Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET
O
15 MAYIS 1995 PAZARTESİ
OLAYLAR VE GORUŞLER
DemokrasiiTstüne çeşitlemeler
Prof. Dr. İSMAİL TUNALI
D
emokrasi. özellikle II.
Dünya Savaşı'ndan son-
ra bütün dünyada yaygm
bir siyasal biçim olarak
anlaşılmasının yanı sıra
bir yaşam tarzı ve gide-
rek bir ideoloji olarak yorumJanır. Ama,
bir ideoloji haline gelirken dogmatik bir
sisteme de dönüşmüş olur.
Grekçe "demos(halk)" ve u
kratos(ik-
tidar, güç)" sözcüklerinden oluşan ve
"halk iktidan" anlarruna gelen demok-
rasi. ilk kez eski Atina'da yurttaşlann
(kadınlarvekölelerhariç)katılımıyla si-
yasal bir kent yönetimi olarak uygulanır.
Ancak, demokrasinin yaşama geçmesiy-
le birlikte, onun özünden dogan bunalım
da başlamış olur. Bu bunalımı ve onun
getirdigi sorunlan, aynı çağın düşünür-
leri Ptaton ve Aristoteles'in demokrasi
üstüne yaptıklan eleştırilerde açık olarak
görmekteyiz. Örneğin Platon şöyle di-
yordu: "Demokrasi görünüşte düzenJe-
rin. en güzelidir. Demokrasi, rürlü renk-
lere bürünmüş bir kaftana benzer, sanki
bir düzen panayındır. Beğen beğendiği-
ni al. Devtetin hoşgörüsüne diyecek yok-
rur. Degertere, ahlaki değetiere hiç önem
verilmez.
Halk dostu denmesi yeterlidir. Özgür-
lüken başta geiir. .Ama.toplumdaki bu öz-
güriiik tutkusu. sonunda demokrasiyi
zorbabğa götürür. Ozgürlük isteği aşın-
lığa gider ve baba oğtundan çekinmeye
başlar. Oğul ise büyüklerini tanınıaz, di-
ledigi gibi >aşamak ister. Sonunda yurt-
taşlar baskıya benzer bir şej le karşüaşuı-
ca. isyan ederier ve kanunlan hiçe sa\ar-
lar. Sonunda bö> k bir aşınük bir başka
aşınlığa. köleliğe götürür.*1
Aristoteles de demokrasiyi eleştirir.
Ona göre, demokraside yönetime gel-
mek isteyenler olmayacak vaatlerle yurt-
taşlan kandmrlar ve böylece demokrasi
kolayca yozlaştınlır ve demagojiye dö-
nüştürülür. Demokrasi, ona göre bir yı-
ğın anarşidir. Bunun için akla dayalı bir
yönetim olan monarşi, yozlaşmış birde-
mokrasiden, demagojiden ûstündür.
Uzun tarihsel dönemlerden sonra de-
mokrasi, sözcük olarak değilse bile, içe-
rik olarak aydınlanma ile tekrar düşünce
sahnesine çıkar. Devletin görevi şimdi
kişinin yaşam hakkını (tabii hukuk), öz-
gürlüğünü, özel mülkiyetini konımak
için varolan birgüç olarak anlaşıhr. Böy-
le bir devlette yasalan yapan gûç ile ya-
salan uygulayan güç (kuvvetler aynmı)
birbirinden aynlmahdır. Fransız devri-
minin amacı da böyle bir devleti yaşama
geçirmek olmuştur.
Geçen yüzyılın sonlannda ve bu yüz-
yılın başlannda meydana gelen kökten
düşünsel ve sosyal değişmelerle demok-
rasi çağdaş ivmesini kazanır. Bu değışim
içinde ilkin Tannnın yerini insan. tann-
sallığın yerini insanlıİc, hümanite alır ve
yüzyıhrruz hümanıst düşüncelerle baş-
lar. Ancak. burada insan deyince, klasik
çağlann anladığı gibi soyut insan değil.
toplumun bir parçası olan somut insan
anlaşıhr. Bu anlamda insanın yaşam hak-
kına sahip olmasının yanı sıra, onun onur
sahibi. düşünce, inanç ve yaratma özgür-
lügüne sahip bir varlık olduğu kabul edi-
lir.
Aydınlanmadan beri insan için belirle-
yici bir konsept olan özgürlük, geçen
yüzyılın sonlannda dinamizm kazanan
Marksist kuramın (teorinin) eşitlik ve
sosyal adalet düşüncesi ile tamamlanır ve
demokrasi, bireylerin özgürlüğüne ve
eşitliğine. sosyal adalete dayalı bir sistem
içinde bütûnlük kazanır.
Ancak, bireylerin özgürlüğünün ve
eşitliğinin bir denkliği olarak düşünülen
demokrasi, ne var ki. uygulamada böyle
olmaz. Daha çok bireylerin ekonomik
özgürlüğü olarak yorumlanan ozgürlük,
bir tutku halini alarak toplumsal bilinci
ve aklı sarsar. Bunun sonunda ahlaki ve
toplumsal değerler bir bir anlamım yiti-
rir ve yerlerini 'yükselen değerier'e bırak-
mak zorunda kalırlar. Yükselen değerler
rant değerleridir. Bunun sonunda top-
lumda ekonomik ve toplumsal dengeler
bozulur, toplu şiddet olaylan ve intihar-
larolağan hale gelir. Demokraside, birey-
sel özgürlüğü, sosyal eşitliği ve adaleti
sağlamakla yükümlü olan devlet, bu iş-
levini göremez olur.
Devleti küçültmek parolasıyla yavaş
yavaş devlet bir yıkıma doğru sürüklenir.
Geçen yüzyılın sonlannda yaşamış anar-
şist düşünür Kropotkin'in dilekleri, bir
yüzyıl sonra bugün demokrasilerde ger-
çekleşiyor gibidir. Kropotkin şöyle di-
yordu: "Bireysel özgûriük uğruna tüm
toplumsal degerleri ve hatta bunlan ko-
ruyan devleti yıkmak"
Devlet, bireysel özgürlükleri, eşitliği.
sosyal adaleti ve sosyal değerleri koru-
yan bir güçtür. Bu anlamda devlet de-
mokrasinin bir güvencesidir. Devleti,
onun bu toplumsal işlevlerini en aza in-
dirgeyerek küçültmeye çalışmak, de-
mokrasinin güvencesi olan varlığı güç
dışı bırakmak anlamına gelir. Bunun için,
demokrasiyi destekliyorsak. onun
güvencesi olan devleti desteklemek
zorundayız.
ARADABtR
Dr. ALPER AKÇAM
Demokrasi Dedikleri...
Demokrasi ve demokratikleşme son aylann çok
sık duyulan, konuşulan sözcükleri. Gündemimızde-
ki bu demokrasi yoğunluğunun en büyük nedeni de
Avrupalı "dost"larımız. Tutturmuşlar, ille de daha de-
mokratik olacaksınız diye... Aslında bizim toplum ço-
ğunluğunun böyle görünür birtalebi yok. Demokra-
siden herkes başka başka şeyler anlıyor. Orman ya-
kıp tarla açma, Hazine arazisine gecekondu yapma,
kaldınma otomobil parketme, gece sarhoş durumda
hastane kapıcısını dövüp kadın-doğum servisine zi-
yarete giıme, kafayı bulunca tabancayia sağa sola
ateş etme gibi eylemler demokrasinin gereği sayılı-
yor. Vergi kaçırma, SSK primlerıni ödememe. orman-
dan kaçak ağaç kesip ceza almama, başkasının ar-
sasına ev yapma, proje dışı kat çıkma, yan bakana
tokat atma gibi "demokrasi" nimetlerini uzatmak
mümkün. 12 Mart, 12 Eylül gibi demokrasi kesintile-
rinde de yukarıdaki işlemler durmuyor ama, aynca-
lıklıların sayısı azalıyor. Demokrasi sınırları seçimler-
le genişletilmeye çalışılırken siyasi partılerin halka
sunduğu görev listelerinde "Imar Affı", "Vergi Ka-
çakçılığı Affı", "Orman Suçu Affı", "Kredı Borcu Af-
fı" (borç devlete ise) en üst sıralarda yer alıyor. Ve de-
mokrasimiz iktidar partisinin rozetiyle birlikte birçok
insana yasa, kural tanımama, dokunulmazlık ayrıca-
lıklan getiriyor. Görevini yapıp oımanı korumaya ça-
lışan, parti delegesi orman kaçakçısı hakkında işlem
yapan müdüre sürgün; haksızlığın, yolsuzluğun üs-
tüne giden müfettişe, yöneticiye 'kızak' armağanlan
geliyor.
Aİtmış milyonu taşan insanımız içinde bir avuç ay-
dınla hak arayan, çalışma koşullarını düzeltmek iste-
yen çalışanımız dışında demokrasi tartışmasının pek
yandaşı yok. Bu eksikliğimizin ve Batı toplumundan
farklılığımızın ana nedeni, 18-19. yüzyıllarda gelişmiş
ülkelerde yaşanmış serbest rekabetçi kapitalizmin
ülkemizde hemen hiç yaşanmamış olması. Türkiye
Cumhuriyeti ekonomisi kapitalizrnle emperyalist ça-
ğında içli dışlı oldu. 1789 devrimi ile en bilinen öme-
ğini veren Avrupa işveren sınıfının demokrasi kavga-
sı bizde yaşanmadı. Bizim devlet eliyle korunup te-
kelleştirilmiş işverenlerimızın demokrasi gibi bir kay-
gısı yok ve olamaz. Tatlı acenta kârları beklentisiyle
Avrupalı patronlannın beklentilerini sözde destekler
o kadar işsizler ordusunun, sigortasız işçinin, ko-
operatifayarında olsun en küçük örgütlenmeden yok-
sun, kadenne boyun eğmış köylünün, kısacası ekmek
derdindeki on mılyonlarca insanımızın demokrasi
sözcüğüyle uzak yakın ilişkisi yok. Kamu işçisi, top-
lum ortalamasının biraz üstündeki ücret, ağzına sü-
rülmüş bir parmak balla suskun; memur, sendikala-
şacağım diye attığı adımın önüne yerden bitercesi-
ne çoğalan, siyasi partilerin uzantısı türlü çeşitli sen-
dika seçenekleri içinde şaşkın ve kırk parça; gençli-
ğin, başı dönmüş durumda. Bir yanda büyük para-
sal destek ve kaynak bulmuş tarikat kökenli "talebe
yurtlan", "vakıflar", "teşkilatlar" içinde müritleştirili-
yor, bir yanda tabancalı, bıçaklı futbol gösterileriyle
kurtlaştınhyor. Seçenekler içinde uyduruk, taklitçi
"pop" çılgınlığı, provokatör şiddet batağı da var.
Genye kalıyor bir avuç aydın. Ve aydınımız zaman
zaman kişilik bunalımına giriyor. Toplumdaki karma-
şada kendine yer bulmaya çalışırken demokrasiyi
salt yazma ve konuşma özgürlüğü olarak görüyor.
Sosyalıstlik, sosyal demokratlık, çalışan yığınlann ek-
mek kavgasına omuz verme; sömürüye, işsizliğe pa-
halılığa, insanlık dışı koşullarda çalışmaya karşı mü-
cadelenin modası çoktan geçmiştir! Kimisi ülkeyi ka-
pitalizm öncesinin. ortaçağın karanlığına sürükleyen,
Amerikan çıkışlı, Arap destekli gericilikle rezonansa
gelip kendi kuyusunu kazıyor, kimisi "globalleşme",
"liberalizm" yutturmacalarının sözcülüğünde Ata-
türk'e, ekonomik ve siyasi bağımsızlık ilkelerine sal-
dınyor. Kimisi de başı sıkışınca "Spiegel" amcanın sü-
tunlarına ülkesini şikâyete gidiyor. Bir insanın yazdık-
lanndan ötürü kovuşturmaya uğraması elbet büyük
ayıptır. Ama kanımca bundan daha da ayıbı Anado-
lu toprağını bir geri sömürge, ucuz işgücü pazan yap-
maya çalışan, her fırsatta etnik yapı ve inançtan kay-
naklanan çelişkileri körükleyen. insanını aşağılayan
bir emperyalist ülkenin basınında kendi ülkesinden
yakınmak, oradan "demokrasi" dilenmektir.
Aydınımız öncelikle kendi onurunu, toplumdaki ye-
rini gözden geçirmek; dostunu, düşmaninı iyi ayırmak
zorundadır. Demokrasi mücadelesinin yeri halk yığın-
lannın içidir. Bireylerin kendi yaşam koşullarının oluş-
turulmasına, beden ve düşünce olarak gereksinim-
lerin bilince çıkarılmasına, toplum çoğunluğunun ge-
nel çıkarları doğrultusunda geliştirilmesine canlı ka-
tılım demek olan demokrasi halk yığınlarının dışından
sağlanamaz, kalıcı olamaz.
Demokrasi mücadelesı onurlu, insanca yaşam kav-
gasında çalışan yığınlann yanında yeralabilen, ülke-
sini ve insanını yürekten seven; şan, şöhret, ödül ve-
ya mevki peşınde koşmayan aydınlarımızın
taşıyabılecekleri bir bayraktır. Gerisi laftır, akıntıya
kürek çekmektir, boş gösteridir.
KARŞrV'AKA 3. SULH HUKUK
M\HKEMESİ a^KİMLİĞİ'NDE
1995 226 esas
Davacı Hasan Çakırtaş vekılı tarafından davalılar Refia
Ün. Fuat Azat ale>hıne mahkememizın 1995/226 esas sa-
yılı dosyası ile açılan Karşıyaka Turan mahallesi 25M-11
D pafta. 36892 ada, 6 parsel sayılı taşınmazın taksimen
veya satılarak ortaklığının gıdenlmesi ile ilgilı davada,
davalılar Refıa Ün. Fuat Azat adreslennde bulunamamış
olmakla. duruşma günü olan 8.6.1995 günü saat 09.10'da
duruşmada hazır bulunmaları, aksı halde yokluklannda
davanın sonuçlandınlacağı ilanen teblığ olunur. 4.5.1995
Basın: 21516
TARTIŞMA
Sorun, YÖK sisteminin kendisi
S
aym Prof. Dr.
Vüksel
Bozer'in 8
Mayıs 1995
günlü
Cumhuriyet'in
ikincı sayfasında "2457
Sayıh Yasada Enstitüler"
başlıklı bir yazısı
yayımlandı. Saym Bozer.
yazıda 2457 sayılı yasa
(yani, YÖK Yasası) ile
getirilen enstitü düzenine
ilişkin gözlem ve
eleştirilerini açıklıyor.
Buna bir diyeceğimiz yok.
Ama Sayın Bozer'in bu
konuya. sanki
üniversitelerin en önemli
ve tek derdı enstitüler
sorunu imiş gibi
yaklaşmasmı ve sistemin
bütünü ile ilgili hiçbir şey
söylememesini
yadırgamamak olanaksız
Sözü uzatmayalım: 1.
Hangi parçası ile ele
alırsanız alın, asıl sorun,
YÖK sisteminin
kendisidir. Bu kökünden
"yanlış'* ve "muzır''
sistem. ilgili, bilgili ve asıl
yetkili olan kişilere
(üniversitenin
mensuplanna) danışılmaya
bile gerek duyulmadan,
faşist bir yönetimin
tepeden inme kararıyla
Türk üniversitelerinin
başına örülmüş bir
çoraptır.
Bu sözde reforma çanak
tutan. alkışlayan. eteklen
zil çalarak mevki ve
mansıp kapma yanşına
soyunan herkes bu
sorumlulukta derece
derece pay sahibidir.
Yaşamlannda ciddi bir
üniversitenin ne olduğunu
bile bilmeyen; bilmelerine
olanak da olmayan
zamanın egemenlerine
kendi ıhtiras ve çıkarlan
için vol gösteren, akıl
veren ünıversite
mensuplan ise en az onlar
kadar bu *facia'"nın
sorumlusudurlar.
2. Bu çorabın "neden
örüldüğü" gün geçtikçe
daha da aydınlanmaktadır:
Konuşan. devinen ve
düşünce üreten kişilerden
oluşan canlı kurumlar
yerine, monolitik,
durağan ve
"emrükumanda zinciri"ne
baglı "•müstahdemJer"den
oluşan ruhsuz bir yapının
kurulması hedeflenmîştir.
Bunun başanldığı da,
dogrusu inkâr edilemez.
3. Enstıtülerle ilgili sorun
da aslında bu çarpık
yapının küçük boyutlu bir
ürünüdür. Bu açıdan
bakılırsa YÖK sistemi
kökünden yok edilmedikçe
enstitülerin dekanlığa ya
da rektörlüğe bağlanması
hiçbir şeyi değiştirmez.
Anabilım dalı ile enstitü
arasındaki "mükerrerliği''
kaldınrsak üç beş kuruştan
tasamıf dışında neyi
çözmüş olacağız? Şunu da
ekleyelim:
Rektörlüğe bağlı enstitü
düzeniyle yiiksek lisans ve
doktora öğreniminin
yanlışlığı daha YÖK
düzeni kurulurken belli idi
ve bu (kendilerine hiçbir
şey sorulmadığı halde)
bazı ögretim üyelerince o
zaman bile dile
getirilmışti.
Fakültelerin kendi
bünyeleri içinde
yürüttükleri bu çalışmalar
acaba ne gibi zararlar ve
sakıncalar doğurmuştu da
bunun kaldınlması yoluna
gidildi? Bunun ciddi bir
yanıtı olduğunu hiç
sanmıyorum.
Üstelik, bugün, özellikle
doktora çalışmalannda,
rektörlüğe bağlı enstitü
sisteminin işlek ve verimli
bir düzen getirmediği
genellikle gözlenen ve
kabul edilen bir olgudur.
4. Sayın Bozer,
yazısında, enstitü
düzeninde bazı
değişiklikler önerirken,
enstitü müdürlerinin yine
rektör tarafından (üç yıl
için) atanmasını ve enstitü
yönetim kurullannın da
ilgili fakülte yönetim
kurullannca seçilecek
temsilcilerden
oluşmasını önermektedir.
Niçin "rektör", niçin
fakülte "yönetim kuruhı"?
Bunca deneyimden
sonra, Sayın Bozer'in
aklına, bu görev lere
getirilecek kişilerin
seçimlerinin,
(atanmalannm değil),
fakülte ögretim
elemanlannca yapılması
seçeneği neden gelmiyor?
YÖK öncesi
üniversitelerde yapılan bu
tür seçimlerin sakıncalan
acaba ne idi?
Enstitü direktörünü
"atayacak" olan rektörü,
onu seçimle belirleyecek
ögretim elemanlannın
tümünden daha akıllı, daha
basiretli mi sayıyor?
5. Son olarak, YÖK
sisteminin yürürlüğe
konduğu günden itibaren
sözle, yazıyla, bıkıp
usanrnadan açıkladığımız
ve YÖK uygulaması ile
tastamam doğrularunış
temel sakıncayı bir kez
daha tekrarlayalım:
YÖK düzeni, Türkiye'de
üniversite kurumunun
bağnna saplanmış, çirkin,
uğursuz. menfur bir
bıçaktır. Bu paslı "alet"
bedenden çıkanlıp
atılmadıkça
üniversitelerin sağlıklı ve
gelişmeye "müsait" bilim
kurumlan olmalan
' imkânsızdır.
Bu gerçek kabuf
edilmedikçe ve buna göre
yeni ve çağdaş
bir yapının oluşturulması
çareleri aranmadıkça,
YÖK Yasası'nm
orasına burasma
vurulmuş yamalarla
üniversitelere "can
vermek", "hao-at vermek"
olanağı yoktur.
Aydın Aybay
18 Mayıs Perşembe günü
DOSYASI" i
üvuruhj'ndavuı 5
ılcıyor
Bu gazetede "herşeyi bilen" ve size akıl öğreten köşe yazarları yok.
Ama herbirı kendi alanında uzman. geniş biryazı kadrosu var.
Bu gazete ne bir sermaye grubuna, ne de siyasi bir akıma angaje.
Ak ve kara bu gazetede olduğu gibi görünecek, halkımızın
deyişine uygun! Haber ve yorum birbirine karışmayacak.
Bu gazete size yalnızca doğruları çıplak yazan bir gazete
verecek. Karşılığında kendisine vakit ayırmanızı ısteyecek.
Bu gazete. rengini boyasından değil, içeriğinden alacak.
Bağırıp çağırmayacak, moral hocalığı yapmayacak.
Bu gazete okuyucu "avlamayacak".
Tiraj için kimseye kur yapmayacak.
Bu gazete, referans gazetesi olacak.
1 8 M A Y I S ' T A B A Y İ N İ Z D E
AkavCjd No 10 BakJnlıklar, Ankara Te! (312) 4İ9 01 75 Fak> (312)425 74
PENCERE
Demirel Neden
Bayrak Açö?..
Cumhurbaşkanı Demirel coştu, üst üste konuş-
malar yapıyor; gün geçmiyor ki Süleymen Bey te-
levizyon ekranında görünmesin!.. llgi çekici konu-
lan tartışmaya sürüyor; medya hop oturup hop kal-
kıyor; Sayın Demirel'e çatıyor.
Kimisi diyor ki:
"- Süleyman Bey Köşk'e çekilip yerinde oturamı-
yor, güncellikten silinmeye razı değil; Çiller'e kat-
lanamıyor; kendisini bir türlü tutamıyor..."
Kimisi:
"Demirel" diyor, "militarizmle işbirliğiyapıyor, de-
mokratikleşmeyi kundaklıyor..."
Doğru mu?..
Sakın Cumhurbaşkanı bütün bunlann ötesindeki
birdizi nedenle bayrak açmasın?..
12 Eylül faşizmi Türkiye için bir model öngörmüş-
tü: Bir merkez partisi ve solda bir göstermelik mu-
halefet!...
Evren Cumhurbaşkanı, Özal Başbakan, bu mo-
deli 90'a kadar tasıyamadılar; merkez partisi ANAP
parçalandı; soldaki göstermelik parti deneyimi tut-
madı.
Ne var ki 12 Eylül zorlaması, ortalığı altüst etmiş-
ti; bugün irili ufaklı siyasal partilerin en çok oy top-
layanı yüzde 20'ye ulaşamıyor.
Yüzde onluk partilerle ne yapılır?...
Olsa olsa koalisyon değil mi?..
12 Eylül'ün üstünden 15 yıl ve 3 genel seçim geç-
ti, 82 Anayasası yerli yerinde duruyor, terör yükse-
liyor, enflasyon canavan palazlanıyor, Türkiye dı-
şardan kuşatılıyor, Batı'dan dışlanıyor...
12 Eylül 'den sonra "Türk-islam ideolojisine, neo-
liberalizme, antidemokratik rejime, merkez partisi
tasanmına, Ortadoğu'da Amerikan jandarmalığı-
na"göre hazırianmış bu model çöktü.
Peki, neyapmalı?..
Kimse ne yapacağını bilmiyor, her kafadan bir ses
çıkıyor, şeriat sloganları yükseliyor, Sevr laflan du-
yuluyor, Türkiye'yi bölmek üzerine seferberiik sürü-
yor, etnik ve mezhepsel çelişkiler pompalanıyor, la-
ikliğe karşı kampanya yürütülüyor.
Herkes şaşkın....
Terörü durdur..
Durdurulamıyor.
Enflasyonu düşür..
Düşürülemiyor..
Umutsuz halk kitlelerı, yoksulluktan bezerek uma-
nnı öteki dünyada aradığından, Müslümanlığı siya-
sete alet eden partiye doğru kayıyor.
Demokrasi yap!..
Yapılamıyor..
Meclis çoğunluğu, demokratikleşmeye karşı di-
reniyor. Içerden dışardan, Türkiye Cumhuriyeti'nin
miadının dolduğunu söyleyip Sevr'i gündeme geti-
rerek 2'nci Cumhuriyet hazırlıklan yapanlar çoğalı-
yor.
Seçimden gelmeyen, ayakları yerden kesik bir
bayan, parti kongresiyle başbakanlık koltuğuna
oturmuş...
Başbakan bir âlem!..
•
Cumhurbaşkanı Demirel işte bu ortamda bayrağı
açtı...
Çıkışı ya rastlantıdır..
Ya da bilinçlidir..
Geçmişte yaşanan olaylara ve Süleyman Bey'in
kişiliğine bakarsanız, bu çıkışın rastlantısal ol-
duğunu söylemek güç!..
Cumhurbaşkanı'nın kafasında bir şeyler mi var?..
Çalışamayan Meclis'in, yürüyemeyen Baş-
bakan'ın, tıkanan rejimin, kilitlenmiş politikanın ve
bütünüyle yaşanan karmaşanın yarattığı güç koşul-
larda Süleyman Bey'in uyarıları, kavgasız, gürüi-
tüsüz ve serinkanlılıkla tartışılmalıdır.
GALERI • ATÖLYE 2 9 3 8 9 7 8 (3HAT)
MEHPARE
AKSOYYİGİT
"Yitik Zamanlar"
6-25 Mayıs '95
if Be'Mıyesıistarou y
Ga'e'isı
No 73
SERBEST ATOLYE
SERGİ2
Claıre Ancel
Sona Erol
Nellı Gavrıyeloğlu
Sara Hatem
Fügen Lemari
Neşe Oğun
1 5 Mny s ' Haztran'90
YukseJ Sabancı KLiltUf Morkezı
Yıld'Z Tekmk Clrnversıtesı
Tel 259 70 70 ' 317
MUŞ ASLİYE HÜKUK
HAKİMLİĞİ'NDEN
1989/692 Esas
Davacı SSK Genel Müdürlüğü tarafından davalılarOs-
man Kubat ve Güneş Sigorta A.Ş. Kabataş tstanbul fır-
ması aleyhine açılan alacak davasının yapılan duruşma-
lan sonunda. davanın kabulüne ilişkin mahkememizce
verilen 23.8.1994 tarih ve 1994224 sayılı karann, dava-
lılardan Seymenler Mahallesi 3. Cadde, No. 57 Gölbaşı
Ankara adresınde mukım Osman Kubat'a, adresinden
aynldığından teblıği mümkün olamamış ve adresi meç-
hul kalmış olduğundan, basın ilan yoluyia karann ken-
disine tebliğine karar venlmıştir. 7201 sayılı Tebligat Ka-
nunu'nun 20-30 maddeleri gereğince karann gazete ila-
nı ile davalıya tebliğine, ılan tarihinden itibaren 15 gün-
lük süre içinde temyiz ediimedıği takdırde kesinleşmiş
sayılmasına. aynca karann mahkeme dıvanhanesinde
asılmasına, ait durum ilan olunur. 15.3.1995
Basın: 15286
SELÇUKSULH HUKUK
MAHKEMESİ
Sayı: 1990/125
Davacı Salih Evın vekıli tarafından davalılar Mehmet
Ali Inceoğlu vs aleyhine mahkememize açılan Selçuk,
Belevi Köyü Çamlıbel mevkiinde kain 709 parselin ıza-
lei şüyu davasının yapılan açık duruşması sırasmda, da-
valılardan Ali Genç adına çıkanlan teblıgatın bila tebliğ
mahkememize iade edıldıği. zabıta araştırmasına rağ-
men adresi tespıt edilemedığınden, adına ılancn tebligat
yapılmasına karar verilmiştir.
Verilen ara kararı gereğince davalı Ali Genç'in
17.05.1995 günü saat 10.30'da tüm delilleri ile birlikte
mahkememizde hazır bulunması, duruşmaya gelmediğı
gibi kendisini bir vekılle temsil ettirmediği takdırde du-
ruşmaya gıyabında devam olunacağı ve gıyabında karar
verileceği dava dılekçesı yenne kaim olmak üzere ila-
nen teblığ olunur. 3.5.1995
Basın: 21444