23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
29KASIM 1994SALI CUMHURİYET SAVFA KULTUR 15 DERGILERDE GEZINTI KONURERTOP Bilcümle vebal bizdedir-Dünya-Kitap"ın "Yılın Kitabı" ödülü, TÜ- YAP Kitap Fuan"nda Prof. Dr. Bozkurt Gü- venç'in "Türk Kimliği" kitabına verildi. 1000 dolariık ödül, biçım ve içerik bakımından nite- liklı kitap yayımını özendirmek amaciyla ve ki- tabın yayıncısına verilmek üzere konulmuştu. Böyle bir ödülü devletin almasını özel yayınev- leri hoş karşılamadılar. Ödülle asıl özendirilme- si gerekenin kendileri olduğunu ileri sürdüler. Oysa ödül kazanan yapıt baskısı. kâğtdı, ciltlen- mesi. fiyatıyla bakanlık yayınlan arasında oldu- ğu kadar ülkemiz yayıncilığında da dikkat çeke- cek bir ürün. Harf seçimi, sayfa düzeni gibi bı- çim özellikleri metnin sergilenmesine iyi bir yardimcı olmuş. Köklerimizi buhnak Içeriğe gelince' Yazann ulusal kjmlik sorunu- na yaklaşımı önyargıdan uzak, akla ve bilime uygun. kapsayıcı, ufuk açıcı. hoşgörülü, birleş- tırici... Ulusal kımlığımizi belırlerken "Turanb- sı, Müslümanı, Anadolulusu, RumelilisL SünnisL AIoisi, Doğulusu, BatılısL Atatürkçüsü ve şeri- atçısıvla hepsi biriz." dıyen Gü\enç. Türk insa- nını hoşgörüye çağırıyor. "Köklerimizi arayıp buldukça kendimizi tanıyacağız; kendimizi tanı- dıkça umuyorum ki, karşıt gördüğümuz öteküe- ri hağışlamayı öğrenece^z." Türklüğün ve Tür- kiye'nin kültür tarihini araştıran yapıtın gele- cekle ilgıli öngörüsü de şöyle: "Türk varlığının geleceği birbirini kabul etmeyen insanlann zoria veya okulla birbirine benzetilmesivle değil; bir- birine benzemeven insanlann birbirini hoşgö- riivle, gönülden kabul etmesiyle sağlanabilecek- tir.~ Ozgtir ve demokratik Türkiye Yazarlar Sendikası'nın dergisi "TYS Edebiyafın ana konusu da Güvenç'in üzerinde durduğu güncel sorundan yola çıkmakta. "Ulu- sal Kimlik ve Edebiyat" konusunun işlendiği dergıdekı söyleşide Güvenç. bugünkü kimlik arayışının ya- rattığı "fslam- k ü•Aydın, halktan ç uzaklaşmayacak, l ü k " 8 l b l ku " kopmayacak, halkın arasından gelerek onun bir parçası toplaşmaları değerlendirir- ken şöyle di- yor: "Çatışma aslında ve te- melde kullukla özgürlüğün, esaretle ba- ğımsızlığın, geçmişle gele- sürdürecektir. f™*™* ikti- ^ ^ ^ ^ ^ ^ dar savaşımı- ^ ^ ^ * " dır." Güvenç "özgür ve demokratik çağdaşlaşma (kalkınma) modeli başarılı olmadığı takdirde huzuru ve mutluluğu öteki dünyaya erteleyen dinsel kök- tenciüğin yayılıp gelişeeeğine" dikkatımizı çeki- yor. Kitabının teknık düzeviyle "uluslararası pi- yasanın katitesine uygun" olduğunu vurguluyor, getirdiği yargılann ise tartışmaya açık olduğunu hatırlatıyor: "Yapıtı eleştirecek kişilerden bir şeyler ya/malannı beklerdik. Bana Türkiye'de, nkuyan pek yazmıyor, yazan pek okumuyor gibi geliyor." Güvenç'in aldığı ödülle ilgili olarak "Dünya- Kitap"ta yer verilen bir değerlendirme şöyle: "Yazarlanmız, yay ıncılanmızj(_) dünyayı kalem- criylc değil adeta dişleri ve tırnaklanyla da de- iştirmek istiyorlart...) Ötp yandan da düşünce- \iin suç sayıldığı bir ülkede vaşamanın getirdiği sıkıntılar var. Bilimadamlanmız, vazarianmız ve yavıncılarımız düşünce suçu gibi olmayacak bir kavramın ardından tutuklanıyor ve mahkûm ediliyoriar. Bu ortaçağ karanlığını vırtmak, aş- mak zorundavTZ." Bunlan söyleven Kültür Ba- ^ a n ı fiııTuTi^urSavâytnrBîrdOzeydebiryetk nın böyle konuşabılmesme karşılık devletımizin _komısiLPrtaçag karanlığını sûrdürmesi ise Türk Romanında Aydın Kimliği" başlıklı ince- lemesinde ele aldığı sonuncu aydın örneğinin çürüyen toplumla birlikte eriyip biten biri oldu- ğunu gösteriyor. O. Atay'ın "Tutunamayan- tar"ındaki aydın, kendisiyle hesaplaşmada ye- nik düşmüştür. Bu yapıtta "Ben ne yapmak isti- yorum?" sorusuyla vakit öldüren aydınlar ya- bancılaşmış, uyumsuz kimselerdir. Nitekim Se- lim, insanlarla ve yaşamla bağlannı koparmış- tır. lncelemede üç romanın kahramanlannm bu- lundukları mekanlarda birer yabancı olduklan, hep başansızlığa ve hayal kmklığına uğradıkla- n hatırlatılıyor. Aydın, halktan uzaklaşmayacak, kopmayacak, halkın arasından gelerek onun bir parçası olmayı sürdürecekti. O zaman yazgısı bambaşka olacaktı. lşte Sabahattin Ali'den Ke- mal Tahir'e, Orhan Kemal'den Fakir Baykurt'a gelişen ve sonra yançizilen gerçekçi romanı- mızda gördüğümüz ise "halka ta'n eytemeyen" bu farklı aydın tipidir. Hepimiz suçluyuz Herkes yaşadığımız toplumsal bozukluklar- dan, yolsuzluklardan, rüşvet olaylanndan, siya- setçilerden, mafyadan, medyanın yanlış yönlen- diriciliğinden y akı n ı y o r. Mehmet Ali Kılıçbay'ın "Yeni Gün- dem"in "Yol- suzluklar, Eko- nomik Sistem ve Hukuk" ko- nusuna ağırlık veren sayısın- daki yazısının . . . ıçın toplum giderek kirlenmektedir. • Herkes ayncalık peşinde koşmakta, haklar asla gündeme getirilmediği ALINTDLAR TAHSİN YÜCEL Yazın ve Yarar Ulusal Kimlil ve Edebiyat bağışlanmavacak bir çelışkidır. Bilcümle vebal bizdedir Konur hrtop. Boıkort r, ErtbU Umm*ftrr K4 Mut-attrr Rayrukr<>< Ar«h«l, Bchsat Ay •"Turanlısı, Müslümanı, Anadolulusu, Rumelilisi, Sünnisi, Alevisi, Doğulusu, Batılısı, Atatürkçüsü ve şeriatçısıyla hepsi biziz." •"Düşüncenin suç sayıldığı bir ülkede yaşamanın getirdiği sıkıntılar var... Bu ortaçağ başlığı şu: "El kirliyse yıka- nır, ya toplum kirliyse?" Kı- lıçbay, "Hepi- miz suçluyuz" diyor. "Herkes ayncalık peşinde koşmakta. hak- lar asla gündeme getirilmediği için, toplum gide- rek kirlenmektedir." Yazıda devieti ve toplumu demokratikleştirmek ıçin öneriler getirilmekte- dir. Ünsal Oskay başka bir dergide, "Kültürel bir sorun olarak siyasal yozlaşma" konusuna eğilen "Varhk"ta aynı konuyu ele alıyor. "Med- >a, yolsuziuklar ve stradan insan" başlıklı yazı- sında halkın dışlandıgı siyasal yaşamın sakınca- larını gösteriyor. Kurulu düzene destek olan medyanın oluşturduğu tehlikeye dikkat çekiyor. Medyanın sorumsuz ve yanlış yönlendirmesiyle "yalnızca kendisi, aüesi ve hanesine karşı inançlı ve sadık; topluma, insanlara ve dünyaya karşı hiçbir sorumluluk yüklenmek istemeyen, hod- bin, bencil, ürkek ve sinik biri" haline getirilen sıradan insan sonunda yiyıcıler. yolsuzluk ya- panlar arasındaki yerini alarak baskıcı, tutucu siyasal hareketlere taban oluşturabilecektir... Oykuter Edebiyat dergileri yukarda ele alınan konulan tartışıyor ama, edebiyat yapıtlan bu sorunlann çok uzağında. "Yoksul kesim insanlannın gün- lük yaşamlanna" eğilen MuzafTer Buyrukçu, "TYS Edebiyafta yaşamı ve kendi yapıtları üzerinde açıklamalar yaparken sözü bayan öy- kücülerin çoğaldığına getiriyor. Buyruİcçu'nun yargısı şu: "Aile baskılan. bunalımlar, kocala- nndan memnun olmayanlar, aklatanlar, evlerini terk edenler, yeni aşklar, y^ni mutluluklar. eleşti- rikr ve yığın yığın duygularia örülen iskeletler. Ama hepsi aşağı yukan aynı kaynaklardan bes- lendikkri için tekdüze bir öyküye gkliş başladu Çeşitlffik, değişiklik yok." Bayan öykücülerin çoğaldığı çok doğru. Ha- san O^Türk. "IVrg^ h '" tı ' h " H j SS daki 55 öyküden 32"sinı bayanlann kaleme aldı- gını anlaiıynt. Bıı öykülerin içerigi ise Buyruk- ırtmak, aşmak zorundayız." Düşüncenin suç sayılmaktan çıkarılmasını bekleyen. bunu elde etmek için didinen aydın- lar, olanaklannı halkın yaranna kullanabıliyor- lar rru? Halkından kopmuş, içine kapanmış ay- dın kendini umarsız, yenilmiş buluyorsa bu ba- taktan onu kim kurtaracaktır? Erkin Canpo- lat'ın "Variık"'taki yazısı üç roman kahramamn- dan yola çıkarak "ayduı IdmligTnin özellikleri- nı, değişimini araştınyor. Ilk ömek Y.K. Kara- osmanoğlu'nun "Yaban"ındaki Ahmet Celal. Daha önceki yol gösterici aydın kimliğine kar- şılık "Yaban"ın aydını kendini sorgulamaya gi- rişmiştir. Uğrunda savaşım verdiği halkla ara- sındaki uçurumu farketmiştir. Başka bir aydın tipı. Yusuf Anlgan'ın "Aylak Adam"ı olacaktır. Inceleme yazarı onun öncekilerden farklı olarak egemen ideolojiye karşı eleştirel bir söylem ge- liştirdiğine dikkatimizi çekiyor. Öte yandan - Oğuz Atay'la ilgili bir yapıtın sahibi olan T.Seypperin kullandığı terimle- Aylak Adam'ı. "palyaçolaşmış aydın"ın habercisi sayıyor. (Ti- pin gelişmış örneği ise Atay'ın "Tutunamayan- lar"mda karşımıza çıkacaktır!) Toplumdaki de- ğerlerin yapmacık ve gülünç olduğunu gören Aylak Adam. "kiüenin bir parçası olmak duru- munu" reddetmiştir. Içinde bulunduğu duruma yabancıdır, yalnızhk ve içsıkıntısı çekmektedir. Düşünce üretmesi beklenirken yönelebildiği alan yalnızca aylaklıktır... E. Canpolat, "Ya- ban'dan Avlak Adam'a ve Tutunamavanlar'a çu'nun sıraladıklarına bütünüyle yabancı: H.Öztürk'ün yazısından bir bayan yazann ta- savvofr trir dönyaya yöndtp tc temizHgine trfaş- masını anlattığını, bir öyküde "eşyanın ruhu var mı?" diye sorgulandığını öğreniyoruz. Bir öykü hafız olmak amacıyla bekâr hocası- nın evine giden bir genç kızın, karşılaştığı ilgi- sizlik yüzünden hafızlığı bırakıp hayata küsme- sini anlatıyormuş. Öğretim görevlisi bir bayan yazar "Osmanhyu yaşayan ve hisseden insanla- nn tarihi olarak" değerlendiriyormuş! "Türk hikâyesiyle ilgilenenler Dergâh'a bakmak zorundadırlar" diyen H.Öztürk'ün çağnsını ben de "Türk hikâyesiyle ilgilenenler"e duyu- ruyorum!.. Cabell Calloway mizah gücü ve kendine özgü ifade biçimiyle Amerikan müziğini zenginleştirdi 4 Swing'in altın çağının son dinozoru' Paul Valery, Eupalinos'la, insanı insan yaptıkları söy- lenen ayırıcı nitelikleri pek de ayırıcı bulmuyormuş gibi bir izlenim uyandırır. Öldükten sonra tinler evreninde kar- şılaşan iki eski dostun: Sokrates'le Phaidros'un unutul- maz söyleşiminde, Phaidros, "Ama bızı birer insan ya- pan da bu küçük fazlalıktır!" deyince, Sokrates'e "Kö- pekler yıldızları görmez mi santrsın? Yıldızlar köpekleri hiç ilgilendirmez. Gözlerinin yalnızca yersel nesneleri görmesi yeterdi; ama salt yararlığa göre yaratılmamış- lardır, göksel nesneleri ve gecenin görkemli düzenini de görürler" dedirtir, Phaidros'a da "Gözlehnı aya dikerek bıkıp usanmadan havlar dururlar!" diye onaylattırır bu gözlemi. Böylece, Rousseau'ya yaraşır bir yüce gönül- lülükle, nerdeyse tüm yaratıklan insanda bedenden, nesnede özdekten ötesini görme yetisiyle donatır. Ne denir? Sokrates'in köpekleri gibi Baudelaire'in köpekle- ri de doğrular böyle bir görüşü. Ama tüm yaratıkların in- sanda bedenden, nesnede özdekten ötesini de gördük- lerini kesinleyebilir miyiz? Daha da önemlisi, her insanda bulabilir miyiz bu yetiyi? Söylemek bile fazla, Sokrates'in köpeklerinin özelliği en çok insana yakıştırılır, yüzyıllar, binyıllar ötesinden ge- len söylenler, masallar, türküler de bunu sürekli doğrular. Gene de, insanlar arasında, bakışları köpeklenn bakışla- rından çok daha beride kalanlara oldukça sık rastlıyoruz. Örneğin biz bir balede danseden kadında kadını değil, bir başka dünyanın göstergelerini, bir başka dünyanın varlığını sezdiren bağıntı ve uyumları görürken, baleyi "göbekten aşağı "nın alanı sayanlar var; danseden kadını da nesneleştiriyor, nesneleştirmekle de kalmayarak "alt yan "sına, yüzünü bile yitirmiş bir cınsel nesneye indirgi- yorlar onu. Çevrelerinde özdekten ötesinin tüm belirtile- rini sildik de ondan mı? Hayır, öyle bir yönelim bulunsa bile, o noktaya gelmedik daha. Ama, birtakım türdeşleri- miz, "Salt yarahılığa göre" koşullandırıldıklarından ola- cak, özdeğin ötesinin ayncalıklı alanı olan kutsalın öğele- rini bile soruya, kuşkuya, serüvene karşı birer korunma duvarına dönüştürüyor, ölülerimizle ilişkilerimizi bile yarar açısından değerlendiriyor, "Saygı durjşu yararsızdır, fa- tiha yarariı" diyorlar. Doğanın hiçbir yaratıktan esirgemediği düşünülen bu görme yetisinden şu ya da bu biçimde yoksun kalmış in- san türü yeni bir tür değil, tarihte de, yazında da sık sık rastlarız örneklerine, en ilginç örneklerinden birini de Suç ve Ceza'öz Dostoyevski sunar: Yoksul ve namuslu bir genç kızla evlenerek hiçbir zaman güvenceye alın- ması düşünülemeyecek değerleri: bağlılığı, minneti ve sevgiyi güvenceye bağlamak isteyen avukat Piyotr Pet- roviç Lujin. Raskolnikov, yalnızca bu tutumu nedeniyle, daha yüzünü bile görmeden, ilkel, çıkarcı, çürümüş bir insan olarak değerlendirir onu, bir daha da düşüncesini değiştirmez; tam tersine, her şeyinde bir kusur arar, mektubunun biçemi nedeniyle bile yargılar onu, "Adam avukat, müşterıleri var, konuşması da daha çok özentili, gere de okumamışlar gibi yazıyor", der örneğin. Ama, biraz yakından bakılacak olursa, uygunsuz bir zamanda, gizlenemeyen bir hıncın ürünü gibi görünen bu sözlerin bize kimi türdeşlerimizi tüm yaratıklann gerisine düşüren körlüğün açıklamasını getirdiği düşünülebilir: "okuma- mışlar gibi yazıyor." Avukat, danışman, işadamı olduğu- na göre, Lujin'in öğrenimsiz bir adam olmadığı kuşku götürmez, ama, öyle anlaşılır ki, eşi hizmetçiye ve cinsel nesneye indirgediği gibi, okumalannı da doğrudan ya- rarlı olanla sınırlamıştır; daha kestirme bir deyişle. Lujin yazın ürünlerine yabanct bir adamdır. Dostoyevski açık açık söylemez bunu bize, ama, ne olursa olsun, Piyotr Petroviç Lujin'in kabalığı yazına ya- bancı olanların kabalığı, körlüğü yazına yabancı olanlann körlüğüdür. Öyle ya, yazın, doğası gereği, hep "öfeWni, "ötedeki"n\ çıkarır karşımıza, "ötek/"ni en azından eşiti- miz olarak anlamaya yöneltir. Kimi insanlann yazına düş- man olmalannın temel nedeni de budur belki: Doğanın sesini susturup yararcılığın dört duvarı arasına kapan- dıktan sonra, "öteki"r\\n sözünü bile duymak istemez; çünkü "öteki", "ötedeki" kesinlikle bilinmeyeni, dolayı- sıyla çelişkiyi, dolayısıyla soruyu, dolayısıyla kuşkuyu ve korkuyu da kendisiyle birlikte getirir her zaman; bizi onunla karşı karşıya getiren yazın da iki de bir sorar ya da sordurur: Kimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidıyo- ru?? Uğraşından inari'''"a uannrgya rİBk hpr şeyini ya.- rarcılığa dayandırmış kişi, aya doğru havlayan köpeğin ni-hile rjnym?k İRtpmRdiğindftn, sesine kulaklan- nı tıkar. Oysa çelişkiyi, kuşkuyu ve korkuyu bize en keskin bi- çlrride yazın yaşattığl ğibî, ontantpetc çözrnernekte birttk^ te) en çok yumuşatan, en çok evcilleştiren de yazındır. CRR Konser Salonu'nun özerkliği için imza kampanyası (4) Kültür Servisi - Onunla bir- likte. 'swing'ın altın çağının son dinozoru da yok oldu. Harlem Cotton Club'ın 30'lu yıllardaki yüdızı. 'zazou' hareketınin esin kaynağı, "Blues Brothers"ın ko- nuk sanatçısı Cabell (Cab) Callo- wa>. Hockessın'de 86 yaşında öl- dü." Tarıh, 10 mayıs 1988. Cab Calloway. arkadaşlanyla birlikte Nevv York Carnegie Hall'de gös- teri dünyasındaki altmışıncı yılı- nı kutluvordu. Sahneye çıkma- dan bırkaç dakıka önce şu telg- rafı aldr. "Hiçbir seref, bu kadar hak edilmiş olamaz. Yaşamınız bov'unca, mizah gücünüz ve ken- dinizc özgü ifade bîçiminizle Amerikan müziğini zenginleştir- diniz. Genç-yaşb herkesi büyüle- yerek kalbimize hiç çıkmamak üzere yerleştiniz. Nanc> ve ben, sİTİ selamlamaktan gurur duyu- yomz. Tann sizi kutsasın."" Ronald Reagan'ın bu mesajını Cab Callovvay hiç unutmadı. \merıka Birleşık Devletlen baş- kanının. vazdığı bu bırkaç satır, onun için hep gurur kaynağı ol- du. Nevv York Rochester'da 1907 yılının Noel gününde doğan Cal- lovvay, gençlık yıllannı önce Bal- tımore, sonra da Chıcago'da ge- çirdi. Chicago'da bir yandan ba- teri çalmavı öğrenirken, bir yan- dan da Crane College'ta hukuka hazırlık dersleri görüyordu. Ama kısa zamanda müziğe daha çok yeteneğı olduğunu anlayarak za- manını daha sonra Louis Armst- rong ve Andv Kirk'ün orkestra- larında şarkı söyleyecek olan kız kardeşi Blanche ile birlikte gece kulüplerinde geçirmeye başladı. Kendisı de IVÎarion Hardv'nın nyla sahneye çıkıp lirik parçalan kendine özgü bir biçimde sunu- yordu, Saint Louis Blues, Saint James Infarmary, Some of These Days. o dönemin sükse yapan parçalanydı. Emprezaryosu Irving Mills, ona New York Cotton Club'da bir işi ayarladı. "Missouri- ans"burada Fulton Theatre'da Maurice Chevaüer'ye eşlik eden Duke Ellington Orkestrasf nın •Calloway, başrolünü Lionel Ritchie'nin oynayacağı, kendi yaşamını konu alan bir film çevireceğini açıklamıştı. Ne yazık ki bu proje asla gerçekleşemeyecek. "Alabamians"ına katılmadan önce bir süre Armstrong'la ça- lıştı. Yeni grubunun yönetımini elıne alan, tüm kısıtlamalardan kurtulmuş yeni bir Callovvay'di. Grup ISÎ. ilk notadan son notaya kadar hareket halinde, müziğin ritmıyle durmaksızın danseden bir lıder tanımanın şaşkınlığı ıçindeydi. Öyle hareketliydi ki, bir gün sahneden düşüp bileğini kırdı... Izleyıciler de buna bayılıyor- lardı. Her zaman dağmık saçla- yerine çalacaktı. Ama bu zıyaret. oldukça kısa süreli oldu. Bir pa- zar akşamı, salon seçkin konuk- larla doluyken anons etti: "Mös- yö ve Madam Irving Berün!" Sa- londakıler şaşkına döndü, çünkü daha önce Madam Berlin diye birını görmemişlerdi. Sağdan soldan hata yaptığına dair kopya alan Çallovvay, tekrar söze başla- dı: "Özür dilerim, büyük bir ha- ta yaptım. M. Beriin'in yanında bulunan bavan. kansı değil!'1 1931 yılında. Çallovvay, kendi- siyle birlikte anılacak bir parça yaptı. Sokakta yaşayan alkolik bir kadın olan "Minnie The Mo- ocher"ın öyküsüydü bu. Bu par- ça, müthış ılgi gördü: "Bir ak- sam MılkleCottonClubdaotu- ruyorduk, Minnie belirdi. He- men bize verdiği ilhamla melodi- yi ve sözleri yazdık. şarkıvı iki gün sonra sevireiye sunduk." Büyük bir zaferdı bu. Defalar- ca istek alan bu parça, Callo- vvay'in repertuvarından hiç çık- madr. "Bir gün. şarkının ortasın-, da aniden hafıza kaybına uğra- dım. Sözleri anımsamadığım için 'hi-de-ho' sesleriyle bitirdim. Böyiece "Hı-de-ho Man' dofdu." Cotton Club'da Duke Elling- ton ve Mılls Blue Rhythm Band ıle dönüşümlü olarak sahneye çı- kan Çallovvay. 1934 yılında bir Avrupa turnesıne çıktı. Burada eleştırmenlerin saldınsına uğra- dıysa da seyircılerden çok olum- lu tepkıler aldı. Hatta Fransız 'zazou' hareketınin de hazırlayı- cısı oldu. 4O'lı yıllann sonlarına kadar. 'Cotton Club Orkestra'ya dönü- şen grup, pek çok ünlü solıste eşlik etti: Harry VVhite, Ben Webster, Chu Berrv, Jonah Jo- nes, Eddie Barefıeld. Milt Hin- ton. hatta Dizzy Gillespie... Ayşe Erkmen. Bülent Erk- men. Sarkis, Emrehan Zeybe- koğlu, Meltem Uza>r , Nilgün Halefoğlu. Serpil Özuzun. Fi- gen Uygur. Gova Razon, Y. Kemoğlu. Rüştü Tevs. Kemal Saygan. Banu Burkut. Cülçin Birsen. Lale lnal, Cihan Seç- kin, Oktay Şentürk, Nilüfer Topuksal. Berna Çamhdere, E. Susün Saner. Özlem Atik, Serpil Bilbaşar, Neslihan Bayraktar. Merve Aslan. Meh- met Torin, Ayla Terzi, Derya Akyüz. Meral Tuncer. Ahmet Ekşi, Kenan Ekşi, Pınar Kü- çüktepe. Kerim Topsakal. Tarkan Yalçın. Funda Topuz. Eray Noraşın. Hakan Doğan. Sibel Başkana. Güneş Kartal. Fırat Garip, Bülent Yalçın. Bülent Ateş. Kezban Bayrak- tar. Hümeyra Özayan. Ahu Özkarahan. Sema Ûçar, Ser- tinaz Ekşi. Süleyman Er, Fa- tih tcan. Çetin Ece, Gonca Çalışkan, Ercan Dogrukul, Onder Gülcan. Serhan Yalçın, Erdal Özmer. Özlem Köse, Macide Aytav, lnci Dıker, Kadrive Içli. Uğur Uygar, Ay- şegül .\kbaş. Şükran Ababay, Gökçe Ateş, Faik Çelik, Me- lek Çelik. Metin Aydemir. Erol B. Scott, Figen Gürses, Alp Tümer. Namık Nalban- toğlu, Yusuf Pinhas. Hürrem Sönmez, Asiye Bodur. Feyhan Güver. Gülav Sevük. Recai Yılmaz. Banu Ayseli, Nusret Açıkgöz, Metin Temel. Coş- kun Engin. Nesrin Tanbaşı. Dr. Şefik Görkey, Ülker Ça- ğatay. Tolga Ömer. Çicdem Tuncer. Meltem Abdık, I. Er- dil Sever, Dilek Kalkancı. Çiğdem Akgüner. Yasemin Şerbetçi. SÜRECEK "Tersine Dünya" Kahire Film Festivali'nde ANK.\R.\ (AA) - Ersin Per- tan'ın yönettiğı "Tersine Dün- >a", 11 aralıkta sona erecek Ka- hıre Film Festivalı'nde Türki- >e'yı temsıl edecek. Ünlü yazar Orhan Kemal'ın 30 yıl önce tefrika olarak yayımlanan aynı adlı romanından beyazperdeye uyarlanan film. yönetmenın ıkincı film denemesı nitelığıni taşıyor. Gösterildığı süre ıçen- sınde sinemalarda hasılat rekor- ları kıran fılmde. Lale Mansur, Demet Akbağ. Rasım Öztekın ve Tomris lncer rol alıyor 1993 yapımı "Tersine Dün\a", kadın- la erkek arasındaki ılışkinın ter- sine döndüğü bir dûııvanın ta- nımlamasını yapıvor Fılmdeki en çarpıcı kışilıklerın başında gelen "Sarı Leman" tipleme- siyle Lale Mansur, çıkardığı oyunla büyük bir basarı '.crgılı- yor. Öte yandan. F.r«in Per- tan'mdiğer filmı "K.ırt Kanu- nu" da ocak ayırı .. Kazablanka Film Festivalı'nde Türkiye adına yanşacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear