22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 23 ŞUBAT1993 SAU 12 DIZI Çarşaf giymeyekarşı çıkan öğretmen BİR CUMHURİYET SANATÇISI E D İ A M U V A H H I T GÖKHAN AKÇURA Cumhuriyetin 70. kuruluş yılında, cumhuriyet sanatçısı Bedia Muvahhit'in 70. sanat yılını kutluyoruz. -ı- Türk tiyatrosunun ilk kadın sanatçılanndan olan Bedia Muvahhit. bilindiği gibi bir "devlet sanatçısı" dır. Bu sıfaü taşıyan bir çok sanatçı- nuz var ve eminim kı bunlann büyük çoğunluğu da yaptıklan işlerle. bu namı laşımaya hak ka- zanmışlardır. Ama bence Bedia Muvahhit'in devlet sanatçı- lığı sonradan verilmiş bir sıfat değil. çok önce- den kazanılmış bir "özellik"tir. Bu özellik Bedia Muvahhit'in bizzat kendi var oluşuyla ilgilidir. Bu devlet sanatçılığı, yaşanarak kazanılmışür: Ikinci Meşrutiyet sonrasında Türk kadırunın ça- lışma yaşamına girişindeki rolünden. sinemada görev alan ilk Türk kadınlanndan biri oluşuna; Cumhunyetin kuruluşu öncesi İzmir'de Musta- fa Kefnal'in önünde sahneye çıkmasından Cum- huriyetin kuruluşundan hemen sonra İstanbul'- da Desdemona'yı oynayışına kadar... Hatta öğretmen olarak çalışuğı dönemde çar- şafa karşı çıkışıyla bile bir düşüncenin öncülü- ğünü yapmışür... Bu nedenle inanıyorum ki Bedia MuvaHhit'in damarlannda Cumhuriyet düşüncesi bir kan gibi dolaşmıştır. O, yaşamını bütünüv le bu düşünceye adamış bir insandır. Bu alandaki öncü niteliğıni düşünerek Bedia Mu- vahhit'i bir Cumhuriyet meşalesine benzetebili- riz. Bumeşale 1923'lerde, Cumhuriyetin kurulu- şuna paralel olarak yakılmış, onunla birlikte güçlenmiş ve yeni ateşlerin yakılmasını sağla- mıştır. Özellikle sahneye çıkan her Türk kadını- :;ın ruhunda yanmaya başlayan ateşte. mutlaka bu mcşaleden sıcramış bir kıvılcım vardır. Bedia M uvahhıt bir devlet sanatçısıdır ve ondan da öte bir Cumhuriyet sanatçısıdır. Cumhuriyet onun- la birlikte yaşamış, o Cumhuriyetle birlikte var olmuştur. Bedia Muvahhit ve Cumhuriyet, dai- ma birbirinı tamamlayan iki sözcük olarak bir arada durmuşlardır. Cumhuriyetin 70. kuruluş yılında Bedia Muvahhit'in 70. sanat yılını kut- lamanu, da bunun kanıtı değil mi zaten? Büyükada'da geçen unutulmazçocukluk günleri Bedia Muvahhit'in çocukluğu Büyükada'da ge- çer... Savcı olan babası Msıriızade Şekip Bey, kal- binden rahatsız olduğu için doktorlar. Büyükada'- da oturmasını tavsiye etmişlerdır. Bedia ve erkek kardeşi Fuad,"evde mürebbiyeler Fransız olduğu için Fransızca'yı, hizmetçıler Rum olduğu için de Rumca'yı çocuk yaşta öğrenırler. Bedia hanım ve kardeşi. birsüre Büyükada'daki St.Antoineokulu- na gider. Okul dışındaki Türkçe eğitimini ise Seiim Sım Tarcan üstlenmiştir. Bedia Muvahhit'in ailesi. babasının ölümünden sonra Moda'ya taşınır. Burada önceTerakki Mek- tebi'ne. sonra da Dame de Sion'a devam eder. Moda'dan çocukluk arkadaşı Suat Deniş, Bedia Muvahhit'leevde nasıl birlikte tiyatro oynadıklan- nı hatırlıyor: "Biz omınla bir mahaüenin çocuklan. dost analann olatiarı idik. Onu ilk tanıdığım zaman uzun, gür, si\ah örgülii halinde arkasında uzanan ipek saçlı, tü> gibi ince, ucacak gibi bir şej - bu beiki de çocukluktan genc kızlığa doğru bir gküşti- hari- kulade güzel bir kızdı. İki örgüsünün başladığı jere kocaman tafta kurdeleler bağlardı \e biz arkadaşları ona belki de >ariığından sızan bir ifadeye inzimam eden bu kurdela jüzünden "kelebek" lakabını tak- mıştık. (...) tlk roîünü benimle beraber. bana partner olarak oynamtştı... HamkJ'in Finten'inden bir sahne idi bu. Ben e>deki en şişman insanın geceJiğini gi>er. hamam sileceğüıden başıma bir sank sarar, beÛme kımuzı bir masa örtüsû dolar, bacak kadar boyla, çıplak a\ak ortaya çıkar. merhum Burtıaneddin'in sesıni taklit ederek heybetli (!) bir Davalaciro olur- dum. Bedia da elınde bezden yapılmış bir bebek ile bir Finten'di. Suzan'ı taklit eden zavallı Bedia'ya erişmek için. heybetimi ona tanıtmak için parmak- lanmın ucunda yükselir. hindi gibi şişer. bangjr bangır bağınrdım. Bu Finten rolü Bedia'nın ilk ve Davalaciro rolü benim ikinci rolümdü. (...) Bizim Finten skeçimızin büyük süksesi var- dı. Büyüklerimiz meyve. çikolata veya pasta ile bi- let ücretini tediye ederler ve ancak öyle bizi seyre- derlerdi.'V Bedia Muvahhit, çocuk yaştan itibaren, o dö- nemin deyişiyle "alafranga" bir anlayışa sahip- tir. Dame de Sion'a giderken çarşaf yüzünden başına gelenleri şöyle anlatır. "On üç yaşlannda Fransız mektebine giderdim ve tabii henüz başı- mı örtmezdim. Mahallede hep dedikodu eder- lermiş! 'Artık kocaman kız oldu, ayıp, bunlar ne alafranga şeyler, frenk midirler nedirler?' deyip dururlarmış. Ailem bu sözlere biraz mukavemet etti, fakat nihayet beni de o zamanki tabir ile 'er- kekten kaçırdılar'. Çarşafa hiç ısınamadım. İlk çarşaf giydiğim günlerde bir adam beni yolda açık saçık çarşaf giydiğim için azarladı, çocuk- luk!.. Ben de kızıp çarşafımı sokağın ortasında çıkardım. Çarşafın altından ortaya bir çocuk çıktığı için olacak beni polis tevkif etmedi. Ve sokakta taşlamadılar."2 Bedia Muvahhit. bu okulda öğrencilik yapüğı Bedia, babası Şekip Bey ve kardeşi Fuadî ile birlikte. dönemde, yaz tatilinde, yeni kurulmuş olan Te- lefon Şirketi'nde fahri olarak çalışır. Bu sıradan bir yazın çalışma öyküsü değildir. O güne kadar Türkiye'de kurulan yabancı şirketlerde Türk kadınlan çahştınlmamaktadır. Kadın demekle- ri, bu haksız uygulamanın değiştirilmesi için mücadele verirler. Bu mücadelcnin ilk ürünü olarak Telefon Şirketi'ne yedi Türk kadını alı- nır. Bunlardan biri de o yıllarda henüz bir öğren- cı olan (o zamanki adıyla) Bedia Şekip'ür. 1914 yılında olan bu olay. dönemin kadın dergilerin- de aynntıh olarak yer alır. SÜRECEK DOĞU DUNYASININ BÜYÜK«• •• *• •• DUSUNURU İBN SİNASonja- Burchard Brentjes Türkçesi:Oguz Özügül Bügisizlermutsuz kahrlar 1160 yılında Bağdat'taki Ab- basi halifesi. aralannda zındık- lann kitaplan bulunduğu ge- rekçesiyle bir kadının kitaplığı- nı yaktırrruştı. Sufi'lere yakınlı- ğıyla tanınan İbn Sina'nın yapıtlan da bunlara dahildi Babası ile kardeşi tsmailî tari- katına mensuptu ve kendisinin de Basralı "İhvan-is-Safâ"ya sempati duyduğu söylenmek- teydi. Bu en azmdan onun Yeni-Platonculuğa dayanan ışık felsefesnçin geçerhdir: ama tbn Sina. İslam toplumunun kentlerdeki ara kaünaniann- dan gelmiş olmasına karşın, bir halk adamı ya da bir devrimci değildi. İdealı. zirvesinde çok az kişiye yer olan hakikate ulaş- maktı. Kitle için yasalar zorun- luydu, ulema da etik ve politika ile yasalann gelişmesine hizmet ediyordu. "Zındıkçasına" olan aslında İbn Sina'nın öğretisiydi; Mu- hammed, ufuklan dar bedevile- ri sadece disipline sokmak için onlara tekrar dünyaya gelecek- lerini vaat etmiş ve örneğin şa- rabı yasaklarruşü. Zahitleri (çi- leci) de dikkate almaya değ- mezdi, dünyadan el etek çekmekJe onlar da sırf öte dün- yadaki ebedi haza ulaşmak isti- yorlardı. Mutlu bir öte dünya umudu beslemeksizin ve ölüm- den sonra cezalandınlma kor- kusu duymaksızın Tanndan (= hakıkatten) başka bir şey is- temeyen fflozoflar ise dini bü- tünlerin ve kitlenin üstündeydi- ler. Sahip olduklan tek şey ruhun özgürlüğüydü ve kitlenin bundan haberi ohnaması daha iyiydi. ibn Sina kendini tasavvufa yakın hissediyordu ya da felse- fesini İslami, yani tasavvufa benzer bir idrâk ediş biçimi ola- rak kurmaya çahşıyordu; yal- nız bu felsefe başka araçlaria, manüksal düşünmeyle Tannya ulaşacaktı. Ruh gerçi ona göre de ölümsüzdü, ama tekrar dün- yaya gelernezdi. Bireysel ölüm kesindi; filozofun ruhu yeniden doğmak için caba harcamaz, tersine ölüm kedisini bağlann- dan kurtarana ve evrensel ruhla birleşmesini sağlayana kadar dünya mihneüen arasında uca; durur. Bu esnada her çeşit bi- reysellikten vazgeçer, çünkü bellek hep maddi bir dayanağı şart koşar. Rasyonel ruh insan- dır ve sadece bilen ruh evrensel- ruhla birleşebilir. Bügisizler sonsuza kadar mutsuzluk için- de kahrlar. Platon ile Aristoteles'in ku- ramlanru birleştirmesine ve böylece Muhammed'in her şe- ye kadir. kavranılmaz, her yer- de haar ve nazır Tanrı kavra- mından epeycc uzaklaşmasma karşın, İbn Sina bu insan imge- dan türetilmemişti. İbn Sina daha çok ruh ve maddeyi birbi- rinden ayınyordu. insandaki faal ruh da bu ikisi arasında bir aracıhk işlevi görüyordu. İbn Sina metafıziğinde Tan- nnın varlığını potansiyel olan- dan ve zorunlu-olandan türeti- yordu. Kendilikin potansiyel karakteri ile düşünülebilir- olan, içinde özle varLğın bir bir- lik teşkil ettiği ilk zorunlu ken- dilikin varoluşunu gerektiriyor- du. Bu mutlak zorurüu ilkten, kesinlikle çokluğun hâkim ol- duğu evrensel ruh doğuyordu. E\Tensel ruh kendi nedenini düşünüyor ve buradan üçüncü, yani dış gökküreyi sevk ve idare eden ruh meydana geliyor, bu ruh da kendini düşünüyor ve ruhlan yaratıyordu; gökkürele- rin ruhu da bu ruhlar vasıtasıy- la faaüyette bulunuyordu. Bu gökküreler ruhu İbn Sina'ya laysız şekilde yalnız ilk evrensel ruhu yaratıyordu. Tann ile saf ruhJann sorunu özel-olan değil. sırf genel-olandı. Özel olan ise gökküreler ruhlannın işiydi. Bu tasanmlar Muhammed'in gö- rüşlerinden çok Platon'unkileri yansıtmaktadır, ancak Tannyı, evTenin araştınlmasını engelle- meyecek şekilde dışlıyordu. Bu yüzden Tann ibn Sina'- nın Mantık'ında da görülmez. bu onun olumlu tarzda ifade et- tiği bir ihmalidir. İbn Sina Aksam el-ulûm adlı yapıtında felsefeyi şöyle tanım- lar: "Felsefe spekülatif bir sanat- tır, insan buradan tüm varolu- şunu belirleyen ve eylemlerini Minlendiren şeyleri özümseye- rek yararlanır, böylelikle ruhu inceür ve yetkinleşir, bilgisi ar- tarak izan ve feraset sahibi olur, mevcut dünyaya benzer hale İbn Sina. aşk derdiyle knranan ReyveTataristan EmiriKabus Vesmegir'in yeğenini muayene ediyor. Semerkantlı Nizam'i Aruzi'nin "ÇeharMahale" adlı yapıtından. (İstanbul Türk ve Islam Eserieri Müzesi) siyle İslamiyet'i asla terketme- mektedir. Kanısına göre evren öncesiz ve sonrasızdı, çünkü o kendinde mümkündü. Tann ise varlığın olasılığını bir zorunluk haline getiren ebedi faal bir ne- den olarak kalıyordu; "ya- ratma"da gerçek varoluşa ve maddeye potansiyel varlığın bahşedilmesiydi. Böylelikle Tann reel dünyadan uzaklaştı- nlıyordu, çünkü madde Tann- göre kendinde mümkündü ve bu nedenle dış gökküre madde- sinden meydana geliyordu. Gökküreler ruhundan. her biri akıl. ruh ve bedenden oluşan bir ruh üçlüsü ve de dünyevi maddeleri, fıziki biçimleri, in- san ruhunu yaratan "faal ruh" meydana çıkıyordu. Gerçi her- şey Tann iradesine göre gerçek- leşiyordu, ama Tann sadece kendinde mümkün olanı ve do- gelir, ama insani yetilere uygun olarak başka bir dünyadaki en büyük mutluluk için kendini hazırlar." İslamda kültür. bedevi gele- neğınden gelen poetik biçimin etkisı altındadır. Bugün dahi şi- ir sanatı. dizeler halinde konuş- mak, Arap-İslam kültürünün ideali, başbca dışavurum tara- dır: insanlan bilgili kişiler ola- rak görmek,_ bilgilenni an ve güzel bir biçimde ifade etmek bu kültüre egemen olan düşün- cenin yansımasıdır. İbn Sina'yı da Arapça ve Acemce dizeler \azan biri olarak görmek bizi şaşırtmamahdır; uzmanlar onun Arapça şiirlerini vasat. Acemcelerini ise oldukça başa- nb bulurlar. Bu şiirler daha çok onun kendini anlamasına, zor günlerde yeniden canlanıp ce- şaret bulmasına yaramış, bize İbn Sina'nın iç dünyasıru kimi öğretilerinden çok daha iyi bir şekilde anlatmıştır: "Ahmakçasına iptila çılgınb- ğa vardı şu birkaç akılsız da evrensel bilgelik nazariyesini yalnız onlar anlıyorlar. Sen de bir eşek ol-cünkü eşeklikleri o kadar büyük ki kendileri gibi eşek olmayan- lara imansız diyorlar." Bir diğerinde kendine güve- nen bir bilge olarak karşımıza çıkar: "Kapkara toprağın derinlik- lennden zühal yıldızına kadar Evrende karşılaştığım tüm sorunJan çözdüm. Beni yalan dolanla saran her bağdan kaçıp kurtuldum. Tüm bağlar çözülmüş yalnız biri kalmıştı geriye. o da ölümün bağıydı işte." Başka bir şiiri de hakikati arayan herkesin kendinden duyduğu kuşkuyu yansıtır: "Ruhum kitaplarda yeni ile eskiyı aramasına ve kılı kırk yarmasına rağ- men, idrak edemedi bir tekini dahı. Gönlümde binlerce güneş ya- narken, Çözemedim tek bir zerrenin manasını dahi." İbn Sina kendini dünya ni- metleriyle avutur: "Şarap ayyaşa düşman. ilaç niyetine alınırsa bir parça, akıllıya dosttur; fazlası yılan zehiri olur. Aşınlıkta şüphesiz zarann çoktur, yalnız azın sana faydası do- kunur." Öte yandansa bilge kendine hâkim olmaktan gurur duyar: "Yasaktır on şey soylu insa- na: Altısından özgür olan kalk- sın ayağa. kıskançlıktan ve alçaklıktan. yalan ağı örmekten. zaaftan. tamahkârhktan ve de yakınmaktan. Halin vaktin yenndeyse eğer cimrilik yapma, tasarrufta bu- lunma. Dostlanna karşı açık olsun elin, Kaderin sillesi seni bulunca, acını kalbinde gizlemelisin. Solmasın acıdan yüzün, bu dünyada değeri yoktur hiçbir şeyin. içini yakan çığlığı bu yüzden susturmalısın. tek bir "ah" dahi dudaklannı terketmesin. Kaderin kötü bir oyunudur bu. zarlan biz, Tann da oyuncu- su. ve dünya, bu dur-durak bil- meyen kargaşa ise üstüne geuşigüzel düştüğü- müz bir oyun tahtası." İbn Sina burada, Orta Asya kentlerinin ömrü boyunca taşı- dığı özgün ruhunu rubaileriyle soluyan ünlü Ömer Hayyam'a benzemektedir. İbn Sina, öğretilennı iki defa olmak üzere aJegorik öykülerin eski motifleriyle bezemiştir. Ör- neğin "Salman ile Absal'da başbca isteğini Sufı'leri örnek alarak bir sevda öyküsü biçi- minde açıklamışur. Salman'ın kansı kaymbiraderini baştan çıkarmaya çabşır. ama bir yıldı- nm bunu engeller. Absal da güzellikten, maddi dünyadan yüz çevirerek manevi dünyaya, Salman'a döner. İkinci öykü Avrupaü okurla- ra yabancı değildir. çünkü dün- yalar arasında dolaşarak bilgi- ye ulaşma motifini Dante Alighieri, "İlahi Komedya"- sına merkezi tema olarak İslam felsefesinden almıştır. İbn Sina insanbğın ebedi akbyla. tekil düşünen ruhlann önderiyle karşılaşmasını, kendisine biri Batıya, kötülüğe, maddiyat el- de etme çabasına, maddeye; diğeri de Doğuya, manevi ay- dınlanmaya ve bilgiye olmak üzere iki yol gösteren yaşb. ama dinç Hayy ibn Yakzan'la bir buluşma şeklinde betimler. Dü- şünen ruh ile ebedi akıl, İbn Sina ile Hayy ibn Yaksan bir- likte bilgeliğin ve (manevi) gençliğin kaynağına doğru yü- rürler. Bu şiirde ibn Sina kendi çabalannı eski biçimde. yani hem bir öğreti hem de bir itiraf olarak açıklar. BİTTİ Sonja-Burchard Brentjes 'in İBN SİNAaraştırmasınm tamamı kiıap olarak önümihdekigünlerde Pencere Yaymlan tarafmdan basılacaktır. ANKARA NOTLARI MUSTAFA EtCMEKÇİ He VeriP Ta«am_. Geçen haftaçarşambagünü, HBB'de, "Şeytan Ayetle- ri" konulu bir tartışmayı izledim. Tartışmayı, HBB'den Erhan Akyıldız yönetiyordu. Konuşmacılar, Aziz Nesin ile Abdurrahman Dilipak'tı. Kapalı salonda olmasına karşın Dilipak bereliydi. "Ben şapka giymem, ona karşı- yım" demek istiyor, Müslümanlara bir ileti yollamak isti- yordu belki de bununla; olabilir. Abdurrahman Dilipak'ın konuşmaları boyunca, Aziz Nesin'i dinlerken neden hep yere baktığı gözümden kaçmadı. Sıkıntılı bir hali mi var- dı ne? Konuşmasının bir yerinde şöyle dedi: - Bir başka şeye değinmek istiyorum; özgürlük adına bu tür şeyler yaparsak insanlan özgürlükten nefret ettiri- riz. Yani karısına, kızına, anasına dil uzatmaya kadar varırsa özgürlük, eline kalem alan herkes küfretme hak- kına sahip olursa insanlar özgürlükten tiksinir... Aşağı yukarı böylededi. Konuşmasının bir yerinde de şunları söyledi, özetle: - "Şeytan Ayetleri" olayı bana kalırsa, bir fikir ya da sanat ürünü olarak tanımlanması hayli güç bir olay. Kimsenin küfretme özgürlüğü yok ya da özgürlük adına hiç kimse, Hindu mahallesinde inek kasabı açma iddia- sında bulunamaz. Karşılıklı toplumsal diyalog, barış, hoşgörü, anlayış, saygıyı yok eden bir ajitasyona dönü- şebilir. Türkiye'de şeytana tapanlar var; Müslümanlar, şeytan taşlamaya giderler ve şeytanla hayatları boyun- ca uğraşır dururlar, şeytanla savaşırlar. Ama şeytana tapanlara kimse dokunmaz. Sanıyorum, ifrat ve tefritten kaçtnmak, dengeyi bulmak en doğru olanı. Şeytan Ayet- leri olayını ben peygamberimize yöneltilen bir hakaret, hatta ajan provokatif olarak görüyorum Salman Rüşdü'- yü. Böyle bir gelişme var... Küfretme, yani peygamberi- mizin eşlerine haşa fahişelik isnadı ya da Kabe'yi haşa genelev olarak tanımlama, peygamber efendimize çok büyük hakaretlerde bulunma.. Aziz Bey'in kendisinin de, böyle bir dilin kullanılmasını hoş karşılamayacağını sanıyorum... Aziz Nesin'in ona yanıtını vermeden önce, Abdurrah- man Dilipak'ın bu sözlerinin kendi eylemine uymadığını belirtmek durumundaydım. Dilipak, öyle diline kalemine pek egemen olan biri değil. Yerinde, bal gibi iftiralar edebilir, hatta gerçek olmayan şeyler yazabilir. İşte ör- neği: "Argos" dergisinin Nisan 1989 sayısında "Din, Iman Vesaire" başlıklı yazısında Dilipak'ın neler uydur- duğunu görünce, bu kişinin her şeyi yapabileceğini dü- şündüm. Bakın, Köy Enstitüleri ile ilgili neler yazmış bu bereli-sakallı barışçı yazar; "Okullarda cenin bulunmakta ve sağlıksız doğum kontrol yöntemleri yüzünden bazı kız öğrenciler hayati tehlike ile karşılaşmakta idi..." Bir başka paragraf. "...Köy Enstitüleriyle ilgili bir mü- fettiş raporunda, Hakkı Tonguç'un 1946senesinde Düzi- çi Köy Enstitüsü 'nü ziyaretinden söz edilmektedir. Ensti- tüde düzenlenen bir içkili toplantı, giderek işret alemine dönüşmüş, kız öğrençilere sarkmtılık vuku bulmuş, hat- ta bazı kız öğrencilerin göğüsleri açtınlmak suretiyle şarap servisleri yapılmıştır. Bu konuda ilgili tahkikatko- misvonunun 82 nolu evrakında tafsilatlı bilgiler bulun- maktadır..." Dilipak, sürdürüyor: "Harf devrimi ile bir gecede bü- tün okur-yazarlann cahil hale getirilmesinin, kitaplann yasaklanıp yok edilmesinin ardından insanlara yeni bir kültür aşılanmak isteniyordu. Camilere sıra konularak halkevlerine dönüştürülmek isteniyordu. Köy Enstitü- leri'nin halka yönelik kuruluşları da halkevleriydi. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu da zaman içinde bu çizgiyi tutturdular... Tarih Kurumu, Türk tarihiniİslam dı- şı bir temele oturtmak, Türk Dil Kurum da yeni bir dil uydurmak istiyordu. Ulusal düttürülü, imgeli bir dil bu." Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin bir toplannsına ça- ğırmıştık Dilipak'ı. Nasıl da öztürkçe konuşuyordu. De- mek, orada öyle gerekiyordu! Türkçede bir özdeyiş var: "Ele verirtalkmı, kendiyutar salkımı"derler. Dilipak'ınki tamobiçim! Aziz Nesin, HBB'nin düzenlediği toplantıda görüşleri- ni şöyle açıklıyordu özetle: - Bir insan böyle bir kitap yazdı diye, diyelim ki Mu- hammed'e hakaret etti, küfretti, buna ölüm fetvası ver- mek doğru mu? önce bu. Eğer buna bir din, herhangi bir din böyle bir olaydan dolayı ölüm fetvası verebiliyorsa ve bu da mahkeme kararı filan olmadan yapılabiliyorsa, o dinden olan insanların aklı yoktur bence. Ben akılcı bir insanım. Nasıl olabilir yani? Bir insana, bilmem okudu- nuz mu fetvayı, ben okudum, yazarlar, dünyada birçok ünlü yazarlar, onların yazılarıyla ortaya çıkmış bir kitap vardır, orda fetva var; yalnız Salman Rüşdü'ye idam fet- vası vermemiş Humeyni, bir de buna katılanlar, örneğin bugün Salman Rüşdü'yü savunan kitaptaki yazarların çoğu -yazarlar da zaten isimlerini vermiyorlar korku- dan- onlar da ölüm fermanının içerisine giriyorlar. Nite- kim ben, ne o kitabı onaylıyorum, ne o kitabı gördüm, o kitabı bilmiyorum, salt bu yasağa karşı geldiğim için, Iran'daki gazete başyazısında, "Cumhur İslami" adlı gazete başyazısında benim de, fetva dolayısıyla idam edilmemi istiyor. Yalnız benim değil. Yine benim tasa- rım şöyle: Diyorum ki, yazarlar toplanalım, sorumluluğu üstümüze alalım, bu kitabı çıkaralım. O sorumluluğu üs- tüne alan yazarlar da idama mahkum oldular. sağlığın- da yazdığı fetva ile. Böyle bir olayı ben kabul edemiyo- rum. Hiçbir din adına kabul edemiyorum. Bir ar konusu- dur. Türkiye için de yasağı koymuş olmak, Türkiye'nin onurunu kırıcı bir olaydır... (Aziz Nesin'in, Dilipak'a yanıtlarını gelecek yazıda vermeyi sürdüreceğim.) BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 1/ Sevgi Şoysal'm bir ro- 1 manı... Üstü kapab ola- rak anlatma. 2/ Belb bir 2 birim alan içinde yaşayan - tüm canlılan, fıziİcsel çev- relerini ve aralanndakı kanşıbklı ilişkiyi içeren kavram. 3/ Örtaçağda açık denizde kullanılan yelkenli gemi... Boru sesi. 4/ Adalet, sızlanma. çığ- lık anlamında eski söz- cük...Edebiyatta insan olmayan varbkJan ko- nuşturma sanatı. 5/ Haberci... Gece. 6/ Dolambaçb, eğri büğrü, çapraşık. 7/ Nitebği düşük mal. Kenar süsü. 8/ Genellikîe Uzak- doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğinden doğan hastalık. 9/ Finlandiya'da bir göl... Gözleri görmeyen. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Franz Lehar'ın tanınmış bir opereti... Bizmut elementinin sim- gesi. 2/ Bir renk... "'Cüzamlı" anla- mında kullanılan sözcük. 3/ İgnazio SUooe'nin, diümize de çevrilmiş ünlü romanı. 4/ Baston... Çorak ve verimsiz toprak. 5/ Kahverengi ve tüylü kabuğu olan. C vitaminince zengin mey\e... Otel. tiyatro gibi yerlerde girişe yakın geniş yer. 6/ Ge- mınin içinde en alt bölüm. 7/ Köpek... Hafıf ve gözenekli bir taş... Eski Mısır'da güneş tannsı. 8/ Batakbk gazı... Gümüş. 9/ Hatay ilindc bir göl ve ova... Koku.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear