Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/2 OLAYLAR YE GÖRÜŞLER "inşa" tarzından adam akıllı uzaklaşılmıştır. Şemsettin Sami, o zaman şöyle yazmış: "Avrupa dilleriyle dilimiz arasındaki en önemli farklardan biri, söz içindeki cümle ve sözcüklerin ba$a ve sona alınmasından ibaret olup, anlatımı kitap şivesinden kurtararak konuşma şivesine çevirmekle bu farkın büyük bir kısmının giderilebileceğini ve bu sayede dilimizin sadeleşip güzelleşeceğini... "Nitekim Robenson çevirisinde, konuşma diline yaklaşma çabası çok iyi görülüyor. "...Bir müddet gidildikte evvelkinden fena gayet şedit rüzgâr çıkarak gideceğimiz mahallin aksine döndürdü. 'Geceleyin Berberiyye Adalanna varırsak ahalisi bizi telef ederler, gemi taşa tesadüf ederse gark oluruz' diyerek bu korku ile sabahladık. Geminin içindekilerin cümlesi şaşınp $u vartadan halâs için tedbir düşündük. Gemicilerden birisini etrafa nazar için direğe çıkardık. Gemici çıkar çıkmaz, Aman taş var! Taş var diye bağırdı" Bu kitabın, Arapça çevirisinden Türkçeye çevrildiğini Cevdet Kudret'in yapıtından öğrendim. Cevdet Kudret bu bölümde şöyle diyor: "Alexandre Dumas Pere"in Teodor Kasap tarafından çevrüip ükin Diyojen dergisınde tefrika edümeğe başlanan (18721873), daha sonra tefrikadan vaz geçilerek fasikül fasikül yayımlanan MonteCristo romanının, Türk edebiyatını etkilemesi bakımından, bu yıllarda yapılan çeviriler arasında özel bir yeri vardır!' Şimdi de MonteCristo çevirisine bir göz atalım: "Pharon nâm üç direkli bir kıt'a Fransız sefinesinin lzmir ve Triyeste ve Napoli şehirlerine uğrayarak 1815 senei milâdiyesi şubatımn yirmi dördüncü günü Marsilya'da tekarTüb eylediği işaret kulesinden görülmekle... "Marsilya lımanına bir sefine duhulü ve hususiyle bunun bir Marsilya tezgâhında inşa olunmuş bir geminin müddeti medîde seyr ü seferden sonra avdet ve vürudu o vakitler hükmünce beynelahâli vukuatı nadireden ma'dut olmasiyle SaintJean kalesi meydanı seyircilerle mâlâmâl olup..!' Demek Tanzimat'ta düzyazı açısından yapılan en büyük atıum, eski "inşa" tarzından vazgeçmek olmuştur. Şemsettin Sami'nin çok akıllıca gösterdiği yeni yol ise anlatımı kitap şivesinden kurtan p konuşma şivesine çevirmektir. Buradaki "kitap şivesi" sözünden ne anlayacağız? Elbetteki "inşa" tarzım, "müsecca" düzyaayı. Ama artık ona düzyazı demek doğru olmayacaktır; çünkü yeni düşünceler bu "tarz" ile anlatılamamaktadır. Kısaca, bütün sorun "tümce"yi bulmaktır. Işte Tanzımat'la başlayan, bu "tümce" arayışıdır. Yukarda örneklerini gördüğümüz çevirilerden de anlaşılacağı gibi, onu bulmak pek de kolay olmamıştır. Çeviri romanın yerli roman ve hikâyeden önce gelmiş olmasını doğal karşılamak gerekir, bu türler yazınımıza yeni girecekti. Bunun için de önce roman ve hikâyenin dilini bulmak gerekiyordu. Çeviri, yalnız bizde değil, Batıda da yeni dönemlerin öncülük görevini üstlenmiştir. Demek yenileşmek, başka uygarhklarla tanışmak anlamına geliyordu. Bu tanışıklığı sağlayan çeviridir. Çeviri ile yerli yazın arasında karşılıkh bir etkileşim vardır. Yeni düşünlerin anlatımı için çeviride zorluk çekilerek aranan tümce, yerü yazında tam biçimini bulduktan sonra yeniden çeviride kullanılır. Böylece hem yerli yazın gelişir, hem de çeviri gittikçe güzelleşir. Bu oluşumu Tanzimat'la başlayan yeni yazınımızda kolayca gözlemleyebiliyoruz. Dil sadelestikçe yerli yazın da çeviri de yetkinleşmiştir. Yusuf Kâmil Paşa'nın "Telemak" çevirisinden yüz yıl sonra, Behçet Necatigil, Rilke1nin "Malte Laurids Brigge'nin Notları" adlı yapıtını, bakın nasıl bir Türkçe ile çeviriyor: "Bilmem söyledim mi? Görmeyi öğreniyonım. Evet, başlıyorum. Henüz beceremiyorum. Ama elden geldiğince, zamandan faydalanmak istiyorum. Meselâ ne çok insan yüzü varmış da hiç farkına varmamışım. Bir sürü insan var, fakat yüz daha fazla, çünkü her insanın yüzü birkaç tane. Aynı yüzü yıllar yüı taşıyanlar var; tabii eskir bu yüz, kirlenir, kıvrunlanndan aşınır, yolculukta giyilen eldivenler gibi bollaşır. Tutumlu, basit kimselerdir bu gibiler; yüzlerini değiştirmez, temizletmeye bile vermezler. Nesi varmış derler ve kim onlara bunun aksini ispat edebilir? Şimdi madem bırçok yüzleri var, ötekilerini ne yaparlar sorusu gelir akla. Saklarlar. Çocuklan kullansın. Ama bu yüzleri, köpeklerinin de takınıp sokağa çıktıklan olur. Neden olmasın? Yüz yüzdür!' (Birinci baskı. de yayınlan. 1966.) 3 TEMMUZ 1987 Türkçe'de Düz> azııtın Gelişımı MELİH CFVDET AM)AY Kırk elli yü önce yazdığım yazıları gördüğümde şaşacak oluyorum, ne büyük değişiklik geçirmiş dilimiz! Bu değişikliği sadece bizim kuşak değü, bizden önceki kujak da yaşadı, örneğin Ataç kuşağı. Ataç örneğini boşuna vermedim, bu usta yazanmmn eski yazılannda kullandığı dil ne şaşırtıcıdır! Bir dil bunca kısa bir sürem içinde, bunca köklü bir değişiklik geçirirse bundan biçemler de sarsmtıya uğrar, demek kişilikler bölünür. Yukarda söylediğim iki kuşağın yazar larında bu durum açık seçik görünüyor, sanki bir yazar iki yazar olmuş gibidir. Başdöndürücü bir hız! Bizde düzyazının geç oluşrnuş bulunması da bunda etkili olmuştur. Divan edebi>ıatının müsecca düzyazısından kurtulmak kolay değildi, çünkü o yazıda fıkirsizliği süs püs örtmeliydi. Tanzimat yazarlan her şeye yeniden başlamak zorunda kaldılar. Bu çaba en çok çevirilerde göze çarpar. Neden derseniz, kendini bulmuş, durmuş oturmuş Batı düzyazısını Türkçe'de karşılamak büyük zorluklar doğuruyordu. Dostum Cevdet Kudret'in, beşinci baskıya erişen iki ciltlik "Tiirk Edebiyatında Hikâye ve Roman" adlı büyük yapıtına Tanzimat döneminden aldığı çeviri örnekleri bunun tanıtıdır. Çünkü hikâye ve roman Türk edebiyatına Tanzimat ile giriyordu. Bunların başında Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon'dan çevirdiği Telemak gelir. Bu çevirinin dilinden bir örnek vermekte yarar var: "Kalipso nâm perîi cezîrenişin, Ülis tesmiye olunan ma'şukunun terk ü azimet ü firkatinden hasıl olan teessüri kalbisini ta'dil edecek teselliyi bulamamasından ve nâili hayatı sermedi olmasından kendisini bibaht ve sitemdidei tali saht add ü şümar etmesiyle... bir baharı daimi ile muhat olan ceziresinde vaki' çemenistanı şükufezar üzerinde ekseriya münferiden ve müteesiren gezinir ise de, bu hal ve mahal ...her bâr birlikte geşt ü güzar ettiği ma'şukunun güftar ü mişvarını ihtar etmrekle sahili deryada mahzunane oturup eşki çeşmini etrafa serper ve Ma'şukı âşıkfedânjn râkib ve zâhib olduğu sefımenin gittiği tarafa hasrı nazar eder idi. Nâgehan bir sefınei kazazedenin kum üzerinde bazı edevatı meksuresi gözüne ilişmesi akabinde karaya çıkmış bir pir ve bir berna iki şahsi garabetnüma görmesiyle, şahsı cüvanın hareketi merdane ve revişi levendanesine dikkat ettikte 'Ülis'in oğlu Telemak'tır' deyip..!' Bu dille yazılmış bir kitabın roman diye okunabileceğine bugünkü aklımız pek yatmaz. Gerçekte çevirmen de bunun bir "ahlak kitabı" olduğunu belirtmekle bu güçlüğü ortadan kaldırmaktadır. "Sefiller" önce "Mağdurîn Hikâyesi" adı üe çevrilip Ruznamei Ceridei Havadis gazetesinde tefrika ediliyor. Bundan yirrni bir yıl sonra bu iinlü roman bu kez Şemsettin Sami eliyle "Sefıller" adı altında yeniden çevrilecektir. Biz "Mağdurîn Hikâyesi"nden bir parça görelim; "Fransa ahalisinden Jean Valjean nâm kimesne sirkat töhmetiyle bir hayli müddet prangabend olduktan sonra sebîli tahliye kılınmasından mıdır, yoksa firar eylemesinden midir, gayet pejmürdekıyafet olarak bin sekiz yüz onbeş senei milâdiyesi teşrini evvelinin iptidalarında gurubi şemsten mukaddemce episkopos mumâileyh Myriel'in olduğu kasabaya gelmiş ve saç sakal karmakarışık ve elbisesi yırtık pırtık, u'cube bir şekl ü kıyafete girmiş olduğu ve elinde bir sopa bulunduğu halde hemen bir lokantaya gitmiş ve lokantacı merkumu bu halde görünce..!' Bu çevirinin Münif Paşa (18281910) tarafından yapılmış olduğu son yıllarda kanıtlanmıştır. Münif Paşanm dili, Telemak çevirisindeki dilden bize çok daha yakındır. Bundan iki yıl sonra, 1864'de "Hikâyei Robenson" adı altında yapılan çeviri Vaknüvis Ahmet Lütfi Efendinindir. Bu çeviride artık eski PENCERE Kim ne derse desin, biz erkek milletiz, sapına kadar erkek olmakla övünurüz; üstelik bu kadarı da yetmez, bir kadını bile övmek için ne söyleriz: Erkek kadın!.. Çok erkek olduğumuzdan İkinci Dünya Savaşı'na giremediğimize hayıftanırız. Demokrat Parti'den bir erkek milletvekili, bu yüzden Ismet Paşayı eleştirmişti: İnönü, Türkiye'yi İkinci Dünya Savaşı'na sokmayarak m' letin erkekliğini öldürmüştur Erkeklik uğruna yapmadığımız kalmaz. Gazetelerde sık sık gerdek gecesi işlenmiş cinayetlerin haberleri çıkar. İlk gecedir, ne olacağı bilinmez; heyecan, gerilim, ürkeklik; belki de başansızlık ve sonunda gelini zifaf gecesi öldüren delikanlı tutuklanır. Sorgu: Neden öldürdün kızcağızı? Erkekliğimle alay etti... Milletçe erkekliğe ne kadar düşkün olduğumuzun binbir kanıtı vardır. Namus cinayetleri bitmez tükenmez. Pos bıyık, pala bıyık, prasa bıyık, erkekliğimizi vurgular. Bıyık yarışması, erkeklik yanşması gibidir. Erkek milletiz erkek... işte bu nedenledir ki Sayın Kâmran Inan'ın geçen pazar günü (28.6.1987) Hürriyet'te yayımlanan "Sohbefini okuyunca yüreğimden vurulmuşa döndüm. Hürriyet yazan Emin Çolaşan, İnan'a soruyor: ' Biz Batı dürryasına ve NATO'ya çok mu gereksiz biçimde angaje olmuşuz? Yani onların kucağına çok mu fena oturmuşuz?" Kâmran İnan yanıtlıyor: "... Evet. Bugün için evet, kucaklanna oturmuşuz. Şimdi onlann kucağından kalkmak kolay iş değildir." Sayın Kâmran İnan, komünist değildir, sotcu da değikjir; sağcıdır. Bir vakitler Sayın Demirel'in bakanıydı; 12 Eylül'de Turgut Sunalp'in partisinden milletvekili seçilmiş; sonra Turgut özal'a "dehalel ey1emiş"tir; Türkiye'yi dışarda çeşitli kuruluşlarda yetkiyle temsil eder. Ne söylüyor şimdi? Amerika'nın kucağına çok fena oturmuşuz, kalkmak zormuş... Peki, hani erkek millettik? Kâmran İnan'ın konuşmasını okuyunca, aklıma yine Demokrat Partili milletvekilinin sözleri geldi: ismet Paşa, Türtdye'yi ikinci Dünya Savaşı'na sokrnadı; milletin erkekliğini öldürdü. Demek ki önce Demokratlar, ardından ötekiler ve berikilere göre milletimizin erkekliği İkinci Dünya Savaşı' nda öldüğünden biz yapılacak işi yapmışız: Eh demişiz, mademki erkekliğimiz öldü, biz de Amerika1 nın kucağına oturalım. Bu yüzden ülkemizde ne zaman bağımsızlıktan söz açsak bizim sağcılar başlar soylenmeye: Ne yapalım yani!.. Amerika'nın kucağından kalkıp, Rusyanın kucağına mı oturalım? Hay Allah!.. Ulan, kucaktan kucağa mı gezmek gerekiyor? Yoksa kucağa oturmaya bir kez alışan, artık kucağa oturmadan yaşayamıyor mu? Bu ne rezilliktir ki en olmayacak durumları bile içimize sindiriyoruz. Bre geçmişi tenekeliler, Atatürk size bir yabancı devletin kucağına oturmadan yaşayabileceğimizi öğretmedi mi? Sayın Kâmran inan'ın Hürriyet'te çıkan sözlerinin altını bir kez daha çiziyorum: Evet, kucaklanna oturmuşuz, şimdi onların kucaklarından kalkmak kolay iş değildir" An sevgili okurlarım, yüreğime bir kuşku düştü; şimdiye d«ğin erkek millet olduğumuza inanıyordum; ama artık aoruyorum: Biz erkek millet olduğumuza göre, yoneticilerimiz eşcinsel mi ki kucaktan kalkmayı düşünmüyorlar? Eşcinsellik mi?.. ARADA BİR SACtT SOMEL Emekli Elçi OKURLARDAN Enstitümüz kapanmasın Erenköy'de bir Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü, gösterişten uzak, sade, fakat düzenli ve düzeyli ender kuruluşlardan birisiydi. Henüz emekleme aşamasında olan biz çiçek yetiştiricilerinin, hastahk, tararlı ve yabancı otlarla ilgili sorunlannda başvurabildikleri tek yer olan bu kuruütşun lağvedildiğini duyunca inanamadım. Emekli bir ziraatçı olarak; bölge çiftçisi kadar, il ve ilçe mücadele elemanlarının da cankurtaram dunımunda olan bu kuruluşun, Edirne ve Yalova Araştırma Enstitüleri içinde eritilmesi sonunda etkinliğini yitirmesi ve bağımsızlığının kalmaması nedeniyle gücünü ne büyük ö'lçüde kaybedeceğini tahmin edebiliyorum. Bu kuruluşun lağvedilmesi, başta biz çiçek yetiştiricileri olmak üzere tüm yetiftiriciler ve tanm teşkilatı için yeri doldurulmaz bir boşluk yaratacaktır. Aksi takdirde, bölge yetiştiricisinin önemli kayıplara neden olacak hastahk ve zararlılardan korunması duasına çıkmamız gerekecek. OSMAN NtHAT SUNAR KIZILTOPRAKİSTANBUL pazartesi günü kasabaya inip, adıma ayrılmış "Cumhuriyet"leri ve birikmiş diğer günlük gazeteleri alıyontm. O da nesi! ANAP Genel Sekreteri Sayın Taşar, istifa etmiş, hükümet kanadında huzursuzluklar başgöstermiş. Şaşınp kalıyorum tabii, bilmek hakkım olduğu halde, radyo haberlerinde neden bundan tek kelimeyle bahsedilmedi diye. Olur ya, dem'zde balık avlarken, haberlerin bir bölümünde iletilenleri duymamış olabUirim. Böyle düşünüyorum, ama hayır, eşim yanımda o da radyonun bu konuya hiç değinmediğini söylüyor. O zaman anlıyorum ki, tatil için gittiğim Marmara'nm ıssız bir köşesinde sezon gereği değil de, radyo haberlerine güvenimden dolayı dağbaştndayım. Bu uurumda ve eğer ortada müthiş bir raslantı yoksa, ki anlattıklarım hem güzel ve olağan değil hem de temiz ve sağlıklı bir davranış değil. Hele hele gazetelerde olmasa, radyo haberlerine kendimi teslim edip, "silme" dağbaşında bırakılacak mışım, ki bu iyiden iyiye saygın ve mertçe bir tutum değiL Halil Erdal ANKARA Ulusal Onurumuz Sayın Özal'ın özel konuğu olarak memleketimize gelen İran Başbakanı Mir Hüseyin Musayi, Anıtkabir'i ziyaret etmek istememiş ve bu istek hükümetimiz tarafından hoş karşılanmıştır. İran ajans ve radyolarımn bir süreden beri Atatürk'e dil uzattıklan ve Özal hükümetinin buna gereken tepkiyi göstermemesi sonucu da saldırılanna devam edegeldikleri bilinmekte idi.Bu kez hakaret iran Başbakanının resmi ziyareti vesilesiyle yapılmıştır. Dotayısıyle daha onur kırıcıdır. Atatürk, Iran'ın dosiuğuna daima değer vermişti. 1937 yılında imzalanan Sadabat Paktı bunun kanrtıdır. 1934 yılında Atatürk'ün konuğu olarak memleketimize gelen Şehinşah'a gösterilmiş olan büyük itibar da kuşkusuz, onun şahsına değil, onun temsil ettiği İran milletine yönetilmiş idi. İran'ın bugünkü yöneticilerinin İran'ın dostuğuna bu kadar değer veren Atatürk'e bu derece düşmanlık duymaları bizim için ayrıca üzücüdür. Suudi Arabistan'dan gelen ve Vahab? olan konuklann dışında Müslüman bir konuğun Anıtkabir ziyaretinin programdan çıkartılmasını istemesi ilk kez Sayın Özal zamanında olmuştur. Öyle sanıyoruz ki konuk, bu cüreti, bizzat bugünkü Türk yöneticilerinin Atatürk'e saygı duymadıklan ve devrimlerıne bağlı olmadıkları inancından almıştır. Aksi halde ahşılanın dışında bir istekte bulunmaya cüret edemezdi Bir ülkeyi ziyaret eden yabancı devlet adamlarını o ülke halkınca kutsal sayılan anıtlan ziyaret etmek istememeleri, ahşılanın dışında bir davranıştır ve o ülkeye karşı saygısızlıktır. İsrail'e giden bütün resmi konuklar evvela İsrail devletince kutsal addedilen "Yad Vaşim"i ziyaret ederler Hiçbir konuk buna itiraz etmez. Başkan Reagan da bundan önceki Federal Almanya ziyaretinde, bazı Nazi subaylarının bulunduğu Bittburg mezarlığını ziyaret etmiş, "Orada nazi subayları gömülü, ben orasını ziyaret etmem" dememişti. Hükümetimizin bu saygısızlığa izin vermesi hatıra bazı soruları getirmektedir: Anıtkabir'i ziyaret edip etmeme konukların isteklerine btrakıldığına göre, yarın başka Müslüman memleketlerinden gelen resmi konuklardan da aynı isteği ileri sürenler olmayacak mıdır? Ve bu olursa, Anıtkabir, ilerde daha ziyade Hırıstiyan konuklann ziyaret ettikleri bir azizin istırahatgâhı haline mi dönüştürülecektir? Bunlar henüz bilinmemektedir Bilinen bir şey varsa o da Sayın Özal'ın umursamaz tutumunun yarın memleketimızi daha büyük saygısızlıklara maruz bırakabileceğidir. Zira kendi onur ve haysiyetini korumasını bilmeyenlerin, başkalarından saygı görmelerine olanak yoktur. Atatürk bunu bilmekte, memleketimizin onurunu her şeyin üstünde tutmakta, bu nedenle de onun zamanında memleketimiz. her tarafta saygı görmekte idi. Atatürk'ün bu konudaki hassasiyetinin derecesini Istiklâl Savaşı esnasındaki şu olay göstermektedir.: 1922 yılında Moskova'daki askeri ataşemizın bürosuna dokuz Rus polisi tarafından bir baskın yapılmış, Sovyet subayları tarafından bir tertiple içeri konulan ve içinde harıtalar bulunan bir çanta, ataşelerimizin casusluk yaptıklarının bir kanıtı sayilmıştı. Büro silahlı polisler tarafından aranarak bulunan bütün yazışmalar ve resmi belgeler bir çantanm içine konulmuş ve askeri ataşeliğimizde görevli yüzbaşı Emin ile birlikte emniyet teşkilâtına götürülmüştü. Olayı öğrenen büyükelçimiz bu hareketi protesto etmiş ve alınan belgelerin derhal yüzbaşı Emın'e teslim edilerek iadesini istemişse de olumlu bir sonuç alamamış, aksine, belgeleri mutlaka almak isteyen yüzbaşı Emin'in Rus polisleri tarafından hırpalandığını öğrenmişti. Elçimiz, bu onur kırıcı durum üzerine derhal Türkiye'ye dönmek için Ankara'dan talimat istedi. Ancak o sıralarda Türkıye ÖIÜTI kalım savaşı içinde bulunuyordu. Rusya'dan gelen askeri malzeme hayati Önem taşımaktaydı. Başka yerden yardırn görmemize de olanak yoktu. Dolayısiyle Ruslarla bağları koparma kolaylıkla alınabilecek bir karar değildi. Buna rağmen, Ataürk'ün hemen verdiği kesin talimat "Sovyetler'in derhal özür dilememeleri halinde büyükelçimizin görevini bırakıp derhal Türkiye'ye dönmesi" şeklinde oldu. Bu talimat üzerine büyükebimiz Türkiye'ye dönmüş ve iki memleket arasındaki ilişkilerancak Sovyetler Birliği'nin tarziye vermesi üzerine düzelebilniştir. Daha sonra, İtalya'ya giden inönü'nün orada bizzat Mıssolini tarafından karşılanmasına verdiği önem de Atatürk'ün menleketin saygınlığından asla ödün vermediğinin bir başka örreğidir. Radyvda bazı haberler neden verilmez? On günlük bir tatil için Ankara'dan bayram öncesi aynlıp yola çıktım. Tatüimi geçireceğim yörey Marmara'nın sezon gereği dağbaşı denebilecek ıssız bir sahil bölümü. Yanımda, okumak üzere aldığım kitaplarm dışında bir de pilli bir radyom var. Günlük gazetelere gelince; onları bulunduğum yerden 10 km. uzakhktaki kasabanın bayiine ısmarladım. üç beş günde bir arabamla gidip topluca alacağım. Dünyada kendinden başka hiçbir dostu olmadığı sıkça söylenen ülkemizin, sözümona okumuş bir vatandaşıyım ya, kulağımı (radyomu) dört açıp, ana haberleri hiç kaçırmıyorum. Dört günlük bir aradan sonra, yani bayram ertesi ilk Kavram karışıklığı Hemen her ilmin, alfabesi ona öğretimde okutulduğu halde, iktisata pek yer verilmemiştir. Bu itibarla iktisat eğitimi görmemiş insanlarımızda çoğu kez kavram karışıklığına rastlanmaktadır. Şu günlerde Ortak Pazar'a girmek çabası içindeyiz. Ortak Pazar'ın siyasi yapısı. iktisadi temeller üzerine kurulmuştur. Ortak Pazar'da başanmız, iktisattan anhyanların olacaktır. Artık istihdamda adama göre işyerine, ise göre adam prensibini kabuüenmeliyiz. Sayın Başbakan, (uzun ince bir yolda çok çalısmamız lazım demektedir.) tktisadi eğitime önem vermezsek ve eğitileni de yerinde istihdam etmezsek, bu uzun ince yolda nereye kadar gidebiliriz? ZEKt ERGtNSU tMZA GÜNÜ Türk Hava Yolları 'nın Yeni Hizmeti YALÇEV KÜÇÜK Sosyal Yayınlar Kiıapsarayı'nda 4 temmuz cumanesı günü saat 1418 arasında kiıaplarım ımzalıyor Sosyal Yayınlar Kitapsarayi Bâbı Âli Cad. No: 14 CAĞALOÛLU (Hürriyel Gazetesi karşısmda) ELİF SARIYILDIZ (BİLGİSEL) ile DAVUT SARIYILDIZ 2.7.1987 evlendiler. Erenköy TEŞEKKUR Kızımız, ÖZLEM ALTUG'u bajanlı bir ameliyatla sağlığına • kavuşturan Kulak, Boğaz, Burun Mütehassısı Sayın ERX\N DUMAMJ Nark. Dr. GÜLŞEN ÇADIRCI. Anestezi Teknisyeni MEHMET AKSOY ile, her zaman minneıtar olduğumuz ilgj ve yardmum esirgemeyen SSK Okmeydaru Hastanesi Başhekimı Opt Dr. t: Sayın Dr. EMİN İSTANBULLU'ya en içten duygularla minnet ve şükranlanmızı arz ederiz. SEVİNÇ İSMAİL ALTUĞ ANTALYA PAZARTESİ LONDRA ( 06 Temmuz28 Eylül 1987 ANTALYA LONDRA Kalk.ş 1 3 . 4 0 KaJkış 1 7 . 0 0 Tarifedeki saatter mahallidir. ANTALYA Varış varış TEŞEKKUR 27 Mayıs 1987 günü kaybeitiğimiz ailemizin büyügü CAHİT SÖNMEZ'in cenaze törenine katılan, bu acüı günümüzde bizleri telefon, telgraf veya bizzat gelerek teselli etmeye çalışan tüm dostlanraıza candan teşükkür ederiz. LONDRA ANTALYA 16. 00 22. 55 AİLESİ BİR KİŞİ BİR HAFTA YEMEKBİZDEN, İÇKİ SİZDEN 2 5 0 B İ M T L (K.D.V. D A H İ L ) A R Y A / B O D R U M T E L : 1 5 8 O , TLX: 52 7 5 5 NOST. F E S T f i S T A N B U L T E t . 155 2 3 5 7 1 5 5 0 5 71 TÜRK HAVA YOLLARI TURKISH AIRLINES Açıklamalı bılgı ve Rezervasyon için Satış Burolarımız ve IATA Acenteterimizle temas edilmesini Sayın Yolcularımıza duyururuz. MEVUT 27 Mayıs 1987 günü kaybettiğimiz ailemizin büyüğü CAHİT SÖNMEZ'in vefatının 40. gününe rastlayan 5 Temmuz 1987 Pazar günü Kadıköy Hasanpaşa Camii'nde ıkindi namazından sonra mevlidi şerif okunacaktır. Dostlanmıza duyururuz. AİLESİ