16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 HAZİRAN1995 SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 'Bombay'a gitme şansım olsa flk uçağa binerdim' Salman Rüşdü'nün yeni romanı 'Arabm SonNefesi' sonbaharda yayımlanıyor "ŞevtanAyeÖerPnden son- ra, Hitıt kökenli Ingiliz yazar Sabnan Rüşdü'nün yazdığı ilk romanın adı "The Moor's Last Sigh" (Arabın Son Ne- fesi). Çok kültürlü bir ortam- da geçen romanın başkişisi; annesi Hıristiyan Portekizli- Hintli, babası Yahudı bir ls- yanyol-Arap-Hintli kanşımı olan bir çocuk. Salnjan Rüşdü, yeni yapı- tıyla ilgili ilk söyleşiyi, yaza- nn Danimarkaca çevinneni Thomas Harder ile yaptı. Is- veç gazetesi Dagens Nyhe- ter'de 28 mayısta yayımlanan söyleşinın bazı bölümlerini aktanyoruz: Harder: Yeni romanın "The Moor's Last Sigh" öy- lesine yaşam ve renk dolu ki, son yıllarda yaşamak zorun- da olduğun koşullar altında bunu yazdı- ğına inanmak güç. Rüşdü: Hindistan gezilenm sırasmda sürekiı olarak günce tutmamın bana bü- yük yaran oldu. Kitabın ilk bölümü, Gü- ney Hindistan'da geçiyor. Burada, 1983 ve 1987'de yaptığım gezilerdeki notlanm çok işime yaradı. Örneğin, hangi bitki- lerin nerede daha iyi yetiştiğini. nasıl koktuklannı ve diğer somut tanımlama- lan yazmıştım. Kuşkusuz, daha sonra okuduğurnda birçok anım canlandı. Bu güncelerim olmadan, romanın Hindis- tan bölümünü asla yazamazdım. Fakat, eğer dunımum çok acil olarak değişmezse ve yılda bir kez Hindistan'a gider hale gelemezsem, bir daha olayla- nn Hindistan'da yaşandığı, o çevrenin olduğu bir roman yazamam. Hiç kuşku- suz, Hintli kişilerle ve yerlerle ilgili çok şey yazabilirim ama, bugûne dek ızledı- ğim çizgi, son durumu aynen yansıtmak olduğu için, işte bunu yapamam. Her ye- ni gelişmeyi yerinde izleyemezsem, çev- reyle olan yakın ilişkım kopar. Harder: Ingiltere'yle ya da Avru- pa'yla ilgili yazmayı düşünür müydün? Rüşdü: Bilmem ki... dünya büyük; edebiyat, dünyadan da büyûk. Harder. Senin çevirmenlerinin karşı- sına çıkan sürekli bir sorun, sürekli ola- rak yalnızca Hindistan'da geçerli olan durumlara değinmen. Dünyanın diğer bölgelerinde yaşayanlar için bazı şeyle- ri anlamak güç oluyor. Rüşdü: Hintliler benim romanlanmı okuduklan zaman, verilen işaretleri an- lıyorlar. Başkalan ise güç durumda ka- lıyorlar, çünkü Laurence Sterne'i, Dlc- kens'ı ya da bir şiıri andığımda hiçbir çağnşımla karşılaşmıyorlar. Belki de en iyisi bu. Tadı güzel bir çorbanın her mal- zemesini ayırt etmek gerekmez çünkü. Harder: Gayetbilinçli olarak, Hindis- tan lngilizcesiyle standart lngiltere Ingi- lizcesi arasındaki farklılıklardan yararla- nıyorsun... Rüşdü: Hep yaptığım bir şey. Söz di- zimi ve tümcelerin uzunluğu dışında, do- ğal olarak argo ve sözcük haznesi bakı- mından da önemli farklılıklar var. Ayn- ca diğer derin farklılıklar da var. Örne- ğin Hintçe, çok daha görüntü yüklü, me- taforlu bır dil. Urdu diliyle "mehtap yük- setiyordu"demek için, "mehtap uyanı- yor" sözcükleri yeğlenir. Benim anadi- lim Urduca; Hintçeyi de biliyorum. Bu iki dilde normal bir tümce, batı dillerin- de olduğundan daha uzundur. Bu farkJı- lığı, Ingilizceye aktarmaya çalışıyorum. Kulağa garipgelebilir ama bu gariplik il- ginç ve çarpıcı da olabilir. Harder: Daha önce kanşık kültürleri ve babası belirsiz çocuklan sevdiğini söylemiştin. Yeni romanmın baş kişisi; annesi Hıristiyan bir Portekiz - Hint ka- nşımı kadın, babası ise Ispanyol, Arap ve Hintli kanşımı bir Yahudi. Kan ve kül- tür kanşımı bakımından bu durum reko- ra yakın olmalı... Rüşdü: Şu sıralar Hindistan'da, azın- lıklara karşı bir çeşit kampanya sürdürü- lüyor. Hint çogunluk, Hindistan kültürü- nü tümüyle Hindu kültürü olarak tanım- lıyor ve başka her şeyi dışlıyor. Ben, bu çoğunluğun Hindistan kültürünü tekeli- Jiu romanımla belirli bir projeyi de sonuçlandırmış oluyorum. "Geceyansı Çocuğu", "Utanç" ve "Şeytan Ayetleri" ile "The Moor's Last Sigh" bir Jcuartet oluyor, baştan böyle bir amaç taşımadıysam da. Eğer bu dört kitap sırayla okunursa, dördünde de ortak bir çizgi ve anafikir olduğu görülür. Artık bu proje sonuçlandığı için, rahatladım. Başka şeylere eğilmemin zamanı geldi. Şu anda, iki çarpıcı proje arasında kararsızım. Bir gün birisi hoşuma gidiyor, ertesi gün ondan bıkıyorum. Sonra yeniden ilgimi çekiyor... ne almasını reddediyorum. İşte bu ne- denle, olabilecek en küçük azınlığı, tek kişilik azınlığı başkışi olarak aldım ve okura, "Bu durum, anlablanlann Hint kültürü dtşındaoklıığunu göstermez, bu- du. Eline bir baltayı alıp bir ülkeyı ıkıye bölme düşüncesi bile... Evet, bizim ya- şamımız sırasında da böyle bir bölünme Avrupa'da görüldü, Almanya bölündü ama daha sonra, yapılanlar yapılmamış ağırlaşıyor. Eğer bundan sonra Pakıs- tan'a asla gidemezsem, hiç üzülmem. Harden V. S. Naipaul'un kaleminden Hindistan okununca bu ülkenin, son de- rece şiddetle iç içe bir ülke olduğu izle- Harden Şiddet, bu ülkey- le ilgili Batı'nın kullandığı iki klişeden biri. Ötekisi ba- nşçıl, sabırlı ve ruhani Hin- distan; materyalist, ruhani- likten uzak Batı'dan üstün bir ülke. Rüşdü: Bu iki klişeden ikincisi, en az doğru olanı. Ruhani Hindistan kanısı, ba- na hep komik gelmiştir. Ay- nı aymazlıkla, Batı'nın orta sınıfindan gençler Hindis- tan'a gittiler ve bir gurunun ayaklan önünde diz çöküp ona Rolex marka kol saatle- rini verdiler. Aklı bulmak için Hindistan'a gelen bu genç Batılılar. alay konusu oldular; halk güldü onlara. Annem onlara acırdı. Hippi- lerin yalınayak sokaklarda dolaştıklannı görünce onlan eve getirir, kannlannı doyururdu. Baba- lannın keyfı yerinde banka müdürü fılan olduklannı, sırt çantalannda Los Ange- les'e uçağın birinci sınıfında dönmelen için bılet olduğunu öğrenince çok şaşı- nrdı Ilfcıt tarttMi uı önentf adn GmM nu büerekoku\aeak>ını/ ucüım Immstan'a her geüşimde içtaı neşe dokıyor Harder: Hint yanmadasının, Hindu ağırlıklı Hindistan ile Müslüman Pakis- tan arasında bölünmesine defalarca de- ğindin. "The Moor's Last SigJTromanın- daki ailenin parçalanmışlığı, bölünmüş bu ülkeyı yansıtıyor... Rüşdü: Bölünme büyük bir acıydı. Ai- leler parçalandı. Evlilik bozuldu. Erkek Pakistan'a kaçtı, kadın Hindistan'da kal- dı ya da tam tersi. ArkadaşlıkJar bozul- ulüu. Ne yazık kı Hındıstan'ın bölün- müşlüğü, bölünmemiş hale getirilemez. Benim için yer çok garip. Benim ailem Müslüman bir Hint aılesi ama benim için Hindistan, yaşarnam için çok uygun bir ülke. Pakistan ise çok uygunsuz. Oysa kişinin aklında, durumun tam tersi ol- ması gerektiği geçiyor. Ne var ki bütün yanlışlanna karşın Hindistan çok zengin ve açık bir toplum. Pakistan ise kültürel açıdan yozlaşmış, kapalı bir toplum. Orada yaşanması hiç hoş dçğil. Hindis- tan'a her gelişimde içim neşe doluyor. Pakistan'a her gelişimde ise yüreğim nimi doğuyor Rüşdü: Evet. Hatta şunu da ileri süre- bilirsiniz: Hindistan, neredeyse ABD ka- dar şiddet dolu bir ülke. Tarihi, çok kan- lı ve acılı şiddet olaylanyla dolu. Yeni ro- manımda bütün bunlara deginiyorum. Periyodik olarak yaşanan, çok sarsıcı şid- det olaylan var. Nedenini açıklaması güç; ben hiç değilse deginiyorum bunla- ra. Naipaul bu durumu, barbarhğın işa- reti gibi yorumlama eğilimi taşıyor. Eğer söz konusu olan barbarlıksa -kı öyle- o zaman bu, bütün ınsanhğa özgü bir bar- barlıktır. Harder: Ama aynı klişeye. Gand- tai'nin neredeyse bir aziz gibı olduğu inancı dagiriyor... Rüşdü: Ben Gandhi'nin, Hindistan ta- nhi için çok büyük önemi olduğu görü- şündeyim. O olmadan, Hint ulusal hare- keti asla büyük bir kitle hareketine dö- nüşemezdi. Gandhi'nin en büyük başa- nsı, önceleri eğitimli orta sınıfin bir ör- gütü olan Ulusal Kongre'ye, halkçı taba- nı getirmesiydi. O olmadan, ulusal ba- ğımsızlık hareketi asla başanya ulaşa- mazdı. Bu konuda böyle önemli payı ol- masını hiç kuşkusuz saygıyla karşılamak gerek. Ancak azize benzetilmesinde, kendisinin de payı var. Aziz gibi tapılma- sına karşı değildi. Politik yaşantısının en önemli özelliği, kurnazlığı ve yolunu bi- lirobnasıydı. O uzun 'tuzyürüyüşü' çok akıllı bir politik adımdı. Onu yalnızca bir aziz olarak görmek, değerini azımsa- maktır. Romanımda başkişinin dedesi- nin, Gandhi'nin bir açıkhava toplantısı- na gıdişini anlatan bir bölüm var. Bu bö- lümü olduğu gibi R. K. Narayan'ın "\Vi- itingfor the Mahatma" adlı romanımdan aldım. Narayan, Gandhi'yi çok sevecen bır şekilde anlatıyor. Harder: Son romanında, Kipling'den Jebiralmtı var... Rüşdü: Kipling benim çok ilgimi çe- kiyor. Kipling'in çok özgün bir yazar ol- ması, en çarpıcı yanı. Daha az çarpıcı olan bir başka yanı ise, ırkçılığı. Hindis- tan'ı anlamıştı ama ne yazık ki ırk bakı- mından üstünlük gibı hazmı oldukça güç düşüncelen de vardı. Sözünüettiğin alm- tı, romanın başında yer alıyor. Bunda amacım. kolonyal düşünce biçimini oku- ra aktarabilmektir. Tipik ve klasik bir dü- şünce tarzmı, tam adamının ağzından alıp, romandaki Ingilizin ağzına aktar- mayı, kendi kendime yaratmaktan daha yararlı buldum. Bu düşünce, yalnızca Kipling'in değildi; bütün Batı dünyası- nındı. Harder: "East - West" adlı öykü kita- bında. kendıni Batı ile Doğu arasında se- çim yapmakta zorlanıyor hissettiğini, ama böyle bir seçim yapmayı reddettiği- ni yazıyorsun. Bu tarihi açıdan bakılın- ca, bir hayal değil mi? Senin için bu se- çimi başkalan yapmadı mı? Rüşdü: Ben o görüşte değilım. Bu so- ruyla ne demek istediğini anlıyorum. Ben ıçimın derinliklerinde, kendimi Ba- tı dünyasına ait hissetmiyorum, hisset- meyecegim de. Benim sürgünde yaşa- rnam, bu durumu etkilemiyor. Kişi yaşa- mının yansını sürgünde geçirebilir. Soİz- jenhsin, ABD'de 20 yıl yaşadı ama Ame- rikalı olmadı. Vatanma dönebildiği an, döndü de. Eğer benim elime yann Bom- bay'a gitme şansı geçse, hemen ilk uçağa binerdim. Derleyen: GÜRHAN UÇKAN fWE LB?AIT EBRAU ı- p,.i : cş , (OKSTANTlNOPLb Galata'dan söz eden kâğıtlann sergisi GÖKHANAKÇURA Galata Şenliği'ne bir etkinlikle katılmarru istediklerinde uzun uzun düşünemedim. Çünkü önümde çok az bir süre vardı. Çağnşımın etkisiy- le gözümün önünde eskı Galata re- simleri geçit yapmaya başladı. Ben- deniz o dönemleri bizzat görmek şansına sahip olamadığımdan. bu resmigeçit doğal olarak hafizama nakşolmuş eski kartpostallar, gra- vürler, ılanlarbiçiminde gerçekleşi- yordu. Sergı düşüncesınin ortaya çı- kış öyküsü kısaca böyle. Düşünce tek başına yeterli değil- di elbette. Düşünceme suretleri yan- sıyan objeleri nasıl bulacaktım? Evet elimdeki malzemeyi biraz ka- nştırsam bazılannın bende olduğu- nu görülecekti. Ama ya ötesi? De- dim ya çok az bir zaman vardı önümde. Açıkçası 2-3 hafta. Kolek- siyoncu dostlanma telefon edip, olayı anlatmak. ikna edilmeleri; on- ca işlen arasında arşivlerini kanştır- malan, benim ve onlann boş saatle- rinin bir araya gelebilmesi, aynlmış olan malzemeyi taramam, seç- mem... Mümkün değil, bu sürede bunlan yapamazdım. Biraz kolaycı davranmalıydım. Sonunda bir kur- ban seçtim. Koleksiyonunu bütü- nüyle bana açacak biri olmalıydı bu. Galata Şenliği kapsamında açılan 'Kağıt Üstünde Galata' adlı sergi 17 Haziran cumartes gününe kadar saat 11.00-18.00 arasında açık kalacak. Yörükçeşme Çıkmazı No:15, Yüksekkaldınm adresinde gerçekleşen sergiyi hazırlayan Gökhan Akçura, serginin öyküsünü anlatıyor. Aklıma ilk gelen isim Hakan Akça- oğhıoldu. Nazımı çekecek, bana gü- venecek birarkadaş. Derdimi anlat- tım. Malzemelerin içine daldık. Ser- ginin kanavası böylece ikimızin ko- leksiyonlannı tarayarak ortaya çık- tı. Bunlara sembolik katkılar yap- ması için yine yakın tanıdığım bazı koleksiyonculan aradım. Sağolsun- lar Mert Sandaku Nedret Işli, Lib- rariede Perave Caleri Alfa beni kır- madılar. Birer ikişer kâğıt da onlar- dan topladım. Demiştim ya suretler kâğıtlarday- dı. Bu nedenle serginin adı "Kâğrt Üstünde Galata" oldu ister istemez. Önce efemera ya da lngilizcesiyle "Collectabie papers"dcnilen malze- meyle oluşruralım dedik sergiyi. Ya- ni koleksiyoncular tarafından top- lanma değeri bulunan kıymetli kâ- ğıt malzeme ile yapalım dedık. Ama bir baktım ki benim reklam tarihi arşivimden pek bir şey girmiyor bu tanım arasma. Kavramı biraz geniş- lettik. Her tür kâğıt malzeme gire- cekti sergiye. Yeter ki Galata'dan söz etsin. Ya konusu Galata olsun ya adresi Galata. Neyse ki Galata, kâ- ğıt üretmek konusunda hiç cimri davranmamıştı. Hem tarihsel yapı- lan görsel olarak yansımıştı kâğıt- lara, hem de semtin zengin ticari ya- şamı. Matbaalarkartpostaldan nota- ya; faturadan etikete Galata imzalı kâğıtlarbasmıştı. Fotoğraflar çekil- miş, ilanlaryayımlanmıştı. Peki Galata dediğimizde çerçeve- miz ne olacaktı? Evet coğrafı sımr- lar vardı, ama örneğin Şişhane ya da Rıhtım, Galata kavramı içine gire- cek miydi? Yine çağnşımlanmıza güvenmeyi seçtik. Adı üstünde "Galata Köprüsü"nden başlayıp, Karaköy'den geçip Yüksekkaldı- nm'a tırmandık. Tünel Meyda- nı'yla da noktayı koyduk. Böylesi- ne bir yaklaşıma pek ıtiraz eden ol- mazdı elbette. Malzemeyi önce geniş olarak top- ladık. Yere yaydık. İşte işin en zor yanı karşımızdaydı. Bunca kâğıt arasından, sergi alanımıza sığacak kadannı seçmek zorundaydık. Acı oldu ama bunu da yaptık. Sıra bun- lann sergilenecek biçime getirilme- sindeydi. Onjinalleri kullanamıyor- dum. Koleksiyoncular hem bu kadar uzun süre mallanndan ayn kalamaz- Iar hem de Allah korusun ya başla- nna bir şey gelirse? Bu nedenle renkli fotokopilerini almaya karar verdık. Serginin tasanm danışmanı Esen Karol, 'tki günde bunca iş ya- pıhr mı' diye (hakJı olarak) söylene söylene, kopyalama için gereken öl- çüleri belirledi. Sonra fotokopiler fotoblokJara yapiştınldı. Biryandan da afiş ve broşür çalışmalannı yeüş- tirmeye çalışıyorduk. En başta bu kadar zorolacağını bilsem bu işe yi- ne de girişir miydim emin değılim. Ama neyse, işte artık işin sonuna geldik. Karşımızdaki boş duvarlar birazdan Galata imgeleriyle dola- cak. Ardından heyecanla açılış sa- atini bekleyip, ilk ziyaretçiierimizi içeri alacağız. Hoşgeldiniz diyece- ğiz hepsine. Evet hoşgeldiniz "Kâ- ğıt Üstünde Galata" sergısine... Ar- tık söz seyircinin. ALINTILAR TAHSİN YÜCEL Saptırılmış Kavramlar İster benimseyin, ister benimsemeyin, dünya de- ğişiyor! Kimi hiçbir şey üretmeden, kâğıt üzerinde başlayıp kâğıt üzerinde biten kanşık işlemlerle tril- yoner oluyor, kimi de gene kâğrt üzerinde, terimleri göndergelerinden kopanp serseri mayınlar gibi kul- lanarak kıyak düşünür peşrevleri çekiyor. Nasıl mı? Diyelim ki, bireysel koşullannız "muhafazakâr-libe- nal" olarak söylem geliştirmenizi gerektıriyor. Şöyle tarihsel çağnşımlı bir yabancı sözcük buldunuz mu tamam! örneğin Fransızlann "jacobin" sözcüğünü bir maymuncuk gibi kullanarak istediğiniz sonucu çı- karabiliyor, istediğiniz karşıtı istediğiniz kılığa sokup yerden yere vurabiliyorsunuz. Sözcüğün kötü biran- lamı yok; Büyük Fransız Devrimi döneminde devrim- ci bir topluluğun üyelerine, yerleştikleri eski manas- tır dolayısıyla verilmiş; sonra günlük dilde "ödün ver- mez cumhunyetçi" anlamını kazanmış. Ne çıkar, siz karşıtınızın sırtına yüklemek istediğiniz tüm olumsuz nitelikleri doldurursunuz içine; böylece "ödünsüz cumhunyetçi" kaşla göz arasında "karmaşık reali- fe"yi kavrayamayan, "şabloncu ve kategorik" dü- şünceye tutsak olmuş, "soyut, şematik ve mutlak doğrucu" kişi oluverir; bu arada, insanlığın en eski, en soylu yönelimlerinden birini oluşturan doğruyu bulma çabası da bir tür sapkınlığa dönüşür. Dört dörtlük bir konducu mantığıyla, "Tabii ki felsefe ve sanat için çok faydalıdır. Ama bu kafalara bakarak devlet ve toplum yönetilebilir mi?" diye kesip ata- rak doğru tutkusunun kendisi gibi felsefe ve sanatı da çevrim dışında bırakırsınız. Bu sizin yaptığınız da bir soyutlama, apaçık bir "şablonculuk"değ\\ midir? Olabilir, ama bu kadarcık bir çelişki karşısında duralayacak değilsiniz ya! Du- ralamak şöyle dursun, yerden yere vurduğunuz şab- lonculuğu son sınınna dek götürür, sözcüğü bir kez olsun tanımlamadan, nerdeyse tüm Fransız düşün- cesinı, tüm Fransız düşünce ve siyasal eylem gele- neğini "müzmin muhalif" jacobin tutuma indirger, "Fransızya da Jakoben düşünce biçimi"nden, "tek yönlü, yani Fransız tipi anlamlar"dan söz ederek ta- rihin en zengin ekinlerinden birini bozuk para gibi harcarsınız. Sonra sıra Türkiye'deki karşıtlannıza ge- lir, "Fransız geleneğinin derin etkisiyle, Tünkiye'de çağdaşlaşma, modernizm, laiklik, rasyonellik, hatta demokrasi gibi kavramlar tek yönlü, yani Fransız ti- pi anlamlara sahiptir. Günümüzde kendini liberal sa- nan bazı aydınlann düşünce tarzlanbakımından hâ- lâ Jakoben olmalan da Fransız tipi radikalizmin bir eseridır" diyerek onlan da katarsınız sürüye, bu da yetmemiş gibı, şaşırtıcı bir Robespierre ve Recep Peker koşutluğu kurarak cumhuriyet ilkelerini ve tüm cumhuriyeti, bu tarihi "şablona göre kurgulana- cak biryap-boz oyunu" sanan aymazlan bir temiz silkelersinız. Yergiyi temellendirme konusunda Robespierre bu- lunmaz bir kaynaktır: "Aklın egemenliğini kur- mak"ian söz etö diye, sanki kötü bir şeymış gibi, ken- disini saltık doğruyu arama sapkınlığıyla suçlar, he- men arkasından da ölümcül yumruğu indirirsiniz: "Bu uğurda yüz binlerce kelle kesilmiştir." Bu uğur- da mı, değil mi, orası tartışmalı bile olsa, Robespi- erre'in çok kelle kestirdiği doğrudur. Ama, insanlık tarihinde, krallann, imparatoriann din uğruna, şan uğruna, toprak uğruna kestikleri kellelerin yanında şu yeryüzünde tüm cumhuriyet yönetimlerinin kes- tiği kelleler devede kulak kalır; üstelik siz "muhafa- zakâr-liberaller" atalannızın kestıği kellelerle övün- meyi seversiniz. O başka, bu başka! Değil mi ya? Öy- ledir gerçekten: Robespierre'in kelle kesmesi "ide- olojı"dir, yüz kızartıcı "Fransız rasyonalizmi"û\r\ öte- kilenn kelle kesmesiyse, "ekonomi!" Evet, böyle, "ideoloji"y\e "ekonomi"y\ birbirinden ayırmak büyük kolaylık sağlar: Ekonomi ak, ideolo- ji karadır; ekonomi iyi, ideoloji kötüdür; bu anlayışı şöyle bir sezdirdikten sonra, "Siyasi ideolojiyi ya da değerleri ekonomik kalkınmadan üstün gören tipik düşünce"n\n beline kazmayı indirmek işten bile de- ğildir. Bağlanmakla onur duyar gibi göründüğünüz "muhafazakâıiık" da bir "ideoloji" değil mi peki? "U- berallik" de bir "ideoloji" değil mi? Daha da ilginci, ekonomi "ideoloji"den aynlabilir mi? Ya gönülden bağlanır göründüğünüz şu anamalcılı, şu pazareko- nomisi, şu küreselleşme masalı? Bunlar da birer "ideoloji" değil mi? Öyle de olsa ne çıkar? Küçük çe- lişkilerie zaman mı yitireceksınız? Kır atı somut çe- lişkilere doğru sürer, sıradan yurttaşlar için birfincan kahve içmeyi bir ütopyaya, yanm kilo toz şeker ya da iki litre gaz bulmayı bir serüvene dönüştürmüş adamı "asırlann durgunluğunu ve yoksulluğunu yırt- mak için yapılan iktisadi kalkınma" eyleminin öncü- sü (Breh ki breh!) yapıp çıkarsınız. Bu da yetmez, Bü- yük Millet Meclisi'ndeki konuşmalara bile yayın ya- sağı koyan, Hüseyin Cahit Yalçın'ı tutukevine gön- deren, özgürtük ve yasallık isteyen gencecik öğren- cilerin üstüne kurşun sıktırtan, ülkenin gazetelerinin sayfa sayısını bile denetim altında tutan kişıleri de- mokrasi öncülerine dönüştürür, 27 Mayıs 1960 ey- lemine de "vak'a-i meş'ume" deyip çıkarsınız işin içinden. Ölçünün durduğu yerde her şey her şeye dönüş- türülebilir. 8. ULUSLARAIL4SI YAPI KREDİ GENÇLÎK FESTİVALİ BUGÜN: 19.30 Aya lnni Vlyana Gençük Filarmoni Orkestrası 21.30 Harbiye Açıkhava Tiyatrosu/ İspanya Nasyonal Baiesi YARIN: 19.00 Aya îrinl' Yekla Kodallı (Soprano) 21.30 Harbiye Açıkhava Tiyatrosu/ İspanya Nasyonal Baiesi GALATASARAY LİSESİ 127 KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ BUGÜN: 14.00 Panel: "Liberal Islam"- Yöneten; Prof. Dr. Niyazi Öktem, Katılanlar; Mehmet Şevket Eygi, Prof. Dr. Toktamış Ateş, Ali Bayramoğlu- Tevfık Fikret Sa- lonu 16.00 Dia Gösterisi: "Nevzal'in şiiriyle Praha", Düzenleyen: Sinan Turan- Sosyal Bilimler Laboratu- an 17.00 Tiyatro: Galatasaray Lisesi Tiyatro Topluluğu "Pygmalion", Yazan: Bemard Shaw, Yöneten: Aydın Akca, Tevfık Fikret Salonu YARIN: 13.00 Gitar Dinletisi: Galatasaray Lisesi Öğrencileri, Tevfik Fikret Salonu 14.30 Tiyatro: Sakıp Sabancı Lisesi Tiyatro Topluluğu "Çürük Elma", Yazan: Atilla Alpöge, Yöneten: Cen- giz Deveci, Tevfık Fikret Salonu 16.30 Söyleşi: "Dizelerde Aşk", Küçük tskender, Ak- tüalite Merkezi 18.30 Sinema: "Köprüüstü Aşıklan", Leos Carax 21.30 Klasik Müzik Dinletisi: Gilda Assa Festival Orkestrası, Galatasaray Lisesi Ön Bahçe
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear