02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
ı\j jrı/ı CUMHURİYET/7 Strasbourg'dan Artistin ölümü HADt ULUENGİN STRASBOURG Pazar, yalnız ve tek başına, Dalida iniihar etti. Arkasmda, "Hayat dayanılır gibi degil. Beni bagışlayın" diyen iki ciimle bıraktı. Elli dört yaşmdaydı. Otuz küsur yıldır da şarkı söylüyordu. Dalida'nın ölümü Fransa'da olay oldu. Pazartesi, "Iiberation", ilk sayfada "Dalida cennete gitti" manşetini attı. Pek ciddi "Le Monde" bile birinci sayfadan üç sütun ayırdı. Mitter'rand demeç verdi. Chirac üzüntüsünü bildirdi. Televizyonlarda özel programlar yapıldı. "Bambino", "Pire Çocuklan'Y'Gigi l'amoroso" hayranlannın gözleri doldu. Aym gür, Brüksel'den Strasbourg'a giderkeri, Lüksemburg radyosunun öğle yayınmı dinledim. Bulaşıktan başmı alabilen ev kadınlan, uzak banliyöleTde yaşayan işsiz işçiler, hanım hanuncık lise kızlan, radyo stüdyosuna telefon ettiler. Dalida'nın ölümünden duyduklan teessürü dile getirdilcr. Biraz Dalida'ya, esas olarak da Dalida'nın şarkılarından yola çıkarak kendilerine ağladılar. Ben çocukken, Yeşilköy'deki "KaprT'de "Bambino"yu ük dinlediğimde sevdiysem de, sonralan hiç Dalida delisi olmadım. Kendisini çok avam, parcalannı da çok harcıalem buldum. Mısırlı bir ltalyan levanteni olduğunu bildiğim halde, "Latin riizgârtan" türünden takdim edilen şarküannı rasgele duyduğumda, aklıma ne "lskenderiye Dörtlttsö" geldi, ne de Kahire hayalleri kurdum. Olsa olsa "Yanık Ömer" söyleyen Safiye Ayla'yı düşündüm. Dalida intihar etti. Elli dört yaşındaydı. Hayranlanndan gelen mektuplar azalmışu. Kelimelerin son hecesi vurgulanarak telaffuz edilen kelimeler egzotizm yaratmaz olmuştu. Telefonlar daha az çalıyordu. Yakmda "Olympia"da sahneye çıkma perspektifı yoktu. Memeleri, aynaJarın yalnızlığında daha çok sarkıyordu. Denenmiş bütün güzellik kremleri çene altı kırışık; hklannı saklamak için yeterli degildi. Dalida cennete gitti. Dalida, intihaı eden ilk artist değil. Sonuncusu da olmayacak. Sabahları, boş apartmanlarda, soğumuş cesetlerin yanıbaşında boş tüpler ve "Hayal dayanılır : gibi degil. Beni bagışlayın" di• yen mektuplar bulunacak. Radyolar, haberleri keserek flaşlar verecek. Televizyonlar özel programlar düzenleyecek. Gazeteler, birinci sayfalarda manşetler atacak. Artistler intihar edecek ve mitoslar yaşayacak. Ben, hayatm iyimserliğine dair teorüere rağmen genel olarak intihara, özel olarak da artistlerin intiharlarına karşı değilim. Bir kere, kendi açımdan karşı değilim. Marilyn Monroe, hep, "Yaz Bek*n"nda etekleri havalanan güzel bacaklı kadın ima Dalida 54 yaşındaydı. Hayranlarından gelen mektuplar, telefonlar azalmış, son hecesi vurgulanarak telaffuz edilen kelimeler egzotizm yaratmaz olmuştu. jıyla kalacak. Etinin pörsüdüğünü hiç bilmeyeceğim. Efsanem ölümsüz ve masalım sonsuz olacak. Ikincisi, intihar eden artistler açısmdan karşı değilim. Dalida, Greta Garbo gibi, güneş gözlüklerinin arkasına saklanıp vücudunu göstermemek için geceleri bol mantolarla sokağa çıkmayacak. Yıllar sonra, hiç çalınmayan kapısı çalınıp, "Hanfendi, 'Bir Zamanlar Dalida Vardı' diye bir program yapmak istiyoruz ve yardımınızı rica ediyoruı" denilmeyecek. Önce Mısır güzeli seçüdiği fotoğraflara, sonra da aynadaki suretine bakıp ağlamayacak. Kendisi için de Dalida kalacak. Pazar, yalnız ve tek başına Dalida intihar etti. Yeşilköy'deki "Kapri" de "Bambino"yu ilk işittiğimde beğendiğim, sonra çok avam ve çok harcıalem bulduğum Dalida'yı şimdi yeniden seviyorum. "Gigi İ'amoroso"yu işittiğimde "îskenderiye Dörtlüsü"nü düşünebilr ve "Tutankamon'un MaskesP'ni seyrettiğimde Kahire hayalleri kurabilirim. Dalida intihar etti. Artist ve efsane yaşıyorlar. Ifeni bir gün ve hep tekdüze Körfez kurşuni bir aydınhkla parlarken, Büyük Okyanus'a açılan aydınlık pencerede bir siyah leke gibiydi Alkadras. O Alkadras ki, bizler için özgürlükler adına ziyaret edilen müzeden ötede yaşayan dünyada, bir acı yumağmdan koparılmış iplikler gibi darmadağımkn. Ben, o gece San Francisco sokaklarında dolaşırken ıslıkla hep özlem melodileri çaldım, özgürlüğiin kaçımlmazlığına inanarak ve tüm cezaevlerinde yatan insanları düşünerek... HİKMET ÇETİNKAYA SAN FRANCISCO Geleneksel tramvaylar, San Francisco'nun simgesi. Bunlann benzeri, New Orleans kentinin bir bölümündeydi. San Francisco'da son durağa gelindiğinde, vatman yerinden kalkıyor, aşağıya inip, o küçük tramvayı gerisin geriye döndurüyor. Vaunamn bu uğraşısı, turistlerin inanılmaz ilgisini çekiyor. Markeı sokağmdan Powell'a indiğimizde, tam köşebaşında, önünde "Ben AIDS hastasıyım, yardun edin" yazısı bulunan oldukça zayıf genç bir adam, gelip geçenden para istiyordu. Izmir Kordonboyu'nda elinde reçeteyle dolaşıp, her önune gelene, "Çocukianm hasta. ilaç alacak param yok" diyen kadını anımsadım birdenbire. Tam 20 yıldır, hep Kordonboyu'nda dolaşır ve dilenirdi. Yani geçimi bu yoldandı. Arada koskocartıan bir okyanus olsa bile. insan yapısı dünyanın her yerinde aynı diye düşünürken, az otedesaksafon çaian genci gördüm. Onun hemen yanıbaşında bir alkolik, sızmış, kaldınmda yatıyordu. üslelık, şık ltalyan ayakkabılan satan, pahalı bir mağazaıun önunde. Dunya umurunda değildi. Ve burası çılgınlar kenti San Francisco'ydu. Biraz ilerde ise önünü ve arkasını pankartlarla donatmış, üzerinde "A.Iİab'a inaıtın >« dediklerini yapıa" yazısıyla uzun boylu. sakaliı genç, mumyalar müzesinden çıkanhp getirilmişıi sanki. Hiı; konuşmadan, çevresine aldırış etmeden, ka^kaii kesilmiş bir halde hareketsiz duruyorüu. Market sokağını Powell'e bağlayan koşe ve hemen ötesindeki küçuk alan, San Francisco'nun en önemlı merkezlerinden biri. Burada yaklaşık yuz kilo çeken mayolu bir kadın. her önune gelene "Bana bu dunya dar geli)or, >eni bir dunyada yaşamak istiyorum, San Francisco'daki tüm köpruler yıkılsın" diye bağırırken, hayli ya^lanmı^ eski bir hipi, ağacın alıında giıar çalıyor, ik: homoseksuel yoğun kalabalığa küçük broşürler dağılıyordu. Bir lane de benim elime tuluşturdular. Aldım ve okudum. Aynen şöyle yazıyordu: AIDS'in cezasıaı biz çekiyortız. Oysa biz AIDS'li değiliz. Denemek isterseniz, bu akşam birlikle olalım... l>le, bir sabah Çin mahallesinden çıkıp, San Franeiscosokaklarını gezerken, ilk gözüme carpanlar yukarıda anlattıklarım. Oysa bu, San Francisco'nun herkes tarafından bilinen, filmlere konu olan, çoğu kez yazılıp çizilen bir görünümü... Çin martallesinde daha değişik manzaralar görmek olası... Kızarmış pekinördeği satan marketlerin yar.ıbaşındaki mağazalarda, üzerinde 600 dolar yazan, ancak 150 dolara dek düşen dizi dizi inciler, 300 dolar yazılı fıldişi kolye ve bilezikler, sıkı bir pazarlıkla 60 dolara kadar almabiiiyordu. Aneak turistler mağazadan çıkarken, birbırlerine "Acaba sahle mi?" diye sormadan edemiyorlardı. Biz, bu Cür alışverişi pek beceremediğimizden olacak, yalnızca izlemekle yetindîk. Çunkü 200 dolara satılan totoğraf raakinesi, uç adım ötedeki bir başka mağazadan 150 dolara edinilebiliyordu. Bunun adına ise liberal ekonomide "kıyusıya rekabel" denitiyordu. San Francisco baharı >asıyor. Treasure Island'da (Hazine Adası) bir öğle vakti Bay Bridge'i (Körfez Köprüsü) seyrettim. Sağ tarafta Golden Gate Bridge (Altm Kapı KoprüsU), 'benden büyüğü yok' dercesine dik başlı ve mağrurdu. Körfezin taVı ortasında Alkadras Adası'nın feneri ise yanıp sönüyordu. O bilinen Oyku yine kafamda çeşilli çağnşımlar uyandırdı. Amerika'nın en unlü cezaevi jimdi bir miizeydi. Kendi özgürlüklerine pek önem veren Amerikalı luristler tarafından her giin dolup taşıyordu. Alkadras'ı düşünürken, demir par. maklıkların arkasında yaşayan mahkumlardan. acaba şimdi kaç kişi \ar diye kendi kendime sordum. ÖzgürIüğü beklemenin bir umul güvercini olduğu, yaşamın tüm acılannın "çile" diye adlandırıldığı Alkadras Adası, çok derin bir sessizliğin içinde ve üstelik tarihin acımasız derinliklerinde günah çıkarır gibi göründü gozumüze... Körfez kurşuni bir aydınlıkla parlarken, Büyük Okyanus'a açılan aydınlık pencerede bir siyah leke gibiydi Alkadras. O Alkadras ki, bizler için özgürlükler adına ziyaret edilen müzeden ötede yaşayan dünyada, bir acı yumağmdan koparılmış iplikler gibi darmadağımktı. Ben o gece San Francisco sokaklarında dolaşırken, ıslıkla hep özlem melodileri çaldım, özgurlüğün kaçınılmazlığına inanarak ve tum cezaevlerinde yatan insanları düşünerek... Bir parça da o acıyı tadan, aynı acılarla yoğrular. insan olarak, Okyanus ötesinden 6 yıl öncesine değın uzanıp gitıim. tarkında olmadan.. Güneşi Golden Park'ın aşağısından uğurlarken, gökyüzü, mavinin alaca bir tonunu yakalar gibiydi. Otomobiller sıra sıra dizilmiş ve sevgililer sarmaş dolaştı. Okyanus, olanca hırçınlığını, büyüklüğüne yakışır bir biçimde yansıtıyordu sanki. Gümuş renkli BUyük Okyanus, dalgalarını kayalara hışırtıyla vuruyor, beyaz köpüklerini bırakırken de üzerinde martılar uçuşuyordu. Bir adam, tam bizim onumuzde <,öp bidonundan aluminyum kutulan toplarken, 8 yaşiarındaki bir zenci çocuk, mızıkasını çalıyordu. Oysa o dizi dizi arabalardan ne düdük sesi geliyordu ne de birbirlerinin nt yapıp yapmadıklanm gözlüyorlardı. Bir başka dünyada ressarran luvale her renkte ustaca vurduğu gibi biraz romantik, ancak tam anlamıyla bireyciydi insanlar. Zaten her San Franciscolu, her Amerikalı gibi düşunmese bile, California eyaletinde her doğan yeni duşünce, o çizilmiş günluk yaşam grafiğinde Amerikan toplumuna özgu motifi dokur ve o mozaikıe kendisini bulmaya çalışır. İşte o gece Herghts Parkı'ndan aşağıya, yani okyanus plajlarına dolu dizgin yürürken, sol taraftaki yeldeğirmeni, belli ki yüz yıllık yalnızlığını, bir bakıma terk edilrnişliğini yaşıyor gibiydi. Üstelik onâ arkadaşhk edecek, yalnıztığına ortak olacak, dost eli uzatacak bir tek yıldız bile yoktu gökyüzünde. Yıldızlar da bu topluma ayak uydurmuşlar; sanki bireycilikten onlar da nasiplerini alıp etkilenmişlerdi. Presidio'dan hızla geçtik. Körfezdeki marinalar yaza hazırlık içindeydi, gece bile. Fisherman's Wart'ta%ir tur atıp, ayaküstu bir şeyler atıştırdım. Balıkçı teknelerine doğru yürüdum. Teknelerin arasından geçerek,1 o ünlü galeriierdeki heykelleri, resimleri, hediyelik eşya satan dükkanlan dolaştım. Bir kadın, tam köşebaşında kıyasıya pazarlığa girmişti iri yarı adarala. Pazarlıkla anlaşamamıs olacaklar ki, adam kadırun kolundan luttu, zorla arabaya bindirdi. Elraf kalabalıku. Ama hiç kimse, bu adam kadına ne yapu diye bakmadı. ı Az ötede, Charley Browns'da ise,; cazcılar, romamizmin ötesinde, daha değişik duygular yaşauyor.du in % sana. Onlardaki coşku, üşütücü Saty Francisco gecesinde insanın içinde,' yureğinin ta derinliklerinde sevgi ormanı yaratıyorlardı. Yüzlerindeki anlam, gözlerindeki özlem o saatlerde karanlığa gömülen okyanus kıyısında değişik bir ortamı simgeliyorlardı. San Francisco'dan Artistler intihar edecek ve mitoslar yafayacak. Sıvash bir baston Azınlıklara ne imparatorluk küfünden kalma şefkat ne de kalçamın kenan anlaytşıyla yaklaşmakta yarar var. Ekalliyet olmazsa olmaz bir varlık. Gökkuşağının en önemli rengi. Azınlıksız toplumlar, renksiz ve sessiz sürüleri andırır. Çapsız dairelere benzer. Siyah kareîere, tek kenarlı üçgenlere özenirler. RAGIP DURAN LONDRA Buradaki Hayastan cemaatinin militan kanadı, 24 nisan gunü yürüyüş düzenlemek istemiş, ama polis aynı gün aynı güzergâhta bir başka yürüyüş yapıldığı için izin vermemiş. Onlar da dün (2 mayıs) sembolik bir yürüyüş yaptılar. Mari'nin bu yürüyüşle ilgisi yok. Mari tstanbuilu. 67 Eylül hadiseleri ardından ailece Montreal'e göç etmişler. Sonra İstanbul. Şimdi de Londra. Mari, Feyyaz Kayacan'ın bir şiirine güzellik dizesi olmuş. Mari, yazlan yine Istanbul. Yıllar önce her yaz KarsVan taraflannda turistlere rehberlik ederdim. Ani kentinin kalıntılanyla Ahdamar Adası'ndaki manastırın mimari nefaseti yerleşmiş belleğime. Haçaturyan'la Paradjanov da bu ulusun bin sanatçı evladı arasında. Avignon'un bir köyünde rakı sohbetine daldığımız Chartes Aznavur, ekmek kadayıfı bir adam. Paris'te tedirgin bir röportajda buluştuğum Ara Toranyan ise Istanbul toprağına ayak basmamış, yanlış bir hayalperest. Ama konfeksiyoncu Sarkis, Tophane bıçkıru. Ansiklopedileri sansür edince mesele çözüleydi, Abdülhamit Han, kurgu filmleri belgesel yerine koyunca sorun kalmayaydı, televizyor. müdürleri ınsanhğı kurtanrdı değil mi? Sansürü fiiliyata dökmeyeydi Talât Paşa da Berlin'de ecelsiz davete uyma2dı herhalde. Mari güzel fıkra anlatır: Hayganuş Teyze Balık Pazanna gitmiş. Marmara'dan yeni gelmiş balıklar. Tezgâhta zıp zıp. Balıkçı efendi, tazedir? Görmüyor musun be teyze, oynuyor! Balık tazedir? Canlı bunlar canlı! Eminsin, tazedir? Teyzeciğim, gözüne inan, canlı bunlar canlı! Ben de canlryun, lakin tazeyim? Okul veya mahalle arkadaşlarımız arasında mutlaka bir Kevork bir Silva olmuştur. Meyhaneci Agop'un bir dublesini yudumlamışvzdır. "Herkesi herkesten ayıran taş duvar" istemesek de düşmüştür bir gün tepemize, aramıza. Kirni günler tarihi bi Londra'dan linçlere gölge düşürür. "Her ulusun geçmişinde olduğu gibi, bizimkinde de onur verici birçok başannın yânı sıra üzücü anılar da yer almaktadır", bomba, kurşım, ölumîer gefide kâlanlann acısını deşer. Tehcir, ihanet, Fransız asker üniforması, arkadan vurma tezlerini canlandınr. Bizim Nilay (Karman), buradaki iki katlı kırmızı ve kapısız otobüslerden, kaldırıma yumuşak iniş ederken, telaşeyle, kalça kemiğindeki küçük bir hasara ahhh demişti. 5 hafta boyunca sabit ve özel bakıma alındı. Ayaklandığında, gençliğinin mayısmda "Baston isterim" diye tutturdu. Mari yetişti imdadına. Asil bir bastondu. Belli ki çok görmüş geçinniş, nice felaket bir nebze de selamet yaşamış bir baston. "Sıvas'ıan bu bastonia kaçmış dedem." 72 yıl önce Mari'nin dedesi el diyarda rahmetli. Bastonu dimdik ayakta. Her baston gibi onun da boynu bükük. Ama teslim olpamışlığın gururu var eklemlermde ve kafasında. Mari, Arabi, Farsi ve Rumi ellerde yaşayan kökendeşlerini pek beğenmez. "tstanbullusu gibi yoktur" der ve anlatır: "Montreal gecelerinde konu komşu bizim eyde toplanırdı. Işıklar söndürülürdü. Ortaya bir legen su getirUirdi. Dalga ve deniz sesi için. Babam, "her yer karanlık" diye başlardı. Kanada'daydık ama Boğaz'da sandal gezintisinde 'Makber' dinkmeye çıkardık." Mari, Beyrut, Paris, Tahran, Los Angeles gibi kentlerde ölümcül dinamitçiliğe soyunanlann çıplakhğına dudak büker. "Silahla olmaz bu işler." 1983 temmuzunun Orly Havaalaru'nda yarup cennetten dönen gazeteci Eıgun Çagatay'ın, Hay Baykar dergisi muhabin Bedros'a söyledikleri ilginçtir: "Ne lüzum var şiddete?" Bana kalırsa, azınlıklara, ne imparatorluk küfünden kalma şefkat ne de kalçamın kenan anîayışıyla yaklaşmakta yarar var. Ekalliyet, olmazsa olmaz bir varhk. Gökkuşağının en önemli rengi. Azınlıksız toplumlar renksiz ve sessiz sürüleri andırır. Çapsız dairelere benzer. Siyah kareîere, tek kenarlı üçgenlere özenirler. Azınlıklan eritmeye kalkışanlarsa, kendilerini fınna atanlardır. Cümle âlemi kendisine benzetmeye çahşanlara ne denir? "Al işte, kendine benzetmişsin." Etmeyin, yapmayın Cruise kafalı, çorak yürekli et yiyiciler. Kara gözlü çocuklann betleri benizleri atıyoT, Sabra'da, daha kuzeyde dağlarda, Muskito diyarlarda, Tamil ellerinde ve daha nice yörede... Mari'nin dedesinin bastonu, Mari'nin torununun da dostu olacak. O baston İstanbul kaldırımlannı yeniden arşmlasa ya. Sıla, bastona bile zor gelir. Bu kente girenin çıkanın sayısınm kontrol edilrnesi kimisi için aşırı otoriter bir önlern olarak görülüyorsa bile, biraz da kent sakinlerinin haklarım duşünmek zorunda kalan Venedik Belediyesi'nin çaresizliğî bu tedbiri zorunlu kılıyor. Roma'dan Jfenedik'te karne turizmi Artık Venedik'e elini kolunu sallaya sallaya girmek yasak. Günde 200 bin turist gibi bir rakamdan bunalan Venedik kenti, günlük turist sayısını 50 binde donduruyor. NİLGÜN CERRAHOĞLU ROMA Bin beşyüz yıl önce barbarlann isülasını yaşayan Venedik şimdi benzeri bir istiladan kendini konımaya çalışıyor. Bu yeni istilanın adına "kitle turizmi" denryor. Bin beşyuz yü önceki atalan gibi çoğu sanşın, uzun saçlı olan bu kuzeyli turistlerin arasma şimdi artık akın akın do|udan gelen Japonlar da kanşıyor. İşte stnlannda uyku tulumlan, şortları ve tokyo ya da sandallanndan çıkan kirli ayaklanyla kentin o güzeüm gotik, rönesans ve barok mimarisiyle vahşi bir tezat teşkil eden bu tür işleTe Venedik halkı artık "yeter" diyor. Yaklaşık 10 yıl öncesine dek belli bir stüdeki paralı turizme alışmış olan bu adacıklar, kanallar ve köpruler kentinin burjuva sakinleri bundan böyle kentin kapılanm ancak belli sayıda turiste açacak. "Kapalı sayı" denen bu sisteme göre, artık Venedik'e girmek isteyen turistler ellerinde belediyeden alman ve üzerinde kentte gecirmek istedikleri zamanı belinen bir karne bulundurmak zorunda kalacaklar. Sistemin amacı, nüfusu 100 bin kişiyi geçmeyen Venedik'e günde 50 bin turistten fazlaanın girmesini önlemek. Bu kente girenin çıkanın sayısırun kontrol edilmesi kimisi için aşırı otoriter bir önlem olarak görülüyorsa bile, biraz da kent sakinlerinin haklarım düşünmek zorunda kalan Venedik Belediyesi'nin çaresizligi bu tedbiri zorunlu kuıyor. Son 1 Mayıs bayramında 200 bin turist ve 700 otobüsün istilası altında kalan Venedikliler bu akın karşısında artık resmen paniğe kapılıyorlar. Öyle ki, trafiğe kapalı olan kanallar üzerindeki yayalara mahsus dar yollara bile kalabalık nedeniyle "tek yön" işaretleri konmuş bulunuyor. Çünkü yaz aylarmda, hınca hınç dolu bir şehir hatları otobüsünvin içine dönuşen bu yoüarda, yayalann geri dönmesi fıziken sorun yaratıyor. "Tuvaletlert girmek yasaktır" diye ilan asan barların çoğalması da, bazı turistlerin ihtiyaçlannı sokakta gidermesine yol açıyor. Yaz sıcağında zaten kokan kanallara bir de bu durum eklenince, Venedik'in o ilolü romantizminden geriye hiçbir şey kalmıyor. O rornantizmi bulmak için Venedik'e kışın, kentin gerçek sahiplerine, Venediklilere ait olduğu kasım şubat aylarmda gitmek gerek. Çok muntazam giyinmiş küçük çocuklann okula gıderken Büyük Kanal'ı gondolla geçti|ini ancak o zaman görebilirsiniz. "t>i içmek"le tanırıan Vene1;'cüleri, sabah kah ZörOCten Park saatleri eskiyince İsviçre'de halen kuliamlan park saatleri, bildiğimiz mekanik sisıemte yçalışıyor. Her boşaltmadan sonra yayımn kurulması gerekli. Zaman alan bir işlem. Seçenek elektronik. Ayrıca jeton, özel kredi kartı, hatıa cama yapıştmlan vınyeıierin üzerinde duruluyor. DOĞAN ABALIOĞLL ZÜRİH Önce kentiçi park saatlerini ayarladılar. Saat süresi düşürüldü, parası artunldı. Arkasından ortadan dışarıya doğru aynı uygulanıa yapıldı. En sonunda havaümaruna dahem de 10 dakikasına yanm frank (1 frank yaklaşık 500 TL.) yutan saatîer kondu. Şimdilik kent belediyesine ytllık 9 milyon frank kadar katkıda bulunan bu park saau, problemi çözemiyor. Daha dofrusu zamamn kısahılması ile daha fazia para aima sağlanıldı ama bu kez dolan kutuların aynı oranda d^ıetimi. bojaltıirnası gerekiyor. Bn da personeS artışıyta eşanlartüı. Bir yandan girdi. diğer yandan bordro. HırsiEİığa katkısı da ayn bir problem. Dinimizde de belirutdiği gibi "kişiyi öiendirecek oiayiardan kaçınraak" gerek. Boşaitılan, kırılan, parçalanan telefon kumbaratan.gibi. PTT burada deneme dönemirMİe, Beürti kabinler sal! karsîa çalsşıyor. 10 frank verip aldjğiiuz 5.5x8.5 cm'iik plastik fişi gerekli yere sokuyor. istediğiniz kadar konuşuyorsunuz. Kerttiçi her 3 dakikadan sonra amlından kartia aradakı tark kapatüıyor. Konuşsnansz bittiğinde konuştuğunuz kadar eksilmiş fişi geri alıyotsunuz. Nedense banımlann ki pek geri gelmiyor, rnakine kartı içine cckıyor. Ancak bu da 8400 park saaünin yeni sisteme göre değiştiriİTnesi demek. Yani gene para işi. Amerika'nın probiemi çok daha başka boyutlarda. Onların çeyrek dedikleri 25 cent (Quarter) den büyük paralanmn ismi var, cisrni yok. Madenı yanm veya bir dolarlar salt kovboy fiîmlerinde atış ustaiıklan için meydana çıkıyor. New York belediye&ince dikilen 62778 park saallerinden aynı yıl <1985) elde ediîen gelir 32 milyon dolar. Ama sorun gene aynı. ManhattarTda şimdiiik 10 dakikasına bir çeyrek alıhyor. Bu kurnbaraiarın haftada 4 kez açılması demek. Yakmda î dakikası bir çeyTek olması gerekecekmiş, bu da gunde S kez saatlerin boşaltılrnast anlamında. Halen kuLlarulanlar mekanik, bildiğimiz saat sistemi. Her boşaltmadan sonra yayımn kurulması gerekli. Zaman alan bir işlem; Seçenek, elektronik. Ama sonsuz olanaklar Ulkesîniu sınırsız soguk kış; hesaplamnca problem çozulemiyormuş. Jeton, özel kredi kartı. hatta İsviçre'de otoyoilarda istenen carna yapışurma (bizim maJiyenin vergi uygulamalanndan haberleri yok demekki) vinyetkri üzerinde duruluyormuş. Sonuç şu ki: Yakmda geri kalmsş üikelerde eski park saatkrine ra&üarsak, butüann ucuza aündığım savunaDİara veya bümem nere bdediyesiniB biiraem nere kardeş belediyesine armaganı şeklinde suna.ılara; teknoîojinin geregi, sen onu küiahıma anlat dıyebiîecek miyiz, yoksa kâhya değnekçs yOntemini mi önersek? velerinden önce, köşe başındaki barda bir kadeh Ombrettı" (bir çeşit beyaz şarap) yuvarladıklarıru da gene o zaman fark edebılirsiniz. Bu aylarda çoğu kez sisler içinde kalan kentte zamanı, kuçük vapur anlarmna gelen ve İstanbul şehir haıları vapurlannı çağnştıran "Vaporetto" trafiği belirliyor. Hiç sanayi olmayan bu kentte. hükümet bürolan, bankalar ve idari hizmetlerde çalışan kent sakinleri, işlerine ağır tempo ilerleyen bu beyaz vapurlarla gidip geliyorlar. San Marco Meydanı'nı bile kaplayan sulann yukseldiği zamanlarda ise, ara sokaklarda bile ancak sandallarla ilerlemek mümkün oluyor. Venediklilerin diğer ttalyanlarla paylaştıkları en büyük tutku ise "yemek." Genellikle hamburger, tost ve giderek Amerikanlaşan pizzalan yefleyen taristlerden Venedik mutfağındarı da anlamadıklan için hoşlanmayan Venediklilerin spesiyaliteleri heraen hemen tamamen deniz ürünlerine dayanıyor: Balık mezeleri, balık çorbası, babklı 'risotto' (bir çeşit pilav), balıkh makarna çeşiüeri, Adriyatik'te bulunan tüm deniz ürünlerini kullanıyor. Tatlı faslında ise tarihin mutfak kültürü üzerindeki etkileri ortaya çıkıyor. Osmanlı tmparatorluğu ileyakın ticaret itişkileri içinde bulunan Venedik devletinin, bizden cevizli ayçöreği ve kurabiyeyi aynen getirmiş olduğunu görüyorsunuz. Viyana'nm ünlü çikolotalı pastası "sacherlorte" de Avusturya egemenliğinin Venedik'e bıraktığı tatlı miraslar arasında yer alıyor. Içkiyi seven Venedikliler, bunlann hepsirün yanından şampanyaya benzeyen köpüklu şarapları "prosecco"'yu eksik etmiyorlar. Oysa genellikle bira ve Coca Cola'yı yeğleyen turistler, bu bakımdan da Venedik uygarlığınca dışlanıyor. Albinoni, Vivaldi, Benedetto Marcello, CorreUi gibi tüm ünlü ttalyan barok kompozitörlerinin kenti olan Venedik'te konserler, gece hayaanın en önemli parçasını oluşturuyor. Tahrik edici dekoltelerle beyaz etlerini sergileyen ve gene bu yörenin ünlü ressamı Tiziano'nun tablolanndan bu yana pek az değiştiklerini kanıtlayan o albenili kızıl saçlı kadınlar yaşamayı seven ve îtalya'nm "en çok ve en iyi yaşamısııu bilen" kadınlan olarak tanıruyorlar. Oysa Venediklilerin kendilerine has, başka yüzyıllann temposuna ait bu dunyası, şubat sonunda karnaval mevsimiyle sona eriyor. Kitle turizminin başladığı 70'li yıllara dek sadece Venediklilerin yaşadığı; kanallan, görkemli mimarisi, birbirinden orijinal maskeli insanlanyla kenti gerçek bir tiyatroya dönüştüren o eski karnavallann yerini; şimdi turistlerin marazi bir merakla koştuğu bir sirk dunyası almış bulunuyor. İşte Italya'nın bu en teatral, en geleneksel kenti Venedik, anık yaz kış basit bir Disneyland'e dönüşmekten korkuyor. Oslo'dan Kazılmış sokaklarda pembe tramvaylar Kent halkı bu kazılardan yakımyor. Aklımıza Istanbul'u kazan tSKİ Genel Müdürü Atom Damalı için yakıştınlan "köstebek" misali sıfatlar düşüyor. Acaba Oslolular, çok övündükleri bu kuleli limanın kıyısmdaki muhteşem binada oturan belediye başkanlan için de böyle sıfatlar yakıştınyorlar mı? Norveç'te kocaman binalarda oturan önemli kişiler halkın ulaşamadığı "yüce ve devletlii" muamelesi görmüyor. Daha doğrusu öyle bizdeki gibi makam arabalan, eskort polisler, yolları kesimler gibi uygulamalan görseler hayretten küçük dülerini yutarlar. Aynen bizim, Norveç K.ralı'nın göz ameliyatı olmak için 5 ay sıra beklediğini duyduğumuzda hayretten ağzımızın bir kanş açık kalması gibi. Turgut Özal'ın kulaklan çınlasın ama, Norveç Krah Olav, (84 yaşında) katarakı ameliyatı olmak için sıraya girip birkaç ay bekleyince, bazı Norveçliler, kralın sırasından önce ameliyat olabilmesi için seslerini yükseltmişler. Kral sırasını bekleyeceğini açıklamış. Bunun üzerine "kraldan fazla krakılar" da para toplayıp kralı yurtdışında ameliyat ettirmek ve böylece sıra beklemesini önlemek için kampanya açmışlar. Ama babası Danimarka'dan Norvec'e kral olarak ithal edilmiş olan yaşlı Olav, "Beni Norvtç doktorlanna emanet edin" diyerek yurtdışına gidip ameliyat olmayı da reddetmiş. Sırası gelince diğer Norveç vaıandaşlan gibi tantana yapmadan ameliyaıuu olmuş. Zaten Norveç'te arabast ile gezen vatandaşlar, kırmızı ışıkta durduklan zaman yanlanndaki şeritte duran arabanın direksiyonunda oturan Kral Olav'ı gördükleri zaman buna hiç şaşmaz, gülüraseyerek selam verirlermiş. Kral böyle yapınca, bakaıüann, nuUetvekillerinin ellerinde pazar torbaları süpermarkette alışverişlerini yaptıklannı anlatmaya gerek yok herhalde. Oslo'nun parlamento binasının bahçesi bile kazılmış. Parlamento ile konser salonu arasındaki ağaclı geniş yolda pembe ve mavi tramvaylar gidip geliyor. Çingene pembesi bir tramvay kazılmış sokaklarda ilerliyor, üniversitenin önündeki durakta duruyor. Blucinli, kazaklı, rengarenk giysili kızerkek öğrenciler özgür ve neşeli tramvaya doluşuyorlar. Öğrencileri kravat takmaya, kot pantolon giymemeye zorlayan kimse yok. Zaten böyle bir şeyi duysalar inanamazlar. Oslo sokoklarında ikiTürk gencine rasılıyori". Konya'dan kalkıp gelmişler üç yıl önce. Çat pat dil öğrenmişler. "Boyaalık okuluna gidiyonım, üç ;ıl süren bu okulu bitirince daha iyi para kazanacağun" diye anlatıyor Umitle. Kentin refahı, koskoca mağazalarda "Beni al" diye bağıran ve gençleri heyecanlandıran tuketim eşyalannm zenginliği, rahatını kaçınyor bu gençlerin. Gördüklerinin tümünü almak isterken müthiş pahalı bu cicili bicili eşyalar karşısında, ceplerindeki birkaç kron mutsuzluğa itiyor onları. Bir de sabahtan akşama dek çalışmak yok mu? "Gelmişsiniz buralara mutlu musunur?" diye soruyorum. "Hayır, mutlu degiliz" diyorlar. Kon Turgut özal'ın kulaklan çınlasm, ama 84 yaşmdaki Norveç Krah Olav, katarakt ameliyatı olmak için sıraya girip birkaç ay bekleyince, bazı Norveçliler kralın sırasından önce ameliyat olabilmesi için seslerini yükseltmişler, ama kral sırasını bekleyeceğini açıklamış. Kraldan fazla kralcüar da para toplayıp yurtdışında ameliyat olmasını isteyince Olav, "Beni Norveç doktorlarma emanet edin" diyerek yurtdışında ameliyat olmayı da reddetmiş. FÜSUN ÖZBİLGEN OSLO Bergenliler, başkent olma niteliğini Oslo'ya kaptırmarun burukluğu içinde, "OsJo nedirki, küçüciik bir kent, bir ana caddesi var, şöyle bir gidip geliyorsun bitiyor" diye tanımlıyorlar Oslo'yu. "Fiyortllann başkenti" ile "Norveç'in başkenti" arasındaki bu çekişme süredursun, Oslo Belediyesi, kenti modernleştirmek için kolları sıvamış. Kentin kaldınmlan kazılıyor. altından sıcak su veya buhar doiaştıracak borular döşeniyor. Böylece kışın karh havalarda kaldırımlardaki kar, alttaki borularda dolaşan sıcak suyun ısısı ile eriyecek ve insanlar kent içinde rahatiıkla dolasacaklar. Golden Gate Köprusu'nden gecerken, saat geceyansına yaklaşmıştı. Alkadras Adası'nın feneri yanıp sönüyordu. Bana sorarsanız, biraz da hüzünlüydü. Belki o acı yalnızlığı içinde, Herghts Parkı'ndaki yeldeğirmeninin yalnızlığmı acı çekerek yaşıyordu... Bol ışıklı caddeler, neonlan yanıp sönen seks shoplar, yedi ayhk harr.ile fahişeler, sokak başlarındaki homoseksüeller, eroinmanlar, sanat gaterileri, tramvaylar, troleybüsler, o görkemli bmalar. insanın akhnı allak bullak eden teknolojiyle eşdeğerde yuruyor San Francisco'da. California, bügisayar teknolojisinin ilk boy amğı bir eyalet. Batısı üzüm ve şarapçıhğın merkezi. Her türlü sebze ve meyve burada yetişi • yor. İşte bu yüzden, California'da yaşayanlar varhklı ve gösterişi se\'en kişiler. Ama böyle gelişmişliğin yanmda, koskoca California'da, özellikle silahını komşulannın üzerine çevirip yaylım ateşi acan öğretmenin polis tarafından öldürülüşü, büy'uk Amerika'nın bireyci insan yapısıyla buıünleşiyor. Se\ginin o içten sıcaklığı, bir buzdağının buzulları gibi soğuk ve ürkütucü oluveriyor hemen. Tay gibi yurüyen melez dilber, uzun boylu arkadaşıyla bir sevgiyi değil, bir çıkan paylaşıyor. O çıkar ki, insan yüreğinde hiçbir şey uyandırmıyor; besbelli. beyninJe, üstelik kendi duşunceleri doğrultusunda bir dunya kuruyor. İşte o yüzden düşündüm Herghts Parkı'ndan geçerken, yüzyülık değirmenin yalnuhğım. Belki bu nedenle çok kızdım Alkadras Adasrmn insan yaşamını allüsı eden, yıllar önceki özgurlük kuılamasına ve tüm dunyadakî cezaevlerine. Kim ne derse desin, San Francisco sokaklan, benim Akdeniz pence1 remden, binlerce vnlı yaşarruş Anado' lumdan, cennet koylanmdan, Boğazdan, Anadolukavağı'ndan. Rumelihisan'ndan, Koyceğiz'den, Marmaris'ten bir başka görundu bana. Bunun için, \ız geldi o gelişmiş teknoloji, uzay merkezleri, gökdelenler ve insanların belirli bir amaca ulaşmaya'da buradaki özgürlükleri yokmuş ama yine de da ları... Köşebaşlanndaki müzisyenler, soha mutlu yaşıyorlarmış. İçinde yaşadıkları toplumun eşit bir üyesi olmayıp, yabancı bir ülkeden bu top kak serserileri, fahişeler daha değişik, daha duyarlıydılar benim için. luma aşılanmış olmanın rahatsızhğı da cabası. Sapsan güzelim kızlar var sokaklarda. Bizim genç En azından, insan olmanın bilincinler önce bu güzel kızlarla arkadaşhk etmekten mul deydiler ve bir başkaldırının simgesi gibiydiler.. Ne bileyim, öyle geldi bu luluk duymuşlar. Ama Norveçli kızlar özgür. Bir küçük insanlar, o bol ışıklı, çılgın San gün bu delikanhyı severse ertesi günü bir başkasmFrancisco gecelerinde. dan hoşlanabiliyor. Güzel kızlarla birlikte olmanın, Roy Coo'nun Rus tepesindeki, arada bir sevgi bağı olmadan anlamsız olduğunu da 1926 yılmda yapılmış evinin 20. kakavramışlar sonunda. Buralarda rasüadığımız İskantındaki çatısından San Francisco dinavyah bekâr bir erkeğin de en buyük sıkıntısı bu. ayaklanmızın aHındayken, ben yine "Kıziar benimle sevişmek istiyorlar da beraber yaAlkadras Adası'nın yanıp sönen feşamak ve sevmek isterniyorlar" diye yakımyor. Olay nerini seyrediyordum. Otele dondübizdekinin tam tersine dönmüş. ğumde ise sabaha dek polis, cankurYine de Oslo sokaklarında bir gece yansı otelitaran ve iıfaiye araçlarımn siren sesmize dönerken tskandinav Havayollan'nın lüks gökleriyle uyuyamadım. delen otelinin kapısında mini eteği ve yüksek topuklu San Francisco'da bol ışıklı ve çılyakkabılan ile yalnız başına salınan "en eski mesgın gecenin ardından yine yeni bir li|in en yeni temsilcisi" bir genç kız görüyoruz. Kagun başladı. Hep tekduze bir koşuşdın erkek ilişkilerinde çok şey değişmiş buralarda, lurmadır sürüp gitti... ama bazı olaylar hiç değişmemiş.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear