13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Şuracıkta not edelim ki, Birinci Dünya Savaşı'nın ürünlerinden olan Alman Nazist ve ttalyan Faşist rejimlerde toplumsal tnutluluktan söz etmeye hiç olanak yoktu. Çiinkiı bunlar insan hak ve özgüriüklerini çok geniş bovutlarda çiğneyen ve bütün diktalarda oiduğu gibi, korkuya dayanan rejimlerdi. • • • Oluşum sürecini izleyelim: 1789 Fransız Burjuva Devrimi'nden sonra yavaş yavaş bütün uygar ülkelerde iktidarlar hızla el değiştirip, loplumda soylu feodallerin yerine zengin burjuvaların yönetimi egemen olmuştu. O tarihten 129 yıl sonra gerçekleştirilen proleter devrim ile Rusya'da iktidar yine el değiştirerek, bu kez burjuva yönetiminin yerini proletarya yönetimi aldı. Bu tarihsel olgu, Birinci Dünya Savaşı'ndan önce, uzun zamandır yer altında sürdürülen devrimci savaşımın ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra oluşan toplumsal oıiam ve koşullann sonucu olarak gerçekleşti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise, komünist rejimle yönetilen devletlerin sayısı çoğaldı. Oralarda artık varlıklı ve yoksul diye sınıf aynmının ortadan kalktığı, emekçi halk yönetiminin kurulduğu, kapitalizm yok edilerek sosyalist rejime geçildiği için, gerek ticaret, gerek sanayi, gerek tanm alanlarında, yani bütün ekonomide devletin egemen olduğu, bütün üretim araçlannda kişisei mülkiyete son verildiği ve bunların hepsinin devlete ait olduğu ilkeleri kabul edilerek, 1789Bildirgesi'nin 17. maddesiyle ilan edilmiş olan mülkiyetin kutsallığı ilkesi ortadan kaldınldı. Artık nasıl, 1789 Fransız Devrimi'nden sonra geien özgürlük ve eşitlik ilkelerinin insanları mutlu edeceği sanılmışsa 1917 Sovyet Ihtilali'nden sonra sermaye egemenliği yerine, emeğin egemenliği geçince, insanların mutlu olacağı sanıldı; artık her şey devletindi. Aslında sadece bir "siyasal makine" niteliği taşıyan klasik liberal devlet, komünist devlette bütün toplumu kapsayan siyasal ve ekonomik dev bir makine durumuna gelmişti. Bireyler bu toplumsal makinenin çarkları, kolları, vidalan durumunda idiler. Liberal ülkelerdeki çalışma özgürlüğü yerine, komünist ülkelerde, devletin göstereceği yerde çalışma zorunluluğu geçmişti. Burjuva joplumlarında "patron kapitalist" için çalışıp üretim yapan emekçi, şimdi "patron devlel" hesabına çalışıyordu. Deniliyordu ki, toplum yararına olan bu çalışma ve üretim aynı zamanda o toplumu oluşturan bireylerin de yararınadır. Ancak her şeye toplum yararı açısından bakıldığı için, insan öğesi ihmal ediliyor, daha doğrusu, ikinci planda kalıyordu. Ama bu yönetimde, yeni gelişmeler oldu; çünkü 1917'den beri aradan geçen 70 yıl içinde Sovyetler'deki proleter dikta rejimi de, başta umulduğu gibi, insanları mutluluğa ve huzura kavuşturamadı. Oysa, bu devrimin amacı, toplumda bütün sınıfları yok ederek sosyal adaleti kurmaktı. Ama düşünen insan kafası, komünist diktanın cenderesine sığmadı. Vaktiyle Ortaçağ karanlığını ve faşist diktalan delmiş olan bu kafa, bu kez komünist diktayı zorlamaya başladı. Çünkü düşünen insan beynini sürekli bir cendere içinde tutmak ve toplumlan sürekli bir askeri disiplin altında çalıştırmak olanağı yoktu. Bilindiği gibi, Sovyetler Birliği'nde insan haklan savunucusu düşünurler, bilginler ozan ve yazarlar çıktı ve bunlar tutuklanarak uzun süre toplumdan uzaklaştırıldıkları halde akım bir türlü durmadı. Sonunda, gazeteleri izleyenlerin bildikleri gibi, Sovyetler Birliği'ndeki yeni yöneticiler, doğru yolun, insan hak ve özgürlüklerine saygı göstermekte olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. O halde, iletişim araçlarındaki hızlıhk dolayısıyla çok küçülen yeryüzünde toplumlan ve bireyleri mutlu edecek başka yontemler aramak gerekiyordu. İşte bir yanda sosyal adaletin bütün koşullanyla yerleştirilmesi, öte yanda insan hak ve özgüriüklerini tam olarak güvence altına alacak koşullan oluşturma gereksemesi, bu arayıştan doğdu. Bu doğrultuda ise, sosyal hukuk devleti ve sosyal demokrasi ön plana çıktı. * * * Çok kısa olarak özetlediğimiz bu gelişim süreei gösteriyor ki, hukuk devleti demek, daha önce çok kez vurguladığımız gibibir devlette sadece adalete uygun yasaların yürürlükte olması ve bunlann bireylere eşit olarak uygulanması demek değildir; bunlar, hangi rejimde olursa olsun, her toplumda düzenin korunması için gereken öğelerdir. Çağdaş hukuk devleti artık sosyal ve insansal nitelikli olmalıdır. O halde çağdaş hukuk devleti, birey ile birey arasında çıkacak anlasmazlıklan adaletle çözüme bağlayacak kurumlarla donanmış devlet olmaktan çok daha ötede ve üstün nitelikte bir devlettir. Çünkü çağdaş hukuk devleti kavramı içinde, bireyler arasındaki anlaşmazlıklar değil, birey ile onun insan hak ve özgüriüklerini çiğneyen devlet arasındaki anlaşmazlıklar ve insan haklarının devlet organlanna karşı tam olarak konınması sorunu söz konusudur. BaşlıcaJarı 1948 Evrensel İnsan Haklan Bildirgesi'nde yazılı olan bu haklar, ayrı bir yazıya konu olabilir. Dİ'ZELTME: Cıeçen haftakı ya/ımın 5. sutununun sonundakı satır duşmu> ÇaSdas hukuk dnletının ogelerimn ılk olan " a " maddeM şoyle olacakıı: a) Tam bajiımsı/lık vc laiklik. Çağdaş Hukuk Devleti'nin Oluşum Süreci HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU 8 Mart 1987 eünkü yazıda, 1948, "Evrensel Insan Hakları Bildirgesi"nden söz etmiştim. Bilindiği gibi, 1789 Fransız Devrimi'nde de bir "Insan ve YurtUş Haklan Bildirgesi" kabul ve iJan olunmuş, onda da kişilerin dokunulmaz, vazgeçilmez haklannın güvence altına alınması gerekliliğini vurgulayan maddeler yer almış ve bu maddelerdeki ilkelere yavaş yavaş bütün uygar Batı devletleri anayasalarının başında yer verilmişti. Ancak 1789'dan 1948'e kadar geçen 159 yılda insanlık kendisini mutlu edecek hukuk garantisini bir türlü bulamadı. Gerçi 1789 devrimi, kralların, feodal soyluların ve Kilise'nin halk üzerindeki egemenliğine son vermiş, "Adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ilkelerini ilan etmişti; artık umuluyordu ki, Ortaçağ'daki kayıtlardan ve soyluların ayncalıklı baskısından kurtulup toplum içinde özgürlüğüne ve feodal soylular karşısında hak eşitliğine kavuşan halk gelişecek, böylece toplumlar daha mutlu olacaktı. Fakat çok geçmeden "siyasal özgürlük" ve "yasalar karşısında eşitlik" ilkelerinin, emekçi kitlelerinin mutluluğu için yeımediği ortaya çıktı. Gerçi soyluların ayrıcalıkları ve Kilise'nin egemenliği kaldırılmış, seçim sandığı başında ya da adalet kürsüsü önünde eşitlik ilkesi konulmuş ise de, azınlıkta olan ve liberal ekonomi sayesinde gittikçe palazlanıp güçlenen tüccar, sanayici gibi varlıklı burjuvalar karşısında, çoğunluğu oluşturan yoksul emekçi kitleleri için "siyasal eşitlik", "hak eşitliği" gibi ilkeler havada kalmıştı. Devlette kralın, soylulann, Kilise'nin mutlak egemenlikleri ve zorbalık rejimleri yıkılıp devlet onların elinden kurtarılmış ise de, bu kez devlet yönetimini varlıklı burjuvalar ele geçirmiş olduğundan, onlann ticarethane, imalathane ve fabrika gibi kurumlannda ve çiftliklerinde ücretle çalışıp yaşamlarını günü gunüne kazananlar ekonomik özgürlüğe kavuşmamışlardı; çünkü ekonomik bakımdan varlıklılara bağımh idiler; bu bağımlılık sürdükçe de siyasal özgürlük ve eşitlik ilkeleri işlemiyor, toplumlarda bir türlü huzur sağlanamıyordu. Güçlülerin daha da güçlendiği, büyük çoğunlukta olan kitlelerin ise insanca yaşama olanağından yoksun bulunduğu sürece bu huzur elbette sağlanamazdı. Her uygar devlette uygulanan yasalar, kurulan mahkemeler, bireyler arasında hukuksal adaleti sağlamakta iseler de, ekonomik adaleti sağlayacak bir merci yoktu. Özetlersek, 1789'dan sonra devlet gücü kralın ve ona bağlı kırsal soylulann, yani büyük toprak sahibi feodallerin ve yine oldukça geniş topraklara sahip olan Kilise'nin elinden, şimdi kentsoylu dediğimiz burjuvaların eline geçmiş ve bu olgu tam sanayi devrimi sırasında gerçekleşmişti. Ama ilan edilen adalet, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri halklan mutlu etmeye yetmedi. Demek ki, bu ilkelerin aksayan ya da eksik olan bir yanı vardı. Neydi bu yan? Birer birer inceleyelim: Işyerinde bütün geleceği patronun iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı kişi için "özgürlük" kavramının ne anlamı olabilirdi? Varsıl ile yoksul arasındaki davalarda "adalet", gereği gibi işler miydi? Yoksul kişinin ekonomik gücü, davaları yürütmeye yeterli miydi? Hukuk karşısında "eşitlik" ilkesinin uygulamadaki durumu bir "hiç"den ibaret değil miydi? Yine Fransız Devrimi'nin ilan ettiği "kardeşlik" ilkesi havada kalmıyor muydu? Varsıl ile yoksul arasında nasıl bir kardeşlikten söz edilebilirdi? Bu ilke ütopik, dahası mistik bir ilke olmaktan ileriye gidebilir miydi? • • • Işte Fransız Devrimi'nin getirdiği ilkelerin çağdaş bir devlet için yetersiz kalmasından doğan huzursuzluklar, sosyal adalet, sosyal devlet ilkelerinin ortaya atılıp düşünurler tarafından işlenmesine neden oldu. Sonunda, oldukça uzun bir süreden beri "sosyal adalet" ya da "ekonomik adalet" denilen ilkeyi gerçekleştirmek için işçi dejnek ve birlikleri, yani sendikalar, grev ve lokavt yasaları, bunları uygulayacak türlü kurumlar, sorunları çözecek iş mahkemeleri kuruldu. Bu kadarla da kalmadı. 19. yüzyılda türlü sosyalist doktrinler oluştu. Bilimsel sosyalizm denilen Marksizm ideolojisi doğdu ve Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde Rusya'da gerçekleştirilen sosyalist devrim, oraya komünist diktayı getirdi. PENCERE Rabıta?.. 22 MART 1987 Rabıta, Arapça kökenli bir sözcük; ilişki, bağ demek; ama başka anlamlara da geliyor; düzen, tertip gibi... Dilimizde "raö/fa"nın hısım akrabası çeşitli biçimlerde kullanılır; sözgelimi: RaptiyeL. Raptiye iki şeyi birbirine "raptetmek" için kullanılan geniş başlı çividir. Sonra zapturapt" var. "Zapturapt" disiplin demektir; rap, rap, rap yürümek demektir; başıbozukiuğun tersidir. Günlük yaşamda sozünü sohbetini bilir, ağır başlı, dengeli kişiler "rabıtalı adam" veya "rabıtalı kadın" diye anılırlar; saçma sapan davranışlı ve allak kişilere de "rabıtasız" denir. Son yıllarda Türkiye'de örgütlü suçlar çok yaygınlaştığından bir de "örgüt rabıtası" deyimi çıktı; çok yurttaşın canı bu yüzden yandı. Bilmem hangi örgütün nınının nısı olduğu kuşkusuyla yakalanan kişi işkenceden mi geçmedi, sağlığını mı yitirmedi, işinden mi olmadı, evi ocağı mı yıkılmadı? En küçük bir kuşku yüzünden yurttaş tezgâha yatırıldı: Suyle ulan!.. Hangi örgütle rabıtan var?.. Isviçre'de şimdi elçilik görevinde bulunan Haydar Saltık, "12 Eylül HarekAtı"n\ü kilit adamlarından birisiydi. Şaka değil; başlangıçta MGK (Milli Güvenlik Konseyi) Sekreteriydi. Salon paşası" tipine yakın, siyasete aşina, Hanya'yı Konya yı bilir türden bir kişiydi. 1980 yılı sonbaharında bir gün Mustafa Ekmekçi Sayın Saltık'a bir haberi denetlemek için telefon ediyor; konuşma sırasında soruyor: Paşam, bizim gazeteyi nasıl buluyorsunuz? Yanıt: Görünce tuylerim dikon diken oluyor. Saltık Paşa'ya ilişkin öyküler, Genel Yayın Müdürümüz Hasan Cemal'in "Tank Sesiyle Uyanmak" adlı kitabında epey yer tutuyor. Birkaçını gelişigüzei aktarıyorum: "Perşembe 4 Mart 1982 Sıkıyönetimden gelen sözlü yasak karaıian her geçen gün çoğalıyor. Bugün öğleyin bir telefon: Komutanımız (Saltık Pasa) dün akşam Hilton'da bir düğüne katıldılar. Bazı fotoğraflar çekilmiş. Lütfen yayımlanmasın." "Pazar 27 Aralık 1981 Geçenlerde Saltık Paşa'yla bir davette karsılaştık, şoyle konuştu YÖK ile ilgili kampanyamız için: İş fazla uzadı. imza kampanyalan falanfflanişin nereye varacağı belliydi. Yasadık biz bunlan daha önce, biliriz işin nereye varacağını..." "Pazartesi 26 Ekim 1981 Geçen perşembe aksamı ABD Konsolosluğu'nda verilen bir kokteyle gittim. Saltık Pasa ile karsılaştık. Sivil giyinmişti. Aramızda şu konuşma geçti: Paşam, görüşemedik. Cemal, görüşeceğiz de ne olacak? Benim Cumhuriyet hakkındaki görüşüm de, Cumhuriyefin benim hakkımdaki görüşü de değişmez. Arkasından bordo renkli kravatıma ışaret ederek: Kırmızı kravatın biraz sağa kaymış, dedi ve her zamanki müstehzi yüz ifadesiyle arkasını dönüp gitti." • Saltık Paşa, MGK Genel Sekreteri iken (kilit adam) yurtdışındaki din görevlilerimizi Rabıta örgütünün aylığa bağlaması yolunda karar vermiş. Hasan Cemal'in kravatının rengini ve yönünü gözlemleyen Paşa, Rabıta örgütünün ne olduğunu bilmez mi? Suudilerin meşhur Rabıta'sını çeyrek yüzyıldan beri Mısır'daki sağır sultan duymuştur. Haydar Saltık'ın kişiliği çok ilginç görünüyor; yaptığı işlere baktıkça düşünüyorum: Saltık rabıtalı mı, rabıtasız mı? OKTSY AKBAL EVET/HAYIR OKURLARDAN Genç nesile yupılan haksızhk Bizler iki yıüık Meslek Yüksek Okulu 'nda okuyan ve mezun durumda olan gençleriz. Üniversite kapsamında olup, diğer dört yıllık yüksek okullarm sahip olduklan haklann bizlere tanınmaması, okula karşı olan ilgiyi olumsuz yönde etkiliyor. Bunların en başında askerlik sorunu geliyor. Birçok sınav engelini aşıp bu okullara girme hakkını kazanıp, pek çok maddi ve manevi zorluklara göğüs gerip mezun olduktan sonra ortaokul ve lise mezunlarıyla aynı düzeyde askerlik yapmak, bizlerde bu okullarm hiçbir öneminin olmadığı duygusunu bırakıyor. Açık Öğretim Fakültesi mezunlannın dahi yedek subaybk haklan varken, bizlerin direkt bu haktan mahrum bırakılması, okula olan ilginin artınlması düsüncesini yozlastırdığı bir gerçektir. Bu okullarm 1980 yılına kadar mezunlanna bu haklar verilmişkenki hatta "dört aylık dörtem askerliği yaptılar şimdi bu haklann alınması genç nesile haksızhk olmuyor mu? Durumumuzun bir an önce göz önünde bulundurularak, yetkililerin ilgilerini beklerizBURDUR MESLEK YÜKSEK OKULU ÖĞRENCİLERÎ Emekli öğretmenin hayul kırıkhğı Bilindiği gibi tlkokul öğretmenleri için bir önlisans programı düzenlendi. Öğretmenler sınavlara giriyor. Hem yüksekokul mezunu olacaklar hem de maaşları 1 derece 2 kademe verilerek artacak. Daha sonra bu haktan emekli öğretmenler de yararlansın diyerek, biz emeklilerin de katılabileceği söylendi. Birçok emekli öğretmen Eskişehir Açıköğretim Fakültesi'ne şahsen ve 54.000 TL.yi bir defada ödeyerek bu programa katıldı. (Bu ücret, öğretmenler için 4.000 TL.dir.)Bizler de maaşlarımızda aynı artış Bu Hesabı Kim Verecek?... "Devletin uygar, şerefli yargıçlarının imzalannı taşıyan beraat ve takipsizlik karartanna sahip 133 bin kitabımızın imha ediliş biçimi SEKA'da hamur edilerek mi, yoksa yakılarak mı imha edildiği davamızda hukuksal bir fark yaratmaz. Ancak devlet adına yapılan resmi bir işlem olarak imha tutanağı ortaya konulmalı, kamuoyu olayı bütün gerçekliğiyle bilmelidir." Bilim ve Sosyalizm Yayınevi'nin sahibi Süleyman Ege savaşımını sürdürüyor. Bu uygarca savaşımı tek başına sürdüren, dirençle sürdüren yayıncı ya da yazar bir Süleyman Ege'dir. Başka yazarların, yayıncıların kitaplan topiatılmadı mı? Evlerden alınan çuvallar dolusu kitap ne oldu? Ama Ege'den başka bu kitapların ne olduğunu arayan soran çıkmadı. Bildiğim kadar çıkmadı. Kitap toplatmak, kitap yaktırmak, kitaplan ortadan kaldırmak yüzyılımızın uygarlığına hiç yakışmayan bir durumdur. Çirkin, ayıp, utanç veren bir iştir. Buna karşı çıkmak, her 'aydınım' diyenin baş görevi olmalıdır. Hele dünyanın parasını harcayıp kitaplar bastıran, ya da kitaplar alıp evınde saklayan; okumak, okutmak, aydınlanmak, aydınlatmak ısteyen her bilinçli yurttaş, elinden alınan bu kitapların hesabını sormalıdır. Sormazsa, hakkını ararnazsa; iyi bılmeli, o kişi ya da o kışiler çağdaş uygarlığın sağladığı haklara lâyık değildirler 12 Mart'taydı. Bir üniversite hocasıyla konuşuyordum, evinde Mao'yla Marx'la ilgili birçok kitap varmış. Bunları ne yapacağını, nasıl saklayacağını gelip bana sormuştu. Sobada mı yakmalı, toprağa mı gömmeli, denize mi atmalı, yoksa bir başkasının evinde mi saklamalı? Ne yaptı bilemem, sanırım birkaç tehlikeli' kitabı kömür sobasına atıp ortadan kaldırdı!. Bir emekli subay da anlattı: Kitaplarını bir naylon çuvala koyup bir ileriki sokaktakı bir türbenin içine saklamış, kimse o turbeyi aramaz umuduyla... Sonra da ordan gidip almış!.. Evet, acıklı ya da gülünç böyle işler oldu. Nazım'ın şiırlen saklandı, plaklar saklandı, bir takım dergiler saklandı, defterler, notlar, hatta ders kitaplan bile saklandı. Olur a, bu kitaplar iktidarın başındakiler için 'suç' ögesı sayılabilirdi. 'En iyisı sosyal, sosyalist, Marksist, komünist, materyahst, ne kadar ist'le biten görüşe ait kitap, dergi varsa hepsini ortadan kaldırmaktı! Böyle de yaptılar. Bir anı canlandı birden, 12 Mart'tan sonraki bir ilkyaz günü bütün kent evlere kapatılmış, yollar tutulmuş, Yıldınm Harekât başlatılmıştı. O günü hiç unutmam! Birkaç görevli sabah karanlığında eve geldi. Ellerde silah. Bahçede başka silahlılar... Sabahın altısıydı. Bir üst görevli de evin içinde bir aşağı bir yukarı dolaştı. Bir şeyler sordu. Bizim yazdıklarımızı Moskova radyosu yayınlıyormuş, orda dinlemişler! 'En iyisi, siz önce okusanız ya yazdıklarımızı' demiştim. Salondaki kitaplığa bakmış, Çetin Altan'la İlhan Selçuk'un kitaplarını görmüştü, birşeyyakaladığını umarak Ah İlhan ve Çetin!" demişti Gereken yanıtı vermiştim. Anımsadıkça gülmeli mi o kişiye, acımalı mı bilmiyorum! Şimdi kimbilir nerededir, hangi yüksek görevdedir diye düşündüğüm olur. Kitap toplatmak, kitap yakmak insanlıkla bağdaşmaz bir iştir. Bu böyle işler yapmaya karar verenlerin ne denli korktuklarını gösterir. Ne denli geri kafalı olduklarını... 12 Eylül sonrasında da bu tür olayiar yaşandı ne yazık ki!.. Yine kitaplar suçlandı, yine bu kitaplan okuyanlann başı derde girdi. Toplanan kitapların ne olduğu bir türlü anlaşılmadı. Kimse de bunca soruya bir yanıt getirmedi. Yüzbinlerce lira harcanarak bastırılan kitapların depolardan alınıp SEKA'ya gönderilmesi ya da külhanlarda yakılmasının sorumluluğunu üstlenen de çıkmadı. Gerçek suçlu kimdir, kimlerdir, bu tür buyrukları verenlerç şimdi nerdedir, hangi görevlerdedir? İnsan bu soruları ister istemez soruyor. Kendine, topluma, yurt yönetimini üstienenlere... Süleyman Ege, yürekli bir kişi... Bilinçli bir aydın... Süreklı savaşım veriyor. Soruyor, araştırıyor. 133 bin kıtabının başına gelenleri aydınlığa çıkarmaya çalışıyor. Bu kitaplar SEKA'ya mı gitti, yoksa yakıldı mı? Sanki öğrensek ne yapacağız demeyin. Her olay, her davranış aydınlığa çıkanlmalıdır. Karanlık sürgit kalmamalı bu tür çağdışı çirkinlikler üstünde... Ege'yi bu uygarca savaşımında desteklemek hepimizin görevi olmalı... olacak sanıyorduk. Oysa geçenlerde bir televizyon programmda konuşan yetkili, böyle bir şeyin olamayacağını, sadece isteyen emeklinin yeniden öğretmenliğe dönebileceğini, ihtiyaç olan köylerde öğretmenlik yapabileceklerini söyledi. Bu, tüm emeklilerde bir şok etkisi yaptı. Bu durum niçin önceden söylenmedi. Bizler sağlığımız ve gücümüz yerinde olsaydı, zaten görevden ayrılıp emekliliğimizi istemezdik. Bu, göz göre göre bizleri kandırmak ve hayal kınkhğma uğratmak değil mi? Bizler, sadece Açıköğretim Fakültesi'ne 90 milyon gelir sağlayan kurbanhk mı olduk? C.ÇALIŞKAN MALKARA Canan Gerede'nin babası, Dr. Selçuk Gerede'nin kayınpederi, Şiva ve Bennu'nun "Cemil DADDY"leri, hayat arkadaşım A £. Büyükelçi CEMİL VAFf yi kaybetmiş bulunuyoruz. 23 Mart 1987 Pazartesi günü Bebek Camii'nde kılınacak öğle namazını müteakip, Kuruçeşme'deki aile kabristanında toprağa tevdi edilecektir. Tann rahmet eyleye... A EŞİ BAŞSAĞUĞI Çamaşırınızı sa; yıkayın! Fakültemizin değerli öğretim görevlisi 19.3.1987 tarihinde vefat etmiştir. Merhumeye Tanndan rahmet, kederli ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. HACETTEPE ÜNtVERSİTESt ZONGULDAK MÜHENDtSLİK FAKÜLTESt ÖĞRETİM ELEMANLARI, ÖĞRENCİLERİ VE PERSONELİ Dr. SEVGİ iOÂLÂY PAKUR OKSİJENÜ EŞKÎŞEHÎR 1. KflAP FUARI 170 YAYINEVÎ 6000 KİTAP % 20 İNDÎRİM lsmet tnönü Cad. 15, Eskişehir BİLGE KÎTAP KULÜBÜ 2131 MART ! % • 7OZSABUN dBXÇM»HJ MÖUAA yumpuaK ^NME VE nnUMMA VUHUI. Ticaret ve Sanayi A Ş ^ . . OZEL BOĞAZIÇI YABANCI DILLER KURSU Boğaziçi ve Ortadoğu Üniversiteleri Yeterlik Sınavlarına girecek öğrencilere bosfor turizm ISTANBULPARIS Bütün Avrupa şehirleriyle bağlantılı muntazam otobüs seferleri. istanbul: Mele Caddesı No u TaksımTel: 143 25 25 Ankara: Adem Yavuz Sokak No 3/1 Kızılay Tel 34 47 40 Adana Merkez: Tel. 1707714666/3 hat Teiex: 62739 Sade tr. Bölge Müdürlükleri: İstanbul: Tel. 168 71 69168 79 18 Telex: 29947 Pasa tr. Adapazan: Tel. 1213519570 Telex: 33553 Paad tr. Ankara: Tel. 194101191669 Telex: 44454 Doya tr. Samsun: Tel. 1135819011 Telex: 82129 Yar tr. Konya: Tel. 32741 Kayseri: Tel 38265 Malatya: 25337 Gaziantep: Tel. 23003 Erzurum: Tel. 22670 •NEBA KAHVALTILIK MARGARIN «D0YA YEMEKLIK MARGARIN • f AMAH 8ISKUVI BOREK YAÛI »PAKS0T PAMUKYAÛI, ÇIÇEKYAGl, SOYAYAGl • PAKS0Y ÇAMASIR. LAVAB0 SABUNU »PAKLAR SABUN TOZU Tksvtı v* Sanayi A ş AOANA Trt 1<*B6 78 • 17077 SINAVA HAZIRLIK KURSU Tel: 172 00 21 172 00 22 SATILIK DAİRE Her türlü çamaşır makinesinde kullanılır. Kocamustafapaşa'da 80 M giriş katı daire sahibinden satılıktır. Tel: 525 73 18 !
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear