25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 25 TCMMUZ1993 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Danimarka'dan demokrasikursuDanimarka, her yıi gayri safi milli hasılasının beÜi bir yûzde- sini geri kalmış ûlkelere yardım olarak gönderiyor. Ge- çen yıl parlamentodaki partile- rin uzlaşmasıyla dış yardım politikasını değiştirdı. Bun- dan böyle Danimarka 'dan yardım alabihnek için ülkele- rin insan ve etnik azınlık hak- lanna saygı göstermesı gereke- cek. Danimarka, bu ûlkelere sadece maddi yardım yapmak- la kalımyor, demokrasiyi öğ- renmeleri için de yardımda bu- hınuyor, oralarda demokrasi ve insan haklan kurslan açı- yor, o ûlkelerin insanlanru de- mokrasiyi yerinde görüp öğ- renmeleri için Danimarka'ya davet ediyor. Başka ûlkelerde insan ve et- nik azınlık haklanna saygı iste- yen sadece Danimarka değil. AT ülkelen de iki yıl önce top- luluktan yardım alacak ûlkele- rin 'demokratik ve insan hak- lanna saygılı olmalan' şartını koydu. Kopenhag'taki AT zir- vesinde, eski Doğu bloğu ülke- lerine tam üyelik sözü verilir- ken öne sûrülen şartlar içinde de yine demokrasi, msan hak- lan ve etnik azmlıklara saygı başta geliyordu. Kararda ayn- ca bu ûlkelerin topluluk kural- lanna ve genelgelerine uygun davranabilecek duruma gel- mesi isteniyor. "Demokrasi ve insan hakla- n açısından örnek bir davra- nış" dıye düşünüp gözleriniz yaşarmadan önce şöyle bir du- runuz. "Diğer ûlkelerden AT kural ve genelgelerine uyacak duruma gelmelerinı isteyen AT ülkeleri, kendi kural ve ge- nelgelerine ne kadar uyuyor- lar" diye bir sorunuz. Içinize bir kuşku düşsün. Çünkü kuşkuyu doğrulaya- cak örnekler var Hem de özel- likle AT ülkelennın pek üzeri- ne düştüğü 'etnik azınlık hak- lan' konusunda. Avrupa'da göçmenler artık etnik azınlık olarak anüıyor- lar. Hem Avrupa Parlamento- su hem de Avrupa Komisyo- nu, ırkçılığj önleyecek önlem- leri içeren göçmenlere çeşitli haklar sağlayan bir dizi öneriyi yıllar önce AT üyesi ûlkelerin hükümetlerine gönderdi. AT kurallanna uyulmasına ve et- nik azınlık haklanna saygıya KOPENHAC FERRUH YILMAZ pek önem veren AT ülkeleri hükûmetleri, bu önerileri hala görmezlikten geliyorlar, ûste- lik ırkçılığa karşı önlemler alıp kendi ülkelerinde oturan ya- bancılara azınlık haklan tanı- mak yerine yabanalara karşı tavırlarmı daha da sertleştiri- yorlar. Her olayda lanetledik- leri ırkçılara alttan alta destek çıkan politikalar uyguluyorlar. Hem bunlan sadece ben değil, Avrupa Parlamentosu'nun kendi üyeleri söylüyor. Danimarka, son üç yıldır Uluslararası A! Örgütü'nün yıllık raporundan kurtulamı- yor. Nedeni, iki Afrikalı zenci- nin, yanlanndaki parayı yeterli bulmayan Kopenhag Havaa- lanı polisi tarafından geri gön- derilmek ûzere hücreye tıkıJ- malan ve daha önemlisi bu süre içinde hırpalanmalan. Bu olaydan sonımlu polıs memur- lan ceza almadığı için de bu olay Danimarka'nın alnında kara bir leke gibı duruyor. Oysa bu olay, Türkıye'deki yetkililerin pek sevdiği bir de- yişle "münferit' bir olay değil. Polisin yabanalara karşı ırkçı davranışını, Danimarka'da -ve tüm Avrupa ülkelerinde- otu- ran yabancı gençler deneyim- leriyle iyi bılirler. Bunlan yaşamak için Dani- marka'da yaşamak da gerek- mez. Bekar ve çekici bir işi ol- mayan genç bir erkekseniz, Danimarkadan -ve diğer Av- rupa ülkelerinden- vize almak için başvuruda bulunun. Baş- vurunuz büyük bir ihtimalle kabul edilmeyecektir. İşin üze- rine gideyim falan derseniz, alacağınız cevap azarlanmak olacaktır. Bu olay da tstan- bul'daki Danimarka temsilcili- ğine başvuru formJanyla ilgili soru sormak için telefon aç- mak suretiyle deneyimlerimle sabit olmuştur. Normal bir vatandaş gibi te- lefon etmeyip gazeteci olduğu- mu söylesem, acep yine azaria- nır mıydım? Amerikaıırüyasının bedeli ağırödeniyor Pazar kadar tembel, ama se- vimli bir cumartesi sabahma uyanıyor Chinatovvn. Nemli yazın gûneşi. Manhattan Adası'nı kavurmaya hazırlaru- yor. Ingilızcesı mini minnacık, Çincesi ise kocaman banka ta- belasnın altında torbasına boş meşrubat kutulannı yerleşti- ren ihtiyaria göz göze geliyor, tebessürnleşiyoruz. Omzum- daki fotoğraf makinesine kilit- lenen bakışlanndan kurtulup Ingilizce tek bir kelime ve ra- kamın dahi bulunmadığı, ta- belasının tamamı Çince olan manavı görüntülemeye çalışı- yorum. Kapısmda dört kişi, koyu sohbetlerini yanlayıp «Çelune" diye bağınyor. "Ta- maan" demeye kalmadan, ıkısı koşar adımlarla yanımda biti- veriyor. Duyduğum bilmem kaçına uyanya, eîuzaup selamlaşarak yanıt veriyorum. Manava girip söyleşiyoruz. Uzun boylu. Çinli tiplemesine göre "Burgerleşmiş', tombul- canın adı Joan Kwong. 21 yıl- dır ABD'de olduğunu anlatı- yor. Taksıcilik yaptığı yıllarda, kendisi gibi direksiyon salla- yan birkaç Türk genciyle tanış- mış. Kwong, "Sizler de bizler gibi ûç-beş dolara ömür tfike- tenlerdensiniz" diyor. Joan Kwong, ayda dört gü- nûnü yeni gelen "kacak ÇinH" kardeşlerine yardım veren da- yanışma örgütünde, gönüllü çalışarak geçiriyormuş. Sorun- lannı sıralarken, sohbetin ba- şından beri suskun olanlann katılımıyla "Chinatow gerçe- ği" şekiÜeniyor. Lhı Pei-Shen ile Liu Der- Fang, isimlerini vererek konu- şuyor. Ikisi de politik sığınma- cı statûsünde. Ozellikle "karanlık işferin" merkezi olarak tanımlanan birçok eyaletteki Chinatovvn'- lann sosyal sorunlannjn patla- ma noktasında bulunduğunu vurgulayan Liu Der-Fang, "Ne Çin'de ne de Araerika'- dayız" diye ekliyor. Liu Pei- Shen. "Resmi kayitlarda yılda yüz bin Çinli'nin ABD'ye geldi- ği belirtiliyor" dememe du- dağını büküp başıyla onay ve- riyor. Liu Pei-Shen'e göre, gelen- ler, kendisi gibi "Amerikan rii- yasma" kavuştuğunu sanıp da aldanan, köle ticaretinin Çinli NEWYORK FUAT KOZLUKLU çocuklan!.. Anlatılanlar, ABD-Çin ara- sı 'insan ticareti" yapan bir şe- beke olduğu yolunda. Otuz bin veren, "Sam Amca"ya giden gemiye binebiliyormuş. Ya da birazını verip geri kalanım borçlanan, çalışıp "diyetini" ödüyormuş. Hem de yıllar bo- yunca!.. Aksi takdirde, gerek ABD'- deki gerekse Çin'dekı mafya- nın tetikçileri "aile boyu" bir temizlik için devreye giriyor- muş. Polis birçok cinayette, kaçak olduklanndan ve hiçbir yerde kayıtlan bulunmadığın- dan, kimsecikleri yakalayamı- yormuş! Nevv York, birçok ulusun olduğu gibi Çinliler'in de vaz- geçümez batağı. FBI, Çinli ajanlan vasıtasiyla Asya maf- yasına karşı savaş açmış. Şim- dilerde îtalyan mafyaanın ye- rine Çinlilerin "sözü" geçiyor. Beyaz kadın ve uyuşturacu, Çinlilerden soruluyor... Çinü dostlar, ABD'deki Çinlilerin tamamına yakınının Ingilizce'vi konuşamadığını söylüyorlar. Gemiyle gelenle- rin, 17 bin mili, pislik içinde ve bir tuvalet ile deniz suyunu kullanarak kat ettıkleri de ifa- deediliyor. Ülkeye demir atabitenler, alü bini aşkın mülteci kampı- nda, tutuklu kimliğiyle "politik stğmmacılığa" kavuşmayı bek- liyor. Bu statüye kavuşanlann, kendilerini yola çıkartanlara "diyet" ödemekten kurtula- madıklan da belirtiliyor. "Mao'nun tonmlan" Nevv York'ta hem korkutuyor, hem de korkuyorlar. Bir milyar iki yûz milyonluk dünya devinin çocuklanndan aynürken manavın sahibi ekli- yor "Gelenler yıllarca Ame- rika'yı göremiyor. China- town'da yatıp kalkıyorlar. Ki- min yalanma kandıklannı kendileri de bilmiyor. Deniyor ki, Amenka'da insanlar özgûr- lükten harap ve bitap düşüyor. Gidince özgürlük kusacaksı- nız!..." Yaşamdailkçabaayağakalkıııakıçm İ nuğa kavuştu. Zürafa Rosa, perşcmbe günü 1 merre 70 santimerre bo\unda, 40 kik> ağırlığında bir bebek dünyaya getirdi. Hayvanat bahçesi çalışanlan Rosa'mn erkek çocugunun adını Franz koydular. Franz'ın dünyaya gelir gelmez ilk yaptığı şey ayağa kalkmaya çabalamaktı. Tabii kendisini doğuranm yardımıyla.. Fidel sonunda dolara pes ettiMisyonerler, bol bol din götürdüler 500 yıl önce yeni dünyaya, Amerika kı- tasına ve bol bol alün ile döndûler. Uygarlık sattı- lar, sömürdüler karşılığı- nda. Ya da iyi ki gilmişler; bi- lim götürmüşler; teknolo- ji, ilaç, uygarUk götürmüş- ler. Neresinden baktığmıza baglı. Neyse, bikaye uzun. Sonunda kültürler kay- naşmış; mûzik, sevgi, coşku, aa, sevinç kaynaşmış. Madrid'in yaz gecelerini Küba müzik konserleri doldurur. Salsa, 'son' doldu- rur. Bir 'son' konserindeyim. Yani Kü- ba'dayım. lçim titriyor. Ça ça ça.. Üzûlü- yorum. Gel de ûzülme. Bu gûzelliği, bu inanı- lmaz heyecanı öldürmeye karar vermiş- kr. Ada dört bir tarafından kuşatılmış, toplar tüfekler Fidel Castro'ya çevrili. Yı- Uardan beri Amerika'nın Küba'ya uygu- ladığı gıda, ilaç ambargosu, çocuklara yaşamayı yasaklarmş. Kapitalizm ko- mûnizmi dize getirecek, çocuklann ölü- münde. Bir işkencedir bu. Nasıb, nedenleri tartışılabilır. ama ger- cek, Küba'da rejim çökmûştûr ya da çök- tûrûlmüştür. Sefillik hükûm sûrer Küba'da. Has- talık. Açlık. Açhktan ölûm. Kübalı'ya açık dûkkanlann raflan boştur. Turistle- re açık magazalardan ise Kübalı'nın mal abnası yasakür. Dolarlaşan dünyada, küçücük, okya- nuslar ortasmda yapayalnız bir adaak olarak kalan Fidel'in diktatörlüğû daha fazla direnemedi. 34 yıldır "Ya sosyalizm ya ölünT diyen Fidel, artık liberalizm ile masaya oturmaya karar verdi: "Kendim için hiçbir pazarlığa yokum, canımı seve seve feda ebneye hazınm; ama halknn için her türlü pazarlığa girebilirim." Yani yine Amerika, yine yeşil dolarlar kazandı. Kü- ba'nm demokratikleşmesine ben de "Evet" dıyorum. Ama işkenceyle teslim alınmasına 'hayır.' 70 cente muhtaç ka- lan Fidel, sonunda dola- ra pes etti. Üçer beşer dolarlar ödenerek bo- şalülabiliyor limanlar- daki petrol gemileri. Bi- sikletten başka yûrûyen bır araç kalmamış. Ve sonunda Kübalı'ya do- lar yasağını kaldı- racağını açıkladı Fidel. Artık Kübalılar'- ın dolar taşımalanna, dışandan dolar transferine izin verilecek. Miktan ve nere- den geldiği de sorulmayacak. Ada 'dolar' dolup taşacak; her yer dolar olacak. Küba 'dolarlaşacak.' Ve bu da Fidel'in sonu olacak. Kişilerin kendi işlerini yapabümeleri- ne, kendi hesaplanna üretmelerine de izin verilecek. Muz h'beralleşecek. Kahve, şe- ker libarelleşecek. Yeşillenecek. Dolarla- şacak. Rejimin ölümünü Florida'da büyük bir iştah ve sabrsızlıkla beklemekte olan 'muhalif Kübalılar, Küba'ya dolar akı- tmaya başlayacak. Ekonomik, sosyal dengeler altüst olacak. Yoksul denge ve yoksul eşitlik, varsıl ve yoksul dengesizli- ğine bırakacak yerini. Ekonomik deği- şim, siyasi değişim getirecek ve komüniz- min okyanus ötesi ayağı da çökecek. Fidel artık çaresiz. Komünizm ürete- medi, üretmesini bilemedi. Kapitalizm çok şeyler pahasına ürettiğini, hakça pay- laşürmasını bilemedi. Hem üretmesini hem dağıtmasını bilen bir sıstem an- yoruz. Arayan bulur, bulacağız. Karaib rüzgarlannın esintileri 'son' mûziği yüklü bır Madrid gecesinde içim titriyor. Küba'da demokrasiye 'evet' di- yorum, ama 34 yıl kapitalizme ve de em- peryalizme karşı onurla direnebilmiş Fi- del'e de saygı duyuyorum. Üzülme sen Fidel. Dünyanın dolarlaşmamış birköşesi kalmadı amk. Ne muz, kahve, şeker tarla- lan ne ülkeler saün aldı dolarlar. Küba'- da birrejimçökebilir, çökertilebilir. Ama Küba 'son'dur, sonsuzdur. Ça ça ça. Rıısya'da yemek yok, kadııı çok!Bızimkinin keyfı yerinde. Takmış kızı koluna. Dünyayıgörmüyorgözü. Salına salına yürüyor Puşkin Mey- danı'ndaki parkta. Görünüşü ve tavuianyla kesinlikle bizden bin. Anadolu'nun bağnndan kopup gelmiş Moskovalar'a. Yanık tenine bakıkrsa belki buradaki inşaat- lardan birinde çalışıyor. Belki ilk ayını daha yeni dolduruyor. Kız ondan çok daha genç, çok daha açık renkli, çok daha zayıf. Herhalde doğma bü>r üme Moskovalı. Belki daha öğrenci. Ya da kimbilir nedir mesleği ... Adımlanyla ulusal değil cinsel kimliğini vurguluyor. Bizimkinin adı bir olasıhk Musta- fa'dır. Kızmkiyse trina belki. Kol kola yürümek Mustafa'ya yet- memeye başlıyor. Kolunu trina'ran boynuna doluyor. Bana kalırsa kara- kucağı çağnştıran yöntemlerle bu sı- cakta kızı bunalüyor. Ama kız halin- den oldukça hoşnut görünüyor. Ben ne kadar tencere ile kapak arasmdaki uyumsuzluğu öne çıkarma fesatbğına kapürsam da kendimi, alan razı satan razı, çifümiz Puşkin Meydam'nın >ıldızı! Mustafa kıza uzak kalan ehyle tes- pih sallıyor. Başını da kıza değil, mey- dana çevirmiş. Belli ki öteki ehyle kızı sıkıca garantiye almanın rahaüığını yaşıyor. Gözlerinde ışıl ışıl bir gâü- cük, dudaklannda belli belirsiz bir kıpııtı. Acaba mutluluğuruı kendisine ifade etmek için "dilo dilo yaylalar" diye türkü mü söylüyor? Bu türküyü duymamıştır herhalde Puşkin Mey- danı... Irina, "yaylalar yaylalar" diye tür- künün nakaratını yineleyecek birine hiç benzemiyor. Hatta türküden hoş- lanmadığına dair bahse girerim. Hızlı danslara bayıhyordur herhalde. Mus- tafa da böyle danslardan anlamaz... Acaba nerede, nasıl tanıştılar? Arkadaşlan mı tanıştırdı? Gazete ilanıyla mı buldular birbirlerini? Yok- sa Mustafa o güçbela ezberieyebiküği Rusça sözcükleri Türk aksanıyla tela- fuz ederek arkadaşhk mı teklif etti Iri- MOSKOVA HAKAN AKSAY na'ya? Mustafa kıza aşık mı acaba? Ya- şamında hiç bu kadar güzel bir kızla üişki kurmuş muydu? Mcmlekette onu bekleyen bin var mıydı? Evli mi? Şimdi boşanmayı mı düşünüyor? Yoksa yalnızca gönül mü eğlendiri- yor? Kızı kendine bağlamak için ona sık ak armağanlar mı veriyor? Irina, Mustafa'ya bağlandı mı geT- çekten? Genç yaşma karşın yaşadığı düş kınklıklanndan sonra Mustafa'- nın dürüst ve mert tavırianndan etki- lendi mi? Aralanndaki dil sorunu, çok konusulması durumunda sıkca yaşa- nacak hırgürleri ortadan kaldıran olumlu bir etken mi ona göre? Dili, dini, kültürü bambaşka olan bu ya- bananın bilinemezliklerinin gizemine mi kapıldı? Yoksa Mustafa'yı oya- lıyor mu? Ondan pahalı armağanlar ve para alıp hafta sonlan genç, yakışıklı. ama yoksul sevgilisine mi koşuyor? Ikisi de dürüst mü birbirine karşı? Biri ötekini aldaüyor mu? Yoksa ikisi de oyunu lcuraüna göre oynama kaygısını mı taşıyorlar? Puşkin Meydam'ndan bir Türk işçi- siyle bir Moskovalı genç kız geçiyor. Her ikisi de birbirine sahip olmarun havasmı aüyorlar. Atsınlar, bırakın! Parktaki bir bankta söyleşerek Mustafa ile İrina'nın geçişini birlikte ızlediğim arkadaşım, geçen yıl bir Türk işçisinin istemeyerek kulaİc misa- firi olduğu bir konuşmasını anımsı- yor. Dediğine göre Moskova'dan kö- yüne telefon eden işçi, yakın arkadaşı- na şöyle yakınıyor: - Burada aradığın sebzeyi, rneyveyi bulamazan. İstediğin yemeği yapa- mazsın. Yağlan mideni bozar. Tatlı- lan yoktur. Rakı satmazlar. Anlaya- cağın, hiçbir şe> yoktur bu memleket- te. Ha bir tek kan vardır, hepsi o işte! Acaba bunlan söyleyen Mustafa mıydı? Aslında pek farketmez... Mus- tafa da ötekiler de köylerinde kadına yakın mesafeden kolay kolay baka- mazlardı. Evlenmedikleri kızın elini rutamazlardı. Kente gittiklerinde, cin- sellıği sıkışık otobüslerin kendilerine sunduğu fırsatlarda ve seks fılmi oynatan sinemalann arka koltukla- nnda yaşarlardı. Buraya geldiler ve kadının tabu ol- madığını gördüler. Ona yaklaştılar, dokundular. Hem de köylerindeki kara kuru kızdan çok daha güzeline, üstelik nazıyla aşık usandırmayı mari- fet sa>Tnayanına. Ama bu arada yemeklerinden, mey- velerinden ve tatlılanndan olmuşlar! Aç kalmışlar! Bu ülkede kadından başka bir şey olmaması ne kadar kö- tüymûş! • Yapma be Mustafa! Yeme bızi!.. B İ Z İ M K İ COK T A S I R En büyük düz kasa. En büyük motor. En yüksek manevra yeteneği. En konforlu geniş kabin. En şık gösterge paneli. En dayanıklı, şişirilmiş çamurluklar. En ergonomik ve aerodinamik dizayn.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear