22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13MART1992CUMA 14 GORUŞLER MURAT BELGE Duyarlılık H ayatımda bir kere -bu yakınlarda- uçakla Diyar- bakır'a gittim. Diyarbakır'a uçakla gitmek, her- hangj bir yere uçakla gitmekten farklı değil ta- bii. Oyle de oldu zaten, uçak yolculuğunun bil- cJiğimiz kuralJan yerine getirilerek gittik. Uçak yerde ha- reket etmeye başlayınca, teypteki ses, uçakta kaç kapı oldu- ğunu, bunlann nerelerde bulunduğunu söyledi. Koridorda duran hostes de eliyle gösterdi. Sonra aynı şeyler İngilizce olarak tekrarlandı. Derken kemerçözüp-bağlamaanlatıldı, kabinde hava basıncında değişiklik olursa tepemizdeki ku- tulardan oksijen maskelerinin sarkacağı söylendi, bunlan ağzımıza nasıl getireceğinıiz gösterildi. Çocuk varsa, bü- yüklerin önce kendi maskelerini, sonra çocuklannkini tak- malannın dogru olacağı belirtildi. Bunlar hepsi önce Türk- çe, sonra fngilizce olarak anlatıldı. Hostes de hareketleri gösterdi. Birkaç kere uçağa binmişsek, bütün bunlan ezberlemiş oluruz. Çoğumuz artık söyleneni dinlemez, hostesin hare- ketlerine bakmayız. Ama bu uluslararası bir kuraldır. Ve bazen bunlann, bu kural gereği söylendiği de belirtilir. Var- sayım uçakta bunlan hiç bilmeyen birinin de bulunabilece- ğidir. dolayısıyla bütün aynntılar anlatılmalıdır. Şimdi, uçak Diyar- b id y uçağj oiduğu 10 martta Demirel, "Tek bir resmi dilde birleşelim" dedi. Olabilir, resmi dil tek olsun, Türkçe olsun, ama ülkede yaşayan başka dil, başka insan yokmuşgibi davranmayaüm. ister istemez dikkatimi çekti. İlk kez uçağa bı- nen, bu tür korunma tedbirlerinden haber- siz, aynca Türkçe de bilmeyen biri(leri) ola- maz mı uçakta? Pekâiâ olabilir. Pekiyi, biz in- sanlara başlanna kötü bir iş gelmemesi için anlattığımıza göre bunlan, aniadıklan dilde anlatmamız gerekmez mi? Pratikte bu çok gerekli olmayabilir, diye düşünebilirsiniz. Diyelim ki uçakta Kürtçeden başka dil bilmeyen birkadın- cağız var. Öyle de olsa, yanında mutlaka oğlu, kocası, bir yakını vardır, o, ona söyler, tercüme eder vb. Ama bu, baş- ka bir mantık. Bütün bireyleri eşit ve bağımsız birey olarak kabul eden ve onlara bu şekilde çeşitli hizmetleri sunan çağ- daş mantıktan farklı. "Bilenler bilmeyenlere anlatsın" fıkrasına göre kurulma- mış bu mantık. Pratikteki faydasından çok, simgese! anlamı var böyle şeylerin. Trenlerde, "dışan sarkmama" uyansının, kimbilir, bdki Ispanyolcası bile yaalıdır. Olsun, yazılsın, ama Kürt- çesi de yazılsın. Yazılmazsa, "Alman, İtalyan. tspanyol sarkmasın, ama Kürt sarkabilir" gibi bir anlam çıkıyor ya da "Türkçe bilmeyen Kürt sarkabilir." Bu da hiç güzel bir şey değil. 10 martta Demirel, "Tek bir resmi dilde birleşelim" dedi. Olabilir, resmi dil tek olsun, Türkçe olsun, ama ülkede ya- şayan başka dil, başka insan yokmuş gibi davranmayalım. Burada, "İsteyen kendi dilini konuşsun" demek de yeterli değil, çünkü o zaten yapılıyor. Ancak resmi dili kurallaştı- ran devletin resmi olmayan, ama var olan öbür dillere say- gısını gösteren baa şeyler yapması da gerekli. 60-30 YIL ÖNCE CUMHURİYET Ecnebi nıektepleri SVEAGAZ OCAKLÂRI FENNİN EN SON İCADI IDARtLİ •« DATAKlKUDIRLAIt m n 5TETO2. JAK.Y.LEVİ pçtf Hat, Utı h m t kw ıltnfa, istMM Ecnebi mekteplerdeki tarih ve coğrafya tedrisatı hakkında verilen yeni kararlar münasebetiyle Tan gazetesi baa neşnyatta bulunmuştu. Falih Rjfkı Atay "Hakimiyeti Milliye'de bunlara cevap vererekdiyorki: •'Memleketteçahşan ve memlekette iş kuran ecncbıler bilakis onlara ve çocuklanna Türkçe öğretecek kâfı. vasıtalanmız olmadıgından şikâyet ve bu vasıtayı verdiğimizzaman bize ____ teşekküretmelidirler. Türkiye'de bulunan eski ecnebilerin birçok meselelerde muvafTakiyetsizliklerinin ve kendi memlekeilerinin münevverlerini yanlış telakkilere sevk etmelerinin sebebi Türkiye'yi öğrenmemiş olmalıdır. Eğerecnebi çocukian Türkçeyi. Türkiye tarih ve coğrafyasını iyi öğrenecek olurlarsa Türkiye'den fazla kendi memleketlerine faideli olacaklanna şüpheyoktur. BizOsmanlı İmparatorluğu'nunhatalarını tashihettik. 1962: Evian görüşmeleri Fransız delegasyonuna yakın kaynaklara göre. Fransız-Cezayir banş müzakerelerinin dün geceki beşinci oturumunda önemli meselelerin büyük bir kısmı halledilmiştır. Bu kaynaklar anlaşmaya "çok yaklaşıldığmı" ifade etmişlerdir Öte yandan siyasi müşahitler, konferansın salı veya çarşamba günü sona ereceğini ve ateşkes anlaşmasının imzalanacağını tahmin etmektedirler. TARIHTE BUGUN MCMTAZARIKAN URANUS KEŞFEDILDI.. 1781' BUSÜU, ÜA/LÜ ASTKOMOM MLLtÂÂ/t (HÜeffL), UBAUUS GEZEGEfJİ'- Nİ K£ŞFEFMİÇri. ALMAN AS/LL/ OC4*/ HEKSHBLL, /$ ytfftMPAM SÜA/&4 7İ/M X4 fAM/AJf (UGf'LTEee'PE G£ÇiRMİfTİ.32 YAÇINOA AsneokiOMtre MERAK SAGA- GAK 8U 8İÜM PAUMP* ÖMGMÜ A&4Ş T(#MA VE LE sç BULUNPUGUMUZ SAMANYOU/ J /V/A/ OfŞSÜKEY BtG MEGCEGE S£Ne££>l'6i- A// tlJC KEZ oerTiyA ÇHCAGAN KtŞİYP/.. Üniversiteleşme Hareketi ve Ooğramacı Prof. Dr. CELAL ERTUĞ Yeşiller Partisi Kurucu Genel Başkanı Y ükseköğretim konusu koalis- yon hükümetinin gündemin- dedır. Çözüm hazır- lanmaktadır. YÖK'ün, kamuoyunda sansasyonel bir spekülasyon malzemesi haline geti- rilmesi yükseköğrenim politikamız için bir talihsizlik olmuştur. Bütün yönleriyle üniversitelerimiz, Türkiye'nin üniversiteleşme olgusu, keşke daha ciddi. bilimsel, her türlü kişi- selîikten, duygusalhktan soyutlanarak objektif bir inceleme, sosyal araştırma konusu ojarak tartışılabilseydi. Ne yazık ki YÖK ile Prof. Doğramacı'nın kişiliği özdeşleştirilerek iş yörüngesin- den saptınlmıştır. Ben, bu yazının sınırlı hacmi içinde meseleye bugüne kadar yapılanlann tersine, birbirinden ayn iki konu olarak bakmaya çahşacağım. Önce üniversiteleşme olgusu Türkiye'de üniversiteleşme hareketle- ri ele alınıp tartışılırken ilk üniversite kuruluşunun nasıl başladığına, geüşme- sine ve ülkemizde değişik üniversite mo- dellerinin arayışlanna dikkatle, krono- lojik olarak yaklaşılması gerekmekte- dir. Bizim kuşak, Darülfünun'dan üni- versiteye dönüşün, Atatürk'ün emriyle îsviçreli Profesör Malch'ın I933'te yaptığı reformun ilk öğrencileridir. Ben I932'de İstanbul Darülfünunu Tıp Fa- kültesi'ne girmiştim. Ertesi yıl Alman hocalarla öğrenim yapan yepyeni bir or- tamda üniversite öğrencisi olmuştum ve sonunda Batılı, çağdaş bir üniversitenin diplomasmı elde etmiştim. 1933 refonn operasyonu Türkiye'de yeni bir ufuk açmıştır. Darülfünun'dan İstanbul Üniversitesi'nedönüşten sonra Ankara'da bir "hukuk mektebi" açılmış, buraya ortaokul ve lise öğrenci- leri alınarak başkentte bir boşluk doldu- rulmaya girişilmiştir. İstanbul Üniversitesi ve bu fakülteler bağımsız kuruluşlar olarak Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim Genel Mü- dürlüğü'ne yani merkezi yönetime bağlı kurumlardı. Daha sonra 4936 sayılı üni- versitelere özerklik kavramı getiren yasa çıkanldı. Akademik unvanlar, üniver- sitelerarası jürilere bırakılmış, rektörler, dekanlar, fakülte kurullan senatolarca seçilmeye başlanmışür. Ancak seçimle gelen bu dekan ve rektörlerin yetkileri son dereee sınırlı idi. Bu arada Orta Doğu Teknik Üniversi- tesi, mütevelli heyetle yönetilen yeni bir model olarak kurulmuş ve son dereee başanlı olmuştur. Ancak Ankara Üni- versitesi, Orta Doğu'nun anayasaya ters düştüğü gerekçesiyle dava açarak bu ba- şanlı kurumun kapatılması yoluna git- miştir. Türk toplumu, siyasal mekanizmanın bir türlü demokratikleşememesinin sancılan içinde her 10 yılda bir darbelere sahne oluyordu. Böyle bir ortamda üni- versitelerin topluma ışık tutması gerekir- ken bu kurumlarda sen-ben kavgasının sürüp gitmesi umutsuzluklara yol açı- yordu. thsan Doğramacı, ihtilal ortamında üniversiteleri çok ciddi ve çok sıkıntılı bir akı- betten, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmaktan kurtarmtştır ve kendisi hiçbir devrin adamı olmamış, her yönetim onun peşine düşmüştür. Üniversiteleşme, nazlı birçam ağaana benzetilebilir. Bu çam ağaa dikildigi topraktan alabileceği besinlerle gelişip görkemliğine kavuşur. Bu da bir zaman işidir. Köklenme, boy atma, üniversite- lerin gelenekleşmesi, o toplumun aynası niteliğindedir. 12 Eylül darbesi, birçok iddialı dev- rimler yaratmak, atıhmlar arasında yük- sek- öğretime de çözüm getirmek için bir YÖK kurulmasına karar vermiş, yasalar haarlanarak yükseköğrenimi Milli Eği- tim Bakanhğı'nın emir ve kumandasma vermeyi bir model olarak ortaya getir- miştir. Böylece üniversitedeki solcular, anarşistler temizlenecek, dikensiz bahçe- ler yaratılaçaktı. Bu sırada yurtdışında Sorbonne Üniversitesi'nde öğretim üye- si olarak çalışan Hacettepe'nin kurucu- su, Dünya Rektörler Birliği'nin, UNI- CEF'in başkanlığına seçilmiş, Hollan- da'da üniversite reformu yapmak üzere uzman olarak çağnlmış bir Türk ho- casının, İhsan Doğramaa'nın adı ortaya aülıyor. Burada mecburen ben de îhsan'ın ki- şiliğinden söz etmek zorundayım. Ihsan'la biz, çok esKi iki arkadaşız. Onunla aynı günde doçent olmuştuk. 50 yıla yakın bir geçmişimiz vardır. Hep be- raberizdir. Kendisini bütün şefiaflığıyla tanınm. Bugüne kadar bu konuda susmamın nedeni de yakın arka- daşlığımızdı. Ama şimdi baa gerçekleri söylemek zorundayım. Ihsan Doğramaa, ihtilal ortamında üniversiteleri çok ciddi ve çok sıkıntılı bir akıbetten, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmaktan kurtarmıştır ve kendisi hiçbir devrin adamı olmamış, her yöne- tim onun peşine düşmüştür. Kendisine teklif edilen hiçbir nimeti de kabul etme- miştir. Yanm yüzyıl önceden bu yana İhsan'- ın yüreğinde ve kafasında yatan bir tek sevda vardır. O da Türkiye'de çağdaş bir üniversiteleşmeyi gerçekleştirmek... îhsan, bu konuya İcendini çok iyi hazı- rlamıştır ve amaana ulaşmak için hiçbir engeli tanımak istemez. Hiç kimseye, hiçbir istek için en ufak bir ödün verme- yen bir kişiliğe sahiptir. İsteğini derhal yaptırabilir. Orneğin 24 saatte her dev- rin parlamentosundan, yasalar geçire- bilmiştir. Bu vasıflanyla YÖK'e bir yön vermiş ve birçok ildeki bir sürü tabela üniversitesini kadrolanyla, araç ve ge- reçleriyle birer canlı üniversite haline ge- tirmiştir. Öte yandan Bilkent gibi bir model ortaya koymuştur. Şüphesiz, bu üniversiteleştirme ha- reketinin sonunu getirmiş olmak değil- dir. Ama Türkiye gerçekleri içinde, bu yanm yamalak demokratikleşme çaba- !an yanında bu üniversiteler, geleceği- mizin umutlan olacaktır. Esasen, Tür- kiye'de YÖK ve Doğramaa konusunda sürekli tartışmalann olması da bu umu- dun başladığına bir delildir. Doğramacı, dediğim dedik despot bir kişi gibi görünebilir; ama bu görüntüyü, kafasındaki modeli herkese bir konsen- süs ile kabul ettirebilmek için vermekte- dir. Bir gün gelecek Türkiye'de üniversite- leşme hareketinin kurucusu olarak İhsan, saygıyla anılacaktır. Çünkü ken- di insanlannın değerini bilmeyen top- lumlar zavallı kalmaya mahkumdurlar. Grizu ve Maden Dairesi Başkanlığı MUAMMER ÖCAL Maden Yüksek Mühendisi K ömür ocaklannda grizu tehli- kesi her zaman mevcuttur. An- cak her ülkenin kömür üretim miktan ve grizuda hayatını yi- tiren insan sayısı oranlandığmda, Tür- kiye dünya ortalamasmın 45 katı faz- lasıyla en şanssız bir konuma girer. Kazayı anlayabilmek için önce grizu- yu tanımlamakta fayda vardır. Bilindiği gibi grizu, metan gazının hava ile belli bir oranda kanşımından oluşan patlayı- a ve yanıcı bir gazdır. Metan gazının hava ile kanşımı hacim olarak % 0-5 ve % 14-28 arasında yanma, % 5-14 ara- sında patlama özelliği gösterir. En şid- detli patlama ise havadaki metan gazı oranı % 9.5 iken olur. Metan gazının % l oranını aşması durumunda, çalışma durdurulur ve kö- mür ocaklannda tehlike arz edecek ora- nın oluşmamasına özen gösterilir. Bu özenin Zonguldak havzasında gösterildiğine eminim. Bu özenin, me- tan gazı intişanndan önce ve sonra bir sıra tedbirler alınarak yapıldığı da mu- hakkaktır. Bu tedbirler arasında; kö- mür katmanlanndan metan gazının emilmesi, yeteri kadar hava miktan ge- çirilerek (yıkanarak) oranın düşürülme- si, grizuya meydan verecek kıvılam veya kızışmayı oluşturmayacak, grizu testi yapılmış makine ünitelerinin kulla- nılması; bütün bunlar yapıldıktan sonra erken uyan sistemlerinin kurulması ve her türlü ihtimale karşı kaza tahribatı- nın en az düzeyde kalmasını sağlayacak emniyet mekanizmalannın oluşturul- ması belirtilebilir. Bütün bunlann yeterli derecede yapıl- dığı resmi makamlar tarafından beyan edilmiştir ve biz de bunu doğru olarak kabul etmek isteriz. Ancak bir meslektaş olarak Zongul- dak grizu faciasının bilançosunun daha az zayiatla sonuçlanabileceği kanaatini taşıyorum. Orada hayatlannı kaybeden maden işçilerinin acılannı, kalbimizin derinliğinde hissetmekteyiz ve benzer olaylann tekerrünü önlemek veya olumsuzluklan en az düzeye indirmek için görüşlerimizi ifade etmek zonında- yız. Zonguldak'taki yanlışlan ve eksiklik- Maden Dairesi Başkanlığı'na yeni bir şekil verme zamanı çoktan gebniştir. Bu merci, görev tarifî iyi yapılmış birinci sınıf elemanlardan oluşturulduktan sonra Başbakanlık'a bağb olarak etkiü ve yetkili bir konuma getiribneüdir. leri ortaya koymadan önce durumun yapısında bir yanhşlık olduğunu belirt- mek gerekir. Bu yanhşlık da alınması gereken tedbirlerin ve kontrolünün aynı çatı altında olmasıdır. Her ülkede ma- den ocaklanndaki muhtemel kazalan önleyecek tedbirleri kontrol eden bir merci vardır. Bu merci Maden Dairesi Başkanlığı'dır. Bizde ise böyle bir baş- kanlık vardır. Fakat fonksiyonu sadece ruhsat sahası vermek veya iptal etmek- ten ibarettir. Bizdeki Maden Dairesi'nin emrinde tedbirleri yerinde görecek uz- manlaşmış iş güvenliği müfettişleri yok- tur. İş güvenliği müfettişleri, Bölge Ça- lışma Müdürlüğü ve dolayısıyla Çalış- ma Bakanlığı emrindedir ve iş kazaji ol- duktan sonra suçluyu bulma gayreti içe- risinde olur. 300 kişinin hayatını yitir- diği bir grizu kazasında suçlu bulunsa ne fayda getirir, bulunmasa ne zaran olur? Marifet, kaza oluşumundan önceki periyodik kontrolde, iş güvenliği müfet- tişinin, "Bu kömür ocağinda her türlü tedbir alınmıştır" raporunu müessese müdürlüğüne vermiş olmasındadır. Hatta bu raporun, işçilerin de görebile- ceği bir yerde ilan edilmesi gerekir. Ger- çi Maden Kanunu'na göre KÎTlerde çalışan mühendislere kontrol görevleri verilebilir, ama hangi maden ocağı bu tarzda bir denetime tabi tutulmuştur? Maden Dairesi Başkanlığı'na yeni bir şekil verme zamanı çoktan gelmiştir. Bu merci. görev tanfı iyi yapılmış birinci sı- nıf elemanlardan oluşturulduktan son- ra Başbakanlık'a bağlı olarak etkili ve yetkili bir konuma getirilmelidir. Yeni bir yapılanmada maden ocakla- nndaki emniyet tedbirleri, grizu patla- masına yol açmayacak işletme uygula- malan, grizuya yol açmayacak araç ve gereçlerin bölgelenmesi, madencilikle il- gili her türlü istatistiki bilgilerin toplan- ması, Maden Dairesi'ne yapılan beyan- lann gerçekçiliğinin tahkiki gibi fonksi- yonlar gerekli ve zorunlu derecede yeri- ne getirilmelidir. Diğer yandan Zonguldak'ta masraf- tan kaçınılmadığı için emniyet tedbirle- rinin olabilecek en iyi şekilde bulunabi- leceğini bekleyebiliriz. Ozel işletmecilik- te bu tedbirlerin de -kontrol olmadığı müddetçe- daha az olabileceğini kabul etmek mümkündür. Nıtekim Yeniçel- tek faciası buna bir örnektir. Yapılanma uygun olmadığı zaman aksaklıklan her zaman ve her yerde bek- lemek gerekir. SEMİHBALCIOĞLU ANKviRA ANKA... MUŞEBREF HEKIMOGLU KaAn Mozayü E vimde bir duvarda kadın portreleri var. Vaktiyle kadın yılında asüğım bir tabloyla başladı, giderek doldu. Değişik ressamlardan çok değişik kadınlar. O duvan hayli çelişik anılar, düşüncelerle seyrede- rim. Nuri İyem'in kırsal kesimden kente gelen bir kadını çarpık kentleşmeyi düşündürür bana. Burhan Uygur'un kadınlanndaki düşkınkhğı, Avni Arbaş'ın mavi kızı, Aliye Berger'in öz portresi, Turhan Sejçuk'un sereserpe boyveren sanşını, Artin Demirci'nin yanardağ türü bir kadın başı, Selim Turan'ın romantik kızı, Mustafa Ayaz'ın soyunsalar da çıplakhğı yaşamayan kadınlan, Berna Türmen'in kedi- lerle oynaşan tombul kadmlanyla toplumun değişik kesim- lerinden bir kadın mozayiği. Mutlu kadınlar, duvan delecek gibi boyverenler, hüzünle gülümseyenler, boynu bükükler, geleceğe umutla bakarken solanlar, sonra mavi bir kadın. Parkta oturuyor, dalgageçi- yor. Dalgacı Mahmut'a karşıhk dalgaa bir kadm. Gökyü- zünü boyar, denizin yırtıgını diker gibi! Ona özenir ben de düşler kuranm kimi zaman. Kadın gününe kahvemi o duvann karşısında içerek baş- ladım geçen pazar. Sonra Anıtkabir, Pembe Köşk, TV'deki konuşmalan, törenleri izledim. Duvardaki kadmlara başka kadınlar, fotoğraflar eklendi. Dev boyutlu bir mozayik oluştu hayalimde. Çocukluğumu düşündüm, sevgiyle, say- gıyla izlediğimiz komşu ablalan. Babam, Atatürk'ün kadın devriminin güzel örnekleri diye söz eder onlardan. Biri, bu köşede kaç kez yazdım, Melahat Ruacan, ağır ceza yargıcı. Dünyada ilk yargıtay üyesi oldu sonra. Öteki Muazzez ab- la. Mustafa Şekip'ler, Hatemi Senih'lerle birlikte felsefe okuyan biri ailemizde. Bir başkası doktor Saadet Gören, röntgen uzmanı, Kadıköy'de Bahariye'ye çıkarken koca- man bir apartman katmda, çocuk gözüme çok büyük görü- nen röntgen makineleri ve beyaz gömlekli bir genç kadın. Mesleğinin kurbanı oldu sonra. Bir de "Taş Mektup"taki Feriha öğretmen var. Her zaman sevgiyle, teşekkürle ana- nm onu. O da bir Göztepe kızı, bir süre önce dünyamızda» aynldı, ama öğrencilerinin belleğinden silinemez. Derken başka kadınlar geliyor düşünceme. Atatürk'ün kadın devriminden güzel uzantılar dünyamıza. Bilim dalm- da, müzik dalında, değişik sanat dallannda, kamu görevin- de çağdaş düzeyi ile yüzümüzü ağartan, bizi onurlandıran, ödüllendiren kadınlar. Erkeklerle yan yana. eş düzeyde, hatta-önde, ürmanıyorlar dallannda... Erkeklerle yanş sözü ters geliyor bana. Bir meslek ya da sanat dalındaki yanş asıl özümüzle değil mi? Kişiliğimizi, yeteneklerimizi kanıtlamak için verilen bir savaş değil mi? Yaşadığımız devrimi, haklanmıa, özgürlüklerimizi güzel taşımak savaşı değil mi? Kadın mozayiğini partalan taşlar erkek mozayiğini de parlatır bence. Bir sanatçı ya da bilim kadını, bir politikacı, bir kamu görevlisi evrensel değeriyle yargılanır ancak. Suna Kan, îdil Biret'e, başka sanatçılan- mıza, başanlı kadınlanmıza duyduğumuz sevgi ve saygı da kuşkusuz burdan kaynaklanıyor. Tartışmasız düzeylerin- den. Ancak parlak taşlar bütünü, gerçekleri gjzlemiyor. Ista- tistikler de kanıtlıvor, kadın sorunu giderek düşündürücü boyutlara vanyor ülkemizde. Atatürk devrimleri ile hak ve özgürlüklerimizi birçok ülkeden önce kazanmış bir toplum olmanın sevinci de soluyor giderek. tlkokuldan başlayarak ^ıer dalda, her alanda geriliyor kadınlar. Parlayanlar azın- lıkta kalıyor. Laik bir ülkeyiz, yasal eşitliğimiz var, eşit hak- lanıraz, özgürlüğümüz, ama yaşayabiliyor muyuz? Yaşa- yanlar var, yaşayamayanlar.. Her dalda tırmanan kadınlara karşı politikada, yönetici kadrolarda, parlamentoda kaç kadın var? Nedenleri Atatürk devrimlerinin gerilemesinden kaynaklanıyor kuş- kusuz. Karşı devrimlerden. Kadını eve kapamak, dünyaya kapab yaşaünak isteyen politikadan, laiklik ilkesine İcarşı çağdışı yöntemlere güç vermek eğiüminden! Kızlar manas- tın oluşturan, kadın öğretmenlerin elini sıkmayan öğretim görevlilerinden! Kız çocuğuna yeteneklerini geliştirmek şansını çok görenlerden! Elbet çok düşündürücü bir eğilim bu. Ama umutsuz olmamalı, nehirler tersine akmaz değil mi? Tutucu politikalar ne süre başanlı olabilir? Çağdaş bir devletin çağdışı eylemlere ödün vermesi ürün verebilir mi? Bu nedenle kadın mozayiğinin karanlık taşlannı da bir uya- n diye görmek gerekir bence. O taşlan aydınlatmak yollan- m zorlamak gerekir. Saydamlığa, çok sesliliğe gerçekten önem veriyorsak kadınlann gerçek çizgilerini görmezlikten gelemeyiz. Kadınlann sesinden yoksun bir demokrasi dü- şünemeyiz. Kadın sorunlanyla ilgili Devlet Bakanlığı, Sayın Prof. Dr. Türkan Akyol'un kişiliğine, deney ve birikimine karşın kadın mozayiğini değiştirmeye yeter mi bilmem? Prof. Ak- yol'u yakından tanıyor, bakanlığına umutla bakıyorum. Ama İcadın mozayiğinin aydınlığmı tüm bakanlıklann or- tak çabası oluşturabilir ancak. Kuşkusuz bilirsiniz, bclli ülkelerde kadın ya da erkek diye bir aynhk yok kimlik belgelerinde. Herkes insan! Tüm so- runlann kökeni insana bakış bence. İnsana bakış, insana yatınm tüm sorunlara en gerçek çözüm değil mi? Ö bakışa ulaşmak, sorunlan çözmek de bir insanlık görevi. Görevimizi yapabilirsek insanlanmıza umutla bakabili- riz. OKURLARDAN Okur olmak kolay değil Geçen günlerde bir tatili fırsat bilip akraba ve uzun zamandır görmediğim dostlanmı ziyaret için gittiğinı Manisa'dayım; kentten aynlmama beş altı saatlik bir zaman var. satın alabildiğim gazeteler dışında kalan diğer gazetelere de şöyle birgözaünak. hızla okumak için öğretmen evine uğnjyorum. Hergazeteden ikişer üçer haber ya da yazı okuyor, iki saati geride bırakıyorum. Bir vatandaşımızın ben odaya girdiğimde okumaya başladığı gazeteye de ulaşabilsem, işim bitecek. Ama vatandaşımızın iki saati aşkın bir süredir garip bir "rehavet"le okuduğu gazeteyi bırakacağı yok! "Okuma odası"nda toplam dokuz ya da on gazete var. Vatandaşımızın hıayla ikişer saatten on sekiz-yirmi saatlik bir okuma zamanı ortaya çıkaçak ki bunun, on iki saatlik gündüz, yirmi dört saatlik günle bağdaşır bir yanı yok. Sonra "zayi ilanlarT'na değın okunsa da o gazeteden "iki saatlik bir bügi hasadı", gerçekten bir tansık, bir rekor! Anladım: Okurolmak kolay değil ve bu vatandaşımızın okumayla arası başkalannınkinepek benzemiyor! İyisi mi kalkıp o gün satın aldığım gazeteler arasına o "sihirb gazete"yi de katayım, olayı kapatayım, bir "müsekkin" yutayım. Bu •sakinleştirici', dönüş yolculuğumda okuyabileceğim şöyle güzel bir roman da olabilir? Ya da öykü, şiir, deneme, inceleme, eleşüri kitabı da... Gerçekten! Hazır. kitaplık görevlisi, asker arkadaşlan, periyodikler bölümü oturanı ve bir "okuma odasf'nda kendini gazetede unutmuş vatandaşımız da yokken, tam sırası! öyle mi dersiniz?!.. RAMİDARA Bursa Tartışma sayfasınm anlamı Şu "Tartışma" kösesini neden kaidırdınız, zaten bir türlü anlayamamıijtım. Bu köşcnin nc "gazcıeden avrılan yazarlarla" ncdc "gazctenin yeni görüntüsü" ilcbiralakası vardı...Orası. 'kendi halindc bir kö^c"' idi ve birçok köşe yazannın aklına gelmedik fikirlcr, bakış açılan orada sessiz sedasızyeralıyordu. Bu köşeyi başlattığınız için teşekkürler. NECATİSIRIM İstanhul
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear