Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 16 N'SAN 1992 PERSEMBE
14 DIZI YAZI
BURASI TURKİYE
HALUK ŞAHİN
Yar Bana Bir Eğlence
Gazetelerde okumadıysanız, televizyon haberlerin-
de görmüşsünüzdür: Euro Disneyland açıldı. Euro Dis-
neyland dedikleri Paris yakınlarında uçsuz bucaksız
bir "eğlence parkı." Aşağı yukarı beş milyar dolara
mal olmuş. Her yıl milyonlarca insanın ziyaret etmesi
bekleniyor.
Bundan 20 yıl kadar önce Amerika'da Los Angeles
yakınlarındaki Disneyland'i görüp parmak ısırmıştım.
Daha sonra Florida'da Disneyvvorld açıldı. Şimdi Euro
Disneyland... Bu Amerikan eğlence fabrikalarıntn dün-
yaya adım adım yayılması 20. yüzyılın ikinci yarısını iyi
anlamak isteyenler için çok önemli ipuçları taşıyor:
Birçok sanayi dalında önderliği Japonya'ya ve başka
ülkelere kaptıran Amerika, popüler kültür sanayilerin-
de kayıtsız şartsız egemenliğini sürdürüyor.
: Bu egemenliğin göstergel
ar
i hiçbir kuşkuya yer bı-
! rakmıyor: Fransız sinemala nda gösterilen filmlerin
', yüzde 58i, Almanya'dakilerın yiizde 85'i, Ingiltere'-
' dekilerin ise yüzde 89'u Hollyvvood yapımıdır. Tüm
denetim çabalanna rağmen Fransız televizyonların-
daki programların yüzde 26'sı, İspanya'dakilerin yüz-
de 48i, Italya'dakilerin ise yüzde 49'u Amerikan kö-
. kenlidir.
Aslında bir yemek yeri olduğu kadar bir hosça vakit
' geçirme yeri sayılan McDonalds'ları, Burger King'lerK
saymasamz; radyolarda günde 24 saat hiç susmayan
rock müziğini es geçseniz; Amerikan televizyonundaki
taslının kopyası olduğu halde "yerli yapım" olarak sı-
inıflandırılan "Çarkıfelek" gibi programları da görmez-
den gelseniz bile şurası açık: Eğlence deyince insanlı-
!ğın aklına Amerika geliyor.
Neden acaba?
Sanırım bunun altında şöyle bir sosyolojik saptama
yatıyor: Insanlığın büyük bir çoğunluğu için gündelik
yaşam son derecede sıkıcıdır. Dünyada olup bitenleri
merakla izleyip ' güncel tarih'le oyalananlar küçük bir
azınlık oluşturuyor; her ülkede boyle bu. Aynı şey gü-
zel sanatlar için de doğru. Onlar da bir türlü küçük
azınlıkları aşıp çoğunlukların yaşamının aynlmaz bir
parçası olamıyorlar. Örneğin, klasik müzik düşkünleri-
nin oranı Amerika'da da Rusya'da da Almanya'da da
yüzde 10'un üzerine çıkamıyor.
Büyük çoğunluk için yaşam, bir günden ötekine, bir
öğünden bir sonrakine yaşanan bir "rutin". Sabahle-
yin işe gidilecek, bir gün öncekine çok benzer şeyler
yapılacak. aynı yoldan geri dönülecek. Evde kalınıyor-
sa, yemek, ortalık, çamaşır, ütü... Günlük küçük gaile-
ler, hastalıklar, kanıksanmış kavgalar, kelimesi keli-
mesine aynı kalan konuşmalar... Daracık bir evren...
Yar bana bir eğlence diyen bezgin kalabalıklar...
Amerika'nın eğlence pazarlamacıları işte bunları
hedef alıp yakalamasını beceriyorlar. Hem de sadece
kendi ülkelerinde değil, tüm dünyada yapıyorlar bu-
nu... Avrupa Topluluğu ülkelerini birleştiren kültürel
öğenin Amerikan popüler kültürü olduğunu Fransa'nın
ünlü Kültür ve Eğitim Bakanı Jack Lang bile kabul edi-
; yor
; İşin kötüsü, bu "eğlence kültürü" öylesine egemen-
; leşiyor ki norrnai olarak eğlence sayılmayan şeylerin
bile eğlendiricileşmesi bekleniyor. Bu türden televiz-
yon haber programlarına, ingilizce "information" ve
- "entertainment" kelimelerini birleştirip "infotain-
ment" deniyor. Biz de Türkçe'de "haber" ile "eğlence-
*• yi" karıştınp "habeğlence" diyebiliriz.
Tek amacı en kolay ve ucuz tarafından eğlendirmek
olan televizyon programcılığına italyanlar "7V spaz-
zatura" adını takmışlar. Türkçesi, "çöplük TV"si".
Çağımızda çöplüğe rağbet çok.
- 20. yüzyılın bitiminde "eğlence" yaşamın felsefi saç-
.malığına karşı bir "teselli" olarak sunuluyor. Dev eğ-
'. lence fabrikalarmm malları en etkili yöntemlerle büyük
kitlelere pazarlanıyor.
Yaşamın t'anımı değişiyor: Ölesiye eğleniyor, eğlene
eğlene ölüyoruz.
60-30 YIL ÖNCE CUMHURIYET
1932: Belediye lokanta açıyor
FtTtOIE \
tTPIVER!
Bclediye. mcmurlann ve
halklan aboncolanlann ucuz
yemek yemeleri için bir
İokanta açmak niyetindedir.
Bunun için bütçeye iki bin beş
yüz lira lahsisaı konmuştur.
Şehir Meclisi bu tahsisatı
kabu! ederse lokanıa nihayei
hazıranın on beşine doğru
açılacaktır. Lokanladakı
yemeklerin yağlanna. etlenne bilhassa dıkkat edılecektır.
Lokaniada biröğünlük yemeğin 35 kuruşa verilebileceği
tahmin edilmektedir. İmkân görülürse fıat 30 kuruşa da
indirilecektir.
Bclediye lokantayı şimdilik ufak mikyasta açacak. bilâhare
büyütccckıir.
LokantanıneskiMaarifNezareıiolanMuhtelitHakem
mahkemeleri binasının alt katında küşadı düşünülmektedir.
Lokanta belcdivcnin teşkil edeceği istihlâk kooperaüfınin ilk
kısmını teşkil edecektir.
Rıhtım Şirketi
. Ankara'dangclen nhtımşirketimümessili M. Vivi vekâletle
temasında antrepolarda yapılan hırsızlığın asılsız olduğunu
söylemiş. cvvclcc hazırlanan bir proje mevzuu bahsolmuştur.
Bu proje şehrin umumî vaziyeti ve plân işinı alâkadar ettiği için
Nafıa Vekâleti henüz bir karar vermemiştir. Şirket harbi
umumiden bcri nhtım ücretleri değişmediğıni iddia ve zam
lalebinde bulunmuş. köprünün iki tarafında nhtım inşasının
doğru olamıyacağını. binaenaleyh nhtımın Kuruçeşme
taraflanna yapılmasını iddia elmiştir. Şirket yeni ve büyük bir
anirepo yapaeaktır.
1962: Çelik tröstünün yenilgisi
Birleşik Amerika'da hükümelin daha ilk karşı - hücumunda
"Çelik cephesi"nin çökümü bu ülkenın iktisadi ve sosyal
hr yatmda larihi birdönüm noktası meydana getirecek vebu
.ülkede "özel teşebbüs"ün üstünlüğü yolundaki düşünceyi
değiştirebilecektir.
Başka n Kennedy'nin "büyük iççevresi" diye anılan cepheye ve
onun en güçlü şekilde savunulan kalesine yani çelik sanayiine
karşı kazandığı büyük başan. müşahitlerce yukandaki şekilde
yorumlanmaktadır. Birkaç tekdir çelik sanayiini yönetenler
arasında panik çikarmaya yetmiş ve bunlar hükümete karşı
genel bir laarruza kalkmak yerine boy un eğmeyı tercih
etmışlerdir.
Çelik sanayiinin çelik fıyaüanndaki zamdan vazgeçmesi.
hükümctin hukukıalandu vedemokraıik temsilcilerin
kongrede giriştiği harekeü önlememişıir. Şimdi şu sorulann
cevaplandınlması beklenmektedir: Tröstleraleyhindeki kanun
çiğnenmiş mıdir? Fiyatlann tespiti konusunda söz birliği
etmek ve hükümeti bir olup bitti karşısmda bırakmak için
büyük şirketler arasında bir "konıplf'hazırlanmışmıdır?
Yürürlükteki kanunlar halkın menfaaılcrini. başkanın
deyişiyle "luıksız ve sorumsuz" davranışlara karşı korumaya
yeıerçcşitıcn midr?
Ekonominin
yeni sloganı Vergi ve sanayi
'in\ monetarizm 'ouf
Sosyal yaşamda bazı şeylerin "moda",
bazılannın da "demode" olması gibi, eko-
nomik yaşamın da "in"leri ve "out"lan var.
Ekonomik yaşamın yeni eğilimleri diye de
görebileceğimiz "in"ler, sermayenin kendi
kuralları gereği ortaya çıkıyor. Kâr ve ser-
maye birikiminin yasalan, bir dönem "in"
olanı, birikimin önünde ayak bağı olmaya
başladığında "out" ilan edebiliyor.
Ekonomide yeni eğilimleri, yeni "in"le-
ri ve "out"ları bilmek önemli. Bunlar\ bil-
meden sosyal pratiğe sağlıklı müdahaleler
yapmak da güç. Ekonominin yeni eğilim-
lerini belirleyen etkenlerin başında, Türki-
ye kapitalizminin, dünya ekonomisiyle bü-
tünleşme derecesi, biçimi geliyor. Para ve
mal piyasalanndaki bütünleşme, karar al-
ma süreçlerini etkilediği gibi iktidarların
manevra alanlarının sınırlannı da çiziyor.
Yeni süreç, devlete yeni işlevler, yeni roller
yüklüyor. Yeni sürece herkes ayak uydur-
maya, ayakta kalabilmek için çeşitli uyum
mekanizmaları geliştirmeye çalışıyor. Bu,
işçiler için de böyle, işverenler, kendi he-
sabına çalışanlar için de..
"Dışa açılan Türkiye"
Türkiye kapitalizminin yeni eğilimlerini
gönnek, 1990'ların başındaki yerini gör-
mekten geçiyor. Olgu şu: 1990'ların Tür-
kiye kapitalizmi, 1980'lerin başındaki
Türkiye kapitalizmi değil. Son 10-12 yılda
dünya ekonomisiyle daha çok bütünleşmiş,
"dışa açılmış" bir kapitalizm ile karşı kar-
şıyayız. Dünyadan daha çok mal alıyor, da-
ha çok mal satıyoruz. 1980 başında dünya
ile 11 milyar dolarlık alışverişimiz varken
1990'da bu 35 milyar dolardı. Bu, 10 yıl-
da, dünya ile mallar düzeyinde 3.5 kat da-
ha çok bütünleşmek demek. Dünya eko-
nomisiyle bütünleşme para piyasalarında
da gözlendi, Türkiye'ye gerek kredi gerek-
se doğrudan yabancı sermaye ya da port-
föy yatınmları biçimindeki sermaye ihra-
cı, 1980 öncesi dönemi kat be kat aşarken
Türkiye kapitalizmi ile dünya kapitalizmi-
nin "kucaklaşmasım" arttırdı. Türkiye'ye
kredi ya da "dış borç" biçiminde akan dış
sermaye 1980'de 15 milyar dolarlık bir sto-
ka sanipken 1990'da 49 milyar dolara çık-
mıştı. Üstelik bu borç stokunun yüzde İ9'a
yakıru kısa vadeli olduğundan ekonomi için
önemli tehlikeler içeriyordu.
Dünya kapitalizmiyle sıkı bağlantımn bir
unsuru da yabancı sermaye idi. Yapılan ya-
sal düzenlemelerle, "serbest bölge", "yap-
işlet-devret", "Türkiye Fonu", "Savunma
Sanayii Projeleri" gibi yollarla yabancı ser-
maye girişine yeşil ışık yakılmış ve verilen
izinler 1980'de 325 milyon dolar iken
1990'da 6.4 milyar doları bulmuştu.
Türkiye'ye her tür yoldan ve cinsten dö-
viz ithalinin hiçbir kayda tabi tutulmaksı-
zın serbest bıraküması, Türkiye*de yerleşik
kişilere döviz bulundurma hakkı tanınma-
sı, belli oranda döviz çıkarmaya izin tanın-
ması, döviz mevduatı açtırılabilmesi, yurt-
dışındaki kişilerin TUrk menkul kıymetle-
releri de devreye girdiği içio, hükümetlerin
ekonomiyi etkileme gücü çok daha azahr.
Türk ekonomisi, özellikle 1989 ortasından
bu yana artık bu konumdaki bir ekonomi
durumuna girmiştir!'
"Devam" için sanayi "in"
Öte yandan, mevcut dış ticaret rakam-
larını tutturmanm, sermaye ve mal akımı-
nı sağlayabilmenin de dayattığı zorunluluk-
lar var. Türkiye, 1980 başında ihracatının
sadece yüzde 5'ini ihraç ederken izleyen 10
yılın ortalamasında yüzde 16'smı satmaya
başladı. Bu ne demekti? Prof. Dr. Taner
Berksoy'a göre ihracatın milli gelire oranı-
nın yüzde 16'ya oturması, verili koşullar al-
tında Türkiye"nin yapabileceği ihracatın ta-
vamydı. Çünkü milli gelirin yarıya yakını
rini arttırmaktı. Harcamalarda yapılacak
fazla bir şey yoktu. Bir kere, borç ödeme
yükümlülükleri bütçe harcamalanna
önemli bir ipotek koymuştu. 1985'te 675
milyar TL. olan faiz ödemeleri, 1990'da
14.6 trilyon TL düzeyine çıkmıştı. Yeni ko-
alisyon hükümeti iç ve dış borç konsolidas-
yonuna giderek dış borç odemelerinden
kaynaklanan yükün ağırhğından bir süre
için de olsa kurtulma yaklaşımına sıcak
bakmamış, bunun iç ve dış kamuoyunda
prestij kaybına yol açacağı öne sürülmüş-
t ü -
Kamu harcama kaleminin diğer önem-
li kalemi maaş ve ücretlerde de ciddi kısın-
tılara gidilemeyeceğine göre harcamalar ka-
leminde fazla bir şey. yapılamayacak, da-
ha çok gelirleri arttırma zorunlu olacak,
nereye
koşuyor?
Mustaf'a Sönmez
ticarete konu olmayan mal ve hizmetlerden
oluşuyordu. Milli gelirin yüzde 16'sırun ih-
raç edilmesi demek, ticarete konu olan
malların yüzde 30'unun dışa satılması an-
lamına geliyor. Bu, verili üretim çerçeve-
sinde yapılabilecek ihracatın azamisi.
Türkiye, önüne koyduğu ihracat hedefle-
rine ulaşmak istiyorsa, daha çok sanayi
mal) üretmek, onun için de yatınm yapmak
zorunda. Bu da yeni dönemde sanayi ya-
tırımlarını "in" yapan ana etken. Teşvik-
ler sanayiye daha çok aktarılmakta, ihra-
cat teşvikkri "üretim" aşamasmda yoğun-
laştınlmakta, 1980'lerde rantiyeliğin öne
fırlamasıyla itibar kaybına uğrayan sana-
yiciliğe, itibarı iade edilmeye çalışılmakta.
Şimdi sanayi zamanı...
Kronik enflasyon ve vergi
"Türkiye kapitalizmi nereye koşuyor" di-
ye sorarken bu koşuda sık sık nefes tıka-
60
40
20
oJ
1968
Son 10-12 yılda
dünya
ekonomisiyle
daha çok
bütünleşmiş,
"dışa açılmış'"
bir kapitalizm
ile karşı
karşıyayız.
Dünyadan
daha çok mal
alıyor. daha çok
mal satıyoruz.
1980 başında
dünya ile 11
milyar dolarlık
alışverişimiz
varken 1990'da
bu 35 milyar
dolardı. •
rini, Türkiye'de yerleşik kişilerin de yabancı
menkul kıymetlerini alabilmelerir.e olanak
tanınması, dünya kapitalizmiyle bütünleş-
rnenin diğer önemli halkalarıydı.
İpler kime geçti?
İşte 3.5 kat artan dış ticaret hacmi, işte
4 kattan fazla artan dış borçlanma, işte hız-
lanan yabancı sermaye akını ve işte kam-
biyo rejimindeki değişiklikleri sonucu
"ekonominin dolarizasyonu" ile dünya ka-
pitalizmine daha çok entegre olmuş bir
Türkiye kapitalizmi...
Gerek iktidarı, gerek ana muhalefetiy-
le, toplumun büyük kısmına yaşattığı acı
bir faturaya karşın, kimse bu entegrasyon
sürecini yavaşlatmaktan yana değil. Ne dış
ticaret hacimini azaltalım diyen var, ne da-
ha az borçlanalım diyen. Ne yabancı ser-
maye girişini frenleyelim diyen var ne de
dövize tahdit isteyen. Herkes dünya ile da-
ha çok kucaklaşmaktan yana, herkes "g!o-
balleşme" isteklisi. Farklıhk yöntemlerde,
kullanılan araçlarda, taktiklerde... "Dışa
açılma", ekonomi ile ilgili kararlarda ikti-
darlara fazla bir "iktidar" alanı da bırak-
mamıştı zaten. Prof. Dr. Gülten Kazgan'a
kulak verelinv. "Liberalleşmiş bir ekono-
mide hükümetin ekonomiye yön vermede
kullanabileceği politika aracı sayısı çok
azalmıştır. Liberal ekonomi hükümetin pi-
yasa müdahalesinin en az olduğu bir or-
tam olduğuna göre, en az müdahale ile so-
runları doğrudan kendisi çözmeyecek, an-
cak yaktığı ışıkların rengine göre ekono-
mik ajanların davranışlarını etkileyecek ve
bunlann hareketleri istenilen sonuçları ve-
recektir. hkonominin dışa iyice açık hale
geldiği ortamlardaysa, dış dünya paramet-
Sektörler itibarıyla ihracat
(Milyon $)
ifltt
2J88 1.62? Tarım ve
hayvancıiık
Madencılik
.Sanayi
ürünleri
1969 1990 1991(*)
(*)Ocak-Eylül
Dıs ticaret ve dış açık
mklığı yaşandığı, özelh'kle enflasyonun bu
maratonun en önemli engeli olduğu bili-
niyor. 1975'te yüzde 10 olan yıllık Fıyat ar-
tışı, 1980'deki yüzde 103'lük anormal sıç-
rama bir yana koyulursa, yüzde 24 ile yüz-
de 68 arasında değişen bir seyir izledi. Yük-
sek oranlı ve yerleşik bir enflasyon, Türk-
iye kapitalizminin ana özelliklerinden biri
oldu.
Enflasyon ile mücadetede uygulamaya
sokulan reçeteler uzun süre 1MF patentli,
"monetarizm" yaklaşımlıydı. Ücret ve ta-
ban fiyatlarını baskı altına alarak, KİT fi-
yatlarına zam yaparak iç talebi baskı altı-
na almayı, yüksek faiz ve yüksek oranlı de-
valüasyonlarla dengeleri kurmayı deneyen
bu geleneksel monetarist yaklaşımın soru-
na doğru teşhiste ve tedavide yetersiz kal-
ması, 1980'lerin Reagan ve Thatcher ile
gözdeleşen bu akımın 1990'larda "out" lis-
tesine girmesine yol açtı. 1980'ler "parasal"
politikalarındı, 1990'lar ise "mali" politi-
kaların on yılı olacaktı. Burada da vergi
politikaları önem kazanacaktı. Yüzde
60'larda ısrarlı hale gelen enflasyonun ana
kaynağı olarak yeni koalisyon hükümeti-
nin "kamu fınansman açığı"nı belirlediği
ve istikrar yaklaşımını da bu önceiik üze-
rine oturttuğu görülüyordu. Kamu kesimi
finansman açığının GSMH'ye oranı 1985
- 1986'da yüzde 4.7 iken 1991'de yüzde
10.5'a çıktı. Bu, kamu kesimi finansman
açığının 60 trilyon TL'yi bulması demekti.
Açığın yarısı bütçeden, >-ansı da KİT açık-
larından kaynaklanıyordu. Bütçe açığı,
harcamalann gelirlerden fazla olması so-
nucu doğuyordu. O zaman da yapılacak
olan, harcamaları kısmak ve vergi gelirle-
bunun için de etkili bir "vergi reformu"
kendisini dayatacaktı.
Vergi kimden
alınacak? •
Vergi politikalannın 1980'lerin moneta-
rist politikalannca "out" ilan edümişken
1990'larda "in" olması, 1980'lerdeki bek-
lentilerin iflas etmesiyle de ilgiliydi. "Arz
yönlü iktisat" diye bilinen ve 1980'lerin
başlannda Reagan ABD'si ve Thatcher tn-
güteresi'nde uygulamaya geçen yeni sağ an-
layış, büytık sermayenin daha da güçlen-
dirilmesine giden bu maliye yaklaşımına
teorik bir kılıf da uydurmuştu. Arz yönlü
iktisat yaklaşımına göre devletin vergiler,
harçlar yoluyla milli gelirin bir kısmına el
koyması, özel kesimin yatınm, tasarruf
şevkini de kınyordu. Üstelik devlet, elkoy-
duğu bu artık parçasını etkin ve verimli bir
biçimde de kullanamıyordu. Oysa, diyor-
Türkiye, ticarete konu mal ve
hizmetlerinin yüzde 30'unu
satıyor. Bu, verili üretim
çerçevesinde yapıiabilecek
ihracatın azamisi. Türkiye,
önüne koyduğu ihracat
hedeflerine ulaşmak istiyorsa,
daha çok sanayi malı
üretmek, onun için de sanayi
yatınmı yapmak zorunda. Bu
da yeni dönemde sanayi
yatınmlarım "in" yapan ana
etken.
du yeni sağcılar, bu kaynak vergi olarak
ahnmayıp özel ellere bırakılsa en etkili kay-
nak kullanımı gerçekleşir ve ekonominin
geneli bundan daha çok fayda sağlar. Yi-
ne onlara göre, tasarruf ve yatınm yetene-
ği en gelişkin olanlar büyük sermayedar-
lar olduğu için devlet, bu kesimlerin ver-
gilerini azaltrrfalıydı.
"Gönüllü tasarruf politikası" diye de ad-
landınlan bu yaklaşımın Türkiytfde özal
ve kurmaylarınca da benimsendiği görüle-
cek ve 1980'ler boyunca büyük sermayeye
çeşiüi vergi indirimleri sağlanacaktı. Bunun
sonucunda vergide "çok kazanandan çok,
az kazanandan az" ilkesinin tersine çok ka-
zananlar daha az vergi ödemeye başlaya-
caklardı. Örneğin, Prof. Dr. Oğuz Oyan-
ın belirlemelerine göre 1973'te milli geür-
den yüzde 28.3'lük pay alan ücretliler, o
dönemde gelir vergisinin yüzde 64'ünü
öderlerdi. Sonraki yıllarda ücretliler yok-
sullaştıkça gelirlerinden Hazine"ye ödedik-
leri vergi de düştü. Nitekim 1989'da milli
gelir pastasından yüzde 15'lik pay alabilen
ücretliler toplam gelir vergisinin yüzde
55'ini ödüyorlardı. Buna karşıhk ücretliler
dışında kalan kesimin milli gelir pastasm-
dan aldıkları pay yüzde 85 iken gelir ver-
gisi payları yüzde 45'te kalıyordu. Bu so-
nuçlar, Türkiye kapitalizminin teklemeden
koşması için yapılacak düzenlemelerde ver-
giyi kimden alması gerektiğini de açıkça or-
taya koyuyordu: Yaban kazları bu kez de
kaçırılmamalıydı!..
1980'lerde yüksek gelirlileri vergiden
azat etme, bu politikadan beklenen sonuç-
lan da vermedi. "Bağışlanmış vergiler" sa-
nıldığı gibi yatırıma yönelmedi, tersine, bir
süre sonra para sıkıntısı yaşayan devlete
yüksek faizle borç vermede kullanıldı. Fa-
iz oranlarını sürekli tırmandıran yüksek
oranlı iç boı\kmma uılnillcri. hankalara.
vınayi kuruluşlanna. ranıiyclcıc olağa-
niistü ka/unçlar ^ığludı. Böylccc. "bağı^-
kınmı^ vergiler". dcvlcl cli\İc rantiyc \a-
raımanın lcnıcl k.ı> ııakları oldular. 19*M>"-
lar. iirlık bu ITHİIİİN \crui politikasının da
tcrk edilnıek /orunda olunduğu bir «.Iv-ı-
ncm.
SÜRECEK
ANKARANOTLARI
MUSTAFA EKMEKÇİ
17 Nisan Şenliği...
Cumhuriyet'e dönüşün şenliği sürüyor kaç gündür.
Okurların. dostların telefonlanna. kutlamalarına yetişemi-
yoruz. Kültür Bakanı Fikri Sağlar, Amerika'ya giderken
telefon etmişti.
- Sizi. dedi, Amerika'ya götürmek istiyorum. gelir misi-
niz?
- Getemem! karşılığını verdim. Bu sırada gelemem.
Okurlar, telefon edip bulamazlarsa, Amerika'da olduğu-
mu duyarlarsa ne demezler?
- Oradan da yazarsınız, faksla geçersiniz!
- Çok teşekkür ederim, aslında gitmek isterim. Ancak
şimdi değil. Sizi kırmak istemem. Altı ay sonra, "Çin'e gi-
der misiniz?" deyin, giderim!
- O zaman, Çin'e birlikte gidelim!
- Tamam!
Her yazarın önem verdiği. ilgilendiği konular vardır; yıl-
lardır, Köy Enstitüleri, Türkçe ezan, domuz eti üzerine
yazar dururum! Dilde özleşme geçemediğim konular ara-
sındadır. Gazeteye döner dönmez de, 17 Nisan yaklaştı
diyedüşünüyor, yazılardan birkaçını 17 Nisan Köy Enstitü-
leri Günü'ne ayırmayı tasarlıyordum. Gazeteye döner
dönmez, Hinthorozu Erdal Bey'in düzenlediği basın top-
lantısına gittim. İki soru da ben sordum. Sorulardan biri
"Köy Enstitüleri" ile ilgiliydi. Şöyle sordum:
- 2000li yıllara giderken. Türk köylüsü yine böyle mi ka-
lacak? Yani, ismet inönünün, Atatürk'ten sonra başlattığı
Köy Enstitüleri'ne benzer kuruluşlar kurmayı tasarlar mı-
sınız? Bu konuda düşünceniz nedir?
"- Köy Enstitüleri bizim eğitim tarihimizde çok önemli
yer tutan ve dünya tarihinde yer tutan bir eğitim atılımıdır.
Büyük bir eğitim reformu, büyük bir eğitim hamlesidir ve
ülkeye de büyük katkı sağlamıştır. Devam ettiği sürece,
köylerimize, bütün toplumumuza, yaşam düzeyini yüksel-
ten, çağdaşlaştıran, insanlarımızın olanaklarını arttıran
çok olumlu bir eğitim katkısı yapmıştır. Edebiyatımıza bü-
yük katkı yapmıştır, ekonomimize büyük katkı yapmıştır,
toplum hayatımıza büyük katkı yapmıştır; siyasetimize kat-
kı yapmıştır. Yazık ki, sonradan kapatılmış ve tabii zaman
içinde başka oluşumlar ortaya çıkmış, ihtiyaçlar değişmiş;
o yüzden bugün, şimdi aynı yapıyı yeniden kurmaya kalk-
mak bence yanlış olur.
Eğitimcilerimiz de artık böyle bir şeyi pek düşünmüyor-
lar. Ama o zaman için katkısı her zaman takdirle anılan ve
gerçekten dünyaya örnek olmuş bir katkıdır. O katkıyı ha-
tırlarken hep söylemeye çahştım; biz eğitimimizde bugün-
kü reformları, gerekli retormları kendimiz düşünerek bula-
biliriz. Cesaretle bunları yapmalıyız. O zaman nasıl Köy
Enstitüleri, bize hiçbir şekilde dışarıdan empoze edilen,
Avrupa Topluluğu'nun, Avrupa Parlamentosu'nun bir ka-
rarıyla yapılan bir reform olmayıp, doğrudan doğruya
cumhuriyet hükümetlerinin zaman içinde geliştirdikleri bir
reform hareketi olmuşsa, bugün de biz aynı durumdayız.
Bugün de Türkiye'de eğitim konusunda çok iyi yetişmiş
uzmanlarımız var; eğitimin herdavasını bilen insanlar var.
'Eğitimimizi bugün nasıl düzelteceğiz?' derken, Milli Eği-
tim Bakanımız, onlardan birini yarattı ve Köy Enstitüleri'-
nin bize bugün göstermesi gereken yol, işte bu; kendimize
güvenerek, eğitim konularmda, zamanın istediği, üstetik
zamanın getirdiği yenileşmeleri yapabileceğimize inana-
rak bunları yapmamızdır. Ama Köy Enstitüleri'ni olduğu
gjbi bugün tekrar kurmak bence, bugünkü duruma karşı
gelen bir yaklaşım olmaz. Teşekkür ederim."
- Ben teşekkür ederim!
Erdal Bey, bu konudaki sözlerinin başında "Köy Enstitü-
leri'nin cumhuriyetin Kurulduğu dönemdeki gibi bir nitelik
taşıması artık mümkün değil" demiş, "işte, kentleşme de-
diğimiz olgu, köylerimizi büyük ölçüde kentlere götürüyor;
ama gene de tarımın büyük ağırlıgı, vatandaşlarımızın bü-
yük kesimi üzerinde. Bunları, sanayileşmenin uygun yapı-
sı içinde çağdaş bir düzeye getirmek istiyoruz" diye ekle-
mişti. inönü'ye, Köy Enstitüleri'ni, sorular bölümünde
anımsatmıştım. Sorum, "Zaman" gazetesinin yazarı Feh-
mi Koru'yu pek kızdırmış, 12 nisan günü "Zaman'da şöyle
yazmış;
"... ingiltere'de işçi Partisi'nin seçimi kaybettiğinin bü-
tün dünyada duyulduğu dün, Türktye'deki sosyal demok-
ratlar için bir başka bakımdan önemliydi. O görüşün kalesi
durumundaki Cumhuriyet gazetesinin Erdal İnönü'ye da-
ha fazla sempati duyan kadrosu yeniden faal hale gelmiş-
ti. Basın toplantısında gazetenin 'yeniden yuvaya dönen'
bir yazarı, Sayın inönü'ye 'Köylü için ne yapmayı düşünü-
yorsunuz, 1940'ların başarılı Köy Enstitülerini tekrar aça-
cak mısınız?' diye sordu. Çekinmeden 'Bugünün ihtiyaçla-
rı bambaşka, o günlerin yapısını bugün tekrarlamak
olmaz' cevabını veren Erdal inönü, Cumhuriyetin yeni'
yönetiminden daha ileride olduğu görüntüsünü verdi. Sos-
yal demokratların işi hiç kolay değil."
Fehmi Koru, Hinthorozu'nun sözlerinden pek keyiflen-
miş gibi. Yazısına da, Erdal Bey'in tek tümcesini almış.
Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra, yerine, mantar gibi bi-
ten Kur an kursları, imam-hatip okulları açıldı. Oralardan
da, Türkiye'nin gereksinimi olan aydınlar yerine, bir dolu
"molla" yetişti. 17 Nisan cümbüşü, yıllar boyu bulutlandıy-
sa, nedeni başka ne olabilir? Fehmi Koru, 17 Nisan şenliği-
nekatılmaz, bilirim!..
Yarın 17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluş bayramı. 52 yıl
önce kurulmuştu; kapanışının acısı yüreklerimizdedir. Ya-
rın, Türkiye'nin her yerinde, bu arada Istanbul'da Kartal'-
da, Hasan Âli Yücel Kültür Merkezi'nde; Izmir'de, Ankara'-
da Hasanoğlan'da şenlikler düzenlenecek. Daha kimbilir
nerelerde?..
İsmet Paşa, 19 Nisan 1949'da, Kastamonu'daki Gölköy
Enstitüsü'ne gittiğinde, Cumhurbaşkanı o zaman, özel def-
tere şunları yazar:
"Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümünü Kastamonu
Enstitüsü'nde kutlamakla bahtiyar oldum. Cumhuriyetin
en kıymetli eserlerinden biri olan bu müessesede, Köy
Enstitüsü'ne memleketin bağlamış olduğu büyük ümitleri
bir daha belirtmek isterim. Köylerimizde ilköğretimi büyük
bir milli vazife olarak üzerine alacak öğretmenleri az za-
manda ve geniş sayıda yetiştirecek bir feyiz ocağı olarak
bu Enstitüler kurulmuştur. Bunlann kurucuları, içinde çalı-
şan öğretmen ve idarecileri ve bu enstitülere öğrenci ola-
rak yazılan köylü çocuklarımız, büyük bir milli davanın
vatansever. fedakâr yolcuları olarak hizmete girmişlerdir.
Şimdiye kadar olan tecrübelerimizde bu müesseseler her
gün bir derece daha tekâmül ederek kıymetlerini arttırmış-
lardır. Bu müesseselerden yetişen genç öğretmenler ve
sağlık memurları, aldıkları vazifeleri her sene bir derece
daha ilerleyerek hizmet imkânlarını arttırmaktâdırlar.
Devletin aldığı tedbirlere göre, Köy Enstitüleri'nde yetişen
öğretmenler, köylerde ilköğretimin geniş ve temel kadro-
sunu teşkil edeceklerdir. Kendilerini büyük vatan hizmeti
bekliyor. Memleket onları yetiştirmek için mütemadiyen
himayesini, dikkat ve yardımını arttırıyor. Köy Enstitüleri'-
nde çalışan, Köy Enstitüleri'nd en mezun olan vatandaşla
rıma yürekten sevgilerimi ve tebriklerimi bildirir ve gözü-
müzde çok kıymetli olan yüksek vazifelerinde muvaffak
olmalarını yürekten dilerim. Bu duygularım, Köy Enstitü-
leri'nin yıldönümünü bütün mensuplarına ve mezunlarına
tebrikimin itadesi ve seyahatim esnasında aldığım tebrik
ve muhabbet telgraflannın cevabıdır."
SATILIh DAİRE
Caıııiıkatn ••'de 2 ou;ı r
11
; aloıı. 80 ıı.
l i i ; ?(u :• (,<>