22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
_ _ — . . . . . ? SAYFA CUMHURİYET 21KASIM1993PAZAR 8 PAZARYAZILARI Kendinyap kendinyaşa LONDRA EDtPEMtL ÖYMEN İngjlizın evi kalesidir. Böyle bir deyim de var dilde zaten. Sadece bır benzetme değil bu. Daha emekleme çağından iti- baren bebeğe, bireyselliğinin önemi an- latıhr. Öyle yetiştirilir. Bebek büyüyüp adam olunca da aldığı bu eğiümin doğal sonucu. ev sahibi olmasıdır. Ama ev gibi ev. Apartman dairesi değil. Avrupa'daki tûrden apartman İngiltere'de seyrek. Türkiye'dekilerden de yûksek bloklar ise orta sıruf için değil, yoksul alt katmanlar için yapılan sosyal konutlar. Lüks apart- man dairelen azınlıkta. Çoğu, kısa süreli yabancılar için. Bağımsız, bahçe içınde ya da müşterek nızam denilen. iki ayn bölümlü, iki ayn kapılı. ama yan yana yapışık evler çoğunlukta. İngjltere"ye uçakla her gelenin dikkatıni çekej bu. Havaalaruna inerken yan yana kutu ku- tu evler. Arkalannda küçük bir bahçe. Bahçe aletlerini saklamak için bir klübe. Mini bir bostan. Biraz daha varhklıysa Bay Ortadirek, evini arkaya doğru camh bir ekle genişle- tir. İngiliz için ilke, doğa ile ıç içe yaşa- mak çünkü. Ömek: Londra gibi santi metre karesi uranyum değerinde bir ken- tin ortasmda dev alanlan yeşile ayırmak, ve bunu her semtte, her kentte tekraria- mak. Bunlar deli. Oysa o muazzam parklara ne oteller yapıbr! Ne acayip rant elde edilir. Oradan al rantı. sonra ver repoya, arkana yaslan, keyfine bak! Ama hayır. Nedense Türklergibi düşün- müyor bu millet. Onlar için doğa ile uyum içınde yaşamak daha önemli ne- dense. tşte bu saplantı yüzünden, İngiliz. evini sadece arkaya doğru camlı bölme ile büyütmekle de kalmaz. içinde de sonu gelmez onanm ve bakım işleri yapar Komşular arasında en büyük kavga ne- denidir bu. Pazar günü herkesin ve her şeyin en sakin olması gereken bir zaman- da. yan komşudan carrr diye bir ses. Ne o, duvara delik deliyor bilmem ne asmak için. Ya da dan dun sesler. Ne o, kalori- fer onanmıymış. Ve hafta sonlannda "Kendin Yap" (Do It Yourself) mağa- zalan paraya para demez. Kapı kulpu alanlar, pencere pervaa yüklenenler, el- lerinde boya tenekeleri ile fırçalar, rulo- larla duvar kagıtlan ya da en olmazsa ampul kutulanyla yüklü çıkarlar bura- lardan, arabalanna doluşup yaşayacak- lan heyecan dolu "kendin yap" tutkusu- na. Yaklaşık 60milyon nüfuslu İngiltere- de apartmanlar dışında 22 milyon ev var. Bunlann 4 milyonu 1880 öncesinden kalma. Evet, yıkmıyorlar ve yerine apartman yapmıyorlar. Adamlar sadece doğa değil, tarih tutkunu da aynı zaman- da. Bunlar gerçekten deli. 4 milyon ka- dar ev 1880-1918 arasından kalmış. 5 milyon kadan iki savaş arasından. 7 mil- yorİ kadan savaştan 1970lere kadar. Ev- lerin sadece yüzde 15'i son 15 yüın ürü- nü. Bu kadar eski eve usta yeüşmez. Za- ten ustaya da para yeüşmez. El emeğinin en pahalı olduğu bir yer burası. Onun için de herkes ha gayret kendi işini görü- yor. "Kendin Yap" sanayiinin yılda 150 milyar lira ciro yapmasından belli. Türk mafyasına 170yılceza ALİ KIŞLAK Ulusal Mahkeme. uyuşturucu ka- çakçılığından yargılanmakta olan 'Tûrk mafyası'na toplam 170 yıl ceza verdi. Ekim 1989 - austos 1990 tarihleri arası yakalanan Türk mafyası, 74 kişiden olu- şuyordu. 2 kişi. tutuklu bulunduklan sı- rada yaşamlannı yitirdiler. Tutuksuz olarak yargılanan birçok mafya üyesi kaçmayı başardı ve geriye 29 kişi kaldı. Yargılanan 29 kişiden 18'i Türk, 4'ü İspanyol olmak üzere 24'ü çeşitli cezala- ra çarptınlırken 5 kişi de serbest bırakıldı. Suçlu bulunan bir kişinin de akli dengesini yitirdiği belirtiliyor. Savcının toplam 650 yıl istemesine karşın Ulusal Mahkeme sonunda yakla- şık 170 yıl hapis cezası ile 500 milyar Türk Lirası'na varan para cezasma ka- rar verdi. Uyuşturucu kaçakçıhğından suçlu bulunanlann cezalan 8 yıl ile 12 yıl arasında değişirken yasalara aykın ola- rak silah bulunduranlar da 2 yıl dört ay hapis cezası aldılar. Basına ilk verilen haberierde yalnızca iki kişinin isımleri açıklanıyor: Fevzi Ce- mil Yiğitbaşı (İstanbul) ve Hüseyin Kork- maz(Beyrut). Buiki kişinin. önemli mik- tarlarda eroinin İspanya'da ya da İspan- ya üzerinden öteki ülkelerde pazarlan- masını sağladıklan belirtiliyor. 1989 yıhnda Fevzi Cemil'in kiraladığı villada 109 kilo eroin ele geçirilmişti. "Mafi» Turca"yani Türk Mafyası'nın İspanya'da Madrid, Barselona ve Costa del Sol (Güneş Kıyılan) bölgelerinde yerleşmiş olduklan tahmin ediliyor. Ge- çen yıllarda buralarda yapılan aramalar- da 400 kiloya yakın eroin, sahte pasa- port değjşik silahlar, Türkçe kitaplar ve değişik paralar ele geçirilmişti. Mahke- me, Türk mafyasının, İspanya'da ka- zandığı parayı Cebeütank bankalannda "akladığmı" belirtiyor. Beethoven ile bîr saat Bir gnıp ilkokul öğrencisi Beethoven'ın evini ziyarete gelmiş. Yeşil boyalı ev cıvü cıvıldı. Tanınmış, alarunda kendisini tüm dün- yaya ka- bul ettir- miş ve bu- gün hayat- ta ol- mayan insanlann yaşadığı mekanlan gör- mek anlatılmaz bir zevktir benim için. O kişiyle taruşmış, görüşmüş gibi olurum. Artık o, dostum, arkadaşım, büyüğümdür. Evlerinden çıkarken haklannda daha çok şey okuyacağjma kendi kendime söz veri- rim. Moskova'da Tolstoy'un yüksek ağaçlı, geniş bahçenin ortasındaki iki kath köşkü, Santiago'da Pablo Neruda'nın ömrünün son yıllannı geçirdiği, hala Şili Üniversitesi öğrencilerinin canlı tuttuğu evi, bu kentler- le ilgili en güzel haüralanmdır. Bonn'da da öyle oldu. Bonn. Ren nehrinin ikiye böldüğü şirin bir "başkent kasabası." Yemyeşil bir yer. Bahçıvanı tann baba. Yağmur, güneş, gü- neş. yağmur, güneş... Ben de birkaç saat içinde önce güneşe, sonra yagmura yakalandım. Güneşin sıcakhğı içimi ısıtırken ardından başlayan vağmurla sınlsıklam oldum. Elimde adres, sokaklan arşınlıyorum. Derdim, Ludwig van Beethoven'ın evini bulmak. Bonngasse Caddesi. no: 515... Çok zor olmadı. Pencere önleri çiçekli evlerin arasında, pembeye bo>ab olanı... Yeşil boyah kapıdan içeri gjrip Beetho- ven'la buluştuğumdaortalık cıvil cıvıldı... Bir grup ilkokul öğrencisi sanatçının evi- ni ziyarete gelmiş. Hepsi birbirine bır şeyler söylüyor. Çoğunun elinde e\in planı, önce öğretmenleri üst kata çıkıyorlar. Ben de peşlerine düştüm. Beethoven ailesinin 1767'de yerleştiği ev bugüne kadar pek çok kez restorasyondan geçmiş, ama özelligj hep korunmuş. Yerler tahta, her adım atışta gıcırdıyor. Birinci kat beş odadan oluşuyor. İç içe girmiş odalar. müzik aletleri ve tablolarla dolu. Dededen toruna Beethovenlar'ın yağlıboya resimleri. Onlarca keman. yaylı çalgı. piyano... Merak edip saymayı denedim. Sekseni ge- çince kanştınp bıraktım. Hemen tümü, çok kullanılmvş olmanın izlerini taşıvor. Beş odanın en içte olanı. Beethoven'ın çocukluğunun, gençliğinin geçtiği oda. Be- ethoven'm babası Johann van Beethoven da müzisyenmiş. Saray korosundaymış, ama sonradan atılmış. Babası onun bir müas- yen olmasını çok istemiş. Bu uğurda oku- lundan etmiş onu. İlkokulu bile bitirmesini beklemeden okuldan almış. Küçük pence- reli bu odada saatlerce piyano, keman çahşmış. Babası onu pıyanonun başına oturtur. kapıyı da üzerinden kilitler, verdiği dersleri su gibi ezberletirmiş. Meyhane dönüşü eve gcldiğınde onu piyanonun başında uyur bulursa dövermiş. Piyanodan sonra ayru yöntemi keman için uygulamış. O piyano çalarken, tepeden sarkan bir öriimcek önü- ne kadar gelir, saatlerce onu dinkrmiş... Üst katta ise Beethoven'ın 16 Aralık 177O'te doğduğu küçük oda var. Küçük pencereli odanın tam ortasında sanatçının bir büstü duruyor. Odanın önü iple ka- paülmış, geçmek yasak. Ama çocuklar dinlemedi... Beethoven'ın doğduğu odanın karşısı- nda da yine müzik aletleriyle dolu büyük bir oda daha var. Hepsi cam bölmelerin ar- kasında, öksüz... Müzığe onlarca aletle dört yaşında baş- layan Beethoven bu evde 19 yaşına kadar kalmış, sonra Viyana... Evden aynlırken, birlikte dolaştığım ço- cuklara imrendim. Kimbilir kaçmın içinde bu kadar müzik aleti yer edecek, eve gidip babasından satın almasını ısteyecek ve mü- ziğe başlayacak... Beethoven, Flemenkçede havuç tarlası anlamına geliyor. 30 yaşından sonra duy- ma yetisini büyük ölçüde yiüren sanatçı eserlerine çektiği acılan değil, bu aalan ye- nen yaşam gücünü yansıtmış. Doğduğu evin girişinde saülan İcitaplarda sanatçının müzisyenliği dışında müthiş yaşam gücü ve aşklan da konu edilmiş. Pek çoğunu ilk kez okudum ve şaşırdım. Çok aşık olmuş. hiç evlenmemiş. bır rivayete göre en uzun aşkı yedi ay sürmüş, doğaya çok tutkunmuş, eserlerinin çoğu doğadan aldığı ilhamın ürünüymüş, ona göre tann doğayrruş... Beethoven'dan, Yukan Mısır'daki hiye- roglifleri çözen Fransız arkeolog Cham- polbon'un hediye etüği ve sanatçının ma- sasından hiç ayırmadığı, bir tapınak du- vanndaki yazıyı aktararak aynlalım: "Ne varsa hep ben. Var olan, var olmuş olan, var olacak olan her şe> ben. Hiçbir ölümlii el benim sır örtü- mii kaldıramamıştır. O kendiliğinden vardır, her şey vartığmı ona borçludur." Rusya'da 'Sovyet' sözcüğüenağırhakaretoldu "Ben mi Sovyetmişim? Asıl sensin Sovyet olan!" İşte böyle. 70 küsur >il boyunca bir halkı ve bir insan tıpini tanımlamak için kullanı- lan 'Sovyet' sözcüğü artık bir hakarete dö- nüş^tü. Ulkenin ve zamanın değiştiğini anlaya- mayan. eski alışkanlıklanndan vazgeçeme- yen. gecmişe özlem duyan ve hatta yeni ik- tidara muhalefet eden insanlar. bu sözcük- le aşağılanıyor artık. Ya "Sov^et' diyerek hakaret ediyorlar ya da 'Sovok'. İkinci sözcük, faraş anlamına geliyor. Ama ilkine çok benzemesi ve aşa- ğılayıcı vurguyu arttırması nedeniyle daha sık kullanılıyor. İktidann bazı teorisyenleri ise 'Sovyet" diye bir halkın hiçbir zaman bulunmadığı- nı, bunun uydurma bir kavram olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. SSCB'nin Rus. Özbek, Azeri ve diğer halklardan oluştu- ğunu, ne Sovyet halkından ne de Sovyet in- sanından söz etmenin doğru olacağinı an- laüyorlar. Ortada kalan bu sözcüğe. yalnızca poli- tik muhalefet sahip çıkıyor. Onlar zaten Soyyetler Birligi'ni yeniden kurmayı hedef- lediİcleri için Sovyet halkının varhğını sür- dürdüğünü kendilerine ana dayanak yapı- yorlar. Bir de zaman zaman kendini eski alış- kanlıklannın etkisi ahında gören ve insan- lann değışmesinin uzun zaman alacağını duyumsayan kişiler, hala Sovyet olduklan- HAKAN AKSAY nı acı bir gülümsemeyle itiraf ediyorlar. Kimdir Homo SovieticiK, yani Sovyet in- sanı? 70 küsur yıl içinde ister Rus, ister Ukray- nah. isterse de Tacik olsun. herkes ortak özelliklerin (tarih, ideoloji, kültür, politika, hukuk. dil vb.) etkisi altında biçimlendi. Komünist Partisi'ne bağlıhk yeminleriyle büyütüldü. Ortak psikoloji ve alışkanlıkîar edindi. Bu gerçeği kimse vadsımıyor. Sovyet sözcüğünü övgüyle kullananlar. bunun yurtseverlik. yardımseverlik, özveri gibi anlamlara geldiğini söylüyor. Karşıtlan ise aynı sözcüğü koşulsuz ita- atkarlık, korkakfık. tembellik. eşitlik ilke- sine körii körüne bağlıhk ve bundan kay- naklanan kıskançhk, çekememezhk olarak yorumluyor. Nasreddin Hoca'nın dediği gibi, her iki tarafa da "Sen de hakltsın" demek geliyor ınsanın içinden. Koskoca bir tarih yaşandı ve iyi-kötü bir vığın şey bıraktı geride. tyi- leri kabul edip kötüleri yok sa>-mak ya da tersini yapmak, kendini aldatmak olur. Gerçek olan bir şey var ki, o da Sovyet insanının. ahşkanlıklann kısa sürede orta- dan kaybolmayacağıdır. İşte Sovyetler yı- kılalı geçen zaman artık yıllarla ölçülüyor. Eski Sovyet cumhuriyetlerindeki insanlar -onlar istediklen kadar kendilerini 'yeni' ilan etseler de- hala bildığimız insanlar. Evet, yeni elbiseler giydiler, ara sıra ya- bana sözcük kullanır oldular, yeni partiler kurdular, sokaklara ve meydanlara yeni adlar yakışürdılar. Ama konuşmalan, şa- kalan. küfurleri, içki içişleri, bakışlan, yü- rüyüşleri değişmedı. Kimse aydan gelmedi. Iktidarlann hoşuna gitmese de bütün es-" ki Sovyet cumhuriyetlerinde daha uzun süre yaşayacak Sovyet psikolojisi. Çünkü toplumlar, insanlar. yasalarla bir anda yenilenemiyor. Karakterİer. tabelalar kadar kolay değiştirilemiyor. Çöpçüler, yeniaşklariçin dahaiazlazamanistiyor M i c k e > R o u r k e ' Amerikalı aktör, boksör ve serseri. Yani on par- j mağında üç marifet. Film teklifleri almadığı zamanlarda ekmeğini bokstan çıkanyor. Zor bir yol. Tabii ki kalkıp dünya şampiyonasına katılmıyor. İkinci mesleğini ufak gösteri maçlan aracılığıyla icra etmeyi tercih ediyor. Gösteri maçı deyip geçmeyin, sonunda fena halde dayak yemek de var. Bu yüzden Rourke uzun süreli hazırlık kamplarına giriyor. Boksörlüğün ona başkaca ne kazandırdığı bilinmez, ama boksörlüğü savesinde edindiği kınk burnun Amerikan sinemasının serseri çocuğuna ayrı bir hava kattığı kesin. (REUTER) Çöpçüler hep "Körolası çöp- çûkr. aşkımı siipürmüşler" dı/c- sini aklıma getırirler Çöpçüler, hüzünlü hazan yapraklanvla birlikte eski aşklan da süpürür- ler, yenilerine yer açarlar. Yeni aşklarsa başka baharlara kalır. Ama onlar yaz-kış demeden sü- pürmeye devam ederler. kentle- rin bir gün önceden dolmuş do- laşım sistemlerini temizlerler. tı- kanıklıklan açarlar, kentin ya- şamı sindirmesine yardıma olurlar. Biz onlan farketmeyiz. ama onlar kentin yaşam teker- leğinin gıartısız dönmesinı sağ- layan anonim kahramanlardır. Danimarka'daki çöpçüler artık kentlerin dolaşım sistem- lerini temizlemekle kalmayıp topluma da el attılar: onca ikti- satçıyı, politikacıyı ve toplum- sal sorunlara çözüm üretsinler diye eğitilmiş diğer uzmanlan geride bırakarak toplumun do- laşım sistemindeki tıkanıklığı gidermeye yönelik önerilerde bulundular. Danimarka toplu- munun en can abcı sorunu ko- nusunda temel tavırlann sorgu- landığı bir tartışma başlamlar. Tüm Avrupa'da olduğu gibi Danimarka'nm da en can alıcı sorunu işşizlik. Dolayısıyla iş- sizlikle ilgili tartışmalar. günde- min baş maddesini, işşizlik so- rununa yönelik tavırlar da gi- derek toplumdaki kutuşlaşma- nın eksenini oluşturuyor. Çöpçüler geçen hafta bu tar- tışmaya çok somut bir öneriyle FERRUH Y1LMAZ katılarak siyasal gündemı al- tüst ettiler. soyut tartışmayı se- ven politikaalan kendi somut önerilen konusunda tavır ta- kınmaya zorladılar. ışsizlikle mücadele alanmda saflann be- lirginleşmesini sağladılar. Sos- yal Demokrat Partı'nin Iıerke- se iş' sloganlannda o kadar sa- mimi olmadıklanru ortaya çı- kardılar. Oysa Danimarkab çöpçüler çok basit bir öneriyle geldiler. Oneriye göre dört çöpçüden her biri ayda bir hafta çahşmaya- rak işşizlik parası alacak. böyle- likle işsiz gezen beşinci çöpçüye iş alanı yaratılacak. Çöpçülerin önerisi devlete ekonomik yük de getirmiyor. çünkü devlet iş- sizlere zaten işşizlik parası ödü- yor. Yine de bu öneriye ilk kös- tek, bizzat sosyal demokrat Çalışma Bakanı'ndan geldi. Çahşma Bakanı. öneriye olum- lu baktığını söylemekle birlikte işten eğıtim izni almaya imkan tanıyan yasa çerçevesinde de- nenmesinı istedi. Bu. işverenle- re uygulamaya hayır deme hakkı tanıdığı gibi ayda bir haf- ta işsiz kalacak çöpçülerin gelir- Batı, dünyaya gözlerini agnaya başladıİran Şah'ı devrilmek üzereyken bu ülkenin en büyük sabah gazetesi Dagens Nyheter'in birinci sayfası- nda, bir elinde tüfek olan, peçesin- den yalnızca tek bir gözünün gözük- tüğü bir kadının fotoğrafı kocaman yayımlanmışü. Altında iri puntolar- la, "Yepyeni bir devrim yoîda!" diye başlık atılmıştı. Şah diktatoryasının sona ermesini isteyen birçok de- mokrat, umutla kaygıyı bir arada duyuyordu o günlerde. Direniş ha- reketi güçlendikçe, dinci kimlik ür- kütücü hale gelmiştı. Ben de o başlığı ve resmi görünce "Hele bek- leyın, görürsünüz devrimi" demiş- tim kendi kendime... Şimdi gördüler. Öyle gördüler ki bir Salman Rüşdü gerekti gözlerini açmalan için. Bugün aynı gazetenin kültür redaksiyonu şefı, değerli ya- zar Arne Rutiı, Sabnan Rüştü'ye destek olmak için Müslüman ülke- lerde yaşayan 100 yazann katkısıyla Fransa'da yayımlanan kitap "Pour Rushdie"yi tanıtırken şu ara başlığı atmaya gerek duydu: "İslam dinini, dinsel fanatiklere bırakmayın" (DN. 15.11.93) İsveçli okur, Ruth sayesinde Tn- ran Dursun'la tanıştı. "Giderek artan sayıda Müslü- man aydın, 90'lı yıllarda öldürüldü. Son kurbanlar arasında, Cezayirli STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Tahar Davut, Mısırlı Faraf Foda ve Türk Turan Dursun var. Müslüman dünyada bu cinayetler büyük tepkı gördü. Dursun'un geçen kış yapıîan cenazesi, İstanbul sokaklannda yüz bınlerin yürüdüğü bir gösteriye dö- nüştü Arne Ruth. Aziz Nesin ve Salman Rüşdü arasındaki anlaşmazlığin ve banşmanın tanığı. Okurlara bunu anımsattıktan sonra, şunlan yaa- yor: "Aziz Nesin, hiç "sıkılmadan", ül- kesinin vicdanı olmayı sürdürüyor; bir çağdaş Zola gibi. pob'tikacılann çifte standartlannı, onlann politik çifte standartlanyla yüzleştirmeyi sürdürüyor. Bu gerçek, medyarun bende yarattığı görüntüye uymu- yordu." Evet, çok az şey buraya ulaşan görüntüye uytıyor. Ama bir kıprr- dama var. Yavaş yavaş, "Zenginler Kulübü" dışında kalan ülkeler söz konusu olduğu zaman başvurulan basmakalıp formüllerden uzak dur- ma cesaretini gösteren yazar ve ga- zetecilerin sayısı artıyor. Medyanın temsilcileri arasında, Türkiye'ye gö- rev gereği yapacağı gezinin turistik olmamasına özen gösterdiği için yo- la çıkmadan önce Türkiyeü meslek- taşlannı arayıp bilgı edinenlere daha sık rasthyoruz son zamanlar- da. Avrupa'nın göbeğinde yaşanan etnik trajedi: şeriat terörünün sınır tanımayan artışı, artık hiçbir ülke- nin. hiçbir ülkeye güven verir bir uzakbkta olmadığını gösteriyor. En azından, Batf ntn. cumhuriyetin 70. yıldönümünü kutlayan laik Tfir- kiye'yı birden"keşfetmesi" bunu düşündürüyor. lerinde önemb bir düşmeye yol açıyor, çünkü eğitim izni alan- lar, işşizlik parasırun tamammı değil. sadece yüzde 80'ini alabi- liyorlar. Çalışma Bakanı'nın bu tavn. ayda bir hafta işsiz kala- rak zaten ücretlerle işşizlik pa- rası arasındaki farktan dolayı gelir kaybına uğrayacak çöpçü- lerin gelir kaybını büyütecek. Çöpçülerin önerisinin hayata geçirilmesi, şimdibk bu anlam- sızlık noktasında kılitlenmiş görünüyor. Ashnda Danimarka'da çöp- çülerin başlattığı bu tartışma diğer Avrupa ülkelerinde de şu anda gündemde. Fransa'da da Almanyada da şu sıralarda yo- ğun olarak haftada dört günlük çalışma süresi tartışıbyor. Av- rupa Birliği Komisyonu Başka- nı Jacques Delors, işsizbğin Av- rupa Bırliği'nin önündeki en büyük sorun olduğunu belirte- rek çözüm olarak çahşma süre- sinin kısaltılmasını öneriyor. İşte bu öneri, Baülı kapitalist toplumlardaki kutuplaşmanın yeni eksenini oluşturuyor. İşve- renler, işbölümüne dayah çö- züm önerisinin, işsiz ordusunu azaltarak ücret artışını frenle- yen önemli bir unsuru ortadan kaldıracaği ve daha da ötesi, her an her tür ücretle çalışmaya hazır ve nazır işgücünü azalta- rak çabşma piyasasındaki es- nekliği ve dinamizmi yok ede- ceğini, Danimarka sanayiinin rekabet gücünü kısıtlayacağını savunuyorlar. Kısacası, işve- renler işlerini tıkınnda yürüte- bilmek için büyük bir işsiz or- dusunun psikolojik baskı gru- bu olarak her an hazır bulun- masından yanalar. Bu görüşe klasik sol söylem yerinde daha insana yönelik söylemle karşı çıkanlar ise insa- ni değerleri ve ınsanın kendisine yönelik zamanının artmasının topluma kazandıracağı eğitim ve kültür düzeyini ön plana çı- kanyorlar. Paraya dayalı bakış açısı yerine insani değerlere da- yalı bakış açısmı savunuyorlar. Çöpçüleri sonuna kadar des- tekliyorlar. Danimarka'da çöpçüler ar- tık sadece eski aşklan süpür- mekle kalmıyorlar, kentülere yeni aşklann yaşanacağı yeni vakitler de öneriyorlar.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear