10 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET / 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER lü kurumlarda, örneğin telefon memurluğu gibi görevlerde bulunması, en önemli ve dikkate değer bir uğraş olarak da, Muhsin Ertuğrul'un yönetiminde bir süre tiyatro sanatçısı kimliğiyle sahneye çıkması. Bütün bunlar, çok değişik ve insanı sürükleyen türlü yasantılarla dolu 65 yılhk bir ömrü sergiliyor. Kitabın ilginçliği, birbirine karşıt gibi görünen, dahası karşıt olan saray yaşamı ile halkın günlük yaşamı içinde yuvarlanmış bir genç kadımn bizlere celişkili görünen yaşantılan içinden hep aynı ruh tazeliğiyle çıkmayı başarabilmesidir. ttiraf etmeliyim ki, kitabın bazı bölümlerini okurken ayağımın sancısmı unuttum ve hastaneden çıkar çıkmaz böyle anılara meraklı okurlarıma bu kitaptan söz etmeyi aklıma koydurn. Işte bu kararı bu satırlar içinde yerine getiriyorum. Kitapta yer alan yaşantıların hepsini bir tek yazıda ariiatmak elbette olanaksız. Üstelik anlamsız. Bu nedenle ben Prenses Mevhibe'nin yalnız saraydaki yaşamından bazı parçalan yansıtmak istiyorum. Anılardan öğrendiğimize göre, Tanzimat döneminin "alafrangalaşma" modası, Prenses Mevhibe'nin çocukluk ve ilk gençlik yaşamını gecirdiği Fındıklı ve özellikle Kandilli Sarayı'nda da etkili olmuş. Bu genç prensese, yabancı birtakım öğretmenler piyano dersleri vermiş; Fransızca öğretmiş. Bir gün sarayda harem bölümünü ziyaret eden Batılı bazı kadın gazetecilerle annesi ve saraylılar arasında Prenses Mevhibe çevirmenlik (tercümanlık) yapmış. Görülüyor ki, Fransızca öğrenmesi işe yaramış. Bununla birlikte bu tür eğitimin sadece günün modasına uyularak yapılan bomboş bir çaba olduğu şundan anlaşılıyor: Mevhibe Celâlettin, anılarının birkaç yerinde, kendisi bir kitap okurken bir sarayh kadırun ya da amca kızı Şehime'nin geldigınden söz eder; ama okuduğu kitabın niteliği konusunda hiçbir bilgi vermez. Bir kez roman sözcuğunü kullanır, ama Türkçe mi, Fransızca ıru olduğunu, bunu kimin yazmış bulunduğunu söylemez. Eğer bunlardan söz etseydi onun görmüş olduğu eğitim sonucunda ulaştığı kültür düzeyi anlaşılacaktı. Ben öyle sanıyorum ki, evlendikten sonra ittihatçı gençlerle tanışan ve dedesi Mahmut Celâlettin Paşa'nın, Abdülhamit tarafından Mithat Paşa ile birlikte boğdurulduğunu öğrenen Mevhibe Celâlettin, sarayda sistemli bir Doğu ya da Batı kültürü ile eğitilip beslenmemiş; ama zekası onu, yukarıda azıak sözünü ettiğim geniş çevrenlere (ufuklara) doğru yönlendirmiş; bilgisini ve görgüsünü genişletmiş. tkinci kocasından aynldıktan sonra öğrenimini Almanya'da Dresden kentinde sürdürdüğünü söylemesi çok ilginç. Bütün bunlar, saraydan yetişmiş bu kadında bir sanat cevherinin, bir bilgi açlığının bulunduğunu açığa vurmaktadır. Bu anılarda dikkati çeken bir nokta da, Osmanlı Imparatorluğu'nun çöküş döneminde saraylarda egemen olan savurganhktır. Prenses Mevhibe'nin anlattığı düf ünlerde sultan hanımlann, prenses ve saraylüann çok değerli taşlardan oluşan takılan, çok değerli kumaşlar, altın topuzlu karyolalar, bir sultan hanımın ya da prensesin evlenmesi durumunda onun için satın alınan ve döşenen yahlar, köşkler bu korkunç savurganlığın birkaç örneğidir. Osmanlı Imparatorluğu'nu oluşturan, etnik kökenleri ayn halklar birbiriyle uğraşırken, koca imparatorluk çatırdarken, tstanbul saraylanndaki bu şatafatlı yaşam bir çöküş habercisi idi. Aynca Türk halkının büyük bölümünün yoksulluğu her türlü ölçünün altında bulunduğu sırada Istanbul'un savurgan beylerinin bunları bilmezlikten gelmesi gerçekten acıdır. Prenses Mevhibe'nin babası kuş ve at meraklısıdır. Bu nedenle değerli atlar ve kuşlar beslemekteöir. Guvercinleri için büyük bahçenin köşesine bir kuşhane yaptırmış ve değerli güvercinlerini oraya yerleştirmiş. Bir süre sonra Yıldız Sarayı'ndan adamlar gelmiş bu kuşhaneyi yerle bir etmişler ve guvercinleri götürmüşler. Meğer Abdülhamit'in jurnalcileri Prenses Mevhibe'nin babası Celâlettin Paşa'nın, posta guvercinleri aracıhğıyla Boğaz'ın karşı kıyısındaki yabancılarla iletişim kurduğunu Abdülhamit'e bildirmişler. Celâlettin Paşa'nın babası Mahmut Celâlettin Paşa'yı Taifte boğdurmuş olan Abdülhamit, bundan kuskuya düşmüş ve güvercinliğin yok edilmesi buyruğunu vermiş! Prenses Mevhibe Celâlettin bunu anlatırken, babasının ve kendisinin üzüntüsünü eklemeyi de ihmal etmez. imparatorluk çöküyor, başta Abdülhamit olmak üzere devlet egemenleri ve saray zenginleri nelerle uğraşıyor! (*) Bilgi Yayıuian 1986 Geçmiş Zaman Olur ki... HIFZI VEUJET VBLİDEDBOĞLU Ameliyattan sonra, bir gün gazetemİ2dn Genel Yaym Müdürii Hasan Cemal telefonla hatır sorma inceliğini gösterdikten sonra: "Hocam, bir şeye ihtiyaeınız var mı? Lütfen söyleyin. Kitap göndereyim mi?" diye nazik bir öneride bulundu. Hastanede ne okunur? Kendisinin, 12 Eylül evresinin günlük nabzını yansıtan ve yer yer tarihsel belge niteliği taşıyan Demokrasi Korkusu ve "Tank Sesiyle üyanmak" adlı incelemelerini (*) daha o zaman bir solukta okumuş ve ondan burada kısaca söz etmiştim. Şimdi onun gibi ciddi ve düşündıirücti bir kitap gönderse, fikir halkalan kopmadan okuma olanağını bulamayacaktım. Ameliyat yerinde süregiden sancılar buna olanak bırakmayacaktı. Zahmet etmemesini söyledim ve teşekkür ettim. Bir başka gün yine gazeteden ve Çağdaş YayınIan'nın da yöneticilerinden Sami Karaören ve Erol Erkut, bu yayınJar arasında çıkan "Geçmiş Zaman Olur ki..:' adlı kitapla beni yoklamaya geldiler. Prenses Mevhibe Celalettin'in anıları imiş. Bu prenses, saraydaki ve daha sonraki anılannı, kız kardeşinin kızı Sârâ Ertuğrul Korle"ye anlatıp yazdırmış ve 30 yıl önce bunlar bir gazetede yazı dizisi olarak yer almış, sonra da kitap halinde yayımlanmış. Şimdi Çağdaş Yayınlan'nca derli toplu biçimde yeniden bastırılmış. Dostlarıma teşekkür ederek kitabı aldım. Cnlar gittikten sonra bu yapjtı şurasından burasından karışnrmaya başladım. Az önce belirttiğim gjbi, hastanede, bir düşünce zinciri doğrultusunda zihinsel çaba isteyen kitap okuma olanağı yoktu benim için. Ama elimdeki kitap böyle değildi. Her gun parça parça okuyarak dört haftada bitirdim. AbdUlhamit'in kızkardeşi Cemile Sultan'ın torunu olan Prenses Mevhibe'nin dedesi (yani Cemile Sultan'ın kocası) Damat Mahmut Celâlettin Paşa, Taifte Mithat Paşa ile birlikte boğdurulan Osmanlı devlet adamı. Bu yüzden Cemile Sultan, ağabeyi Abdülhamit'le dargın. Mahmut Celâlettin Paşa'run kendisine yazmış olduğu mektupları bir çanta içinde karyolasmdan ayırmıvor. Bu çanta, Kuran'ı Kerim torbasıyla birlikte hep başucunda asılı. Başlangıçta küçük torunu prensesin bunlardan hiç haberi yok. Çok sonra öğreniyor durumu. Prenses Mevhibe, 1887'de doğmuş, 1952'de 65 yaşında dünyaya gözlerini yummuş. Çocukluğundan beri bütün yaşamı boyunca meraklı, hareketli, yenilikçi, gözüpek ve maceracı bir karakter taşıyor. Onun bu karakteri anılarına renk katıyor. Bu anılarda ilginç olan nokta, sarayda yetişmiş bir genç kızın kendi büyüdüğü ortamı bütün ayrıntılarıyla anlatması, Kandilli Sarayı'nda geçen görkemli, ama kendi deyişiyle "hapislik" yaşamını gözler önüne koyması: Saray halkı, kalfalar, harem ağaları, sünnet düğünleri, sultan harumlann ya da prenseslerüı evlenme törenleri, Abdülhamitin her yere sızan jurnalcileri ile yürfcttüğü korkunç baskı düzeni. Bfltün bunlar bu anılarda parça parça sergileniyor. Mevhibe Celâlettin, 1877*de doğmuş olduğuna göre, anımsadığı ilk olaylar altı yaşından, yani 1893'ten başlıyor ve hepsi saray içinde olmak üzere Birincı Meşrutiyeı'e, daha sonra 31 Mart olayına (1909) kadar tam 16 yıl sürüyor. Bundan sonrası Prenses Mevhibe'nin artık saray dışı yasamıdır. Mevhibe Celâlettin daha sarayda iken genç tttihatçılarla karşıla$ıyor. Üvey annesinin akrabalanndan, kendişinden bir yaş büyük, Mehmet Bey adında birisi ile evli olduğu halde, kocası nın arkadaşlanndan Şevket Bey adında o zamana göredevrimci fikirler taşıyan bir gençle aşk macerası yaşıyor ve sonra kocasından boşanıp onunla evleniyor. Daha sonra Mısır ve Kıbns yolculuklan, kocasıyla Monte Carlo'ya gidiş, yeniden yurda dönüş, Şevket Bey'den ayrılıp Almarrya'ya giderek Dresden kentinde müzik öğrenimi, derken, yeniden yurda döndüğunde Mustafa Kemal Paşa ile karşılaşma, Birinci Dünya Savaşı'nın sonu, Anadolu'ya geçmesi için yapılan öneriyi reddeden prensesin tstanbul'da kalmayı yeğlemesi, Cumhuriyetin ilarundan sonra yaşamını sürdürmek için tttr PENCERE 13 MART 1988 Geziye çıkmadan beş altı gün önceydi; Cumhuriyet'in eski ahşap konağındaki yüksek tavanlı çalışma odasının kapısı açıldı; Aziz Nesın göründü; elinde bir yazı makinesi. ilhan, Scvyetler'e gideceğini duydum; Baku'ya da uğramak niyetinde misin? Evet.. Sabiha Hanım'a bunu götürür müsün? Olur... Yazı makinesini aldım. tlk bakışte insana aykırı gelebilir. İstanbul'dan Baku'ya daktilo götürülür mü? Sorunun yanıtını tarih veriyor: Türkiye, yazı devrimini 1928'de yaptı. Azerbaycan da 1929'da Arap harflerini bırakmış, Latin harflerini benımsemişti, ama 1939'da Kiril alfabesine dondü. Sabiha SerteJ ise ancak bizim alfabemizle yazabiliyordu. Baku Havaalanı'na indiğimizde, Sertel'leri karşımda buldum; Sabiha Hanım'ın etine daktiloyu tutuşturdum. Yurtsama (daüssıla), Zekeriya Bey'de humma nöbetine dönüşmüştü. Türkiye'den gelen herkes, sanki ona Türkiye'yi taşıyordu. İstanbul Türkçesine özlem içindeydi. Oysa Bakulu mühendis Tahirof ne diyordu: İstanbul lehçesi daha galizdir; Ankara lehçesi bizi daha fazla okşar" Zekeriya Sertel ise çevresini kırıp döküyor, Azerbaycanlı aydınları dikJe ve kültürde Ruslaşmakla suçluyordu. Gerçek böyte miydi? Oralarda neler olup bitiyordu? 1966 yılındaydık. * • Hemkâriar tttHakı?.. OK1M AKBAL EVET/HAYIR Belge Değerinde rar... 1927 yılında "Küçük Yaştaki Çocuklan Muzır Neşriyattan Korumat' Yasası kabul edilmiş. 1117 sayılı yasa altmtş yıl önemli biçimde uygulanmamış, unutulmuş gitmiş. Atatürk döneminin ilk yıllarında çıkarılan bu yasa, sanınm şeriatçı, hilafetçi, padişahçı yayınları önlemeyi amaçlamaktadır. Bunu yasanın 6. maddesindeki şu sözlerden anlıyoruz: "Bilim ve sanat eseıieri bu yasanın kapsamı dışındadır." Altmış yıl sonra Türkiye'de bir Muzır Kurulu oluşturuldu. Bu eski yasaya dayanılarak sanatsal değer taşıyan romanlar, kitaplar mahkemeye verildı, savcılıklarca ağır biçimde suçlandı. Bu davaların bir bolümü henüz adalet önündedir. Bu yüzden herhangi bir görüş bildırmek henüz erken. Ama sonuçlanan bir dava var. Pınar Kür'ün "AsJİacak Kadın" romanı ile ilgili dava aklanmayla bitti. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi yargıcı Sayın Osman Şirin'in verdiği aklama karannın gerekçesi belgesel bir değer ve örnek alınacak bir nitelik taşıyor. Bu açıdan, bu gerekçelı kararın kamuoyunca bilinmesi gerekir diye düşüriuyorum. Bakın yargıç Osman Şirin kararında bu konuda ne diyor: "Bir kitabın değerlendinvesi yapıltrk&n, bir gazete, bir afiş ya da birpomo dergiden farklı unsurlarının nazara alınması ve değerlendirmenin bu unsurlar göz önunde tutularak yapılması zorunludur. Yargıladığımız "Asılacak Kadın" kitabı 154 sahifeden ibarettir. Böyle bir kitabın kimler tarafından okunabileceği, okumak için nasıl bir kültür düzeyi gerektiği, kitabı okuyanın bütünü itibariyle yapması gereken yorumun ne olacağı nazara alınmalh dır. Roman değerlendiritirken, bütünü bir kenara bırakmak, belli bölümlehnin altını çizmek, çizilen bu bölümleri bir bütun olarak yotvma tabi tutup eserin tümünü genel ahiaka aykınlığı istismara yönelik saymak ve arve hâyâ duygulannı incitir telakki etmek hatalıdır. Bütünü parçalara bölmek ve çok parça arasında birkaçını ele alıp bütün hakkında yorum yapmak yanıltıcı olur. Romanda ar ve hâyâ duygulannı inciten bir tefna değil, aksine toplumun değer verdiği aile, ahlak ve kadını koruma kavra/nlarına saygısızlık gösteren bir kocanın durumu takbih edilmekte ve dolayısı ile ar ve hâyâ duygulannı inciten bu sapıklık suçlanmaktadır. Romanm tümü okunduğunda sah/p olunacak düşünce 'yokluklar içerisine düşen, devamlı sömurülen ve yaşam serüveninde ezilen bir kadımn acınacak durumu ve bu kadının yargılanması sırasında gerçeğin tespit edilememesi ve bir adli hataya düşülebileceği fikrine işaret kastı' olduğu anlaşılmaktadır." İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce "Asılacak Kadın" romanı için verilen aklanma karannın gerekçesi adalet tarlhimize geçecek bir niteliktedir. Yerim uygun olsa, bu kararı olduğu gibi okurlarıma sunmak isterdim. Sanınm baro dergileri bu gerekçeli kararı bütünüyle yayımlarlar. Ben size Sayın Osman Şirin'in gerekçeli karanndan ilginç bir bölümü daha sunmak is. tiyorum. Sayın yargıç bakın ne diyor: ' "18 yaşından küçük çocuklann gerek düşünce gerek uğraş ve gerek okuyacaklarını sınırlandırmada çağın ve uygar olmanın gereklerine uymak zorunluluğu vardır. Okuduklarını değerlendirebilecek durumdaki bu gençlerin yasal zorunluluklar dışında geniş biryasak kapsamı içinde tutulmalan ve 'okuduklarını iyi kavrayamazlar ve zarara uğrarlar' fikri ile neyi okuyacak• lannın ve neyi okumamaları gerektiğinin yasa maddeleri ile dü• zenlenmesi uygartık düşüncesi ile artık bağdaşmamaktadır. Yargıçlar, uygulamalarında toplumun ihtiyacını, gelişme sürecini, uygariığa ulaşabilme olanaklannı göz önünoe tutmak ve r uygulamalarında bu yorumu ısraria sürdürmek durumundadır. ' Aksi halde gelecek nesillerin geçmiş hakkında verecekleri hüküm suçlaytct olabilir. Edebiyat, bir yanşma sahasıdır. Her konuda ve çok sayıda eser verilebilmesi bu müessesenin gelişmesini sağlar. verilecek eserlerin yasalara uygun olması zorunluluğu tartışılmaz ıse ae yasa!ar uygulanır ve yorumlanırken, uygarlığa varma ve uygarlığı gelıştirme fikri her zaman göz önünde tutulmalıdır. Edebi eserlerin bazılan başansız olabilir. Ancak başansız eserler de daha başanlı olanların hazırianmasında bir dayanak noktası olacaktır. Türk Edebiyatı'nın ileri merhalelere ulaşması ve Dünya Edebiyatı'nda ön safta yer alabilmesi ve Türk edebiyatçılannın kendi aralarında başlattıklan yanşı en yararlı biçimde sürdurebilmeleri, yasaklamalara muhatap olmamaJan ile imkân dahiline girebilir. Bir yazann düşüncelerini ve tasavvurlarını kaleme alırken gereksiz engellerle karşılaşması, onun şaheserier yaratması yolunu kapatır. Bir kitabın ve kitap yazar ve basınının yargılanmasında yargıç her şeyden önce bu yorumla değerlendirme yapmalı ve ya• sal hükümleri bu doğrultuda yorumlamalıdır. Bir kitabın müsadere ve imhasına karar vermenin onu var iken yok olmaya zorlamak olduğunu duşunmeli ve gelecek nesıllere intikal edecek bu konuda son derece haklı ve inandıncı gerekçeleri olmalıdır." Evet, Türkiye'de yargıçlar var. Sanata, yazına, sanatçıya, yazara önem veren, değer veren "yasalar uygulanır ve yorumlanırken, uygarlığa varma ve uygarlığı gelıştirme fikrinin her zaman göz önünde tutulmasf gereklıhğıne inanan ve bunu açıkça , belirtmekten çekınmeyen aydın yargıçlar var... Bunca üzücü ; görüntüler, acı gerçekler ortasında sanata, sanatçıya böylesi; ne uygar bir anlayışla yaklaşan kişiler var oldukça, sanat ve yazın dünyamız çağdaş uygarlığa yakışır ürünler vermeyi her türlü engeli yenerek sürdürecektir. 9 Çamaşırlarınızı bekletmeyin, çitilemeden 1981'de bir kez daha gtttim Baku'ya... Yazarlar Birliği Başkanı evine yemeğe çağırdı. Eşi kapıdan bizi karşıladı, elimizi sıktı, şofraya oturmadı. Yemekte, başkanın yirmi yaşındaki oğlu hizmet etti. Baku'nun en büyük meydanlarından btrinde çarşafını yırtan kadın heykelı yükseliyordu. Ama Azeriler, kadınerkek ilişkilerinde koşullanmalarını aşmışlar mıydı? Nüfus patlamış, on beş yılda 2,5 milyondan 6 milvona çıkmıştı. Asya'daki Türkmenler, özbekler, Kazaklar, Kırgızlar da habire çogalıyorlardı. Eeee, ne de olsa serde Türklük var. Aynı gezide Letortya'ya da gittim. Riga'nın eski çağlardan yansıyan gizemli guzelliği, Baltık denizinin sislerine karışıyordu. Kentin iki saat ötesindeki bir kolhoza buyur ettiler. Letonya, sanki bir iskandinav ülkesiydi. Sovyet elektronik endüstrisinin yüreği buralarda atarmış. Her şey düzenii gibi gdrünüyordu. Kolhoz'un konukevinde elma şarabı sundular. İçerken sordum: Sizin hiç derdiniz yok mu? Var... Nedir? Nüfus artmıyor. Neden? Güldülen Blz burada 16 derecede denize girip yüzmeye alışmışız; belki de bu yüzden... Türkleri çağırın.. Çağırıyoruz, ama gelmiyorlar ki... Kah, kah, kaiı... •*• Bugünlerde gazetelerde haberler çıkryor, Ermenilerle Azeriler arasında çatışmalar patlak veriyor; Baltık ülkelerinde milliyetçi eğilimler gösteri yürüyüşlerine yansıyor, Sovyetler'de gürültüler büyüyor. Azerbaycan'da işçi konfederasyonunun adı "Hemkâriar ittifakı"dır. Sovyetfer, "proletarya diktatörlüğünü aştı, demokrasiye yöneldi" diyoriar Hemkârların h©r birinin ayn bir yoğurt yiyişi yok mu? önümüzdeki günlerde yüz halkiı koca ülkede kimbilir daha ne çatışmalar oicacak, ne renkler sergilenecek, ne sesler yukselecek?.. « ^ " UBM ile yıkayın. Wipp Express... Avrupa'da milyonlarca ev hanımının seçtiği, güvendiği üstün nitelikli çamaşır deterjanı. Wipp Express, hemen yıkanması gereken çamaşırlarınızı çamaşır gününe kadar bekletmeden, çabucak yıkar, tertemiz yapar. Siz de çamaşırlarınızı bekletmeyin, çitilemeden Wipp Express ile çabucak yıkayın. İstanbul ve civanndaki büro ve şantiyelerimizde proje ve kontrollük hizmetlerinde çalıştınlmak üzere kanalizasyon, altyapı ve karayollan işlerinde deneyimli İNŞAAT MÜHENDİSLERİ anuunaktadır. BAŞVURU: IHLAMUR YOLU 3/3 MALİBEY APT. NİŞANTAŞI/tSTANBUL TEL: 147 7314 130 52 54 147 37 53 SEYIT KONUKİ. ETHEM COSKUNNECATJ VARDAR İDAMLARININ 6. YILDÖNÜMÜNDE o* Wipp Express'i hem c.<»*. ^ elde, hem çamaşır © makinesinde güvenerek ^kullanabilirsiniz. ÜÇ SOSYALİST İŞÇİYİ ANIYORUZ Emek Dünyası Çrtilemeden çabucak yıkar. M^dj Wi^£xpress, "T ürünudür TEŞEKKÛR Ani ölümüyle bizleri yalnız bırakan, sevgili ÇAĞRI 12 Eylül hukukunun tum halk guçleri için hangi sonuçlan yarattığı bugün herkesçe biliniyor. Bizler 12 Eylül rejiminin yarattığı ve yaşatmaya çalıştığı kural ve yasalarla yargılanan siyasi tutuklular olarak; 12 EYLÜL HUKUKU'nun mahkum edilmesi için; Düşünce, yazı, örgütlenme v.b. temel hak ve özgürlüklerin önündeki tüm yasalfiili engellerin kaldırılması için; BU HUKUKUN BİR PARÇASI OLAN VE HALEN DEVAM EDEN ASKERİ MAHKEMELERİN LAĞVEDİLMESİ VE BUGÜNE KADAR VERDİĞİ KARARLARIN TÜM SONUÇLARI İLE BİRLİKTE ORTADAN KALDIRILMASI İÇİN ; CEZAEVLERİNDE BULUNAN TÜM SİYASİ TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERf DEMOKRATİLERİCİ HUKUK ADAMLARIN1, KtŞl VE KURULUŞLARI KAMPANYAMIZA DESTEK VERMEYE VE BlRLtKTE MÜCADELE ETMEYE ÇAĞIRIYORUZ. HAMİYET TIĞCAN'ıımzın son yolculuğunda acımızı paylaşan, dostlarımıza, yakınlarımıza, teşekkürü bir borç biliriz. SEYITKONUK • IBRAHIM ETHEM COSKUN NECATİ VARDAR 13 Mart 1982de idam edilen bu üç sosyalist iscinin ve inançlart uğruna yasamlarmı verenlerin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. ISA ALBAYRAK (Kimsaniş Gn.Bşk.) HALİL ALTINAY (Laspetklmİş Gn.Skr.) VEYSEL CİNGÖZ (TezKooplş ist. 3. Şube YK. Üyesi) CEMAL ÇELİK (Laspetkimlş Gn.Skr.) GÜRSEL DEMİRKOL (Otomobllİş Ümraniye Şb. Mali Skr.) CELAL GÜNER (Genel Hizmetiş Mall Skr.) AYNUR KARAASLAN (Tez Koopİs İst. 3. Nolu Şube Bşk.) VAHDETTİN KARABAY (Laspetkimİş Gn.Bşk.) BALAMİR OLGUN (Otomobiliş Ümraniye Şube Bşk.) MEHMET ŞENOL (Genel Hizmetİş Bşk.Yrd.) YURDAL ŞENOL (TümTl« Gn.Skr.) SABRİ TOPÇU (TümTls Teşk.Skr.) SAİT ÜNER (Genel Hlzmetiş Gn.Skr.) GIYASETTİN YILDIZ (Otomobiliş Ümraniye Şb.Şkr.) AİLESİ NETAŞ İŞÇİSİ MUSTAFA BENLİOĞLU (19531980) Anısı grevlerdedirenişlerde yaşıyor. METRİS'TEKt DEVRİMCİ SÎYASİ TUTUKLULAR ARKADAŞLARI AİLESİ Unutulma>acak Üzenne loprak aıamadık mezarların/bir tuıam menekje koyamadık/ölduler miydi/ölen bız miydık ayırdına varamadık. ÖZEL TİP CEZAEVt ESKİŞEHlR MEHMET ÖR M.EMIN YAVUZ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear