eğiti- mi konusunda bir sekiz yıl bile gerekli görülmüyor. Biz bu artan nüfusa hiç yar- dımcı olamıyoruz, bakamıyoruz. Yoz- laşma, her yerden patlak veriyor. - Başka konuya geçiyorum. Kent Oyunculan Çehov oynadı,' Martı'yı,'Üç KJzkardeş'i Uk sizkrden izledik. Bizim kuşak sizlerden izledL Sonra Turgenyev, 'Babalar \e Oğullar' . Rus klasiklerine bu iigini/ nereden geüyordu? Benim ken- dimce bir tahminim var, ama— Ilk gençlik çağlanmızda hep Dosto- yevski, Çehov, Toistoy, Turgenyev okur- duk. Milli Eğitım Bakanlığı klasiklenn- de, bu eserler duyarlı tercümelerle ya- yımlanmıştır. Hepsini bûyük zevkle okurduk. O dünyalarla, o dünyalann içinde yetiştik. Bu eserlerde merhamet, acı, insanca her şey vardı. Öyle sanıyo- rum ki insan gençliğindeki güzellikleri bir de sahnede taidabilmek istiyor. Çe- hov'u oynamak bizim için şerefti. - Ben, o dönem Rus yazarlannın. Çar- lık Rusyası yazarianıun eserierüıde bi- zim hayatlanmızın, sıkınülanmızın, acı- lanmıan yansunasuu görürüm. Çehov (nunlan. oradaki temenniler, bugünü- müze ışık tutuyor gibime getir_ Elbette. Muhakkak. O romanlarda hep bir 'kvas' ıcilır, hep 'bir kadeh kvas' sö- zü geçer. Sonradan Sovyetler Bırliği'ne gıttiğimizde ben kvas dıye tutturmuş- tum; fakat her şey değişmiş, kimse bil- miyor, şaşınyorlar. O romanlann, o eser- lerin bizdeki, belleğimizdeki yaşamala- n daha yoğun kalmış... - Sanatçı Yıldız Kenter, birtakım tar- bşmalardan, polemiklerden tızak kalma- ya dikkat etmistir. Ama zaman zaman bu rürden sonınlar da karşınıza çıktı. Bir öztürkçe' tarüşmasıhaürlryorum.Baş»- nız epe> agnmıştı_ Çokf Yargılandığımız ve mahkûm edıldiğımiz bir olay olmuştu. O zaman Nazlı Ibcak Hanım Türkçe konusunda bir toplantı için bizi çağırmıştı. Ben, ta- Ydchz KenterTe yıflar...çok mutsuzdum. Tiyatrodaydı aklım fik- rim. Sonunda babam yardımcı oldu. Sı- nava girdım, kazandım. Konservaruvar başladı. Şimdı dûşûndüğümde mesleğı- mi çok küçük yaşta zaten seçmiş oldu- ğumu ayırt ediyorum... Bu arada bana çok yardım eden Agâh Hün, Neriman Hiin vardı, onlan hiç unutmam. tkisi de öldûler, ikisine de büyük vefa borcum var. Tfşman otan UP - Araya yıDar girdi. Yıldız Kenter, bu- günkü Yıldız Kenter oMu. Bununla bir- Hkte pişman okluğunuz giiıüer, zamanlar obnadı mı? Tiyatronun ağır yükünden bunakuğuuz, Başka bir meslek seçsey- dim' dediğiniz anlar olmadı mı? Çünkü zor bir serüven_ Ben aslında pişman olan bir insanım. Bazılan yapüklan hiçbir şeyden pişman- lık duymazlar. Ben öyle değilim, yaptık- lanmdan pek çok zaman pişman oldum. Ama oyunculuktan asla; tiyatrodan hiç- bir zaman pişmanlık duymadım. Bu ba- kımdan çok şanslı bir insanmışım. Bir defa çok genç yaşta girdim bu işe; çok değerli hocalanm oldu. Gûzel bırdünya- nın içinde var oldum. Tiyatroculuğu seç- tigınız zaman bunun acılanna, kahırlan- na, sizi düşürdüğü gülünç durumlara, be- ceriksizliklere, rollerle büyük ödeşmeni- ze katlanmanız gerekiyor. Bütün o terle- meye, yorulmaya karşın başansız oldu- ğunuz zamanlar söz konusudur. Ama hiçbıri bende pişmanlık uyandırmamış- tır. Ilk 'On tkinci Gece'yle sahneye çık- mıştım. Parlak bir öğrenciyken sahneye 'Çikınca bir balon gibi şişmiş olduğumu, iğne batar batmaz anladım. Öyle bir sön- düm ki sürûndüm, üç-dört yıl her şeye yeniden başlamak, her şeyi sahne prati- ği içinde anlamak, çözümlemek gerekti. Çok acı çektım o ılk yıllar... Sonra ho- cam Cûneyt Gökçer'in bana güvenme- siyk oynayabıldiğim 'Miras'la bir par- ça ayaklanmın üstûnde durmaya başla- dım. Ondan sonra düşmemek gayem ol- du, ama mümkün değıl tabii.. - Şimdi sizûı yetiştiğiniz yiflarda. hatta daha öncesinaetiyatronun bambaşka bir hiban vank Bugünfin değerier skalasın- da t>atro, ne yazık ki aym yerde degfl. Söytediklerime kabuyorsamz,bunu nasıl yonımlamak gerekir? Tiyatronun ikinci plasda kalnasının sebebi ne? Tyatroya başladığım dönemde bası- myli, seyirrisiyle, sanatçısıyla, politika- 'cısıyla iç içe geçmiş bir güç vardı. Bu çok gizil bir şeydi. Mesela hem tnönü hem CehJ Bayar tiyatro izlemekten samimi bır levk alırlardı. Her ikisi de oynanan oyınlann hemen hepsine gelirlerdi. Dev- let »damlan. tiyatro sanatının önemini ^rcekten bJen kışilerdi. Operayı, mûzik sanıtını adeta teşvik ederlerdi. Onlann fcu eşviki hem basını hem seyirciyi et- lrikrdi. Yan: itibar kazandırmak istediler, itibtn olmayan bu gûzelim mesleğe... lyatro flbmnı HSB8I lıBlnlıl -Neden idban obnasuı ki? Tabiı ki nban yoktu. Taa eski çağlar- caı beri. Tı/atrocuya sahitlık bile yaptı- ninazdı. Bir hafıfe alınan taraflan da 5Üıip gitntştir. Mesela ben Istanbul'a gö ettiğiıtde, Ankara'dan geldiğimde nzın süre tana ev vermediler... -tnanıhrgibidep! ionra usalanmızın, 'Darülbedayi'de- ti ik ustalann ne acı çektiklerinı, toplum ıaatında lendilerini kabul ettirebilmek ÇB ne erndt verdiklerini düşûnüyorum iaıçim titryor. Hâlâ da size iltifat eder- lesen 'büviksanatçı' filan derlerken iç- « ! olanlaı.ten olmayanı sezebiliyorsu- ı u . Öyle janp ses tınılanyla "Buyrnn V«lız HaniDcığım, şöyle oturun™' den- drinde o siyleyişteki ulufe dağıtışı, he- men fark edersinız. Buna bazen en aydın kişilerde bile rastlıyorum. - Yetisme yıttannızda siz nasıl algılar- dınız sanatçdan? Ben sanatçılara âşıktım. Çocukluğum- dan beri âşık olduğum bir topluluk var- dı, sanatçı topluluğu. Onlan görebilmek için konservatuvann önüne giderdim. Onlan Cebeci'de, Ankara'da yûrüyüş yaptıklan zaman takip ederdim. Yanı on- lar, benim için üsrün kişilerdi. Sanatçı o kadar çok insan tanımak mecburiyetin- de, o kadar çok insanı yem gibi yutup özümsemek durumunda ki onlarda her insan için, her insan tutumu için öğreni- lecek çok şey vardır diye dûşündûm. Öf- kelenseler bile kavga etmezler, öfkeleri- ne yenik dûşmezler, kıskanırlar, ama kıs- kançlık duygusunu çok tyi bildıklerin- den kıskançlıktan tiksinirler diye düşün- dûm. Tabiı büyük yanılgılaradüştüğüm, büyük hayal kınklıklanna uğradığım da oldu. - Bu hayal kınkhklanndan söz açsak_ Ne gerek var? Geçmişin acılannı te- bessümle anmalıyız. - Günûmüzün dünyası da hayal kınk- hğı uyandınyor mu Yıldız Hanım? Her kafa yorma ımkânıdır. Annem-babam yatmadan önce mutlaka kitap okurlardı. Bizler alamadığımız kıtaplan değış to- kuş ederdik. "Sen ne okudua, onu oku- dun mu", bu sorular çok hoş bir yanştı aramızda. Şimdi kitap okuma yanşının yerinı spor ayakkabı, filan marka tişört ve benzerleri aldı... Vq TÜPk yazannm adm saym' - Bu tarz hoesler, nasıl olup da son yir- mi, yirmi beş yıkia herkesi sanp sarma- ladı? Bunu neye bağbyorsunuz? Şımdı konservatuvara giren öğrencile- re soruyorum, "Üç Türk tiyatro yazan- nın adını sa\ın_~ diyorum. Çok çok bi- len ancak iki ad sayab'ıliyor. tstekler, ta- lepler bambaşka. Klasik tiyatroyu bil- mek bir baz edinmektir. Mesela 'Ham- let'ten bir sahne çalışılmış, ama kimse Hamlet'ın bürününü okumuyor, yalnız- ca o sahne... "Claudius kimdir, Gertru- de kimdir" diyorsunuz, bakıyor... Bir pi- yeste rolünüz ortada başlayabilir, ama başını ve sonunu da bilmek zonmdası- nız. Oysa bu çaba gereksiz sayılıyor. Bunlar yaşamımıza da geçti. Biz bugü- nü yaşar görünüyoruz, ama dünü bilmi- (Fotoğraflar: UĞUR GÜNYÜZ) sin, yıpranmasın diye emek veririm. Ger- çek sanatçılığı, gerçek tiyatroculuğu. si- nemacılığı da korumak gerekiyor. Elbet- te Nejat Uygur, çok önemli bir sanatçı. Jestleri, mimikleri plastik kıvraklıgı, el- bette onu bir geleneğin önemli temsilci- si yapıyor. Bunun yanı sıra Nejat Uygur, tiyarrosunu tek başına kurmuş, yürüt- müş. ayakta tutabilmiş insandır. Yani emek vermiştir, gerektiğinde bilet sat- mıştır, gerektiğinde tuvalet temizlemiş- tir. Tıpkı bizim gibi. Tıpkı bizim yaptı- gımız gibi. Bu emek, bu çaba sizi sanat- çı olarak sağlam bir temele oturtuyor. Onu kimse, hiçbir şey kolay kolay boza- mıyor artık. Bugün şurada burada, teie- vizyon kanallannda yapılan maskaralık- lann arkasında ne öyle bir geleneksel çizgi var ne emek ne çaba. Çehov oymtan - Emek ve çaba sizce niye Idmseyi ilgi- lendirmiyor? Şimdi Nejat Uygur dediniz. tnanılmaz zamanlama gücü olan, her şeyini tek ba- şına götürmüş, bunca yıl o ûslubu götûr- müş, direnmiş bir insan. Hayranlık du- yuyorum. Ama çok ağır bedel ödemiş- 7aptıklanmdan pek çok zaman pişman oldum. Ama oyunculuktan asla; tiyatrodan hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Bu bakımdan çok şanslı insanmışım...tlk 'On tkinci Gece'yle sahneye çıkmıştım. Parlak bir öğrenciyken sahneye çıkınca bir balon gibi şişmiş olduğumu, iğne batar batmaz anladım. Öyle bir sürûndüm ki....Çok acı çektim o ilk yıllar. ' imse bir değeri korumak istemiyor. Mesela ben bir kitaba, bir elbiseye, bir şeye aşkla bağlanınm; onlan korumak isterim. Elbiseyse söz konusu, eskimesin, yıpranmasın diye emek veririm. Gerçek sanatçılığı, gerçek tiyatroculuğu, sinemacılığı da korumak gerekiyor. K şeyin bir rulet masası başında geçtiğini düşûnüyorum bazen. Insanlan artık sa- nat, küHür, edebiyat, tiyatro büyülemi- yor, markalar büyülüyor, dolar alım-sa- rjmu borsa, otomobU, bulaşık makinesi büyülüyor— Elbette. lnsanlarçağlanndan,dönem- lerinden etkileniyorlar. Gençler daha çok etkileniyor. Çaresiz, bugün markalann dünyası yaşanacak. Dün çok farklıydı. Toplumu belirleyen ekonomik düzey, or- ta halli ailenin düzeyiydi. Orta halli in- sanlar, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Benim gençhğimin çağı bir para çağı değildi. Belki fakirlik yine vardı, ama zengin-fakir aynmı böylesi- ne keskin değildi. Şimdi zengin marka- lan kullanıyor, fakir de o markalann ha- yalini kuruyor... Yetışme yıllanmda teie- vizyon olmadığı için kitap tek sevinci- mızdi. Kitap okumak, ne okursanız oku- yun, bır düşünme, biriktirme, üzerinde yoruz, yannı düşünmüyoruz. Halbuki dünü bilmeden, düşünmeden, hatırlama- dan, bugürıü yaşayamayız, değerlendi- remeyiz. Durum böyle olunca, bugûn- den çok azımız tedirginlık duyabiliyor. - Sanatın. yaratıcıhğm yelpazesi de da- raldı gibime geliyor. Şimdi genç insan te- levizyonda izlediği birbirinden bayağı, ürkünç dizilerdeki aktöıiüğe özeniyor. Zaten para kazanmak sorunu da o işler- le çözümlenebOecek. ÖnJerinde başka is- ükbal yok. Dün öyle değildi. Edebiyatta; Kerime Nadır aşk romanı, Esat Mahmut casusluk romanı, Reşat Nun de edebi ro- man yazıyordu. Sanınm bu tiyatroda da böyieydL Mesela bugün bir Nejat Uygur yetişmiyor. Nejat l> gur >etişmiyor, ama herkes komedyen geçiniyor_ Kimse bır değen korumak istemiyor. Mesela ben bir kitaba. bir elbiseye, bır şeye aşkla bağlanınm; onlan korumak isterim. Elbiseyse söz konusu. eskime- tir. O mücadele sizde iz bırakır, dışanya aksetmez. Bu bedel, işte bedeli kimse ödemek istemiyor bugün. O yüzden de gelgeç başanlar olup bitiyor, başan de- nebilirse tabii. - Çok kurcahyorum. ama niye sizler bedel ödemeyi göze aldınız da günümüz- de bedele falan yanaşılmıyor? Şunu hep söylüyorum: Biz, ilköğreni- mı, zorunlu öğrenimi, ılk eğitimı, bir tûr- lü sekiz yıla çıkaramıyonız. Bazı başka türlü güçler engel oluyor adeta. Bu güç- ler gençlerimızi. çocuklanmı?i kapıveri- yor ve eğitimsiz nesil bambaşka amaç- lara yöneltiliyor. Bu güçlerin aynca mad- di güçleri de var, inanç güçleri de var. Asıl eğitimin sağlaması gerekli her tür- lü imkândan, güzeilikten yoksun kalmış genç insanlar; bedeli, bedel ödemeyi ne- reden öğrensin ki?! Bambaşka, çok acı bedeller ödemeye zorlanıyorlar. Toplum da bambaşka, çok acı bedeller ödemek bii, Mefa'h Cevdet Anday'ı, HaMun Ta- ner"i, Necati Cumah'yı çağırmalannın daha uygun olacağını söy lemiştim. Ben, "Bu kadar insan varken Türk diü konu- sunda bilimsel açıdan konuşmak iste- mem" dedim. Haldun Bey'le konuşmuş- lar, Haldun Bey kabul etmemiş. Necati Cumalı Bey'le konuştular mı, bilmiyo- rum. Tekrarbana telefon ettiler; "Onlar- la maafcstf olmuyor" dediler. Ben, "Yi- ne konuşamam, fakat örnekler okuyabi- hnm" dedim. "Şinasi'denokuyabilirim, Orhan Veli'den w bugünden bir metin okuvabilirim" dedim. Benim yaptığım bu. Ve Orhan Veli'nin pınl pınl bir dili olduğunu vurgulamak. Benim bütün yaptığım bu. Fakat değişik görüşlerin ça- tıştığı bir ortamda bu tutumumuz bin çe- şit yere çekildi. Çok hırpalandım. çok üzüldüm Yaptığımahiç pişman değilim, ama hak etmediğım sözlerle karşılaştım. - Bu rürden bir tartışma da gaJiba kar- şı açıdan geunisti. Deminkindc Osmanb- cacryken bir de öztürkçeci, uydurma dil yanüsı olaraksuçbuımıştınız, vanılmryor- sam? Hem de büyük Türk şairi Bebçet Ne- catigfl'in çevirisiyle. Bu tokadı, daha ön- ce yemiştim. Raİunetli Necatigil, bizim ilk Çehov oyunumuz 'Martı'y< çevınniş- ti... - Evet, eşsiz bir çeviridir— ... Ve ilk defa bazı sözcükJeri biz ora- da söyledik: Mutlu, mutsuz, ilginç... Çok güzel bir çeviridir. Fakat o zaman da bir başka kesımden azar işitmiştik. Neyse bugün bunlann hepsine sevgiyle, tebes- sümle bakıyorum Selim'ciğim. - Sizin bir de yüiara bölünmüş sinema oyunculuğunuz var. Sık sıkohnasa da sü- rekK film çevirdiniz— Sinemayı çok seviyorum. Tiyatro oyunculuğundan çok farklı. Tiyatroda bir bütünü aralıksız ve sırasıyla alıp gö- tûrmek durumundasınız. Sinema bir mo- zaik. Şimdi şu kadannı canlandınyorsu- nuz, şimdi şu kadannı yaşatmaya uğra- şıyorsunuz. Mozaiğin taşlannı birer-iki- şer döşemek beni inanılmaz şekilde dın- lendiriyor. Çocuk gibi seviniyorum. Son- ra tabii yüzünüzü çok başka türlü kullan- ma imkânına sahipsiniz. Bu da bambaş- ka bır deneyim oluyor. Bir de sinema, si- zi çok başka çevrelere alıp götürüyor. - Tanık olabîldiğim kadan> la Yıldız Kenter çabşkan, çok çahşkan bir sanat- çı. Bu yönünüz nasıl gelişti? Çahşmak, alınteri dökmek de toptumumuzdan uzaklasan özellikler. Bir defa çalışmayı çok seviyorum. Mesleğimi, işimi hayatımın ta kendisi kabul ediyorum. Çahşmak insanoğlunun en güzel mutluluğu. Hiçbir çalışma, bo- şa gitmez. Bunu öğrencilerime de sık sık söylerim. Sıkıcı, yorucu gelebilir çalış- mak: alışmcaya, tadına vanncaya kadar. Bakarsınız. yanrt, "Bugün boşuna beni yoruyor" dediğiniz bir çalışma, başka ve çok gerekli bir çalışmanın desteği olup çıkmıştır. Kolay, kestırme yollara kendi- nizi vurdunuz mu, kazanmış gözûkür- ken hep kaybediyorsunuz. Oysa bizim yeni birçok şeyi öğrenmeye ihtiyacımız var. Eski birçok şeyi öğrenmeye daha da çok ihtiyacımız var. Oğrenmek hiçbir yaşta sona ermediğine göre, çahşmak da hiç bitmiyor. Ve sonuna kadar mutlu ol- ma şansımız da azalmıyor. Dediğim gibi haziran akşamıydı, bir ustayla karşılıklı oturmuş, yıllan konu- şuyorduk. Alçakgönüllü, ama ilkeci; sevgi dolu. ama seveceği şeyleri özenle seçen Yıldız Kenter'i biraz daha yakın- dan tanıma fırsatı buluyordum. Yazık ki yazıya seslerin tınısı geçirilemiyor. Yıl- dız Hanım'ın kendisıni yetiştiren hoca- lanndan, büyüklerinden söz açarken o içten coşkusu, sesinin tınısına yansımış kadirbılirlıği, haziran akşamında eriyip gıder diye çok korkmuştum. Yanılmışım; hepsi yine çınlayıp duruyor... ODAK NOKTASI AHMETCEMAL Kültiip, Bağnadığa Gelmez... Sizimkisi gibi, hep gırtlağına kadar günlük politika- ya batan/batınlan, böylece de oylumlu düşünme ça- balanna yabancılaştınlan ortamlarda, kendi uzak ve yakın geçmişimize yönelik değerlendirmelerde bikji temelinden gittikçe uzaklaşılması, bilgi edinmek için harcanması zorunlu zamanın temelsiz savlar aracılı- ğıyia kısattılması kaçınılmaz oluyor. Geçen günlerde özel televızyonlanmızdan birinde, beş dakıkalık bir yorumun çerçevesine sığdınlıveren bir sava göre, Halikamas Balıkçısı'nın, Sabahat- tin Eyuboğlu'nun, Azra Erhat ın ve yakın çevreleri- nin bir zamanlar gerçekleştirdikleri büyük kültür ha- reketinin temelinde, zamanlannın tek parti politika- sını pekiştirmek, yine bu politika doğrultusunda top- lumumuzun Türk-Osmanlı kültür kökenlerinin yerine antikçağ Yunan ve Roma kültürierını geçirmek gibi amaçlar yatıyormuş. Bugün ülkemizde ömeğin kimi ailelerin çocuklannaTürkçe kökenli adlarta ilgisiz ad- lar takmalannın nedenini de burada aramak gereki- yormuş... Teievizyon gibi mityonluk kitlelere seslenebilen bir medya aracılığıyia yakın kültür tarihimizin böylesine saptınlması karşısında, bazı noktalara bir kez daha değinmeyı ve önceki yazılanmızda dile getirmeye ça- Itştığımız bazı gerekçelen yinelemeyı kaçınılmaz sa- ytyoruz... Batılılaşma bağlamında Türkiye'de öteden beri ya- pılagelen temel yanlışlık, Batı'nın kimi kurumlannı ül- kemize getirirken, o kurumlann düşünce temellerini özümsemeye ve değeıiendirmeye aynı titızlığin gös- terilmemesi olmuştur. Bunun en çarptcı örneklerin- den birini hukuk alanından verebiliriz. Isviçre Mede- ni Kanunu'nun "ıktibası" yoluyla hukuk düzenimize giren Türk Medeni Kanunu -Isviçre'den alınması ne- deniyle- kaynağını doğrudan eski Roma hukukunda bulur. Başta "özgürtük", yanı "libertas" kavramı ol- mak üzere, Roma hukuku, bütünüyle eski Latin kül- türünün ürünüdür. Bir başka -ve kendine özgü biçim- de "laik"- kültür ortamında gelişmiş hukuk kavram- lannın, laik olması öngörülen, ama laikleştirme eyle- minin yeterince karartı ve ödünsüz gerçekleştirile- mediği birtoplumda yürüriüğe konması, Türk Mede- ni Kanunu'nun uygulamada karşılaştığı güçlüklerin temel nedenlerinden birini oluşturmuştur. Batı'nın düşünce sistemine yönelmek, buna kar- şılık o düşünce sisteminin temeli olan antikçağ Yu- nan felsefesinin egitimini neredeyse fıldişi bir kuleye kapatıp, yalnızca "ilgilenenler"e açık bir tür uzman- lık alanına dönüştürmek, Batılılaşmaya yönelirken yapılan bir başka temel yanhşlıktır. Zamanımızdan ikibin beşyüz yıl önce, degişım düşüncesını Herak- leitos'la, tektannlılık düşüncesini Xenophanes le, "Tannlann aslında dünyada olup biten her şeyle il- gilenmedikleri" düşüncesini, başka deyişle laikliğin köklerini Euripides'le tanımış olan Batı'nın karşısın- da, bu temellere inmeyi genelde önemsememek, bu- günü var edenlerin ızıni geçmişte sürme alışkanlığı- nı yeterince edinememek ya da bu iz sürme eylemı- ne gelişigüzel noktalarda son vermek, sonuçta âltı boşluklarla dolu bir yenileşme istencinin yerleşme- sine neden olmuştur. Halikamas Balıkçısı'yia öğrencilerinin ve arkadaş- lannın çabalan, ancak bu gerçekler göz önünde tu- tulabildiği takdirde yerine oturtulabilir. Özetleyecek olursak eğer, o gerçek aydınlann bütün çabalannın odak noktası, ülkemızin ve toplumumuzun bugünü- nü bu topraklardan gelip geçmiş bütün uygarlıklar- da, başka deyişle çok oylumlu bir 'dün'de aramak- tır. Halikamas Balıkçısı, Anadolu'nun bugün de halk arasında daha dünmüşçesine canlı yaşayan efsane- lerinde nice eski uygariıklann mirasını bulurken, Yu- nan felsefesinin kuruculannın lyonya'da yaşamış ol- malannı bizim düşüncemizde uzanan/ uzanması ge- reken doğal birköprü sayarken, Sabahattin Eyuboğ- lu, bir Yunus Emre'nin evrene aşkla seslenen diliy- le Batı hümanizmasını aynı potaya dökerken, Azra Er- hat ise artık yüzyıllardır her şeyiyle bizim olan toprak- larda, Çanakkale'de yaşanmış, esin kaynağı olma niteliğını Shakespeare e ve çok sonrasına kadar sürdürmüş olan Troya Savaşı'nın öyküsünü. yine bu topraklarda yaşamış bir koca ozanın, Homeros'un dizelerinden bır çeviri anıtı olarak dilimize aktanrken yaptlan ve amaçlanan, hep aynıdır. 'Bugün 'ü 'dün 'ün bir sonucu, 'yann '\ da bugünün uzantısı niteliğiyie ya- şamayı öngören bırtarih bilincini yerleştirmek ve böy- le bir bilinci edinebilme bağlamında yaşadığımız top- raklarda gövemniş uygarlıkları tanımanın, onlara bi- rer miras niteliğiyle sahip çıkmanın önemini gözler önüne sermek. Bütün bir toplumun "tepkisiz" diye suçlanması, ama öte yandan ekranlann her gün o tepkisizliği da- ha da pekiştirecek programlaria doldurulması, gaf- tet olarak nitelendırilebilır. Buna karşılık o toplumu kül- türel kimliğiyle tanıştırabilme, ona bütün köklerini gösterme amacına hayatlannı adamış olanlan ekran- larda beş dakikada kötülemek, "gaflefi epey aşan bir şeydir... YAPI KREDİ ULUSLARARASI GENÇLİK FESTtVAIİ BUGÜN: 19.00 Aya Irini: Ruhi Ayangil Orkestra ve Korosu 19.30 Cetnal Resit Re> Konser Salonu: Mosalini Tango- Şarkı \e Dans Topluluğu YARIN: 19.30 CemalReşitRey Konser Salonu: Fazıl Say (piyano) Perşembe BLUESEXPRESS Cuma & Cumartesi BEN OKAFOR Jamaican Reggae Band MERCURY Çubuklu 200 KİŞİLİK İSTANBUL MEYHANESI Rez. Td: (0216) 413 68 80/81 23.00'den güniin Uk ıştklanna kadar... IsUme'den ücretsı: motor servnı \ardır
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear