Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 1TEMMU21S92 ÇARŞAMBA
12 DIZIYAZI
Yanlışlıkla tutuklanıp işkence gören Ermeni kökenli K.A'ya şizofreni tanısı kondu
K.A yanlışlıklaruhunu yitirdi
İŞKENCE SONRASI
RUHSALSORUNLAR
ıSEROLTEBER
örselenme sonraa ortaya çıkabilen
psikopatolojik belıruler, çok kez tutuk-
lanmanın süresine. uzunluğuna ya da
kısalığına, işkencenm ağırlığı veya hahî-
liğiyle doğru orantıh olmamaktadır.
K.A.'nın dramı
Örneğin, kendisinin ve yakınlannın
anlatuğma göre lstanbul'da, 21 yaşmda-
ki kuyumcu çırağı. Ermeni kökenli
K.A., 1981 yıünda bir gün, birdenbire ve
yanlışlıkla tutuklanmış. Gözaltına alın-
mış. Emniyet müdûrlüğûnde diğer poli-
tik tutuklularla birlikte sorguya çekil-
miş. Dövülmüş. Vücudunun çeşitli yer-
lcrine, ciasel organlanna, ağzına, diline
elektrik verilmiş... Ve sonra, yapılan
yanlışlık anlaşılmış, serbest bırakılmış...
K.A., büyük bir korkuyla evine dön-
mû§; ve kendisini annesinin yatağının
altına atnuş. Aylarca, oradan dışanya
çıkmanuş. Yemeğini bile annesinin yata-
ğının altında yemeye başlamış. Zaman
içinde korkulan, paranoid duşünceleri
giderek ilerlemiş. Bu nedenle tstanbul'da
ıki kez psikiyatri kliniğinde yatmış. Şi-
zofreni tanısı konmuş.
Sonunda, ûzerlerine çöken bu olum-
suz etki yüzünden aile. Almanya'daki
akrabalannın yanına göç etmiş ve sığın-
ma hakkı isternış.
Tutuklanacağını dûşûnüyor
Kendisiyle konuştuğumuz K.A., bu
bir tek gecenin etkisini bir türlü unuta-
mıyor, kendisinin tutuklanacağını
dûşünüyor, bu konuda sistematik he-
zeyanlar oluşturuyor, işıtme sannlan
duvuyordu.
Örneğin, Almanya'daki evlerinde,
olası bir polis baskınını önlemek için
geceleri, evdeki eşyalarla kapının önü-
ne barikat kuruyor, sabaha kadar
uyumadan bu barikatın arkasında nö-
bettutuyordu...
Bir gece, artık rahatça uyumasıru,
Almanya'ya geldiklerini, önemli bir
tehlikenin bulunmadığını anlatmaya
cabşan annesine kızan K.A., elindeki
bıçakla, yaşlı annesini başından yara-
lajnış; ve bunun üzerine olay polise
dfcyurulmu$ ve K.A. kliniğe getiril-
miştir...
Bir ay kadar klinikte yaıan K.A.'nın
ruh sağbğı tümüyle dûzelmedi. Birkaç
aylık aralarla daha pek çok kereler kli-
nik tedavi gereksinimi gösterdi... Kro-
nikleşen bir paranoid psikoz durumu
ortayaçıkü.
Aradan 11 yıl geçmesine karşın
K.A. bugûnlerde bile sürekli olarak
ilaç (nörolepük) kullanma gereksinimi
göstermektedir.
Bu arada, K.A.'nın toplumsal iüşki-
leri tümüyle bozulmuş, yoğun bir izo-
lasyon, geri-çekilme (regresyon) içinde
evinde tek başma, kardeşleri ve yakın
akrabalanyla yaşamaktadır.
Yabancılardan, resmi devlet me-
murlanndan, polislerden, otoriter
kimlikli insanlardan, bu arada, özel-
tikle beyaz gömlekli hekimlerden çok
korkmaktadır.
Toplumsal yardım kurumlanrun
kendisine bulduklan çok uygun ve üc-
retsiz eğitim olanaklannı yadsımış;
İ stanbul Üniversitesi öğrencilerinden 23 yaşındaki H.A., 4 aylık tutukluluk döneminde
işkence gördü. İşkenceyi izleyen kısa bir zaman sonra H. A., beyninin içindebir tür
metalleşme duyumsamış... Beyninin değiştiğini sezinledi... Kafanın içinde metalik sesler
duymaya başladı. Tutukluluk durumunun ortadan kalkmasından kısa bir süre sonra
H.A., başındaki seslerin kendisini sorguya çeken polislerin seslerine dönüştüğünü
saptadı... Ve bu sesler sürekli olarak, "biz sizin her yaptığınızı biliyoruz", "buraya gel",
"şuraya git" vb. gibi komutlar vermeye, konuşmaya başladı...
çok yüzeysel algılayabilirdi... Algıladık-
lannın çok az bir kısmıru anlıyabiüyor...
Ve bunlann da değerlendirmelerini pek
yapamıyordu..." "Beyninin metalleştiği-
ni" ve "kendisinin polisler tarafından
yönetildiğini" ve gene kendi kendisi üze-
rine yaptığj bir değerlendirmeye göre bu
dünyada "artık özet yaşıyorum" diyor-
du...
Odak noktası
öğrenme gücünü yitirdiğini, dikkali-
nin azaldığını, konsantrasyon yetene-
ğinın kalmadığıru söylemiştir. Kendi-
sine bulunan işlerin hiçbirinde birkaç
günden fazla çalışamadığı görülmüş-
tür.
Zaman süreci içinde, K.A.'nın in-
sanlararası ihşkileri dûzelmedi, korku-
lan ve paranoid düşünceleri azalma-
dı...
tstanbul Üniversitesi öğrencilerinden
23 yaşındaki H.A., 4 ayhk tutukluluk
döneminde, dövülmüş, askıya asılmış,
vücuduna ve parmaklanna elektrik ve-
rilmiş...
İşkenceyi izleyen kısa bir zaman sonra
H.A.. beyninin içinde bir tür metalleşme
duyumsamış... Beyninin değiştiğini se-
zinlemiş... Kafanın içinde, gene metalik
sesler duymaya başlamıştır. Tutukluluk
durumunun ortadan kalkmasından kısa
bir süre sonra H.A., başındaki seslerin
kendisini sorguya çeken polislerin sesle-
rine dönüştüğünü tespit etmiş... Ve bu
sesler sürekli olarak, "biz sizin her yaptı-
ğınızı biliyoruz", "buraya gel", "şuraya
git" vb. gibi komutlar vermeye, konuş-
malar yapmaya başlamış...
Aynca, H.A., sürekli olarak kendisi-
nin adının çağnldığını duymaya başla-
mış... Bu arada sıkıntılan, korkulan, iç
huzursuzluklan artmış... Yerinde dura-
maz. uyku uyuyamaz konurna gelmiştir.
İstanbul'da bir psikiyatri kliniğinde
iki ay kadar yatarak tedavi edilmiş. Ken-
di deyişiyle, "biraz iyileşir gibi" olmuş.
Sonra, korkulan, sannlan, hezeyanlan
yenıden çoğalmış. Izlenme ve yeniden
tutuklanma korkulannın artması üzeri-
ne, böylesi duygulardan ve potansiyel
tehlikeden "belki kurtulurum" düşünce-
siyle, Almanya'daki yakınlannın yanına
gelmiş. Bu arada, çeşitli kiliniklerde yat-
mış; değjşik tedavi yöntemleri uygulan-
mış. Ancak, beklenen ruhsal dinginliğe
bir türlü yeniden kavuşamamıştır.
Kendisiyle klinik koşullannda karşı-
laştığımızda, yoğun işitme sannlannın,
tutuklanma korkulantun, izlenme heze-
yanlannın etkileri alundaydı. İç huzur-
suzluk nedeniyle yerinde duramıyordu.
Günlerdir uyku uyuyamadığını söylü-
yordu... Hemen hemen tüm entelektüel
yetenekleri bloke olmuş durumdaydı...
Kendi kendisi hakkındaki tanımla-
masıyla, "artık, dünyayı ve kendisini
İşkence yaşantısının nasıl bir dinamik
üzerinden insanlann tüm ruhsal dünya-
lannı etkilediğini, parçaladığını, kişiliği-
ni dağıttığını doyurucu bir biçimde anla-
mak ve anlatmak, kuşkusuz bugün için
bile pek kolay değil.
Bu konuda ancak gözlenebilen bazı
tespitler yapabürnenin olasılığı söz ko-
nusu olabilir belki.
îşkence ve tutukluluk yaşanüsı her
şeyden önce insan yaşamının, yaşam öy-
küsünün, zamansal, mekânsal, kültürel,
insanlararası ilişkiler bütünlüğünde
kopmalar, dağjlmalar ortaya çıkarmak-
tadır.
İşkence ve tutukluluk yaşantısından
sonra insanlar, artık, tüm yaşamlan bo-
yunca, işkence ve tutukluluk dönemi
olağanüstü yaşantılannı, tüm yaşam öy-
külerinin odak (ya da dönüm) noktası
olarak görme durumundan bir türlü
kurtaramamaktadırlar kendilerini. Bu
durumlarda yaşam öyküleri, çok kez, tu-
tukluluk-işkence dönemi (yaşantısı),
"öncesi" ve "sonrası" olarak parçalara
aynlarak anımsanmaya başlanmakta-
dır.
Yaşam öykülerinin, bu işkence "önce-
si" ile "sonrası" dönemi belki de bir da-
ha hiçbirzaman birbirleriyle birleşip tam
bir bütünlük oluşturamamakta, birbir-
lerini çoğaltamamakta; tersine, birbirle-
rini yadsımakta, yoksamaktadırlar.
Başka türlü bir söylemeyle, işkence ve
tutukluluk yaşantılan, bunu yakından
tanıyan, yaşayan, insanlann yaşamla-
nnda bir tür "prizma etkisi", (ya da işle-
vi) görmektedir... (Laub-Auerhan)
Bu insanlann tüm yaşam öyküleri, ar-
tık, işkence ve tutukluluk yaşantısının
prizmasında yansımakta ve burada,
küçük yaşantı parçacıklanna aynlmak-
tadırlar. Böylesi bir olağanüstü yaşantı
prizmasında parçalara bolünmüş her bir
yaşam öyküsü parçacığı, her bir anı, bir
diğeri için artık, bir yabancı cisim özelligj
taşımaya başlamaktadır.
Bu arada, çok kez, bu olağanüstü ya-
şantının etkisiyle korkulu, edilgen, dep-
resif, öfkeli, kuşkulu, bir kişilik değişikli-
ği de (Venzlaft, Baeyer, Hoefer, Matus-
sek, Niderland, vb.) sözkonusu olabile-
ceğinden, işkence öncesi yaşam ve
anılarla işkence sonrası yaşam ve anılar
birbirlerini destekleyip çoğaltamamak-
ta, tersine birbirlerini yadsımakta olduk-
lan izlenebilmektedir.
Görülebildiği kadanyla, bu koşullar-
dan geçmiş ınsanlarda, yaşam, genellik-
le, eski süreküüğini, bütünlüğünü, har-
monisini bir daha oluşturamamakta;
ruhsal dünya eski dingınliğıne kavuşa-
mamaktadır. Bu durumda. insanlara
olan güven azalmakta, insanlar arası iliş-
kiler kopmakta, geri çekilme, izolasyon
çok kez tek secenek olarak ortaya çık-
maktadır.
StRECEK
? Demokratik ülkelerin anayasalannda rektörve dekanlann nasıl atanacağına dair örnekbulmak mümkün değil
YOK sistemiPatagonya'dabileyok
Bunlar aynı statüdedir veya olmalıdır
demek, yükseköğretimin işlevlerini ka-
nştırmak veya en alt düzeye indirgemek
dernektir. Her unvanın bir aşaması var-
dır. 1750 sayıh yasada doçentlik de pro-
fesörlük de herİcese açıktı. Pek çok aka-
demi üyesi, kamu ve özel sektör elemanı,
bu unvanlan almışlardır.
Bütçede savurganhk yapıldığı savı ise
DPTye, Sayıştay'a, hükümete ve
TBMM'ye ait bir konudur.
Anayasa Mahkemesi'nin iptallerin-
den yaİanmak ise hukuka ve demokrasi-
ye inançsızlığı gösterir. Bugün de bu
yüoe kurul yürürlükteki anayasaya göre
iptal görevini yapmaktadır ve Türkiye'-
de hukukun üstünlüğünün bekçisidir.
Universite içi ve üniversitenin toplumla
ilişkileri bugün önceden olduğundan da
fazla, tüm ağırlığı ile sürmektedir.
Farklı yasalann merkezi bir organın
kurulmasını engellediği ise ne gibi bir
merkezi organın düşlendiğine bağlıdır.
YOk sistemi
12 Eylül döneminde hazırlanarak yü-
rürBğe konan bu yasada YÖK'ün bir
başkaru (cumhurbaşkanmca seçilen), bir
genel kurulu (cumhurbaşkanmca 7,
Urrversitelerarası Kurul'ca 7, Milli Eğİ-
tim Bakanı'nca 2 ve Genelkurmay'ca
atanan 1, bakanlar kurulunca 7, toplam
25). yürütme kurulu (genel kurulca seçi-
len 6 kişi, başkan, başkanın seçtiği baş-
kar yardıması ve genel kurulun seçtiği
digsr başkan yardımcısından oluşur)
vardır.
Tarkh görünen organlar, tümüyle
atanmış kişilerin kendi aralannda 'se-
çirderi' ile oluşur. Tümüyle atanmış kişi-
lern oluşturduğu bu kurumda tüm yet-
kikr başkanda ve yürütme kurulunda-
dıı-
Uygulamada ise yetki bir tek kişinin
eliıdedir. Aksini söylemek ise ciddiye
ahnmayacak kadar açıktır.
Üniversitelerarası Kurul ise atanmış
rektörler, Genelkurmay temsilcisi ve her
üniversite senatosundan birer profesör-
den oluşur.
Işbaşına nasıl geliyorlar?
Rektörler YÖK tarafından önerilerek
cumhurbaşkanınca atanır. Atanmış rek-
tör yardımalannı kendisi atar. Dekanla-
n rektör önerir ve YÖK atar. Atanmış
dekanlar kendi yardımcılannı atarlar.
Bölüm başkanlan ise dekan veya birim
rektörlüğe bağlı ise rektör tarafından
atanır.
Senato ve fakülte kurullannda seçil-
miş öğreüm üyeleri bulunmakla birlikte
bu kurullann görevleri sınırlıdır, seçilen-
ler azmlıktadır ve yılda iki defa toplan-
malan öngörülmüştür.
Bu sistem, başkanından anabilim dalı
başkanına kadar atama zinciriyle oluş-
turulan bir sistemdir. Atamalann başı
YÖK'tür ve bir emir komuta zinciri gö-
rünümündedir.
Sisteme uyumlu olacağını kanıtlayan-
lann atandığı ise bir gerçektir. Sistemde
yetki sahibi aianmamış kimse yoktur.
Seçilenlerin ancak sınırlî bir rolü, ancak
birimleri az yeni kuruluşlarda görülebi-
ür.
YÖK Yasası ile getirilen sistemin bu-
gün dünyada bir benzerini bulmak ola-
naksızdır. Bizım araştırmalanmızda
Patagonya'dan Alaska'ya, Izlanda'dan
SSCB'ye, Norveç'ten Malta'ya, Fas'tan
Mısır'a, Hindistan'dan Pasifık ada ülke-
lerine kadar hiçbir ülkede tüm üniversite
ve yüksekokuûan kapsayan, en küçük
birime kadar atama sistemi geliştiren,
hükümet ve parlamento dışı bir düzen
bulunmamakladır.
Yalnız Stalin dönemi SSCB'de ve
Mao dönemi Çin'de komünist partilerin
bunu bir yasayla değil de, dolaylı olarak
gerçekleştirdiği belirtilmişür. Alman
meslektaşlanmız, 1945 öncesi dönem
için sorulanmızı sıkıntıyla karşılamış ve
yanıt alınamamıştır.
Özellikle demokratik ülkelerin hiçbi-
rinin anayasasında rektörlerin ve dekan-
lann nasıl atanacağına dair örnek bulu-
namamıştır. Türkiye ve Osmanlı anaya-
salan da, 12 Eylül öncesi böyle aynntıla-
ra yer vermemiştir. Bu sisteme tek örnek
1900 tarihinde 2. Abdülhamid"in çıkar-
dığı irade-i şahane vardır. Bundan da
destek bulacak veya bunu örnek göstere-
cek, savunacak kimse bulunabileceğini
sanmıyoruz.
YÖK'ün başarılan
YÖK'ün hedefleri. YÖK Başkan-
hğı'nca gönderilen tarihsiz (1991 so-
nunda gönderilnıiştir) 'Yüksek Öğre-
timde Gelişmeler (Özet)' adh on sayfa-
lık kitapçıkta şöyle sıralanmaktadır.
• Daha çok öğrenci almak, kurumla-
nn sayısını arttırmak, yurt sathına
yaymak.
• Yüksek nitelikte öğretim elemanı
yetiştirmek.
• Eğium kalitesini yükseltmek ve
araştırmalan (bilimsel olsa gerek) sayı
ve nitelik yönünden geliştirmek.
Bunlara diğer kitapçıklarda olan iki
konuyu da eklersek...
• Üniversitelerin sayısını artürmak.
• Öğretim üyelerinin sayılannı arttır-
mak.
önceden belirttiğimiz gjbi amacımız
bir yasanın uygulamalannı övmek ve-
ya yermek olmadığı gibi hiçbir kişi
veya kişileri de hedef almak değildir.
Arnaamız tümüyle YÖK verilerine
(verilen sayılar her zaman birbirini
tutmamaktadır) ve MEB verilerine
dayanarak bilimsel bir objeküfukle
değişimleri ve sonuçlan 1973-1991
TÜRKİYE'DE ÜNİVERSİTE VE
YÜKSEKÖĞRETİM 1870-1991
ITUNCER GÜVENÇ
arasında değerlendirmektir.
Şimdi sırayla bu konularda elde edi-
len sonuçlan, sadece sonuçlan görelim
ve daha sonra YÖK öncesi gelişmeler-
le karşılaştırarak değerlendirelim.
Öğrenci sayısı artışı
Genelde yükseköğretim, 19-22 yaş
arasını kapsar ve okullaşma oranîan
bu yaş grubu içindekı öğrenci sayısı ile
belirlenir. Burada üniversite ve yükse-
kokul öğrencileri 1981'de 232 bin
626'dan, 1986'da 350 bin 351'e ve
1991'de ise 434 bin 748'e ulaşmıştır.
TURKİYE 1991
37.51% Açık
Öf.
Ö^./OJ.Üy
62.49%.
Örgün Öf.
Bu arada, Yaykur-Açıköğretim gi-
bi, okul dışı eğitimin oranlan ise art-
mıştır. Açıköğretim öğrencilerinin
sayılan ise I98l'de 4 bin 742'den
1991'de 260 bin 962'ye ulaşmıştır.
Böylece okul dışı öğrenci oraru 1981'-
deyüzde 1.99'dan 1991'de yüzde 37.51
oranına (yaklaşık 20 kaü) yükselerek
öğretimin yûzde 37.51 gibi bir oranı
okul dışında televizyon ve mektupla
öğretim şekline dönüşmüştür.
Yüksekokul ve okul dışı öğreümde
tüm öğrenci sayılan böylece 1981'de
232 bin 627'den. 1991'de 697 bin 710'a
yükselmiştir. YÖK sistemi, bu konu-
da bir dünya rekoru kırmıştır.
Yükseköğretimde okul/okul dışı
öğrenci oranlan Japonya'da yüzde
0.4, Iran'da yüzde 1.7, İspanya'da
yüzde 5.5, G.Kore'de ise yüzde 14, Pa-
kistan'da yüzde 54 ve Türkiye'de yüz-
de 37.51'dir. Eğer amaç bu idiyse
başan çok büyüktür. Ama amaç. Ja-
ponya eğitim seviyesine ulaşmak mı,
yoksa açıköğretim konusunda Pakis-
tan'm rekorunu kırmak mıdır? Yakın
bir gelecekıe bu gidişle bu konuda
dünya birinciliğine aday olduğumuz
görülmektedir.
POLTTIKA VE OTESI
MEHMED KEMAL
Bir Akdeniz Anlaşması...
Bir Akdeniz Anlaşması bundan yıllarca önce nasıl Ata-
türk'le İnönü'nün arasını açmışsa, bir Karadeniz anlaşma-
sı da Özal'la Demirel'in arasını açtı. Akdeniz'de Italyan
gemilerinin bazı limanlara uğraması yüzünden bir anlas-
mazlık çıkıyor. Buna Nyon Anlaşması dendiği gibi Akdeniz
Anlaşması da denebilir. Biz bir Akdeniz devleti olarak bu
görüşlere katılıyoruz.
Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras Cenevre.görüşmele-
rine katılıyor. Yalnız görüşmelerdebiryerden değil iki yer-
den talimat' alıyor: Biri istanbul'dan Atatürk'ten, öteki
Ankara'dan Başbakan Ismet inönü'den. Tevfik Rüştü ilkin
şaşırıyor, bir yanda devlet başkanı, öte yanda hükümetin
başı vardır. Sonunda, anlaşmayı Florya'dan aldığı 'tali-
mat'a göre imzalıyor. Bunun üzerine Başbakan inönü Dı-
şişleri Bakant Tevtik Rüştü'yü zor durumda bırakıyor,
anlaşmayı hükümet imzalamıyor.
inönü'nün Florya'ya gitmesi gerekirken gitmiyor, tele-
ionla görüşmeleri yönetiyor. Başbakan çok kızgındır. Ara-
ya Saffet Arıkan giriyor:
"Paşam, acaba gitseniz de yüz yüze görüşseniz olmaz
mı" diyor.
Sinirler çok gergindir, Atatürk'ün de İnönü'nün de .. An-
laşmayı imzalamak üzere Meclis olağanüstü toplantıya
çağrılıyor. Atatürk Ankara'ya dönüyor. İnönü, Etimesgut
istasyonunda Atatürk'ü karşılıyor. Gazi Çiftliği'nde bira
fabrikası yapımı var, yapım durmuş. Atatürk,
"Birafabrikası işi ne otdu" diyor.
"Hiçbir şeyolmadı."
Her şey gergin.
Atatürk, çiftlikte kalıyor, geziyor, oyalanıyor. inönü akşa-
müstüne doğru Bakanlar Kurulu'nu toplantıya çağırıyor.
Toplantıya herkes geliyor, bir Içişleri Bakanı Şükrü Kaya
gelmiyor. Daha doğrusu geç geliyor. Toplantının dağılma-
sı üzerine de şöyle diyor:
"Beyler, biraz sonra yukandan (Çankaya'dan) hükümet
olarak bir davet alacağız, oraya gideceğiz. Sizlere haber
vermek isterim."
Gerçekten de biraz sonra,
"Atatürk çağırıyor" diyorlar.
Bütün kabine kalkıp yukarıya (Çankaya'ya) çıkıyor.
Sofra kurulmuştur. Her şey hazırdır. Sofrada Nyon soru-
nu, bira fabrikası, askıdaki öteki sorunlar görüşülüyor. İki
tarafın da sinirleri gergindir. Her şey bir tartışma konusu
olarak görüşülüyor. İnönü şöyle anlatır:
"... Daha önce Atatürk'le Hükümet Başkanı olarak beni
müteessir eden bir olay olmuştu. Atatürk bakanlara sert
muamele yapacak.. Atatürk'ten özellikle rica ettiğim, ba-
kanlardan hangisini istemiyorsa söylersiniz. Bunu ricaet-
tim. Hükümet olarak, Başbakan olarak benim için çok
üzüntü verici oluyor."
O gece, toplantıda bir şeyler kırılır gibi oluyor, bir şeyler
kopuyor. Şöyle anlatır:
"Ertesi gün Atatürk, Istanbul'a gidiyordu. Ben de gide-
cektim. Programı bozmadık. Beraber trene girdik. Beni
yalnız yanına aldı. Şimdiye kadar beraber çalıştığımız za-
manlarda pek çok kavga etmişizdir. Ama bu kadar serti
olmamıştı. Çalışroaya biraz ara verelim."
"Müteşekkir olurum. Bana izin verin, yerime kim geli-
yor?"
"Celal Bayar'ı düşünüyorum."
"Isabetli olur."
Akşam trende ortaklaşa bu kararı veriyorlar. istanbul'da
birkaç gün kalıyor. İnönü Ankara'ya dönüyor. Devletin res-
mi Haber Ajansı (AA) İnönü'nün ayrıldığını bildirir. Kavga
tatlıya bağlanır. .
Bu da bir Akdeniz Anlaşması öyküsüdür.
BULMACA
SOLDAN SAĞA:
1/Sinir sistemi has-
tahklarıyla uğraşan
tıp dalı. 2/ Faiz...
Madenci ocağı. 3/
Zaman, çağ... Keçi
kılından hayvan çu-
lu, yem torbası gibi
şeyler dokuyan kim-
se. 4/ tnsanı isten-
meyen seçeneklerden
birini izlemeye zorla-
yan sorun... Boru-
dan kol almakta
kullanılan bağlantı
parçası. 5/ Yol yapı-
mında kullanılan bir
makine. 6/ Su... Lütesyum elemen-
tinin simgesi... Iüşkin, değgin. 7/ Ge-
nellikle hamurunda yumurta bulu-
nan, özel biçim verilmiş çubuk. 8/
Düşüncesizce her işe atılan... Bağış-
lama. 9/ "Vurgun" anlamında argo
sözcük... Başlangıçta yer alan.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/Tümden çıplak olarak açık hava-
da yaşamayı savunan öğreti... Bir çal-
gj. 2/ Başıboş gezen hayvan sürüsü...
Gümüşün simgesi. 3/ Kum falı... Sergen. 4/ Kemiklerin yuvar-
lak ucu... Vladimir Nabokov'ım füme de aktanlan ve büyük yan-
kılar uyandıran ünlü romam. 5/ Yunan mitolojisinde, bakanla-
rı taşa çeviren ve saçları yılan şeklinde olan kadın. 6/ Afrika-
da yetişen ve parlak kerestesi mobilyaalıkta kullanılan bir ağaç...
Kayak. 7/ Lifleri ip ve çuval yapımında kullanılan bir bitki...
İtalyan Radyo-Televizyon Kurumu'nun simgesi. 8/ Gelir... Gözü
kapalı inanılan düşünce; dogma. 9/ Bankacılıkta elde bulunan
para.
CATAMARAN
HOTEL
Her tatil güzel bir anı
olarak kalmalı...
7 gece, 8 gün
1 .OOO.OOO.-TL
Günlük 160.000.-TL
*Deniz kıvısında *Yüznıe ha\u/lu * Klimulı
Denizi ve doğasıyla Bodrıım
Catamaran Hotel
Bi/.imle tanışın. ke\itli bir tatil \apın.
BODRUM : Tel :
ISTANBUL : Tel
( 6144 ) 7404 - Faks ( 6144 ) 7324
( 1 ) 542 26 71 - ( 1 ) 572 02 74
6461
7
6 numaralı askeri kimlik
kanıtnı kaybettim.
Hukumsüzdur.
SltLGÜS SAYLAM
Gemi Adamı Cüzdanımı
kaybettim. Hukumsüzdur.
AHMET DA VUTOĞLU