25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 14MAYIS1993CUMA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hoşgörüve SoftalıkMELİH CEVDET ANDAY Ş imdi "hoşgörü' dıyoruz >a, eskiden 'müsamaha' sözcü- ğünü kullanırdık onun yeri- ne, "ihmal, aldırmama, gör- mezlikten gelme" anlamına. Elbet 'hoşgörü'nün kul- lanunı daha değişik, sözlüğe bakıyo- rum, "*her şeyi arilayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu'" diyor. Ancak burada bir anlam kanşıldığı çıkıyor ortaya: 'her şeyi an- layışla karşılamak' başka,'olabildiği kadar hoş görme' başkadır. Her şeyi anlayışla karşılamak kolay değildir. Keşice o duruma yatkın olabılseydik, ötekioe berikine ikide bir sinirlenmez, roh erinci içinde yaşar giderdik. Ama 'olabiküğince hoş görme'nin ölçüsü, sırun nedır? Yaıuu kolay değil. İngiliz koca yatak odasına gırince kansıru bir adamla yatar durumda görmüş, kadın, 'sorry' demiş kocasına kısaca, özür diliyor nezaket gereği; peki ama koca bu özrû gecerli saymâlı mıdır? Saymazsa hoşgörüsüz mü olacakür? En azından tarüşma götûrûr bir konu. Sözcûğün Fransızcası olan 'toleran- ce' sözlükte daha değışik bir anlama bûrûnmüş, "dayarurlık, katlanırlık, dayanma güca. katlanma gücü" dı- yor. Bir de çok başka anlamdaki bir sözûn içinde yer ahyor o sözcük, "mai- son de tolerance" genelev demekmiş. Neyse lafı uzatmayalım. Kanştıkça kanşıyor. Hoşgörü, aranıhyor, beğetıiliyor. gi- derek uygarhğın simgesi olarak kulla- nıhyor, hoşgörûlü insan, uygar anla- mına geliyor. Dahası var; cağdaşlığın, demokrasinin de aynlmaz bir parçası sayıhyor bu nitem. Nasıl olmasın, size aykın da gelse başkasırun düşünlerine katlanamazsanız, çoğulcu bir düzende yaşayamayacaksınız demektir. Bura- ya geldiğimizde Voltaire'in ünlü sözü- nü yineleyeceğiz elbet. Ne diyor bu bü- yük düşünür: "'Düşüncelerinıze karşıyım, ama onlan söyleme hakkını- a sonuna dek savunurum." (Tam böyle miydi o söz, şimdi bikmeyece- ğim.) Hoşgörüyü herkes beğeniyor, kimse yermiyor... diye düşünürken Goethe'- nin şu sözü ile karşılaştım ve allak bul- lak oldu kafam: "Hoşgörü aslında yalnızca geçici bir zıhniyet olmah; o, sonunda kabullenmeye götürür. Hoş görmek hakaret etmek demektir." Öyle ya, dınleye dinleye kapıhverir insan beğenmediği, tutmadığı bir görûşe, bir düşünceye. Tann konısun! Nazi Almanyası'nda nice aydın kişi, sonunda Hitler'e kapılmadı mı? Goethe'nin, "Hoş görraek hakaret etmek demektir" sözü düşündürdü beni en çok. Bunca beğenilen, övülen bir nitem, dönüp dolaşıp hakarete rru varacakü! Demek düşüncelerime, gö- riişlerime aldırmayan, kızmayan kişi beni aşağjlamaktadır! Ne yapayım ki, öyledir sayın okurlanm, ben de Goethe gibi düşü- nüyorum. Hoşgörüye karşı mıyım? Geleceğiz oraya az sonra. Ama şura- cıkta söyleyivereyim; düşüncelerimi sa- vunmaîc için kimsenin hoşgörüsüne gereksemem yoktur. Adam benim gö- riişlerune karşı, bunu biliyorum, ama beni güleryüzle dmliyor, "Konuş, hakkındır" diyor, hakaret çıkar bun- dan. Hoşgörü ile davranacağına karşı çıksana bana. Çık da göreyım seni! Bakalım kım haklı imiş! "Biryanlışlığı bağışlamak" demiş Süleyman, "in- sanın şanındandır." Bana hoşgörü gösteren, bir yankşhğımı mı bağışh- yor? Ne haddine! Ben kimseden hoş- görü beklemedim hiç. Çünkü aklıma güvendim, boş inançlara değil. Işte geldik... "Senın hiç hoşgörün yok mudur?" diye soracak olursanız bana, "Vardır" derim, "boş inançlara bağlanmış olanlara karşı hoşgörülü- yümdür; çünkü boşinançlann akıldan daha güçlü olduğunu bılinm. Hoşgö- rü, burada aklın buyruğudur. Ama hakaret anlamına çekıkmez." Buraya gelındığınde, kendimi güç duruma soktuğumu anlamıyor deği- lim; ama usavurmamı sürdüreceğim. Bir kavramı açıklığa kavuştur- manın en iyi yolu, onu karşıtı ile birlik- te ele almaktır. Hoşgörünün karşıtı ise softalık tır. Ne demek softalık? Bir ansiklopedi 'Suhte'den (Farsça) geldiğini yazıyor, "yanmış. tutuşmuş" demek softa. Osmanlı'da medrese öğ- rencisine verüen ad. Bu suhteler 'softa- lar kıyamı' olarak bilinen bir dia ey- lem gerçekleştirmişlerdi, çeteler oluş- turarak soygun ve baskınlar düzenle- mişlerdi. tstanbul'daki en önemlı suh- te ayaklanmasına 10 Mayıs1 1876'da Fatih, Süleymaniye ve Bayezid medre- seleri öğrencileri katılmıştı. Başka bir görüşe göre ise softa Yu- nanca 'sofıst'ten kaynaklanır. Bili- yorsunuz, sofistler f.ö. 5. yüzyılın ikinci yansından İ.ö. 4. yüzyıhn baş- lanna değin para karşüığı felsefe öğre- ten gezgin felsefecilerdi. Kaynağı ne olursa olsun, 'softalık' sözriâğünü nerede, nasıl kullanıyoruz? Bu soruyu Bertrand Russell şöyle yanıtjıyor: "Bir adam bir konuya başka her şeyi hiçe sayacak kadar aşın bir önem verirse, o adama softa demek yerinde olur saruyorum. Bir örnek vereyim. Her aklı başında adam köpeklere ezi- yet edilmesinden hoşlanmaz. Ama siz tutup köpeklere eziyet etmenin başka hiçbir eziyetle ölçülemeyecek kadar korkunç olduğunu ileri sürerseniz bir softa olursunuz. Soru- tnsanlık tahhinde büyük halk topluluklanrun sık sık softalığa kapıl- dığı olmuş mudur? Russell- Evet. çok yerde, çok kez ol- muştur. İnsan topluluklannın yaka- landığı kafa hastalıklanndan biridir bu. Soru- Bunlann en kötü öraekleri hangileridir sizce? Russell- Çok değişik örnekler vere- bilinm sanıyorum. Yahudi düş- manhğını alalım. Bu en kötülerden bi- ridir çünkü. Korkunçluğunu bile dü- şünmeye zor dayanır insan. Soru- Halkın sürü halinde softalığa tutulduğu olur mu dersiniz? Tutuima- sı nedendir sizce? Russell- Bunda beraberlik duygusu- nun payı olsa gerek. Softalar toplulu- ğunda birbiriyîe dost olmanın verdiği bir rahathk vardır. Aynı şey hepsini birden coşturur. Bunu herhangi poüti- ka partisinde de görebilirsiniz. Her partide her zaman bir softalar grubu vardır. Bunlar birbirlerine pek bağlı- dırlar ve bu bağhlık bir başka gruba düşmarüık eğüimi ile birleşip yayilırsa softalık kolayca gelışir. Soru- Ama softalık ekonomik amaçlar gözetince, öraeğin 'Haçh Se- ferlen'nde okJuğu gibi, softalık ol- maktan, belki zararfa olmaktan da çıkmıyor mu? Russell- Orasını bilmem... 'Haçlı Se- ferleri'nden bir hayır geldiğini sanmı- yorum. Bu seferlerde iki akım vardı. Bir, softalık akımı, bir de ekonomik akım. Ekonomik akım gerçekten çok güçlüydü. Ama softalık olmadan işe yaramazdı. Softalık ordulan sağladı, ekonomik akım ise kumandanlan diyebiliriz ka- baca." (Çağımızın Sorunlan Üstüne Düşünceler. S.Eyuboğlu - V.Günyol. Cem Yayınevi). Şimdi asıl soruya geldik: Peki, han- gisini yeğleyelim? - Elbet hoşgörüyü. Anlaşılan çıkamadım bu konunun içinden. ARADABIR Prof. Dr. MUSTAFA ÖZYURT Uludağ Üniv. Tıp Fak. Öğr. Üyesi Kırafın Süvarisi KlmOlacak? Cumhurbaşkanı rahmetli Turgutözal'ın ölümüyle po- litik dengeler bir anda bozuldu. Ancak 20 Ekim 1991 se- çimlerinden sonra ortaya çıkan, devletin en üst nokta- sındaki çekişme de son buldu. Şimdi cumhurbaşkanının kim olacağı, buna bağlı olarak da koalisyon hükümetinin geleceği tartışılmaktadır. Sayın Süleyman Demirel cum- hurbaşkanı olursa (ki olacağt kesin gibi) DYP'ninJsasına kim geçecek? Yeni genel başkan, Demirel'in gölgesinde bir başbakan mı, yoksa orta sağı bir araya getırecek bir Itder mi olacak? Başka bir söyleyişle bu kişi Kırat'ın sü- varisi olabilecek mi? 7 Aralık 1945'te kurulan partinin adı Demokrat Parti, simgesini de büyük DP harfleri oluşturmaktaydı. Halkı- mız bu adı kolayca Demir Kırat olarak benimsemişti. Aslında Demokrat Partl'nin devamı otan Adalet Partisi'- nin ılk sımgesı, yanılmıyorsam, güneşin önünde açık du- ran bir kitaptı. Daha sonra Kırat ile yer değiştirdi. Demir Kırat'ın ilk süvarisi Adnan Menderes'ti. Mende- res'in muhalefetyıllan çok uzun olmadı. Ama iktidarının ilk yılları oldukça rahat geçti denilebilir. Sonra her türlü başarısızlık ve baskı yüzünden 1960 ihtilali yapılmamış olsaydı, ilk seçimde muhalefete düşerdi. Zaten Adnan Menderes'i korkutan da, bu gözüken muhalefet yıllarıy- dı. Menderes'in bıraktığı yerden Demir Kırat'ın dizginle- rini eline alan Süleyman Demirel'i, iktidar, muhalefet ve uzunca yasaklı yıliar bekliyordu. Demirel ile ilgili. tanıdığım bir dostumdan dinlediğim şu gerçek olayı ve yaşadığım bir anımı anlatmadan ge- çemeyecegim. Yasaklı yıllann başlangıç günleri, he- men 12 Eylül'ün ardından öbür liderler gibi Demirel de Hamzakoy'da oturmaya zorunlu tutulur. Yolculuk, An- kara'dan tsmet Sezgin'le birlikte başlar. Aynı gün ak- şamsaat 17desözü edilenyerde bulunmaları zorunlu- dur. Ama her geçtikteri yerde karşılama ve uğurlamalar epeyce zaman alır. Akşam olmakta, kafile henüz Ine- göl'e ulaşabilmiştir. ismet Sezgin telaşlanmaktadır. Bunu fark eden Demirel, Sezgin'e döner ve "Ne telaşla- nıp duruyon be ismet, yoksa bizi hapse gomayacakla- nndan mı gorguyon" der. Yine yasaklı yıllann en koyu günleriydi. Sayın Cavit Çağlar'ın Kurşunlu kıyısındaki yazlığında Demirel onu- runa bir akşam yemeği veriliyordu. Bizim üniversiteden de ögretim üyesi arkadaşlanmızınçoğu davetliydi. Ama gelenlerin sayısı onu geçmiyordu. Yemeğin uygun bir yerinde Sayın Nazmıye Demirel'e ve Nursel Çağlar'a eşim ve ben birer çiçek sunmak istediğ'ımizı ilettik. Sa- yın Demirel, bu olaydan duygulandığını söyleyip teşek- kürettiler. Ertesi gün, yemeğe gelemeyenöğretim üyesi arkadaşlarımızdan bazısı, "rotasyona gideceğin yeri sectin mi?" diye soruyorlardı. "Uzun yıliar bu ülkenin başbakanlığını yapmış bir kişinin eşine çiçek verdik diye sürüleceksek, istedikleri yere göndermezlerse hatırım kalır" dediğimi anımsıyorum. Politika, dayanma gücü yüksek olanların yarışıdır. Ya- ni bir maraton koşusu gibi soluk ister. Demirel 1960'lar- da başladığı uzun, yorucu koşuyu inişli çıkışlı yollardan geçerek, 1993 Mayısı'nda Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde ipi göğüsleyerek sonlandırmak istiyor. De- mirel Çankaya'ya çıkınca hem DYP'de hem de koalis- yonda işler oldukça zorlaşacağa benzer. DYP'nin için- deki dalgalanmaların durulması epey zaman alabilir. 1960'lardan bu yana Demirel'in değişmez genel baş- kanlığına alışmış bir siyasal topluluğun yeni liderini be- nimseyip özümsemesinin kolay olmayacağı açıktır. Hü- samettin Cindoruk, İsmet Sezgin, Necmettin Cevheri gibi Demirel ile yazgı birliği yapmış eski bir arkadaş ya da kendisine ilk ortaya çıkışındaki gibi bir üst düzey bü- rokrat DYP'deki çalkantıları dindirmeye çalışacak, Kı- rat'ın yeni süvarisi olacakbr. Aynı görüş ve fıkirleri her zaman paylaşmasak da se- vabıyla günahıyla Sayın Demirel bu yüksek göreve gele- bilecek kişilerden biridir kanımca. Bir insana selam ver- menin suç sayıldığı günlerden, bitti tükendi denilirken bu düzeye gelebilmek direnç ve güç ister. Ancak Başba- kan Demirel, Turgut özal'ı çok eleştirdiği bir yönüyle sürdürecek olursa, kendisiyle ters düşmüş olur. Cum- hurbaşkanlığı için emekli general alışkanlığtnı yenmek epey zaman aldı. Bu kez de başbakanlar Cumhurbaş- kanlığını gelenek haline getirirse Cumhurbaşkanlığı- nın tarafsızlığı sözde kalır. Devletin tepe noktasındaki sürtüşme de sürer gider. Çünkü Kırat'ın gerçek süvarisi olarak yaşadıkça, Süleyman Demirel olarak kalacaktır. CUMHURİYET YOLUNDA Vunus Nadi 20.000 lıra ^KDV ıçinde) Caidas Yavınları Turkocağı Cad. 39-41 Cağatoğlu-lsıanbııl Ödemeli gundrrilnıe7 TARHŞMA Sahipsiz bir şehir 2 mayıspazargünü Kırmızı Koltuk'ta konuşan Sayın Demirel, "500 gün içinde Erzincan'ı yenidenyaptık. Daha güzel, daha sağlam şehir kurduK. Zelzelenın yaralannı sardık" dedıler. 3 mayıs akşamı Kanal 6'nın "Tempo' progjamında da Erzincan'ın bugunkü acıklı durumu sergjlendi. Sahipsiz ve çaresiz bekleyen halk, her şeyden umudunu kesmiş ve Erzincan'ı boşaltmışür. Gerçek budur. Demirel diyor ki, "Dört trilyon lira harcayarak Erzincan'ı yeniden kurduk." Kendileri de biliyor ki, bu sözler doğru olarnaz. Erzincan'dakı yara o paralarla sanlamaz. Yıkılmış, yok olmuş bir şehir için dört trilyon, övünülecek bir para mı?Çok mu buluyor dört trilyonu Erzincan'a Demirel? Bu hükümet Erzincan'a ölüm tuzaklan kurdurdu. Bu sözlerimizi bazılan abartılı bulabüir. Ama bir gelecekte bu tuzaklarda can verecek Enoncanhlar bunun doğru olduğunu görecektir. Onanmı sakıncah bınlerce binaya onanm izni verilmistir. Raporlan teknik adamlar değil, (para) alıp vermiştir. Rapor değişkenlıği şaşırtıa ölçülere çıkmışür. Ama, kimse bu değişikliklerin nedeni üzerinde durmarnıştır. Halk vurgun ekıplennin elinde kalmışür. Tutan bilinmeyen btifc"^! ımzalayarak yükümluîiikaluna ' sokulmuştur. Msacası halk Erzincan'da, 13 Mart 1992'den daha perişan bir ortamda beklemektedir. Şaşkındır, Niyazi Ünsai PENCERE f >K0lmak!..' PANORAMA'DA Sayarken 999.999'a kadar bütün sözcükler Türkçedir, milyona dayanınca iş değişiyor. "M/7yon"Frenkçe... Dil bir gereksinmeden doğmuyor mu? Eğor bu varsa- yım doğruysa, Türklerin "milyon" ile alışverişi tarih boyunca olmamış; olduğu gün de Batı'dan hazır milyo- nu alıvermişler. Buna "hazıra konma" denmez de ne denir? Hep hazıra konuyoruz... "Pil" de Frenkçe bir sözcük değil mi? 19'uncu yüzyılda Batılı icatetmiş. biz kullanıyoruz. Binlerce örnek gösterilebilir bu konuda. Düşüncenin, tikrin, icadın, keşfin, bilimin, felsetenin, teknolojinin st- nırlart genişledikçe dil zenginleşir. Bir toplumda yasa- mın heraynntısıdadilleanlatılır; "/c/s/canma"duyguları- nın başladığı yerde "kıskançlık" sözcüğü bulunur; "ölüm" varsa, adını koymak gerekir; insan seviniyorsa "sevinç" sözcüğünü dilin kütüğüne yazacaktır. Afganlı acıkır, Çinli de, İngiliz de acıkır, öyleyse bu dillerde "aç- lık" sözcüğü vardır. Ya "iüze, otomobil, televizyon, radyo "sözcükleri? Batı'da bulunmuş bunlar... Biz hazıra konmuşuz. Türkçe küfür bakımından zengin bir dil, demek ki küfre gereksinme bizde daha çokmuş. Adana'da birine kızdın mı "Lan Allahının horozuna kravat taktığımm..." diye başlıyorsun; kim icat etmiş bu kantarlıyı? • Insanın yaşamında "kıskançlık, korku, sevinç, keder, heyecan, utanma, öfke, kuşku, kaygı" gibi bir sürü ruh- sal durum vardır; her dilde bunların karşılığının bulun- ması doğaldır. Pakistanlı ya da Koreli ile Türk arasında bu alanda bir aynm olabilir mi? Amerikalı da utanabilir, Iranlı da... Fransız da korkar... Türkde... Küçükken bize "Türk korkmaz" der'erdi; korku insarv lık hali değil mi?.. Sen, ben, o, biz, gezegenimizde yaşayan öteki insan- lar gibi çeşitli ruhsal durumlan yaşayarak büyüdük; ama, ben kendi hesabıma vaktiyle "şok" geçirmezdim; hiçbir Türkün eskiden "şok'ia ilgisi olduğunu sanmıyo- rum. Erzurum'daki yurttaşın, çok değil, beş on yıl önce "şok"\a bir alışverişi var mıydı? Malatyalı ya da Tokatlı veya Edirneli, korkardı, ürker- di, heyecanlanırdı... "Şok" geçirme7di 1980'lerde çağ atladık ya, hepimiz sık sık "şok" geçir- meye başladık; gazetelerin başlıklarında da artık "şok" sözcüğüne sık sık rastlanıyor; hem "şok"u olur olmaz yerde, istediğimiz gibi kullanıyoruz. Kız diyor ki: "Vapuru kaçırınca şok oldum..." öğrenci: "Oğretmeni birdenbire karşımda görünce ne ya- pacağımı şaşırdım; şok ol- dum..." Gazetenin başlığı: "Politikadaşok!.." Kadın: "Benimkini o aşiftenin kolunda görünce şofc o K dum; ben oniara ne yapa-< cağımı bilirim..." Nedir bu şok? Çeşitli anlamları var; ama genelde şok "birden- bire duyulan şiddetli heye- can" diye tanımlanabilir. Demek ki son yıllara kadar biz Türkler, bu tür heyecan- lardan uzak yaşamışız ki, "şok" sözcüğünün de tıpkı "televizyon, otomobil, rad- yo" gibi Türkçe karşılığı yok. Eskiden beklenmedik bir olay karşısında heye- canlanınca "az kalsın bayı- lacaktım, öleyazdım, ne yapacağımı şaşırdım, ak- lım başımdan gitti, elim ayağım kesildi" diye ruh- sal durumumuzu dile getir- meye çalışırdık; şimdi iş kolaylaştı "şok oldum"de- yip geçiyoruz. Bilmem ki dilimiz "şok" sözcüğünü kazanmakla zenginleşti mi, yoksa sığ- laştı, kabalaştı mı? Devlet Bokanı Mehmet Ali Yılmaz'ın çağrısı üzerine başta Cavit Çogtarve DYP'nin ağır Toplarını biraraya getiren Hilton'daki yemek sık sıkyapılan organizasyonlardan bu kezfarklıydı... Çünkü ufuk- ta Başbakanlık vardı... *Üç dorbe, iki başarısız darbe girişimi gördüm. İhtilal yapanlar şimdi piyasada yok. Ama İsmet Sezgin ayakta." Başbakan adayı Sezgin'den ilginç açıklamalar... BİR ANI: Büyük gürültüler yaşandı, çok dinamik bir süreçti 70'li yıliar. Bugün o günün delikanlıları dur- muş, oturmuş adamlar. Bir de vakıf kurdular. Soğuk metale karşı duyulan ateşli aşkın öyküsü. Silah koleksiyoncularının ortak korkusu: 'Bu koleksiyonlan kime emanet edeceğiz? Hangi yarışma önde, hangi yarışma yeni başlıyor? PatenHisi patentsiziyle tüm televizyon ya- rışmalarına bir bakış... İngirtere'de yapılarak Bodrum Müzesi'ne yerleştirilen Karya Prensesi'nin biraz hüzünlü, biraz da mutlu öyküsü. Efsaneleşen star röportajlarından farklı bir röportaj. Ne istediğini bilen, ne anlatacağını dengeleyen bir kadın var vitrinde: Türk Sineması'nın tar- tışmasız "Sulton'ı... Savaşta ve barışta tecavüz sonucunda dünyaya gelen bebek- ler. Tarih boyunca ve özellikle de Bosna Hersek'te tecavüz sonucundo doğan çocuklar. Şimdiye kadar hiçbir yerde yayınlanmayan Adli Tıp foto-röportajı. Bilinmeyen dünyanın, cansız gövdelerden yükselen acının tablosu. "Bir Garip İnsanoğlu*: Yoratı- -- lıştan veya sonradan biçimsel özürlü olarak yaşamını sürmüş ^ V- insanlar. Love Story. Ryan O'neal ve Ali r~^^+ Mac Gravv'ın başrollerini paylaştıkları horika filmin afişi. J MESEN OTEL AKÇAKOCA Orman • Deruz • Sessizlik 19May«1993 4 gun YP l 000 000 TL KurbsiA Bayramı 7 gun. YP 1 750.000-TL 0 - 6 yaş arası ucretsiz. Rez Akçakoca 9 4614 2574 IstantHil Han Resfauraif 265 29 68 T.C ADALET BAKANLIĞI ALACA İCRA MÜDÜRLÜCÜ 1992/370 AJacakh lsmail Yüksel vekili Av. Nesrin Ulutaş tarafından borçlu Sema Atlas aleyhine mü- dürlüğümüze 100.338.024 TL'nin tahsili için açılan takip- te borçlu adına Alaca ilçesi ılgın Apt. No: 9'daki adresine ddeme emri çıkanlmış, borçluya teblig edilemediğinden bila iade edil- diği, tunun üzerine yapılan za- bıtaca araştırmada borçlunun belirtilen adresinde ikamet etme- diği ve nerede olduğunun bilin- mediği bildjrilmiş olduğundan borçluya ödeme emrinin ilanen tebliğine karar verilmistir. Karar gereğince; borçlu Sema Atlas'a ödeme emrinin (ömek 163) tebliği yerine kaim olmak uzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 48082 A Y R İ N T I L A R D A D ÎNTî'RPRFSS Pasaportomu kaybettim. Hukumsuzdur. ARZU TÜRKSOY Nüfus cuzdanımı kaybettim. Hukumsuzdur. EVRİM ŞÖLEN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear