14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 13EKİM1992 SALl 12 DIZIYAZI Aslında Eyüp'tekaybolan gençkızmbulamadığı şey, geleceğeuzananbelirsizyoldur Aradığuubuldunmu Semîha?h^oruyorum: "Semiha, gelecek içinprojeleriniznedir?"Hiçduraklamadan tam biraçıklıkla cevap veriyor. Dediklerini uzun zaman vesık sık düşündüğü belli oiuyor: "Biryabancı kolejeyatılı olarakgirmek isüyorum. Ama biz zengin değiliz, buyüzden bir burs bulmakgerekiyor. Bir burs bub'<ak içinse 'tamdıklar 'ın olması lazım..."Banabakıyor. (Ah Semiha! Demek ki Eyüp Camii'nin oralardabir 'tanıdık'arıyordunsen, iskeleninyolımudeğil.) "...Dahasonraçokçalışacağımve Türkiye'dençıkmanınyolunubutacağım. Venedik'e, Paris'e, Viyana'ya, Londra'ya, Berlin 'egideceğim." "Daha başka neler istiyorsunuz Semiha?" Bu sorum üzerinegözlerinigözlerime dikiyor, her hecenin üstüne basaraksöylüyor: ' Bir otomobil ve motorlu bir sandal Leyla ya da Açgözlû Genç Kızlar R O G E R V A I L L A N D Çeviren: Feridun M. AKSIN "Ne!" dedim, "hahşiş var mı hâlâT' "Hem de nasıl!" dedi bir genç kız şaşkmlıkla. "Çalıştığım bankaya ge- çen hafta maliye müfettişi geldi. Bazı yolsuzluklar çıktı ortaya. İCurallar o kadar karmaşık ki her zaman kuraldı- şı şeyler yapılabiliyor. On bin lira ceza vermek gerekiyorou. Müdürmüfettişe yedi yüz lira vererek işi tatlıya bağladı. Oysa müfeuiş kestiği her ceza üzerin- den yüzde on komısyon ahyor. Yani namuslu davransaydı bin lira kazana- cağı yerde onursuzluğu seçerek üç yüz lira daha az kazandı. "Ama iyı biliyordu ki hükümet va- dettiği komisyonlan ödemiyor! Hani Fransa'da dedikleri gibi, elde olan bir, gelecek ikiden daha değerlidir." gerisınden bütün kadınlar, çbcuklar, ihtiyarlar ve de perişan birtakım adamlar, yoksul akrabalar, parazitler kalabalığı geliyordu. "İzzet Melab Paşabu" dedilerbana. "Bir Bakan mı? Vali mi? Eski düze- nin bir veziri mı?" "Bir vezirin oğlu. Boğaz'da, Trabya önünde tankerlerini gördüğünüz Standard Oil'de önemli bir yeri var! zun uzun tngiliz Bahçesi'nde gezindik. Derenin kıvnm yapüğı her îcöşede, taşlar üzerine oturmuş, işiahla karpuz yiyen, ailece pazar gezintisine çıkmış insanlara rastlıyorduk. Paris esnaft da onlar gibıdir. bayram günleri pataıes kızariması yemeye Meudon koruluğuna giderler. "öyle dikkatsiz konuşmasıyla bende, Türkiye'nin hâlâ Doğulu bir ûlke olduğu izlenimini uyandırdığı için genç kıza karşı düşmanca bir ses- sizlik oluşmaya başlamıştı bile. Lemen arkasından, konuşma- lar sabah gazetelerinde çıkan bir haber ûzerinde yoğunlaştı. Haber şöyleydi: (Bu haberi iyi anlayabilmek için Gazi'- nin lemel reformlanndan birinin yazı -bundan böyle Latin alfabesi kullanıla- u arada Leyla'nındostlanndan biri bana. uzun uzadıya Ankara'da henüz sona ermış olan Tarih Kong- resi'ni anlatıyordu. Bu fırsaıla. Batılı larihçilerin tam bir kötü niyetle. Av- rupa'nın her zaman daha üstün oldu- ğunu; Hıristiyan dininin her zaman en yetkin din olduğunu: An halklannın hem zekâ hem de yetenek bakımmdan diğer ırklara göre üstünlüklerinin tar- Uşılmaz olduğunu yaymak için yırtın- dıklannf öğrendim. G 'üyük bir insan kalabalığı me- rakla. Yalova'nın yeşil çimlerini dü- zenle biçen mekanik çayır biçme ma- kinelerini seyrediyordu. Semiha Ahmet benden bir otomobil ve motorlu bir sandal istiyor Eyüp Camisı Constanunople'u zt- yaret eden yabancılann Hac yeridir. Renkli çinilerle kaplı duvarlan. hu çe- ken güvercinlerle dolu küçük avlusu. duvarlan dibinden başlayan. Loü"nin övdüğü büyük mezarlığı ile Türkiye hakkında bir şeyler okumuş bir A\ru- palı için ilei çekicı yerlerin başında ge- lir. alova'daki genç Türklerle bu- luşmamızın eriesi günü daha uzlaşma- lı bir ortamda biraz dinlenmek isteğjy- le, Haliçı yukan doğru çıkarak tunst- lerin bu kuısal yerine gelmiştim. .kşam yaklaşıyordu ve hava hâlâ sıcaktı... Bazı gençler mezarlar arasındaki boş bir alanda futbol oynu- yordu. Mermer taşlar kale direklen görevi görüyordu. Caminm ihtiyar bekçisi birtakım genç Almanlara ko- kular satmaya çalışıyordu. Bdeğildi. urası turistlerin uğradığı bir yer Hafıfçe kaşlannı çaııyor yalnızca (iki kaşının arasmda kendi istemiyle olu- şan bir kınşıkhk beliriyor). "Semiha. gelecek için projeleriniz nedir?" JLnsanlar ailece kokulu çaylar içe- rek keyfediyorlurdı. Askeri okul öğ- rencileri sakin sakin Haliç'te gezinen sandallan seşrediyorlardı. Büyük bir dinginlik. büyük bir sessizlik. Türk kahveleri bizim kahveler gibi değil. Ne gürülıülü. ne de yapış. yapış. Açık ha- va. dingin ve özentisız bir halkın tu- tum ve davranışlan, buralan bir tür başmızı dinleyeceğiniz yer halıne geti- rivor. .rkadaşım on altı yaşındavdı. Müslüman bir ailedendi. adı Semiha Ahmet'ü. Annesi dul ve yoksuldu. ama yıne de onun Fransızca ve İtal- yanca öğrenmesinı sağlavabilmıştı. Bır yabana dil bilmenin hayatıâ başa- nl olmanın vazgeçılmez bir koşulu olduğunu düşünüyordu. Onu daktilo okuluna göndermeyi de ihmal etme- miştı. Hjç duraklamadan tam bir açıklıkla cevap veriyor. Dediklerini uzun zaman ve sık sık düşündüğü belli oiuyor: "Bir yabancı koleje yatıh ola- rak girmek isüyorum. Ama biz zengin değiliz. bu > üzden bir burs bulmak ge- rekiyor. Bir burs bulmak içinse 'tanı- dıkların olması lazım...'" »ana bakıyor. (Ah Semiha! De- mek ki Eyüp Camii'nin oralarda bir "tanıdık' anyordun sen. iskelenin yo- lunu değil.) "...Daha sonra çok çalışacağım ve Türkiye'den çıkmanın yolunu bulaca- ğım. Venedik'e. Paris'e. Viyana'ya, Londra'ya, Berlin'e gideceğim." "Daha başka neler istiyorsunuz Se- miha?" Bemiha Fransız Kitaphğı"na da aboneydi. romanlar okuyordu. "Hangı romanlan?" ""Aşk romanlan. bir de moda dergi- lerini okuvorum." •u sorum üzerine gözlerini göz- lerime dikiyor. her hecenin üstüne ba- sarak söylüyor. "Bir otomobil ve moiorlu bir sandal." Semiha'yt annesinin evine kadar gö- türdüm. İstanbul'un dar bi: sokağın- ök nuıvisimuslin bir elbise içinde çok genç bir kız. Bacakhrmda yapay ipek çoruplar, başmdamoda dergileriıulekigibi özenleyanu yatırılnuş bir bere var. Hemen hemen hiçboyanmamış, hepsi hepsi dudaklarındaki azıcık ruj. Bademgözleri, hafifçıkık ycmaklanylabir türkkızı olînulı. Önce durakhyor, sonra 'r 'leri çok lıafif lelaffuz ederek, Fransızca, "Afedersiniz mösyö'', diyor,''iskeleye nereden gidilir, bana söyleyebiür miydiniz?" cak- ve imla -bundan böyle konuşul- duğu gibi yazüacak- reformu olduğu- nu bilmek gerekiyor.) Gerikafalılar, eski harflerk yenibiryasa! Bırav önce bir vavmcııtınyeni çıkarh lan İcra ve İflus Kanunu'nun metnini Arap harfleri ile yaymlamış olduğnnu biltiirmişıik. Anadolu Ajansı'nın aşağtya aldtğ:- nıı: açtklamasıgördüğünüz gibi Iraheri- mizi doğruluvor. Aydm 20(AA)- İstcmbul'daki "Ci- Itan" Yavmevi'nbt gezicisatıcısı \fem- duh Efendi, tcra tflas Kanunu'nun met- nini içeren Arap luırfleri ile bıısılmış bır broşür satarken suçüstü yakalandt. Hakkmdu aiilan kovuşturmasiirüyor. Tamanüayıcı bilgi için kendisine baş- nırduğumuz Vali Muhyetıin Bey bize şunları söyledi: "Böyle bir kitabm basıl- nıış olması imkânsız! Arap harjleri ile ve mukineyle yazılmış bazı fasiküller kommmdâ açıİmış oluıi bir kovuşturnıa sürmektedir." büyüktü ve bütün Tür- kiye'de derin yankılar uyandıracaktı. Kim bilir? Belki Semiha Ahmedbir yabancıvla yurtdışına gidemediği için dönemin moda deyimiyle yerii malıbir gençle evlenmek rorunda kalıp Tokathy an'- ın dansinginde tango icra etmiştir... Dans ederken de gözterinden birkaç damla göz\aşı gelmiştir. Saçları biryantinli kavalyesinin boyuna yetişmek için yukarı doğru hamle yapmak zorunda kalan bey az sömizli. siyah etekü şapkalı kadın belki de Semiha'dır. Kim bilir? (Fotoğraf: SELAHATTIN GÎZ) ormanlar arasmdan dar bir boğaza dalan bir yol Yalova Li- manı'nı, Yalova kaplıcalanna bağh- vordu. »ütün gün boyunca bu yol üze- rinde yanşa lutuşan otobüsler, küçük atlan üstünde oturan Türk köylüleri- nin alaycv bakışlan altında gürültülü klaksonlarla birbirini solluyor. sık sık da hendeğe yuvariamyorlardı. alova Jules Laforgue'un çok sevdiği küçük Alman kaplıca kasabala- nnı anımsatıyor. Çok hoş şeylerle kar- şılaşıyorsunuz burada: Zaten görmek- te olduğunuz bir köprüyü gösteren tabelalanyla döne döne ilerleyen ağaç- lıkh yollar, çimler için iki mekanik çayır biçme makinesi. tepelere çıkmak için tahta korkuluklu merdivenler. ya- pay kayalar ve mağaralar arasmdan akıp giden bir dere. gerçek bir Bizans kubbesi altında betonarme bir kaplıca binası. zakkumlar. meşeler, pınl pınl dokülen bir çağlayan ve bir sürü bele- diye sulama işçısi! "Ne mutlu kı Mustafa Kemal Paşa. Türk tarihçilerini bu tek yanlı öğreüle- ri yeniden gözden geçirmek için görev- lendirdi. Şimdi kanıtlanyla birliktc biliyoruz ki uygarhğımızı yargılamak için belgelerden yoksun olan Avrupa. bize karşı her zaman hiç öç alma duygu- suyla harekel etmiştir." "Tersine bütün kühür. Orta Asya'- dan. yani Türklerin oturduğu ülkeler- den gelmiştir." feyla'nm arkadaşı tumturaklı laflardan pek nefret etmediğı için ansı- zın yüksek sesle tamamladı: "Bizim büyük atalanmız yalntzca kendı tarih- lerini değil. halklann tarihini de yapu- lar: Uygarlığı onlar yarattılar. insanlı- ğı kurdular." JLzmiılir Lisesi tarih öğretmeni Mit- hat Bey'in Kongre'de söylediği sözle- rinaynısıydıbunlar. .ğır ağır yürüyordum: Doğuda insanın ilk öğrendiği şey ağır yürü- mekür. İlk öğrenilen Türkçe kelime yüvu/tır, yavaf.yavaş. JLşte genç bir kız bana doğru geli- yor... Yuvaş, vavuş. >ök mavisi mustin bir elbise içinde çok genç bir kız. Bacaklannda yapay ipek çoraplar. baştnda moda dergilerindeki gibi özenle yana yatınl- mış bir bere var. Hemen hemen hiç boyanmamış, hepsi hepsi dudakların- daki azıcık ruj. Badem gözleri. hafif çıkık yanaklanyla bır Türk kızı olma- lı. Önce durakhyor. sonra "r'leri çok hafıf telaffuz ederek, Fransızca. "Afe- dersiniz mösyö". diyor. "iskeleye ne- reden gidilir. bana söyleyebilır miydi- niz?" Laftada iki kez bir kız arkada- şıyia birlikte sinemaya gidiyordu. "Söyler misiniz bana Semiha. bir se\ giliniz var mı?" "Hayır. Türk gençlerini sevmiyo- rum. Belki bir gün, bir yabancı..." bu arada bir küçük bur- juva Fransız kızı gibi "sporu çok sevi- yorum" demeyi de unutmuyor. "Hangisporlan?" "Yüzerim. ata binerim. Hiçbir şey- den korkmam ben. Tek başıma dört nala çok uzaklara gidebilirim." . _'emiha\a İstanbul'a kadar bir- likte gitmeyi öneriyorum. ama yandan çarklı vapura binmek yerine bir sandal kiralıyorum. Güçlü bir kayıkçı bizi _;•«- Haliç boyunca götürüyor. G da ahşapbir evdı. Haremınin pencere- leri, Müslüman kadınlann yüzlerini göstermeye haklan olmadığı zaman- îardakı gibi kafeslerle korunuyordu. Her akşamki gibi omuzlanndaki so- palann iki ucuna terazi gibi asılı kova- lanyla sucular geçiyordu sokaktan. Semiha'nm annesi kapıyı açtı. Kara bir çarşaf vardı ûzerinde. Kapı kapan- dı. Artık evden başka ses gelmedi. kUemiha'yı bir daha görmedim. Bu genç kız çok açgözlüydü. Çok da iştah uyandıncı olmasına karşın ne bir otomobile, ne de motorlu sandala değ- mez. diye düşünüyordum. Sarayburnu Parkı'nda Leyla bana umutlannı anlatıyor • Ama Leyla'yı sık sık gördüm. Eski İstanbul'un hâlâ Binbir Gece Masai- lan' insanlannm oturduğu dar sokak- lannda geziniyorduk. 'ğle yemcğini 'Grand Hotel' anlamına gelen Büyük Otel'de yedik. BPır Rus orkestrası vardı. teras- lan Gazi'nın "koşk'ü görülebiliyordu. Arkam/dım gurırlu tavrı ve göbeği ile lx'\ K-U-. bir ki>i girdi içeri. İki metrc e yazık ki Gazi orada değildi. bu övgüye layık sözleri işitmedi. Onu görcmeden limana dönmek zorunda kaldık. (eyla Türk ırkının savunucusu ile aşın bir biçimde flört ediyordu. Önümiizde genç bir subay sonsuz bir şefkatle. hâlâ gerçek Müslümanlann kara i«^u/ından gıycn annesine doğ- ru cğilmişıi. ,-rkasından da. açıklamak ister gibi, "İstanbul'da oturuyorum. ama buraya ilk kez geliyorum. yolu kaybet- tim" dıyeekliyor. O \ uneş batmak üzere. Camiler güzel bir y/anık toprak rengine bürü- nüyorlar. Önümüzdeki dönemeci dö- nünce karşıda uzaklarda camlanna vuran güneşle alev alev yanan Üskü- dar'ı göreceğiz. ylesıne safça bir bahaneydi ki... Çünkü. birkaç dakika sonra onu bir kahve içmeye davet edip su kıyısın- da bir terasta olurmayı istedığimi söy- leyince.benibirMra'. ' ... gibıavlu- lardan geçirerek lam dilcğım gibi bir yere getırmişü. .üsliiman kadınlann yazlık elbiseler içinde şarkılar söylediği baş- ka kayıklar geçiyor yanımızdan. Semiha'yı kucakhyorum. küçücük memclerıniokşuyorum. Ncduygulan- ^ mış görünüyor, ne dc karşı koyuyor. S f j R E C E K laaddin -sihirli lambasız- bır caminin parmaklıklanna dayanmış uyuyor. Kasap Hasan. karpuzcu Mu- hammet'le tartışıyor. Bu arada fınncı- nın kule gibi uzun boylu çırağı İzzet, beyazlar içinde, kapısınm önünc sey- rediyor. Sıhırbazlar fala bakmak için güvcrcinleri kullanmaya dc\am edi- yorlar hâlâ. Ama kuşlar. basılı kağıt- lar çekiyorlar artık gagalanyla. ANKARAN0TLAB1 MUSTAFA EKMEKÇÎ Musa Anter 8e BeMce BoraıuEski yazılarımı karıştırırken, 27 Ağustos 1973 günü yaz- dığım, "Mahkeme Koridorları..." başlıklı yazıda, Musa Anter'le ilgili bir bölüm gözümeçarptı. Şöyle demişim ora- da; "Musa Anter, uzun zamandan beri tutuklu yargılanıyor- du. 50 yaşlarında kadardı. Evli, dört çocukluydu. Mahke- meden, kaç duruşmadır serbest btrakılmasını ve 'duruş- madan vareste' tutulmasını diliyordu. Serbest bırakılır, duruşmaya da gelmeyebileceği kararını alırsa, dogruca istanbul'a çoluk çocuğunun yanına gidecekti. Suadiye'de ufacık bir evi vardı. Karar okunurken, Suadiye'de çocukla- rının yanında olduğunu düşünüyor muydu? Birden afalla- dı. Karardan sonra ayağa kalkarak yargıca: - Tahliye isteğinden vazgeçiyorum efendim!.. dedi. -Neden? - Sağ olun, beni serbest bırakıyorsunuz. Fakatduruşma- dan vareste olmadan, serbest bırakılmayı ne yapayim? Evim, çocuklarım İstanbul'da. Serbest bırakıldığım için ço- luk çocuğa benim bakmarp gerekecek. Halbuki, üç günde bir duruşmaya gelmem gerekir. Buradan çıksam, otele gi- deceğim. Bir iş bulup çalışamam. Üç günde bir duruşma- ya gelmek zorunda olduğumdan, istanbul'a gidemem. Kaldırım benim tahliyemi. Ben yine içerde kalayım..." Musa Anter, eski TlP'liydi. 1965 seçimlerinde, TlP'in Mardin adayıydı sanıyorum. O zamana dek de hapislerde yattı. Musa Anter'in yukarıda anlattığım, Diyarbakır Sıkıyö- netim Mahkemesi'nde geçen duruşmasını, izleyenlerden dinleyip yazmıştım. Musa Anter'le Behice Boran arasında nasıl bir bağ kurdum da adlarını birlikte andım? Belki, An- ter'in de bir eski TİP'Iİ oluşu, birkaç sayfa arayla, eski yazı- larımdan oluşan kitabımda, yer aiıp gulümseyişleri... Behice Boran'la ilgili pek çok yazı yazdım. Onu, cezae- vinde, tutukevinde yattığı yıllar izledim. Behice Boran Mehmet özgüven'le birlikte nikah tanığımız olmuştu. Ni- kah cüzdanımızda imzası var. 10 ekim, Behice Boran'ın ölümünün besinci yılıydı. An- kara'da, Sosyalist Birlik Partisi, "Güney Park Düğün Sa- lonu'nda bir anma toplantısı düzenledi. Aynı saatte, Çağdaş Gazeteciler Derneği olarak Milli Kütüphane'de, "Devlet ve Basın" konulu bir açık oturum düzenlediğimiz için Boran'ı anma toplanhsına gidemedim. Açık oturumu açarken, Behice Boran'ı andım. "Devlet ve Basın" toplan- tısını arkadaşımız Mahmut Tali Ongören yönetti; Metin Toker, Refik Erduran, Haluk Gerger, Fehmi Koru konuştu- lar. Oaha önce, 23 martta Cizre'de öldürülen gazeteci İzzet Kezer'in anısına hazırlanmış belgesel filmi izledik; ardin- dan Adalet Bakanı Seyfi Oktay, hazırladığı yeni basın yasa tasarısı ile ilgili bilgl verdi. Usum, Güneypark'taki toplantıda kalmıştı; orada acış konuşmasını Sadun Aren yapmış... Sadun Aren, Behice Boran'ı ilk kez 1944 yılında bir kon- feransında görüp dinlemiş. Sadun Aren, û sırada öğrenci- dir. Behice Boran'ın konuşması, Sadun Aren'in "ufukları- nı" açmış, "Bir çeşit düşünce düzeyinde özgürlestim" demiş. Behice Boran'ın özelliklerini anlatmış, şöyle sür- dürmüş konuşmasını: - Behice Boran, militan, vazifesine son derece bağlı, saf *denecek kadar dürüst, bilimselliğe çok önem veren bir ki- şi. Etrafına ve mücadeleye ışık saçan bir insandı... Toplantıyı Jülide Gülizar yönetmiş, Bilgesu Erenus'la Sadık Gürbüzşarkılar söylemişler; Gülsen Tuncer, Behice Boran'dan çeviri şiir okumuş. Behice Boran'ın Walt Whit- man'dan çevirdiği şiir, "Adımlar" dergisinde Mayıs 1943'- teçıkmış. Boran çevirisi şiirin, birkaç dizesi şöyle: "Aydm yürekle / yaya / açık yola çtktyorum / Sağlık ben- de / hürriyet bende / dünya önümde / Uzun esmer yol önümde / nereye dilesem oraya götürür / Bundan böyle talihim açık olsun demiyorum / açık talih artık benim ken- dimde / Bundan böyle sızlanmıyorum / Işirni yanna bırak- mıyorum / bana gereken hiçbir şey yok / Güçlü, hem de halimden hoşnut, açık yolu boyluyorum. Bu yeryüzü / o bana yeter / Yıldız kümeleri daha yakın olsun demem / Oldukları yerde .onlar / iyidirler, bilirim / Oradakilere de onlar yeterdir, bilirim. Hâlâ o eski, tatlı yüklerimi taşıyorum / Taşıyorum onları / erkeklerle kadınları nereye gitsem beraber götürürüm / Inan olsun, onlardan kurtulmanın yolu yok / Ben onlarla doluyum / gün gelir, karşılık ben de onları doldururum. Bundan öte / hürriyet / Bundan öte kendime terman et- tim / sınırlardan / hayali bölümlerden kurtul, dedim / Gön- lümün çektiği yere giderim / Kendi kendimin eiendisiyim / tam ve mutlak / Başkalarını dinlerim / Dediklerini iyi tarta- rım / Duraklarım / araşttrınm / düşünürüm / incitmeden / ama bükülmez bir irade ile / beni tutacak tutkaçlardan sıy< rılınm. Dinle / Seninle açık konuşacağım / Ben o eski cilalı mü- kafatlardan vermiyorum / kaba saba yeni mükafatlar veri- yorum / Başından geçmesi gereken günleri bir gör. Su zenginlik denen şeylerden yığmayacaksın / Bütün kazandıklannı açık elle dağıtacaksın / Yöneldiğin şehre yeni mi vardm? / Şöyle dilediğin gibi henüz mü yerleştin? / Hemen yeniden yola koyulmak emriyle / dayanılmaz bir çağırılışlaçağnldım. Ardına kalanlar sana iğneli gülümsemelerini / alaylarını sunacaklar / Gönderilen şevgi nişanelerine yakıcı ayrılış öpücükleriyle cevap vereceksin / Seni tutmak için uzanan eller / sakin seni tutmasın." Behice Boran, bir toplumbilimci olduğu gibi bir yazıncı- dtr (edebiyatçı) da. Cezaevlerinden yazdığı mektupları, okul kitaplarına "mektup örnekteri" diye koyabilirsiniz. Ama, nerdeee? BULMACA SOLDAN SAĞA: \l Cildi ve saçlan güzelleştirmeye, diri tutmaya yarayan her türlü kokulu madde. II Ateş... Havagazı- nın büeşiminde bu- lunan renksiz ve az kokulu bir gaz. 3/ Kimi çiçeklerin için- de bulunan, arüann bal yapmak için em- dikleri tatlı sıvı... Bir nota. 4/ Yaldızlı... Alkolsüz içki, meş- rubat. 5/ Şöhret... Şaka. 6/ "Çok önemli kişi" anlamında kullanılan uluslararası kısaltma. 7/ Yabanıl in- cir ağaana ve bu ağaçlarda döllen- meyi sağlayan sineğe verilen ad... Sa- txcı. 8/ Odalarda en önemli ve itibarlı olan oturulacak yer... Kömürlestiri- lecek ağaç ya da pişirUecek tuğlalarla dolu olan ve dışı çamurla sıvanan kütnbet. 9/ Yerfıstığı YUKARIDAN AŞAGlYA: 1/ Bir tiyatro oyununda sahneye çık- _ ^ ma srrası gelen oyunculan uyaran ve bu sıranın bozulmasını ö leyen kimse. 2/ Eski Yunan'da müzisyenlerin konser verdiği t samaklı yer... Bir tür erkek deve, 3/ Kripton elementinin siı gesi... Bir araştırma ya da tartışmanın temeli olan ana öğe. On para değerinde olan sikke. 5/ Yunan abeceiinde bir har Bir haber ajansmın simgesi... Boru sesi. 6/ KızartılnMş ekm et suyuyla ha$layarak yapılan y«mek... Şarap. 7/ Vilayet... maritgillerden bir balık. 8/ Yoğun.. Tibet sığın. 9/ Kalite.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear