02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/14 HABERLERİN DEVAMI Konuk yazar 28 AĞUSTOS 1989 Cuellar belgesi şart ım? (Baştarafı 1. Sayfada) aynı zamanda bakanlığın Avrupa işlerinden de sorumluydu. Oysa Ledsky'nin tek konusu Kıbns. Sorumlu bir kamu görevlisinin kendisine emanet ediien konuda kısa sürede sonuç almak arzusu doğal olduğundan, o bu göreve getirileli beri Kıbns konusu adeta bir yükselticiye bağlanmış oldu. Stratejik nedenlerden birisi ise, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın görüşmeleri kesmesinden ürkraeleri. Bu yüzden, meclis karan doğrultusunda, kısa sürede bir Denktaş Vasiliu görüşmesi arzuluyorlar. Bu görüşmeden bir "taslak" doğması beklentisi içine girmeleri de çok yakın olasılık. ABD Dışişleri'ndeki hareketlenmede Denktaş'ın Washington'u altından halıyı çekmekle suçlamış olmasının da rolü çok büyük. Bir dışişleri mensubu Denktaş'ın bu yöndeki son çıkışını "concact" sözcüğü ile ifade ediyor. Bu sözcük Redhousc sözlüğünde şöyle açıklanıyor: "Birbirine kanştırarak hazıriamak, tertip yapmak, birbiri ile uyuşmayan şeyleri kanştırma, bikâye, yaian." Bu görüşün ABD Dışişleri'nde hayli taraftar bulduğu ortada. Nitekim Ledsky, Büyükelçi Kandemir'den önce görüştüğü Yunan büyükelçiliği iki numarasına (büyükelçi Washington'da değildi) Denktaş'ın "retorik" ile meşgul olduğunu söylemekten kaçınmamış. Kıbns konusu ile ilgili diğer ABD DışişJeri yetkiüsi Townsend Freedman da bu havada. Bir süre önce Kıbrıs'ta KKTC makamlan ile yaptıkları görüşmeler sırasında Freedman'ın Kıbns KoordinatörU Ledsky'den daha katı bir tutum içinde olduğu gözden kaçmamıştı. Aynca Cuellar belgesinin masadan kaldınlması yönündeki KKTC görüşüne sertlik gösterileri yapan da Freedman'dı. Bunlara Ledsky ve Freedman'ın Kıbrısta bulunduklan sırada meydana gelen bir olay da eklenince, öteden beri Yunan görüşlerine karşı çok duyarlı olduğu bilinen Freedman Türk tarafı için güvenilir olmaktan iyice uzaklaştı. Freedman ve Udsky Kıbrıs'tayken KKTC Dışişleri Bakanı Kenan Atakol, başkanın talimatı üzerine konukları Nikos Sampson'un 1963'te yakıp yıktığı Kaymaklı'ya götürdü. Konuklar Rumlar tarafından tahrip edilmiş bir caminin önünde iken Kıbnslı gazeteciler fotoğraf çektiği sırada Ledsky'nin sesini çıkarmamasına karşılık Freedman itiraz etti. Bu olay duyulunca Türk tarafı çok rahatsız oldu. "Ruralan kızdırmamak için bu kadar tetikteyse bu arabulucu ile nasıl sonuç alınz?" sorusu akıllara takıldı. Heyet Washington'a döndükten sonra, ABD Dışişleri Bakanlığına hızla yayılan "Denktaş orada olduğu sürece Kıbrıs sorunu çözülmez" laflarırun izi de ona doğru göriildüğünden Freedman Türk tarafı açısından güvenilirlik niteliğini yitirdi. Denktaş zaten Kıbns'ta bulunduklan sırada bizzat Ledsky ve Freedman'ın yüzlerine de "Bir allematif arayışı iciııde olduğunuzu biliyonım" demişti. "Dahası Amerika'nın Kıbnsta bir çöziım için çeşitli yollan göz önünde bulundurduğuna eminim" de dedi. "ABD yönecimi benden daha yumuşak görüşleri olan kişiler anyor, ama bulamaz. Yabancılara kapalı kapılar ardında söylediklerini kendi parti iıyelerine dahi tekrariayamazlar, yoksa onları kendi köylerine bile sokmazlar" şeklinde konuştu. Bunları yüzlerine söyledi. Ledsky ve Freedman "Siz başta olduğunuz sürece biz ümitliyiz" diyerek yumuşak karşılık verdiler, ama çok rahatsız olduklannı da saklamadılar. da değil. Nitekim çok kısa bir süre önce Ledsky, Denktaş'ın yakın çevresiyle temas yaptı. Eğer BM Genel Sekreteri yanaşırsa, ABD Dışişleri taslağın Denktaş ve Vasiliu tarafından oturup hazırlanması düşüncesine yeşil ışık yakabilir. Washington'un gözü iki liderin bir araya gelmesinden başka bir şey görmüyor. Verimsiz de geçecek olsa, bir sonuç çıkmayacak dahi olsa "sürecin sürekliliği" sözcüklerini vurgulayıp duruyorlar. Türk tarafı federasyonu müzakere ediyor. Bu da Amerikalılar açısından "samimi" bulunmuyor. "Madem bir arada yaşayabileceğinize inanmıyorsunuz. ne diye bir arada yaşamayı müzakere ediyorsunuz?" sorulan ortaya atılıyor. Bu olgu, Türk tarafının müzakereleri çıkmaza sokmaya gönüllü olduğu kldiasına gerekçe olarak gösteriliyor. Aynca Amerikalıların bugün Türk tarafına sempatik gelmeyen Yunan görüşlerini Kıbns sürecinde ileri dönük atılmış adımlar olarak gördükleri de ortada. Rum menfaatlerine duyarlılıklan son derece net. Örneğin Bulgar Türklerinin bir bölümünün Kıbrıs'a yerleştirileceği açıklamasını ABD hiç vakit kaybetmeden gerek VVashington gerekse Ankara'da girişim konusu yapmıştı. Hasan Esat Işık'm ardından MORDO DİNAR Görünen köy kılavuz istemezdi. Galatasaray'da, daha lise sıruflanndan beri, hele son sınıfa yaklaştıkça, hangimizın hayatta, ileride ne yapacağını hayal meval biliyorduk. Ve mesela biliyorduk ki Refet Arbel bir düşünür, bir felsefeci, bir estet olacaktı. Yandaki sınıfta Feza kesinlikle bir matematikçi/fizikçi olacaktı. Faruk Sayar, SaÛh Zeki'nin oğlu olmasından değil, kendi mizacı ve tecessüsleri itibanyla bir düşünür ve kelimenin en güzel anlamıyla, bir entelektüel olacaktı. Feridun Ergin akademik hayata yönelecekti. Cihat Burak ressam olacaktı. Ve bilhassa biliyorduk ki Hasan Işık/Semih Günver ikilisi hariciyeye girecek ve kariyerüı mertebelerini hoplaya zıplaya çıkacaklardı. Bütün bunları biliyorduk da bilmediğimiz, daha bu kadar erkenden hestiremediğimiz, bunu nasıl yapacakları ve yolun ucunda kendilerinin ne olacagı idi. Hayat hepimizi dağıttı. Her birimiz başka istikametlere yöneldik. Ne var ki aramızdaki irtibat hiçbir zaman kesilmedi ve gözümüzün kenarından, uzaktan bile olsa, kimin ne yaptığını gözledik. Kimilerimiz gençliğin vaatlerini olgunluk çağında tuttular, bazılanmız yapamadılar, bazılanmız ise vermedikleri sözü bile tuttular ve beklenenden de öteye gittiler. Hasan bu grubun simgesi oldu ve en parlak misalini de verdi. Bu satırlann yazan, şansına biraz da kendi seyahat temposunun yardımıyla Hasan'ı hem Ankara'da hem de hariçteki bütün vazife yerlerinde görmek fırsatım buldu ve diplomatik bir kariyerin yavaş yavaş nasıl bir devlet adamlığjna dönttştüğüne şahit oldu. Hasan'a bu boyutu ve bu çapı veren nedir? Evvela ciddiyeti, asaJete varan köklü terbiyesi, efendiliği. Bir de kendine karşı olan haysiyet anlayışt, mesuüyet hissi, prensiplerine bağhlığı ve medeni cesaret denen bu pek nadir meta. Bunlar, sahsiyetinin indinde olan şeylerdi ve zaman gectikçe, yaşını başını aldıkça, daha da katmerleşmişlerdir. Dunım ne olursa olsun, diyaloğu kiminle sürdürürse surdürsün, mizacının bu mihenk taşları hemen ön plana geçiyordu. Bürokrat olarak basamaklan çıktıkca yavaş yavaş nerede ise eüe tutulur biçimde devlete hizmet ettiği, bunun çok önemli bir vazife olduğu, kendisine teslim ediien otorite parçasının kutsal bir emanet olduğu ve bunu azami vakar ve ciddiyetle kullanması gerekecegi fikri bütün hareketlerine çok erkenden hâkim olmaya başladı. Ankara'da vazife görürken bunu her vesile ile sergilediği gibi, bilhassa Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Dairesi'ndeki vazifesinde (ki o zamanlarda memkketin dış ekonomik nabzı orada atardı) bunun en seviyeli misalini her gün verdi. Hasan, o günlerde, sınıfta tanıdığımız ve şakalaştığımız, bazen "matrak" geçtiğimiz, beraberce imtihan heyecanlarını paylaştığımız arkadaşımız olmasının ötesinde, mesafeyi hayli açmış, ağırbaşlı, vazifesini müdrik ve her kelimesi düşüoülmüş ve tartümış bir devlet bürokratı olmuştu. mek gerekir. Cumhuriyet prensibinin ana prensiplerinden biri olan bu kaidenin korunması onu defalârca münakaşaya götürmüştür. Bakanlığına ait bir meselede Başbakan'ın onu devre dışı bırakıp doğrudan doğruya askeri otorite ile temasa girrnesi dunımu daha da ağırlaştırıyordu. Prensip adamı olduğu için prensibi korudu. Medeni cesareti olduğu için de istifasını verdi. . Marsilya'daki Ermeni anıü meselesini tekrara lüzum yoktur. Herkes biliyor. Hasan Fransa'da mutlu idi. O elçilik kendisi için biçümiş kaftandı ve onu Paris'te her gördüğümüzde oranın politik ve entelektüel hayatı ile sarmaş dolaş olduğunu görilyorduk. Kitabevlerini dolaşmaya gittiğimizde seçip satm aldığı kitaplara bakmak kâfiydi. Oranın zengin ve renkli politik, sanat ve fikir hayatının aynntılannı günü gününe takip ediyor ve bundan da zevk alıyordu. Elçiliğüı duvarlarını da Türk ressamlannın tablolanyla donatmıştı (ki bazılan memlekete dönmekten men edilmiş bulunuyorlardı; fakat Hasan bunlan da Türk Devleti'nin bir unsuru olarak görüyordu). Ancak bu arada anıt meselesi çıktı. Prensip adamı olduğu için kendi zevklerinin üstüne koydu, onur ve medeni cesareti olduğu için de memlekete dönOş talimatını istedi ve aldı. Köprüler tam atılmadı Ancak bu ekiple Denktaş arasındaki tüm köprüler tam atılmış Bunu yaparken de adeta Türk tarafını töhmet altında bırakan bir havayla "Rumlar esnek davranıyor, siz de davranın, Vasiliu çok anlayışü ve olumlu" gibi tezler ileri sürüyorlar. Oysa Ledsky ve Freedman'ın Ankara ziyaretinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Tugay Özçeri kendilerine Vasiliu'nun "yapıa" olduğu yönündeki AmeWashington'daki Kıbns rüzgârrikan inananın mitolojik temellere dayandığını açık bir dille an ları böyle. Deniyor ki, "Şimdi top BM Genel Sekreteri'nin ayağında. latmıştı. Genel Sekreler ya gerileyecek, ya Son duyumlara bakılırsa, bu da giivenlik konseyini devreye soekibin Türk tarafına dönük kuş kup Türk tarafını köşeye sıkıştırkulannda Türklerin gerçekte ne is maya devam etmeye çalışacak." tediği ile dışanya bunu nasıl söy Denktaş'ın son açıklamalarının lediği arasında fark bulunması da Washington'daki yansımaJanna yol açıyor. Örneğin gerçekte Kıb gelince... ABD bu açıklamalardan rahatsız, ama "Denktaş ns'ta Türklerin Rumlarla bir ara çok da yaşamasının olanaksız olduğu gerçegiyle" bir arada yaşamaya kanısı yaygın olmakla birlikte, devam edecek. Zengin bilgi hazinesi Zamanla bilgi hazinesi çok zenginleşmiş ve yelpazelenmişti. Onu, bir gün, Moskova'da gördüğümüzde, uzun uzun Sovyet Rusya'nın iki "Achileus" topuğundan bahsetmişti: Sovyet ekonomisinin dağınıkhğı ve insicamsızhğı ile Sovyet halkırun geleneksel haylazlığı, disiplinsizliği ve de alkole tutkunluğu. "Düşün ki" diyordu, "Sovyetler ozaya ber türlü dsmi gönderiyor, fakat doğnı dürüst dikişsiz bir kadın çorabı veya erkek ayakkabısı yapmaktan aciz. Endustrinin muhtelif dallan arasında ahenk yok. Vagon tsrsa tekerlek yok, tekerlek varsa raylar yok. Muazzam biı işgücü kaybı. Bir de votka. Gülme. Üzerinde espri yapılacak gibi degil. Bu memleketin canına okuyor." Hasan, perestroykayı çoktan beri görmüş ve teşhisi Gorbaçov'unkinden farklı değildi. 20 sene avans ile. Moskova'da buluştuğumuz o gün, tesadüfen, nun yaşgünü idi. Elçilikte tek başına oruruyordu. Yukan çıktığımızda "Allah seni gönderdi" dedi, "Bugün benim yaşgünüm, kimse hatırtamadı, kimseden ne bir karl ne bir telgraf. Aşağıdgki çiçekleri gördun mu (görmüştüm)? Bul bakayım kimden. Gromiko'dan. Hiç kimse baüriamadı, bir o haürladı." Yüzünde hayret ifadesi vardı (kaderin ne acayip rastlantısıdır ki o çiçekleri gönderen Gromiko ve alan Hasan birkaç ay evvel aynı günde vefat ettiler). Yaşgününü kutlamaya çıktık, kocaman bir lokantaya ve oradaki konuşmada mektep sıralarından beri kat ettiği mesafeyi ve kültürüne ilave ettiği bilgi birikimini görebildim. "O kadar böbürlenme" dedim, "Herhalde bakanlıkta yaşgünleri ile ilgili bir daireleri olsa gerek, her elciye yaşgününde çiçek gönderir." "Kesinlikle hayır" dedi, "Olsaydı bilirdim." "O halde seni tavlıyor" dedim. "Tavlamaz «Inr mu?" dedi. "Güzel olmasına guzd bir jest, ne var ki ben de dün sabah dogmadım" diye ilave etti. "Çiçek geldi diye bir memleketin siyaseti değişmez, tercihlerini de yeniden gözden gecirmez." Ve oradan başlayarak geniş bir manzara çizmeye başladı. "Kabile degilse, yeni doğmuş bir ülke değilse, Türk toplumu gibi asırlardan beri mubteUf isirnler altında bir devlet hayatı yaşamış memleketlerin belli, sabit, istikrarh ve istikametleri (ayin edilmiş bir dış siyaseti vardır. Bizim bir Akdeniz siyasetimiz vardır, bir Balkan siyasetimiz, bir Ortadogu sJyasetimiz. Bunlar, hangi hükümet iktidara gelirse gdsin, mnstakar ve değişmeyen şeylerdir veya degismemesi gereken. Arada sırada bazı marjlar dairednde oynamalar olabilir, fakat bunlar marjinal şeylerdir, esaslı istikametler bellidir. Çok büyük zelzeleler otmadıkça (Birinci Dünya Savaşı, Atatürk devrimleri, tkinci Dünya Savaşı gibi) bunlann devamlılıgı gerekir ve hatta denebilir ki zelzeleden sonra dahi eski terdhlerin çoğu yine gecerUUğini korur. Problem. esaana bakarsan. dış siyasette degil, iç siyasettedir, devletin saglam esaslar üzerinde oturup olurmadıgıdır. O devlelin müesseseieri var mıdır, sağlam mıdır, aralıksız çalışıyor mu? Amerika'ya bak. Denemez ki sectikleri devlet başkanlan o memleketin en parlak zckfihlandır. Bazılan hakikaten aanacak derecede aradan insanlardır. Ama olsun. Müesseseler çalışıyor ya. Memleketi asıl idare eden Johnson degil. O bir maskedir. İdare eden o sessiz sedasız, iyi yağlanmış bir makine gibi işleyen müesseselerdir. Bizim de en büyük firemiz buradadır. Biz, Osmanlı devletinden çok cılız bir miras aldık; muessese olarak elimize geçen, işlemez halde şeylerdir. Atatürk bizim için modern kanunlan alırken bunlann içerdikleri müesseseseleri de almıştır. Ne var ki müesseseleri almak kâfi değil, onun geleneklerini de alacaksın, onun oturmuş kaidelerini. beürlenen uygulamalan. İngUize sormuşlar, "Bu güzel çimenJerinizi nasıl elde ediyorsunuz?" "Efendim" demiş, "Otları ekersiniz ve 200 sene sularsınız" Müesseseler de öyle. Bizimkiler çok genç. Atatürk yaşadıkça, kurdugu müesseseler onun gölgesi alünda yaşadılar, mekanizmalannı tecriıbe etmek fırsatı pek olmadı. Ondan sonra tnönü ve dünya savaşı. Aynı golge. 1950'den sonra Bayar ve Menderes tecrübesi: yüzüne gözüne bulaştırdılar ve 1960 ihlilali. Kısacası, memleketimizi idare eden benüz sahıslardır, şekli müesseselerin gerisinde oturan insanlardır; müesseselerin kendileri degil, prensipler değil, modern bir devlet göriişü değil. Bunun içindir ki devlet memuru olsun olmasın, bizim neslin tarihi ödevi, kanunlarda yazılı olan müesseseleri kitaptan çıkartip hayatın içine sokmak, onlann işlevlerini içimize sindirmek, günhık kraaümızla gelenek kunnak ve öyle bir hale getinnek ki artık bu, otomatik ve münakaşası caiz bile olmayan, bir hayat şekline dönuşsun. Bu ise makale yazmak veya broşur çıkannakla olmaz, pratikie, herkesin her günkü uygulamasıyla, mesuliyet mevkilerde bulunan ve/ veya bulunmayan, toplumun her kesiminden geleneklerin toplu tutumlanyla olur, ta ki, özgürlük insandan veya onun insanından gelmesin. müesseselerin işleyişinden gelsin. Özgürlügün garantisi buradadır. Bundan daha acil gördügüm problemimiz yoktur. Kaldı ki, içine girdiğimiz railİetlerarası gruplaşmalar bizi bu yöne itmektedir, bizden bunu beklemektedir ve bizi uzun zaman beklemeyebilirler. Tabii bir gruba girdik diye o gruba esir düşmüş değiliz. O kulübe girmek için «estiyere paltomu bırakmışım, ceketimi de, gömlegimi de bırakmadım ya. Demek istediğim, gruplaşmaya girmek^e elde ettigim avantaja mukabil bir şeyler vermişim, ama yine de bir hareket marjımız var ve onu milli çıkarlanmız doğrultusunda mesafeyi bir an evvel kapatmak için akıllıca kullanabiliriz." Orası Moskova olduğu için saatonbirlerde bizi dışan attılar ve elçiliğe dönüp konuşmayı sürdürdük. Ed başkent bekle gör'de (Baştarafı I. Sayfada) nistan'da hukuk profesörleri "kafa kafaya vermiş" ülkenin siyasal bir krize girmesini önlemek amacıyla çözüm yollan anyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kasım ayında yapılması beklenen genel seçimlerden önceye alınması gibi.. Yunanistan'daki "nispi" seçim sistemi, partilerin "tek başına" iktidara gelebilmesini zorlaştırdığından, büyük bir olasılıkla yine koalisyon hükümetine başvurulacak, ama bu kez sağ eğilimli Yeni Demokrasi Partisi'nin "devredışı" kalma tehlikesi var. YDP eğer bunu izleyecek genel seçimlerde tek başına iktidara gelebUecek kadar oy toplayamaz ise kurulacak koalisyon hükümetinin, komünistlerle PASOK'un arasında olması ihtimali doğuyor. Ancak komünistler böyle bir işbirliği için eski Başbakan Andreas Papandreu'nun PASOK liderliğinden aynlması koşulunda ısrar ediyor ve edecekler. Yunanistan'da bu belirsizlik en az dört, en fazla 8 ay sürecek ve bu süre içinde Yunanistarı'ın ne iç ne de dış politikası önemli adımlar atabilecek. Dolayısıyla Yunanistan'ın Türkiye ile bağlantılı dış politikasıru izleyen Ankara'da dışişlerinin üst düzeydeki yetkilileri şu aşamada "beklemekten başka yapılacak hiçbir şeyin bulunmadığından" söz ediyorlar. Bu arada Başbakan Turgot Özal'ın da "geleceğinin ne olacagı konusunda" herhangi bir fikir yurütmekten kaçınıyorlar. Bu gelişmeler karşısmda Yunanistan'ın Türkiye ile "diyalogun sürdüriilmesini" hedefleyen arzusundan başka hiçbir veri yok. Ankara da bunun bilincinde olduğunu gösteriyor. Bu dunımda Türkiye ile Yunanistan, kendi iç işlerinde karşılaştıklan sonınlan "salim kafa" ile çözmek amacıyla birbirlerini "rahatsız etmemek için" dikkatli bir siyaset izleyeceğe benziyorlar. i, Başbakan Eroğlu İle KKTC'deki resmi ziyaretini sürdüren Erdal Inönü, dun sırasıyla Başbakan Eroğlu. CTP Genel Başkanı Ûzgur. TKP Genel Başkanı Akıncı ve YDP Genel Başkanı Ûçok'la ayn ayn görüştü. 4 Fırtınadan sonra 1960 ihtilalinden sonra ve Yassıada davalan devam ederken bakanlıkla ilişkisi kesilmedi ve fakat kendisine iş de verilmedi. Hasan Işık, Semih Günver, birkaç kişi daha, her gün bakanlığa gider, beraberce bir odayı paylaşular ve işsiz güçsüz akşam olmasım beklerlerdi (arkadaşlar hemen ismi yakıştırmışlardı: Yassıoda). Fınına dindikten sonra onun dış ülkelerdeki büyük misyonlan başladı. Ankara'da yüksek bir bürokrat idiyse hariçte "Türkiye'yi temsil eden" kişi idi ve bu, bütün davranışlanna seviye^ve içerik veriyordu. "Türkiye'nin temsilcisi" sıfatı onun tabii vakarına daha da vakar katıyor, ciddiyet ve haysiyet hıssini daha da derinleştiriyordu. Onun kafasındaki Türkiye, bugün veya yann sabahki Türkiye değil, asırlardan beri gelen ve asırlarca devam edecek bir süreç içindeki Türkiye idi. Yani Türkiye Devleti. Kendisi bu devleti temsil ediyordu; geçmişiyle, geleceğiyle, devamlı ve değişmez olan esaslı çıkarlanyla, seçenekleriyle, kendi tarihinin çizdiği istikametleriyle. Bu devletin milli çıkarlannın episodik olmayıp devamlı olduğuna ve zikzaklara lahammülü olmadığına inanıyor ve seçeneklerin tayininin zar atarcasına, şansa veya da günün ilhamına terk edilemeyeceğini düşünüyordu. Tavizlerin verilemeyeceği, hudutlann çizilmesini acil bir mesele olarak görüyordu. Şüphesız, diplomat olarak, bazı hallerde taktik bazı ödünlenn verilmesinin kaçırulmaz olduğunu biliyor, fakat aynı zamanda bunların ötesine fatura çıkanlamayacağını savunuyordu. Kıbns krizinde Hasan bunun en açık misalini verdi. Hatırlardadır, krizin patlamasmda, zamanın Dışişleri Bakanı memlekette olmadığından dış ilişkiler ve bilhassa tngiltere/Yunanistan ile olan gergin ve çetin müzakerelerde Hasan'a büyük rol düşmüş, cesaret, kararlıhk ve temkin dozajının parlak numunelerini o günlerde vermişti. Evvelki senelerde uzun süre Kıbns işlerini yürütmüş olan Semih Günver'den problemin tüm veçhelerini biliyor ve ödünlenn hududuna gelindiğinin bilinci içinde yine de silahlann konuşmaması için zaten münbit olan muhayyilesini son kertesine kadar kullanmıştı. Ancak, bunlar netice vermeyince, silahlann konuşmasına da tereddütsüz katılmıştı. Hasan, en büyük tevazu ile o kritik günlerin hikâyesini ve o hikâye içindeki perde arkası rolünü hiçbir zaman ön plana çıkarmamıştır. Ancak bizler çok sonra, ondan diş söker gibi, bazı aynntılannı parça parça koparmaya çahşmışızdır. Kendisine "Bunu yapnn, bunu da yaptın" dediğimizde, en fazla kabullendiği nokta, "Eh, biraz da öyle olmuştur" demekten ileri giunemiştir. Fakat bilmek gerekir ki Hasan'ın o günlerdeki katkısı gelişmelerin istikametini tayine yardıma olmuştur. Başrol, tabiatıyla Başbakan'a ait ise de zannetmiyoruz ki Bülent Ecevit Bey bizi bu noktada yalanlasın. (Baştarafı 1. Sayfada) rin kasım ayında yapılması bekleniyor. Mitçotakis, Başbakan Turgut Özal ile Antalya'da yaptığı görüşme öncesinde, pazar günleri yayımlanan haftalık To Vima Gazetesi'ne verdiği demeçte, Başbakan özal'ın politik geleceğinin, kendi politik geleceğinden daha güvensiz olduğunu ileri sürerek, "Ben Yunanistan'da en büyük partinin lideriyim. erken genel seçimlerde iktidara gelme olasılıgım çok büyük. Buna karşın Özal, bugün çok düşük bir oranı lemsil ediyor. Özal, bizim Canetakis'ten önce başbakanlığını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya" şeklinde konuştu. Ozal kasıma kadar Gazete, Mitçotakis'in başbakan olması halinde Ege, Kıbrıs ve Batı Trakya konulannda Türkiye ile diyalog yapacağını sö>1emekle iyi etmediğini, zira her üç konunun da diyalogda yer almasını isteyen tarafın yıllardan beri Türkiye olduğunu kaydetti. ıııasaya otururlar ya böyle devam mada, Kıbns'ta kalıcı bir barış istediklerini vurgulayarak, "Ama, haklanmızı, güvenliğimizi konıyacağız. Biz Kıbns'la ayn bir ulus olarak vanz. Bu daha cumburiyet kurulurken kabul edilmişti. Eşit haklanmız var ve fiilen de kabul ettirdik" dedi. Inönü, Kıbns'ta ay' rı bir ulus olarak varhğımızı sürdürmek istediğimizi belirterek, karşılıklı olarak masaya oturulup anlaşmaya vanlması gerektiğini belirtti. tnönü, "lstiyorsanız yapaBu arada Inönü'nün KKTC'ye nz, istemiyorsanız biz böyle de, r e s m i z i y a r e t R u m ^TZUy a p t l ğ vam ederiz. Elbet bir gün bunu isnın tepkisi üzerine Sosyalist En teyecek hale gelirsiniz" biçiminde ternasyonel'e >"ansıdı. Rum Sosya konustu. list Partisi lideri Lissarides ile SHP Genel Başkanı Erdal tnönü Diinkii temaslan Sosyalist Enternasyonal bünyesinInönü ziyaretinin üçüncü güde telgraf çekişmesi içine girdiler. Rum Meclis Başkanı Lissarides nünde Güzelyurt ve Lefke'de inönceki gün Sosyalist Enternasyo celemelerde bulundu ve sınır könal Başkanı VVilly Brandt'a bir yü Yeşilırmak'ı ziyaret etti. SHP telgraf göndererek KKTC'ye res lideri öğleden sonra da sırasıyla mi ziyarette bulunan İnönü'yü şi iktidardaki UBP Genel Başkanı kâyet etti. Inönü de Lissarides'in Derviş Eroğlu, Cumhuriyetçi bu girişimi karşısmda kendisinin Türk Partisi Genel Başkanı Özker de Brandt'a bir telgraf gönderece Özgür, Toplumcu Kurtuluş Partisi ğini açıkladı. Genel Başkanı Mustafa Akıncı, Inönü önceki akşam Başbakan Yeni Doğuş Partisi Genel BaşkaD e n i ş Eroğlu'nun verdiği yeme nı Orhan Üçok'ia ayn ayrı görüştü. ğe katıldı. UBP Genel Başkanı ve BaşbaInönü, yemekte yaptığı konuşkan Derviş Eroğlu Inonu'nün Kıbns konusuna bakışı ve yaklaşımının kendilerini mutlu ettiğini söyledi. vurgulanan bu sektör, kuşkusuz Cumhuriyetçi Türk Partisi Geekonomik özerklik tartışmalan sı nel Başkanı Özker Özgür de zarasında "el yakmaya" aday. manın Kıbns Tüıkleriniu ale>hiPiyasa ne kadar durgunsa, ga ne çalıştığıni, ANAP hükümetinin zeteler o kadar canlı, o kadar Kıbrıs'a taşıdığı 24 Ocak Kararla" m a l " dolu. Estonya basını, rının yarattığı bunahmla Kıbrıs1 Moskova basınına deyim yerin tan yurtdışına göç olduğunu söydeyse "tur bindirmiş" durumda. ledi. Özgür, Asil Nadir'in çok Stalinizmin karanlık günlerine her uluslu PollyPeck şirketinin gün yeni sayfalar açılıyor: KKTC ekonomisini kontrolü altıKGB'nin ülkede işlettiği 40 yıllık na aldığını, bünun tehlikeli bir gi"terör makinesi", kare kare gözdiş olduğunu belirterek "dünya ler önüne sergiliyor. Gazeteler, borsalannda satılan şirkelin his"geriye dönüş"ün kapılarını "canavar bir daba su yüzüne çıkma se senetleri Ermeni ya da Yahudidan" (burada en çok yeni bir Sta lerin eline geçerse ekonomi onlalinist süreçten korkuluyor), bir an nn denetimine girmeyecek raiönce kesin olarak kapatmak isti dir?" diye sordu. Toplumlararası yorlar. Yaşlı Estonyalılar, başla görüşmelerin bırakıldığı yerden ön rından geçenleri anlatıyorlar. koşulsuz başlamasını isteyen CTP Bunlar hızla arşivleniyor. Akıbe Genel Başkanı bir soru üzerine ti bilinmeyen binlerce insanın adı, şirketin binden fazla hissesinin yıllar sonra ilk kez korkusuzca te Kıbnslı Rumlann elinde bulundulaffuz ediliyor. Gazete sayfaları, ğunu ve iktidara geldikleri gün "terör anıtan", açık mektuplar, PollyPeck'in tüm ayrıcalıklarına "kamuoyuna çağrT'lar, bildiriler son vereceklerini sözlerine ekledi. Özgür, Cumhuriyet'e yaptığı ve geçmişle ilgili "ifşaatlarla" dolu. Tarttu kentinde basınyayın açıklamada ise, Kıbrıs konusun1 okuyan bir öğrenciye "Moskova da Denktaş'ın karamsar, fnönü basınını izliyor musunuz?" diye nün ise iyimser olduğunu kaydesorduğumda şu yanıtı alıyorum: derek şunlan söyledi: "İyimser insan kotümser insa"Moskova basınına vakit mi kalıyor? Ben buradaki gazetelere na nasıl destek olabilir? Biz göriişdoğnı düriısl erişemiyorum. Mal melcr bırakılan yerden ön koşulzeme o kadar zengin ki, her gün suz sürsün diyonız. Ama iktidar en az üç saat ayırmak gerek..." bir takım ön koşullar koyuyor. Denklaş çözüm istememektedir. (Baştarafı 1. Sayfada) incelemelerde bulundu. Muhalefet liderleri görüşme sırasında KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'ı ağır bir dille suçladıiar. Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkam Özker Özgür Kuzey Kıbns 1 ın ikinci bir Sicilya'ya dönüştüğünü öne sürerken, TKP Genel Başkanı Mustafa Akıncı da KKTC'deki düzeni "rezil dnzen" olarak niteledi. KKTCyi yandaşlan ve PollyPeck ile birlikte bölüşmüş bulunmaktadır. Kuzey Kıbns'ta eski eser silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmaktadır. Kuzey Kıbns ikinci bir Sicilya'ya dönmüştür. tnönü'ye bunları anlaltık. Meclisten çıkan karann ön koşul taşıdığını İnönüye söyledik. Anladığım kadanyla Inönü karan görüşmelerin onkoşulsuz başlamasını öngöriiyor şeklinde algıladı. Ön koşul taşıdığının farkında olmayabilir." Toplumcu Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Mustafa Akıncı da, görüşme sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada SHP ile ilişki ve dayanışma kurma amacında olduklannı, TKP'nin Sosyalist Enternasyonal'e üyeliği için SHP'nin elinden gelen çabayı göstereceğini söyledi. Eylül ayında Türkiye1 de düzenlenecek uluslararası seminere, TKP'den de bir temsilcinin çağnlacağını kaydeden Akıncı, "Biz hiçbir zaman ANAPUBP benzeri bir bütünleşmeden yana degiliz" dedi. Akına Sabah Gazetesi'nin dünkü sayısında Denktaş'ın kendisi ile ilgili iddialarına da yanıt verdi. Akıncı Denktaş'ı "çamur atma" politikası izlemekle suçladı. "Denktaş UBP ile kolkola ülkemizde yarattığı çürümüşlüğü bu rezil düzeni gözlerden saklayabileceğini düşünüyorsa yanılıyor" dedi. "Kıbns'ta CIA parmağı" başhklı haberde Güneri Civaoğlu'na verdiği demeçte Denktaş'ın "CIA ABD tarafından daha kolay yönlendirilen yeni bir cumhurbaşkanı araşürmakta Toplumcu Kurtuluş Partisi lideri Mustafa Akıncı ABD için tıpkı Vasiliu gibi kolay yönlendirilecek bir lider olabilir" şeklindeki sözlerine yer veriliyordu. İnönü ve SHP heyeti daha sonra yine Meclis binasında meslek kuruluşları temsilcileri ile topluca bir görüşme yaptı. Inönü akşam Türkiye büyükelçisi Ertuğrul Kumcuolğu'nun onuruna verdiği yemeğe katıldı. Inönü, bugün bazı temaslardan sonra KKTC meclisinde bir konuşma yapacak ve basın toplantısı düzenleyecek. SHP heyeti bu gece yarısı Türkiye'ye dönecek. Kıbrıs'taki 18 örgüt ortak bir açıklama yaparak İnönü'yü uyardılar. Kıbns'ta yayımlanan Ortam Gazetesi'nde yer alan 18 örgütün ortak açıklamasında, "Dileriz ki, Sayın İnönü gerçekleri Denktaş gözlüğü ile gönnesuı" denildi. Ortak açıklamaya imza atan örgütler arasında öğretmen ve memur sendikalan, Banş Derneği, TanmSen, KoopSen, Devrimci Gençlik Derneği buiunduğu görüldu. Mitçotakis, "Yunanistan ile Türkiye arasındaki sorunlar, turizm, var olmayan sanayi ve bankacılık işbirliği değildir. Sonın Kıbns'nr, Ege'dir. Veni Demokrasi Partisi iktidara geldiğinde açık bir diyalog yapacaktır. Biz hazınz, ancak karşı larafta Özal, içinde bulundugu zoriuklar nedeniyle hazır degil" şeklinde konuştu. Ekfterob'pia Gazetesi, Mitçotakis'in Antalya'daki görüşmede, Andreas Papandreu'dan farklı olduğunu gösterebiunek için Yunan dış politikasımn güçsüzlüğünü gözler önüne serdiğini yazdı. Batl Trakya Itonusunda Mitçotakis'in "büyük hata" işlediğini iddia eden Elefterotipia, Yeni Demokrasi Partisi liderinin bu konuda açtığı yaraları kapatmak için Yunan Dışişleri Bakanlığf nın büyük çaba göstermesi gerekeceğini yazdı. ... , . ,. . . Mitçotakis ın seçım öncesı oy hesabı yaparak, seçimlerden sonra işbaşına gelecek hükümet kim olursa olsun, Türkiye'ye karşı güç duruma soktuğunu kaydeden gazete, "Mitçotakis'in, Papandreunun gölgesinden kurtulması için daha çok uğraşması gerek. Mitçotakis Antalya'da, kendi dış politikası bulunduğuhu göstermek istedi. Ancak her şey i berbat etti" dedi. "Etnos" Gazetesi'nde yayımlanan bir yazıda ise Mitçotakis'in Başbakan Özal'ın zayıf olduğu bir dönemde kendisi ile görüşerek, başbakan olması halinde Türkiye'ye karşı izleyeceği politikanın esaslannı anlatmakla iyi ettıği belirtildi. Yoklıık, kuyruk ve karaborsa (Baştarafı 1. Sayfada) tüketilmeyi bekliyor. 1950'lerden kalma izlenimini veren dükkânlann raflannda, tek tip konserveler var'. Kasaplarda erken saatlerde domuz eti bulmak mümkün. Çoğu siyah 78 çeşit ekmeğin hayli "zengin" görünüm kazandırdjğı bir fırında, tezgâhtar kız "Mal açısından Estonya Sovyetler'in cenneti" diyerek devam ediyor. "Biz çok şanslı sayılınz. Süt ürünleri ve et, öteki Sovyet cumhuriyetlerine göre kaliteli. Buraya mal almak için Leningrad'dan ve öteki Rus kentlerinden geliyorlar. Herşeyi silip süpürüyorlar." Alkol satışı sınırh. Içki dükkânları öğle saatlerinde açılıyor. Buralarda sadece konyak ve likör var. Votka bulmak başlı başına bir sorun. Içki kısıtlaması evlerde "gizli" damıtımı hayli arttırmış dunımda. Son birkaç yıl içinde beliren şeker sıkıntısı, bu şekilde açıklanıyor. Şeker, şimdi vesikaya bağh: Kişi başına ayda 1 kilodan fazla satılmıyor. Mal sıkıntısımn nedenini kimse tam olarak açıklayamıyor. Ancak "karaborsa "nın piyasadaki taJep bunalımını tırmandırdığı açık. Resmi pazar dışında mal ve emek değiştokuşu, gündelik yaşamın doğal parçası olmuş artık. Sozgelimi otomobili bozulan bir kişi, sorununu "makul bir zaman içinde" halletmek için tamirciyi ancak ya karaborsada topladığı paralarla ya da video kaseti gibi "çekici bir malla" ikna edebiliyor. Peki, kamu hizmetleri şöyle böyle de olsa işlemiyor mu? Tallinli bir sendikacı, bu sorum üzerine bir süre gülüyor: 'Yıllardır böyle bir şeyin vaıiığı bile şüpheli. Hizmet sektörii var, ama başına bir eksi koymanız gerekiyor.." Verimliliği arttırmak için günlük yaşamda bazı adımların atıldığı da gözlerden kaçmıyor. Temiz ve şirin görünümlü bir kafede çalışan genç garson, "Eskiden buradg üç misli insan çalışırdı. Herkes, kendinden istenenin asgarisini yapardı. Şimdi daha az adamla daha çok iş çıkanyoruz" diyor. Yönetimden sokağa kadar her katmandan Estonyaülar, ülke için en elverişli ekonomik politikaların Isveç ya da Avusturya tipi bir karma ekonomik model olduğu görüşünde birleşiyor. Eston>a Ulusal Bağımsızlık Partisi yöneticilerinden Tunne Kelam, "Eğer Sovyet çizmesi alOnda bunca yıl ezilmeseydik, Estonya bugün İsveç'in refah düzeyine sahipti. Ekonomik alanda en asgari taiep, Fin ıtıodeli olmalıdır" diyor. Estonya'yı "ayaklan üstüne oturtmak", herkesi kara kara duşündüren bir proje. Cumhuriyetteki fabrikalann yiizde 90'dan fazlası üzerinde yerel yönetimin söz hakkı yok. "Merkez" buralara Rus yöneticiler atıyor, işlenecek hammadde Estonya dışından1 geh'yor: Ürün daha sonra yine Estonya dışına sevk ediliyor. Cumhuriyete doğa kirliüği dışında hiçbir kazanç sağlamadığı sık sık Yüksekten değil, yukardan Hasan, özel hayatında, dimdik gezen, hiç kimseden ayncalıkh muamele istemeyen ve beklemeyen bir kişiliğe sahipti. Prensiplerine sadık olmasından başka kendine göre bir "tercihler" listesini tanzim etmiş ve onun en başına da Atatürk ve cumhuriyet rejimini koymuştu. Bunlar, onun için beylik laflar değil, realitenin ta kendisi idi ve zaten kendisini bunların bir ürünü olarak görürdü. Bunların her ikisini korumak onun için bir onur ve haysiyet meselesiydi ve bunlar mevzubahis oldu mu, boynunun bükülmesine, ödün vermesine imkân yoktu. Sanki boynunda, bukülmesine mani ekstra bir kemiği vardı. Birçokları bunu gurur ve hatta kibirlililde kanştınrlardı. Ne var ki bunun kibirlilikle hiç ilgisi yoktu. Ekstra bir kemik yok, sadece sağlam ve sarsılmaz bir inanç yumağı ile kendi rahatı veya menfaati için bazı faturalan ödememekteki ısran. Bunun içindir ki Hasan, bazen, en zarif ve en masumane tebessümü ile en acımasız şeyleri muhatabına söyleyebiliyor, en bükühnez iradesini ifade edebiliyordu. Bazılannca ukala olarak terimlenen bu bükülmez tavn inançlanndan, onlara olan saygısından ve dolayısıyla kendine karşı olan saygısından kaynaklanıyordu. Bazjlarınca "yüksekten konuşuyor" diye sitemlenen tutumu, yüksekten konuştuğundan değil, yukandan baktığındandı. Normal ve alışılagelen ölçülere vurulduğunda, pek tabiidir ki böyle insanlar zor insanlardır. Ne var ki milletlerin tarihinde izler bırakan da bu tip insanlardır. Dinmez bir enerjiyi • GALERİ •ATÖLYE Hokkı Anlı Bedıa Güleryuz Sobrı Berkel Ab>dn D.no Sel.m Turon PERA146 97 38 132 64 26 Se/yıt Bozdoğon Hale Sonlaj Muslofc Allınta) F.gen Acd./ıtojbo) 2ek| Fmd,tog1(J *^°« Ka>< Huseyın Ertunç Fevıı Korokoç Fuat Acoroğlu M H h < , , Şe n s,.!^ G u r b l J 2 Al, A»n, Çeleb, I E H O A N A T ü A L E R İ S t Mel.n Toloymon ^ ^ ^mm S S R l Q l ' ' • ^ Mamuıuı uıcmsı Resim Ustalanndan AEDPA Şuknye D,km«n M AğUStOS 21 EyHül 1989 Adnon Vorınca Nept Ctevrım Poıor har,ç 1 1 ™ IV" Omer Utuç Omer Kolesı K")™''*»»1"' Sok 4«/2 Ntjonlof T Yuk«l A r , l o n «' 1 ' 7 08 9? 147 97 5« BİRLEŞİK YAZ SERGİSİ 16Ağustos6Eylül Husrev Getede Cad 126 TeşvHuye Meydan 136 12 78 OTTZ1BT. RA1VATT.APA TTAKTRT.TV "•RTeSTTMr KTTRflT.ARp» Hatta ıçi ve naıta sonu kvıraları Art Dtrector TCMIıUi«tB.ij<S4ö2B. 'Iç mtmar" ||H«riT\ tortayŞMÜIBMI Güzel Sanatlar okulu KusdülCadDoyrar.jıApt ı.Beymen Krş.j 346 97 75 348 65 30 KAEIKÖY ^ ^ ^ ^ V ffVŞI^^^B^I ^ j , ^ ^ ^ ^ ^ | Bılmem söylemeye lüzum var mı ki Hasan diplomat olarak, bakan olarak, parlaraenter olarak ve nihayet emekli olarak, yukandakilerini aynen tatbike çalışlı. Dinmek, durmak bilmeyen bir gayretle her iasatta hareket marjının kullanılmasını alenen veya direkt temas veya mektuplarla hem istedi hem de yollarını gösterdi. Kıbrıs olsun, NATO olsun, FIR hattı olsun, Ortak Pazar ve kuvvetler dengesi olsun, milli çıkarlann titiz ve hatta kıskanç bekçiliğini yaptı ve aynı zamanda en çok arzuladığı demokratik gelenek kurma vazifesini yerine getirdi. Ankara'da mühim bir Vefatı dolayısıyla su yüzüne çıkan ve Devlet Baş memleketin mühim bir elçisi yoktur ki onu ya evinkanı Koruturk ile ilgili hadise onu tanıyanlar için nor de ziyaret etmesin veya onunla konuşabilmek fırsatmaldir. Devlet Başkanı, fonksiyonu ve temsiliyeti ica lannı aramasm. Hadiselerin analisti olarak eşsiz bir bı, herhangi bir sebeple bir merasime katılamıyorsa bakış zaviyesi ve bir gör,üş yüksekliği vardı ve yorulonun yerine devletin ikinci adamı olan parlamento mak bilmeyen bir gayTetle Türkiye'nin bunlann içinbaşkanı gider, yoksa devlet başkanının fonksiyonu deki yerini tespite çalışır ve ışığını tutardı. Emekliye nu değil de sahsını temsil eden sekreteri gitmez. Bu, ayrıldığında köşesine çekiunedi. Gözlerini dört açacumhuriyet rejimi ilkelerinin icabıdır ve bunda taviz rak, kulaklanru dik tutarak memleketin sorunlanmn verilemez. llave edelim ki, itiraz ettiği uygulamada tümü ile kucak kucağa kaldı. ölüm onu da kucakki sekreler onun en yakın arkadaşı olduğunu bildi laşmada buldu. Hayat yörüngesi emsal alınacak türğimiz Haluk Bayülken Bey'dir. Hasan herhalde onu dendir. Örnek bir devlet memuru olarak başladı ve rencide etmek isteyemezdi. Ancak, ortada korunması örnek bir devlet adamı olarak bitirdi. gereken bir prensip vardı. Prensip adamı olduğu için Sahneyi dolduran küçük insanlann arasından bir prensibi korudu. Medeni cesareti olduğu için de isti beyefendi ve bir devlet adamı geçti. Küçük oyunlafasını verdi. nyla çok meşgul olduklarından farkına varmadılar. Milli Savunma Bakanı iken de sivil otoritenin üs Ona yazık oldu. Onlara da. Memlekete de. Senin doslluğun bizirn onurumuz olmuştur sevgitünlüğü prensibini, şimdilerde öğrendiğimize göre, Hasan titizükle korumuştur. Buna da hayret etme li Hasan. Ruhun şad olsun sevgili kardeşim.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear