02 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kurutuveriyordu gölii. Yemişler sarkıyordu başımn önünde dallı budaklı agaçlardan, Armutlar, narlar, pınl pınl elmalar Ballı incirter, tombul zeytinler sarkıyordu, Ama adam koparayım diye elini uzattı mıydı Bir yel geliyor, savunıyordu onlan kara bulutlara. Bu ikinci ömekten anlaşıldığına göre, kızgın ve kinci tannlar, karaciğer deşmek gibi tensel işkencelerden sonra, suyu, yemeği cezalımn ağzına kadar götürüp geri çekmek biçimindeki tinsel işkencelere yönelmişlerdir. Dost mektuplanndan açılmışken konuyu Sayın Server Tanilli'den aldığım bir mektupla sürdüreyim. Tanilli, beni çok duygulandıran dostça bir girişten sonra sözü benim burada çıkan bir yanma, "Önce Sanat Vardı" başlıklı yazıma getiriyor. Bilmem, okurlanm ansıyacaklar mıdır; bir dostumun evinde, tanınmış bir hanım yazarımız, eskiden mimarlık sanatının dinsel esinlerden kaynaklandığını söyIedikten sonra, bana, çağdaş mimarlığın ne gibi etkilerle çalıştığını sormuştu. Bu sorunun yanıtı kolay ve ortada idi, beni geçmişe ilişkin sözler daha çok ilgilendirmişti. Yalnız mimarhk değil, hangi sanat ve bilim dalı ele alınsa, bunların geçmişte dinden kaynaklandığı gerekçesine öyle bir ahşılmıştır ki, dinler olmasaydı hiçbir sanat ortaya çıkamayacakmış gibi bir kanı sanki kaçınılmaz olmuştur. O yazıma bu yuzden "Önce Sanat Vardı" başhğını koydum. Sayın dostum Server Tanilli, mektubunda bu konuya ilişkin olarak şöyle diyordu: "Rastlantıya bakınız, o yazınızı okumadan az önce, benim şu sıralarda bastlmakta olan "Yüzyılların Gerçeği ve Mirası'nın Orta Çağ cildiyle ilgili dıizeltmelerin bir böliimünıi bitirmiştim. Tam da 'Antik Sanafta kalmıştım. Yazı bir yerinde. 'Mimarlık tümden profandır, dinle ilişkisi yoktur' diyorsunuz ya, sizi destekleyen ömeklerden biri de işte bu gotik sanatın doğuşu. Bildiğiniz bir konudur: XII. yüzyılın ikinci yansından başlayarak, XIII. yüzyılda, Kuzey Fransa'da, Orta Çağ'ın en büyük sanatı, gotik sanat doğar. Avnıpa'da kimi ülkelere de yayılacak olan bu biçem, başta kiliseler için de uygulansa, dinin dışındaki iktisadi ve sosyal çok önemli bir geüsmeden, adını söyleyeyim, burjuvazinin doğup gelişmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten, daha önceki 'roman' bazilikalar, kentlerin gitgide artan insanlannı alama/ olmuştur. O yüzyıl ise, komunlerin, kentlerdeki gelişmenin büyuk boyutlara ulaştığı bir yüzyıl. Bir komün için. bodur bir roman kilise yerine, ta uzaklardan gözleri alan görkemli bir gotik katedral, kentler arasında yanşmanın da olduğu bir ortamda, yalnız bir süs değil, kent halkının güç ve zenginliginin de bir simgesi aynı zamanda. Yüz metreye, hatta daha fazlaya boy atan katedraller, aslında bir sınıfın, burjuvazinin yükselişine tanıklık etmektedir. Her katedralde, heykel de, temalarını yine kutsal'dan da alsa, işte bu gelişmenin düşünsel planında ortaya çıkardığı değişikliği yansılan bir yonım ve hareketlilik içindedir. "Şimdi dinin dışındaki bu ana olguyu, bu iktisadi, sosyal, giderek sınıfsal olguyu göz ardı ederek gotiki açıklayamıyoruz, açıklayamayız. "Yalnız onu mu? "Sanat tarihinde daha nice gelişmeyi. İktisadi ve sosyal nedenlere egümek, insanlık tarihinin ta ilkel topluluk döneminden başlayarak, sanatın gelişmesinde, bu arada elbette raimarlıkta aklımıza takılan noktalarda bize aydınlık getiriyor. Bunları, bizde çokça yapıldığı gibi. dinle açıklamaya kalkmak, işin kolayına kaçmaktır. Dilerim sizin o ilginç yazınız gereken yankıyı yapar. konu konuyu çeker, sanat tarihinin nice bahsine bir açıklık, bir aydınlık gelmesinde vesile olur." Konuya getirdiği açıklık için Sayın Tanilli'ye teşekkür ederim. 28 ŞUBAT 1986 tki Dost Mektubu MELİH CEVDET ANDAY Hapiste bulunan yakın bir dostumdan, sevgili bir arkadaşımdan geçen hafta bir mektup almıştım. "BeUd bir haftadan da kısa bir siire içinde çıkmam söz konusu" diye yazıyordu. Biz, onu sevenler de bu beklenti içindeydik, bayram edecektik. Olmadı, aynı davadan yatan kimi arkadaşlann çıkmalanna karşın bizim dostumuz (daha birkaç kişi ile) alıkonuldu. Onun o gününü düşündüm kahroldum; uraut kırıkhğının en acısı idi onun başına gelen, belli bir günü bekliyordu, çıkacaktı, evine gidecekti, eşine ve oğluna kavuşacaktı, dostlan ile buluşacaktı. Onlar da ona kavuşmanın sabırsızlığı içindeydiler; başımız önümuze düştü, utannuş gibiydik. Sanki bir işkence karşısındâ duyulan utanç gibi bir duyguydu bu; görüyordunuz ve elinizden bir şey gelmiyordu. O zaman birtakım kitapİar kanştırmaya başladun, "işkence" üstüne okumak istiyordum, işkence çeşitleri arasında arkadaşımın başına gelene yer verilip verilmediğini merak ediyordum. Yoktu. Yalnız Fransızca bir ansiklopedik sözlükte, bedene acı verme amacı ile yapılan işkencelerin sıralanmasından sonra, "Le supplice de Prom^thee", "Le supplice de Tantale" deyimleriyle karşılaşınca duraladım. Birer söylenden kaynaklanan bu sözler, zamanla deyim niteliğini kazanmıştır. Tann Zeus, titanlardan olan Prometheus'u zincirlerle bir sütuna bağlatıp karaciğerini bir kartala yedirir. Neden? Prometheus adı "önceden gören" anlamındadır ve bir adı Themis (Adalet) olan Gaia'nın oğludur. Tann Zeus onun aklından korkmaktadır. Çünkü Prometheus yeryüzüne insanlann egemenliğini getirmek ardındadır ve bu amaçla ateşi çalıp götürür insanlara verir. Onun karaciğerinin bir kartal tarafından yenmesi gerçi bir tensel işkence gibi görünmekte ise de, bunu pekalâ simgesel sayabüiriz. Gerçekte bir duruşmadır, bir davadır karşımızdaki konu. Prometheus, civilenmiş olduğu kayadan kendisini savunuyor, bilinç ve özgürlük kavramlan üstünde duruyor, "Ne yaptımsa bile bile yaptım" diyor. Bana gelince ben bu çileme katlanacagım (Aiskhylos) Tann Zeus gerçi her isteğini gerçekleştirmektedir, bu arada Prometheus'u da zincire vurmuştur, bir köle gibi. Ama gerçekte köle olan kendisidir ve Prometheus özgürdür. Çtinkü o aklı simgeler ve geleceği görür. İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kahr. Aiskhylos'un söylemek istediği buydu. Gelelim Tantalos işkencesine... (Doğrusu ben dostumun uğradığı, ya da uğradığını düşündüğüm düş kınkhğı dolayısıyla önce bu söylemi ansımıştım) Lydia Kralı Tantalos'un lanetlenmesine neden olan suçlar ya da olaylar bilinmemektedir. Yalnız şuncasını söyleyebiliriz, Olymposlulann düzenine ters düşen bir söylence çemberinin kahramanlarındandı. Tantalos işkencesi diye bilinen cezayı Homeros şöyle anlatır: Tantalos'u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; Duruyordu bir gölün içinde, ayakta, Yüksele yiiksele çıkıyordu su çenesine kadar, Ama içmek için davrandı mıydı, Damlasını alamıyordu suyun Eğiliyor. egiliyor, egiliyordu Su da çekiliyor, çekiliyor, yok oluyordu emen toprakta, Ve bir çamur peyda oluyordu ayaklannın dibinde, Ossaat bir tann PENCERE Frenk Gömleği?.. Dünyanın her yöresinde politika yapılıyor; ama, çok değişik biçimlerde... Gösteri yürüyüşü, iç savaş, pariamentoculuk, genel grev, yeraltı örgütü, sendikacılık, parti kongresi, devlet terörü, bireysel terör, bağımsızlık savaşı, gerillacılık, emperyalist savaş, askeri darbe, miting, konferans ve akla gelebilecek ne kadar yöntem varsa kullanılıyor. Gezegenimiz baştan sona çalkalanıyor; öyie görünüyor ki politikadan kurtuluş umudu yok... Çatışmanın özü nedir? İnsanlar, partiler, örgütler, devletler neden kavga ediyorlar? Bu soruların yanıtları 20'nci Yüzyılın sonuna doğru apaydınlıktır: İnsanlar daha çok özgürlük, daha az sömürü istiyoriar. Dünyanın her yanında süregelen politika çatışmalarının kökenindeki gerçek budur. Ne var ki kimi yerde tartışma sert koşullarda yürüyor; kimi yerde uygar kurallara bağlanmış. • İzmir'de yapılan işçi mitingi günün konusudur. Bir kez, ülkemizde böyle bir mitinge katılmak için gözüpek olmak gerekiyor. Gösteri alanına gitmek için polis tumikesinden geçmek kolay değil. Yüreğin tıp tıp atıyor. Sonra işyerınden nasıl izin alacaksın? Çaiışan nüfusun yüzde 20'si işsizken, işinden olmak korkusu işçinin içine sinmiş. Ya miting meydanında bir otay çıkarsa? Ya karakola düşersen? Kimliginin üstüne "sakıncalı" damgası vurulursa çoluk çocuk aç mı kalacaksın? Gösteri sırasmda film, fotoğraf, video çekiliyor. Diyelim ki fotoğrafın gazetede çıktı da patronun gözüne iliştin. Al sana bir sakınca daha!.. Mitinge katılmak her yiğidin harcı değil... Oysa, devlet hoşgörse, miting saatinde işyerleri tatil edilse; fabrikalar, beledıyeler, partiler emekçilere taşıt sağlasalar; bir meydan değil, yüz meydanı doldurmak işten değildir. Kimi hükümet ya da devlet adamı bir yere vardığında karşılama törenleri nasıl düzenleniyor? Okul çocuklan bile ellerinde bayraklarla gösteriye katılmıyorlar mı? İlkokulların, ortaokulların, liselerin öğrencilerini, siyasal anlamı bulunan meydanlara kalabalık görünsün diye politikaya katanlar kimler? Ama, emekçiye gelince iş değişiyor. Türkİş mitinginin İzmir'de oldukça kalabalık geçmesi patron iktidannın midesini bulandırdı. Ankara'da politika birden sertleşti. Emekçi mitingine katılan SHP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan suçlandı. Özal Hükümeti toplandı; bir "kınama" kararı çıkarıldı; şimdi tartışmalar sürüyor. Ülkeyi bir avuç holdingçi ile yönetmeyi kafasına koyan iktidarın tutumu bellidir. Bu iktidar, ne liberal, ne demokrat; düpedüz demokrasiye düşman... * Ancak bir ülkede işçi örgütüne politikayı yasaklayan, patron örgütüyle birlikte siyasetini yürüten iktidarın sonu ne olur? ANAP ara seçimleri alır mı? Alabilir. Hatta önümüzdeki genel seçimleri bile alabilir; ama, Türkiye'nin kavgası daha da büyür; şimdkjen hesabı yapılamayacak olaylar gündeme girer. Geçmişte böyle olmadı mı? Filipinci demokrasiyi ülkemizde yürütmek isteyenler yüzünden, toplum katmanlarıyla devlet in organları birbirlerine girdiler. Darağaçları, darbeler, işkenceler, devlet terörü, bireysel terör, ara rejimler siyasetin araçlan oldular. Bir başbakan, iki bakan, bir albay, bir binbaşı ve onlarca genci bu yüzden astık. Mapusaneler doldu taştı, binlerce sanıklı davalar sürüp gidiyor. Sayın Başbakanın kafasının ardına siyasetin rizikolu bir iş olduğuna ilişkin önyargı yerleşmiştir. Şu söz Ûzal'ındır: ' Osmanlı sadrazamlarının iki gömleği varmış; biri bayram gömleği, biri idam gömleği..." Başbakanımız frenk gömleği giyiyor, kravat takıyor; ama, siyaset meydanında niçin bu kadar sert? . OK'Eff AKBAL EVET/HAYIR 1950'li yıllarda Uköğretimde öğretmen okulu çıkışlı ve köy enstitüsü çıkışlı öğretmenler ve bir de eğitmenler vardı. Orta öğretimde fakültelerden ve eğitim enstitülerinden mezun olanlar görev yapmaktaydılar. Bu ikililikler çok görülür, kıyasıya eleştirilirdi. 1952'de köy enstitüleri kapatıldı. 1960'larda da Atatürk'ün direktifleriyle eğitim ordusuna katılan eğitmenler sahneden çekildiler. Geldik 1970'lere. Bu kezilkokul öğretmeninin de yükseköğrenim görmesi gerektiği sayıyla iki yıllık eğitim enstitüleri, ilkokullara öğretmen yetiştirmeye başladı. Ne var ki, tüm bu çalışmalar MEB bünyesinde yapıhyor, öğretmen yetiştirme, ME Bakanlığı'nın sorumluluğunda yürütülüyordu. 1980'e geldiğimizde öğretmen yetiştirme işini yürütemeyeceği yürutemediği gerekçesiyle YOK tpm sorumluluğu üstlendi. MEGS Bakanlığı sadece bir işveren durumuna geldi. Son 56 yıllık uygulamada 208 değişik okuldan gelen öğretmenlerin de, "Birçoklannın prognunlan birbirinden degişik. Değişik birimlerden yetişen öğretmen adaylarunız arasında mesleğin gerektirdigi duygu. düşünce. ideal ve pedagojik formasyonda birlik ve bütünlük..." (1) göstermedikleri anlaşılmış. Ve MEGS Bakanhğı, "Öğretmen Yetişüren Yüksek Eğitim Merkezkri" kurmayı ve buralarda bir yılhk eğitime tabi tutulacak öğretmen adaylannı daha sonra okullara atamayı planlıyor. Geldik mi başladığımız yere. Yabancı dil kursu veren özel bir kurum da, "dil bilen öğretmen üretimi" için MEGS Bakanhğına bir proje sunacakmış (2). Buyurun bir liberal eğitimin "hür teşebbüsü" daha. Öğretmen üretecekmiş, yetiştirme, eğitme değil, üretme. Fabrikasyon kokan bir yöntem. Yabana dil öğretmeni yetiştiren Ankara, İstanbul, tzmir Eğitim Enstitüleri ne oldu? Ankara'da yabana dil öğretimi için kurulmuş merkez nerelerde? Binlerce yabancı dil öğretmeni yetiştirebilecek kapasitedeki bu kunımlar, binalan, yabancı dil öğretim araçlan ve öğretim üyeleriyle yokluğa mı karıştılar? Bakan Metin Emiroglu, "Müli Egitim'de çok şey olacak. Yeni bir sistem gelecek: Sanayide eğitim. Bunu yerinde incelemek üzere Almanya'ya gidecefim" demiş. (3). HAZIRLAYAN SELİM ÖZYÜKSEL ÖGRETMENOĞRENCİ Apaydınfe Sağlıklar Dileyerek... "Kim öldüruyor? Niçin Öldurüyor?" Avukat Orhan Apaydır^ ın bir kitabı. Türkiye'de terör olgusunu inceleyen bölümde şöyie yazıyor: "Kim öldurüyor, niçin öldurüyor sorvsuyla biçimlenen ülkemizdeki terör ortamından kimler yaraıianmakta, hangi siyasal akımın temsilcileri çıkar beklemektedir? Bu sorunun doğru yanrtı, kimlerin niçin öldürdüğü sorusunun yanrtını da oluşturabilecektir." Orhan Apaydın bir süredir hasta... Bir an önce bu durumdan kurtulması, demokrasi ve hukuk savaşımını kaldığı yerden sürdürmesi, Apaydın'ı sevenlerin, dahadoğrusu demokrasiye, hukuka inananlann öztemidir. Geçmiş yıllarda Orhan Apaydın'ın hukukçuluğundan bir kaç kez söz ettiğimi belki anımsarsınız. Gencecik yaştnda, hukuk fakültesinin ilk sınıflanndan başlayan hukuk savaşçıltğını yaşam boyunca sürdürebilmiş kaç kişi tanıvorsunuz? Pek az... Ben Apaydın kardeşlerin hukuk alanındaki çalışmalarını 1940'lardan beri izlerim. Her zaman Türkiye'de çoğulcu bir siyasal düzenin kurulmasından yana olmuşlardır. Faşizmin her türtüsüne karşı çıkmışlardır. Baskının, adaletsiz davranışlann, kimden gelirse gelsin, karşısındâ yer almışlardır. Etkili birer avukat olarak tanınmalarında bu niteliklerinin ağır bastığı yadsınmaz bir gerçektir. 27 mayıs sonrasında DP ileri gelenlerinin savunmalannı üsttenmişJerdir. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde de hukuksal çizgide savunma göreylerini şürdürmüşlerdir. Orhan Apaydın, yıliarca 'Cumhuriyet'in vekili olarak açılan davalarda büyük bir başanyla bizleri savunmuş, hemen bütün davalarda üstün çıkmıştır. istanbul Barosu Başkanlığı'na üst üste seçilen Orhan Apaydın çağdaşlıktan, Atatürk'ün devrimcı düşüncelerinden ödün vermedi. Emekten, banştan, insan hak ve özgüriüklennden yana savaşım verenlerie birlikte terörün gözdağlanna direndi. Hukukçu ve yazar olarak her tüıiü baskıya karşı çıktı. Yazıları bu açıdan belgesel bir değer taşır. 12 Eylül öncesini ve sonrasım türlü açılardan inceleyecek olanlar Apaydın'ın gazete yapraklannda kalan yazılanndan ve 'Kim ÖMürüyor? Niçin ötdürüyor? adlı kitaptan yararlanacaklardır. Orhan Apaydın'ın 26 Şubat 1982'de Barış Derneği Yönetim Kurulu üyesi olarak tuluklandığını herkes bilir. Apaydın daha sonra Sıkryönetim Mahkemesi'nde yargılandı. Bu dava hâlâ sürüp gidiyor. Apaydın 23 Aralık 1982'ye kadar çeşitli cezaevlerinde yattı. Tam on ay!.. Zalen sağlık açısından güçsüzdü. İtinalı bir yaşam sürmesi gerekiyordu. Türlü sağlık raporları ile de kanıtlanan bir durumdu bu.. Kâh cezaevteri koğuşunda, kâh revirde, kâh hastanede geçirdi bu on ayı... Daha sonra serbest bırakıldı. Bu özgürlük 14 Kasım 1983'e kadar sürdu. Yeniden tutuklandı. Sağlık durumu iyice bozulmuştu. Sağmalcılar cezaevinin hastanesinde geçirdi ikinci mahkumluk dönemini. Ta 18 Kasım 1984'te yeniden serbest bırakılana kadar... Yani bir yıl daha!.. Tüm olarak 22 ay süren bir mahkumluk!.. Sonrasını hep bilirsiniz. Eski hastalıkların depreşmesi... İki yıl kadar süren bir mahkumluğun güçsüz bir bedende açtığı yeni rahatsızlıklar... Bu arada bir de ağabey Burhan Apaydın^ la birlikte geçirdiği taşıt kazası... Az çok iyileşir gibi olurken yeniden eski hastalıkların patlak vermesi... Tam bir teşhis konulamadan, önce Çapa Hastanesi'nde, sonra evde, şimdi de Alman hastanesinde sürekli bakım ve gozetim altında bulunması... Ne demeli bilmem ki! insanlarımızı, değerlerimizi, aydınlanmızı bile bile kıymak topluma ne kazandırır? Yıllar yılı süren davalar, tutuklamalar niye bir an önce bitirilmez? Niye insanlar acılar için de yıllarca bekletilir? Dahası da var, o da Orhan Apaydın'a pasaport verilmediği için yurt dışında tedaviye gidememesi... Belki en acı olanı, hepimize utanç vereni budur. Anlamsız kuşkularia değerlerimizi göz göre göre harcamaktan kaçınmayışımız... Orhan Apaydın istanbul Alman Hastanesi'nde yatıyor. Son dört yılını acılar içinde geçiren bu büyük hukuk adamına sağlıklar dilemek hepimizin görevidir. Öğretmen yetişurmenin eğitimde önemi bu işi bilenleri bulunduramadıktan sonra Almanya'dan getirdiklerimiz ne işe yarayacak? Çağdaş uygarhk koşusuna mehter yürüyüşü ile katılırsak, Sanat enstitülerinin meslek sonunculuğu kimseye kaptırmaadarru yetiştiren yapısını bozup yız. programlannı değistirerek nor . Değişmeye ve değiştirmeye mal liseye dönüştürdükten, çıkendimizden başlamazsak raklık eğitimi dairesinin başında Ya onlar da çıraklık eğitimini bizden AHl'likten almışlar ve günümüz eğitimine uyarlamışlarsa... "ithal" programlanyla eğitimimiz zor milli olur. (1) 13.2.1986 Hürriyö Gazrtesi'iKİe çıkan ••Mm EtMn'de Yeni Karartv" başüklı yaa. (2) 12.2.1986 Milliyet Gazetesi "Dil Bilen ögretmtn U r a i m i " başlıklı yazı. (3) 19.2.1986 Cumhuriyet Gazetesi'nden Umit Aslanbay'ın Bakan Metin EmiroJlu ile yaptığı gönışmeye ilişkin yan. İZ BIRAKAıNLAR //. Abdülhamid'in 33 yü suren podişahhğt süresince üç kez Maarif Sazıtiığı görevmde bulunan MünifPaşa, 1830'da Caziantep'te doğmuştur. Mısır ve Şam 'da iyi bir Doğu kültüru aldtktan sonra, 1854'ıe elçitik II. Kâtibi olarak fif yıl kadar Berlin'de kalmıştır, Bu sure içinde üniversitede fizik, felsefe ve hukuk okumuştur. Beriin'den dönünce Babıali Tercume Odast'na girmiştir. 1860'ta Ticaret Mehkemesı İkinci Başkam olmuştur, Bu görevi sırasmda Ceridei Havadis kâtipliğini de yapmtş ve Ingilizce çaitşmtşnr. 1862'de Babıali Birinci Mütercimi oldu. Fuat Paşa'mn da yardımıyla Cemiyeti îtmiyei Osmaniye adlı bir çeşit bilim yayma derneği kurdu. Hemen ardından Mecmuai Fünun adlı aylık dergiyi çıkarmaya başlamtştır. Bu dergi iki yıl sonra kapatümıştır. kısı nedeniyk hiçbir yapıt da arasında 5 yıldan fazla ve yayımlamamıştır. îstanbul Huüfüncü kez Maarif Nazırhğt kuk Fakülıesi'nde dersler veryapan Münif Paşa, yapıtlan, dersleri ve çalışmalart ile değer meye devam etmiş ve SOyaşınti bilim ve devlet adamlartmtzda olmuştur. dandır. Münif Paşa, Dtstanei Âli Çağında Avrupa'da görülen Osman, Telhisi Hikmeti Huyenileşme hareketlerini Oskuk, llmî Servet ve Hikmeti manlı toplumuna da getirmek Hukuk yapıtlarınm yanı stra isteyen Paşa, II. Abdülhamideğitim alanına da önemli katin direnişleriyle karşüaşır. "Bikılar getirmiştir. zimle aynı zamanda yenileşmeBeyazıt Genel Kitaplığı'nı ye, terakkiye başlayan Prusya kurmuş, Hukuk Mektebi'nin ve Rusya, onu başanik sttğla 'tebrar aplmasım sağlamtş, öğdılar. Bir hastaya hekim reçete retmen okullarına "öğretim Metodu" dersinin konulması onun katkıları ile olmuştur, Milli Eğitim Bakanlığt'nı, bugün de yürürlükte olan beş daireye ayırarak kuruluşunu yapmıstır. Mektebi Fiinunu Maliye, Ticaret Mektebi, Mülkiye Tıbbiyesi'nin bağıtnsız bir okui olarak örgütlenmesi, İstanbul da yanlı ve giindüzlü bir kız orMünifPaşa 1867'de Zaptiye taokulunun açıiması, bir huMüsteşan, bir yıi sonra Divanı kuk mektebinin açıiması, OsTemyiz Başkanı, 1869'da Maaman Hamdi Bey'in yönetiminrif Mectisi Başkanı olmuştur. de ilk arkeoloji müzesinin açıiI872'de Tahran Elçisi olan Müması, rüştiye okulları nif Paşa, I877'de ilk kez Maaprogramlarma Franstzca dersı rîfNazm (Milli Eğitim Bakakonulmast, kaldırılan Meciisi nıf olmuş ve bu görevi 9 ay 9 Maarif in yeniden kurulması, Münif Paşa (18301910 gün sürmüştür. yabancı okullann denetimini 18.2.1878 ile 12S.1880 tarih verir, hasta onu uygulamazsa sağlamak üzere "Mekâtibi Ecleri arasında 2 yıl 6 ay 25 gün iyüeşemez Yaptlan değerli öne nebiye \\t Gayri Müsüme Muikinci kez Maarif Nazıruğı gö rileri siz uygulamıyorsunuz..." fettişiiği" dairesinin kurulmarevinde bulunmuştur. uyarısında bulunmuştur. sı, Mülkiye Baytar Mektebi'nin 1882'de "Mecmuai Fünun"u 1895'te îran Şahı Nasreddin açıiması, Istanbul'da Körler ve yeniden yayımiamaya başia Şah'm ellinci culüs fıahta çıktş) Diisizler Okulu açıiması, hep mış, bir makalesinde "yudtz yılını kutlamak üzere Tahran a Münif Paşa'mn Maarif Nazırböceği" sözcüğünü kullandt gönderilen Münif Paşa, Istan lığı döneminde onun desteği, ğmdan ötürü Yıldız Sarayı'nda bul'dan uzaklaştmlmak ama yardunı ile yapılmış önemli yeoıumn II. Abdüihamidtarafın ctyla orada elçi olarak bırakıl nilik ve toplumun çağdaşlaşdan dergi kapattlmış ve Miinif mıştır. Bir yıl sonra yurda dönmasına katkıda bulunan eyPaşa sarayda sorguya çekilınis müş, ama hiçbir msmi görev at lemlerdir. tir. mamıştır. İkinci Abdüihamid Günümüz eğitim sorumlula25.9.1885 ile 4.9.1891 tarihleri yönetiminin giderek artan basnna anımsatahm dedik. BUGUN MUTLAKA BİR "SOMUr ALIN TICARÎ ELEMANLAR ARIYOR • B.Ü., O.D.T.Ü. veya yurtiçi ve yurtdışı benzeri Üniversitelerden mezun iseniz, • Almanca ve/veya İngilizceyi iyi derecede biliyorsanız, • Seyahat etmeye mani bir haliniz yoksa. • Yapacağımız kurslarla bilgi ve becerinizi artırmak istiyorsanız, • Modern teknolojiye yakın olmaktan korkmazsanız, • Tercihan askerlikle ilişkiniz yoksa, • 30 yaşını doldurmamışsanız, Sizlerle tanışmak, birlikte çalışmak isteriz. Müracaat: ETMAŞ Personel Servisi özserezli Han Meclisi Mebusan Cad. No. 35 Fındıkh İSTANBUL Tel.: 145 20 90 Müracaat: ETMAŞ Ticaret Servisi Atatürk Bulvarı 169 Kavakhdere / ANKARA Tel.: 18 22 05 OKURLARDAN Köylerde görev yapan biçki dikiş öğretmenleri "Bizler: 1980 yılından bu yana 5 yıldır 8'er aylık devreler halinde her yıl köylerde, köy kızlarımıza, biçki, dikiş, nakış, halıcılık, trikotaj öğreten, Halk Eğitim Müdurlüklerinde çaiışan usta öğreticileriz. (Biçki dikiş öğretmeni). Her yıl ekim ayında göreve başlıyoruz. Mayıs başında gorevimiz bitiyor. Aldığımız maaş ayda 18.000 TL'yi geçmi>or. Öğrettiğimiz birer sanattır. TEŞEKKUR ALtCAN'ın doğumunda büyuk emeği geçen GERCEK YAYINEVİ PROF. SADUN ARBJ L'retken bir meslektır. Artık ekonomik ve psikoIojik olarak çökmuşüz, ruhen hastayız. Her yıl bir köyde oluyoruz. Sizden ricamız sorunumuzu dile getirmeniz. a Hiç olmazsa asgari ücret düzeyinde olsun maaş ? b Yaz tatillerinde maaş alamasak bile sigonamız işlesin. c Memurla evlendiğimiz takdirde tayinimiz yapılsın. Leman Poyraz AMASYA Prof .Dr. SELÇUK EREZ ameliyat ekibi Dr. FEHMİ ŞARI Dr. FUAT DEMİRKIRAN Dr. ÖZER KESKİN Anst.Dr. NURCAN HANIM Ebe Sevinç Şahin ile Cerrahpaşa Hastanesi Doğum Servisi 3. kat personeline teşekkür ederiz. EKONOMİ ELKİTABI 61"YENI,,SORU| "YENI..61 CEVAP TURKIYE GEMI SANAYII A.Ş. Pendik Tersanesi ve Ağır Sanayii Tesisleri Müdürlüğü Türk ve Dünya standartlarına uygun sıcak daldırma metodlu G a l v a n i z l e m e (7 x 2,4 x 1,6 m.lik banyosunda) ve ilâve Kromatlama Pasifleştirme Tesislerini Ülkemiz Sanayiinin hizmetine sunmaktan kıvanç duyar. Ayrıca, Tesisimizde modern metodlarla fosfatlama ve yağ kaplama işlemleri de yapılmaktadır. Adres: Pendik Tersanesi se Ağır Sanaui Tesisleri Mudurluğu Kaynarca İSTANBUL Telefon: 354 16 0102 354 16 09 Telev 29237 dbp ır. TEŞEKKÜR Yaptığı çok başanh ameliyatla bizi mutlu kılan Sn. Prof. Dr. NURHAN AVMAJVa, 5îaym Doktorlar; BILSAK'TA BUGÜN CazCenter: 21.00 ÖNDER FOCAN GRLBU Lokanta: 22.00 Cengiz Bulenl Akın (gıtar) \ARIN ÇOCUKLUl tÇİN: Kukla Tiyatrosu: 11.00 MASAL GERÇEK TİYATROSU "ÇİRKİN ÖRDEK" Yon. Reha BILGEN Çocuk Tiyatrosu: 12.30 TANER BARLAS MİM TİYATRO '•ÇOCUKLARA MEDDAH" Yon. Taneı BARLAS Onceden yer ayırtmak için: BtLSAK 143 28 79143 28 99 BİLGEREFİK DURBAŞ BÜLENT BOYER, ALİ RKA ERTÜRK, EATÎH KÖKEŞ, KADİR BÎRLER'e îbni Sina Hastanesi Nöroşirürji Bölümü Başhemşiresi Sayın GÜLAY ŞENGÜL'e, tüm hem^irelere. tüm hastabakıcüara ve sıcak ilgisini hiç unutamayacağımız dost TEŞEKKÜR ALİCAN'ın doğumunu mektup, telgraf, telefonla ve bizzat gelerek kutlayan dost, yakın ve arkadaşlara teşekkür ederiz. Sn. Prof. Dr. KÂZIM TÜRKER'e candan teşekkür ederiz. MUZAFFER tZGÜEŞt VE ÇOCUKLARI BİLGEREFİK DURBAŞ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear