18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER su, merak, sonı sorma ve kuşku vardır. Başlangıçta felsefe tek tek bilimlerden ayrılmıyordu, içinde bulunduğu çağın tüm bilimlerini kendi içinde topluyordu. Ama zamanla bilimler geliştikçe birer birer felsefeden ayrıldılar, önce doğa bilimleri, sonra tek tek insan bilimleri. Bugün felsefenin bütün konuları elinden alınmış gibi görunüyor. Oysa çağımızda, tarihin hiçbir döneminde görülmediği ölçude felsefe yapılıyor. Bilimler felsefeden aynlmakla ne tek tek bilimler felsefeden tam olarak kopabildiler, ne de felsefe bu bilimlerden kopuk olarak gelişme gösterebildi. Biz hep "Felsefe fildişi kulede yapılamaz", "Felsefe bilimlerle bağlantı içinde olmalı" dedik derslerimizde, seminerlerimizde. Böylece tek yanlı davranmış olduğumuzu düşünüyorum şimdiierde. Oysa felsefenin ne denli bilime gereksinimi varsa, bilimlerin de o denli felsefeye gereksinimi olduğu bir gerçek. Bilimler de bilim adamlan da felsefeyle bağlantı kurmadan, felsefi bir bakış açısı edinmeden yaratıa olamıyorlar. Felsefi görüşten yoksun bir bilim adamının gerçek anlamda bir yaratıcı bilgin olamayacağını en güzel büyük fılozofbilgin A. Einstein 1952'de New York Times'ta kendisiyle yapılan göruşmede dile getirmiş: "Yalnızca uzman olmak insan olmak için yeterli değil. "Felsefi göriişü ve tarih bilinci olmadan bir insanın gerçekten yaratıcı olması, yaratıcı olarak bilimde etkin olabilmesi olanaksızdır. Yalnız uzman olan insan, kullanılmak ilzere programlanmış bir tür makine olur, ama değerli bir kişilik oluşturamaz!' Bilimlerin felsefeyle desteklenmesini ve felsefenin yaygınlaşmasını sağlamak uzere son yıllarda Paris Universitesi profesörlerinden Jacques Derrida'nın yönetiminde Paris'te kurulan "College İnternational de Philosophie" (1983) dikkatleri hemen üzerine çekü. Söz konusu olan, özellikle öteki bilim alanlarıyla bağlantısı içinde felsefeye yeni bir anlayışın getirilmesi ve felsefenin bilimlerin sıraduzeninde gerçek yerine oturtulmasıdır. Ama aynı zamanda felsefeyi yaygınlaştırmak ve öteki bilim alanlarıyla daha fazla bağlantı kurmasını sağlamaktır bu kurumun amacı. Fransa da 70'li yıllarda Giscardyönetimi felsefe öğretimini okullardan kaldırmak istiyordu. Derrida, buna en şiddetle karşı çıkanlardan biri olmuştu. College de o yılann savaşımı içinde oluşmuştu. Ancak bu kurum yalnızca felsefeye ilgi istemekle kalmamış, felsefenin kendisinin yenilenmesine de önayak olmuştur. Burada her şeyden önce söz konusu olan da: Bilimlerde de felsefeye gereksinimi buyuk ölçüde uyandırmaktır. Önerileri de: Fen faküllelerinde de feisefe ogretimi yapılmasıdır. Felsefenin yeterince var olmadığı ve yaygınlaştırılması gerektiği konusunda felsefeciler yalnız değildir, bilimde uzmanlaşmış birçok araştırıcı öğretim üyesi de bu göruşü paylaşıyorlar ve bunlar College'in üyesidirler. Ayrıca felsefeyi yalnızca bilim alanına değil, her alana, sanatlann en karmaşık alanlarına değin yaygınlaştırmak söz konusudur. Nitekim College'in uyeleri arasında ünlu sanatçılar da var. Bugün felsefe bakımından bizim içinde bulunduğumuz durum da 70'li yılların Fransa'sını andınyor. Felsefe öğretimi okullardan sessizce kaldınlıyor. Anadolu liselerinin yalnız fen bölümü eğitimi yapmalan, felsefe dersinin okutulmaması sonucunu doğuruyor. Oysa bilme tutkusunu yaratan, araştırma için gerekli olan merakı uyandıran, soru sorma ve düşünmeyi sağlayan, sorun koyma yollannı açan felsefenin en başta fen bölumlerinde ve fen fakültelerinde okutulması gerekir. Son yıllarda yurdumuzun her yanında kurulan üniversitelerin hiçbirinde felsefe bolümü açılmıyor. Bu üniversitelere öğretim üyesi alınmak üzere verilen ilanlarda felsefe öğretim üyesi isteminerastlanmıyor.Son olarak 9 Şubat 1986 tarihinde Konya Selçuk Universitesi Rektörhiğu'nden verilen ilanda örneğin, FenEdebiyat Fakültesi'ne alınacak öğretim uyeleri için 25 Anabilim dalı arasında felsefe yok; Eğitim Fakültesinde: tarih eğitimi, Fransız, Alman dili eğitimi vb. 10 bilimeğitimi arasında felsefe eğitimi yine yok; oysa İlahiyat Fakültesi'nde: Islam felsefesi, din felsefesi, din mantığı gibi alanlar açılmış. İlahiyat fakültelerinde tslam felsefesinin okutulması gerekli kuşkusuz. Ama üniversitelerin temelini oluşturan edebiyat ve fen fakültelerinde felsefenin olmaması dikkat çekici. Oysa üniversitelerimizin çağdaşlaşması, temel bilim dallannın gelişmesine bağlıdır. Bilimsiz, felsefesiz bir toplum dışarıdan teknoloji getirtmekle çağdaşlaşamaz, kalkınamaz, ilerleyemez. Yarar gözetmeyen bilimsel incelemelerden yoksun bir toplum çağdaş uygarlığa ayak uyduramaz. Teknoloji ancak bilimle üretilir, bilim de ancak felsefeyle yaratıcı olur. Teknolojiyi yaratan düşünce diınyasını, kavramları bilmeden teknolojik araç gereçleri almakla yalnızca robotlar türetilebilir. 27 ŞUBAT 1986 Teknoloji Çağında Bîlînı ve Felsefe tlniversitelerimizin çağdaşlaşması, temel bilim dallannın gelişmesine bağlıdır. Bilimsiz, felsefesiz bir toplum dışarıdan teknoloji geîirîmekle çağdaşlaşamaz, kalkınamaz, ilerleyemez. Yazar gözetmeyen bilimsel incelemelerden yoksun bir toplum çağdaş uygarlığa ayak uyduramaz. Teknoloji ancak bilimle üretilir, bilim de ancak felsefeyle yaratıa olur. Prof.Dr. BEDtA AKARSU Günümüzde, hem de filozoflarca, felsefenin anlamı üzerine sorular yanında felsefenin görevi ve işlevinin ne olduğu, gelişen bilim ve tekniğin yanında bir yeri, bir şansı olup olmadığı gibi sorular da sık sık sorulur oldu. Ancak yalnız günümüzde değil, bilim ve tekniğin birden ilerlediği, gelişen bilimlerle birlikte toplumların da değişikliğe uğradığı her dönemde felsefeye karşı aynı tutumun takınıldığıru görüyoruz. Bir zamanların "bilimlerin kraliçesi" olarak görülen felsefe, sonralan alaşagı edilip tahtından indirildi. özellikle Yeni Olgucularca mantıksal deneycilerce felsefe, olsa olsa "bilimlerin hizmetçisi" olabilir denildi. Bugün artık bu iki tutum da aşılmış, geçerliliğini yitirmiştir. Felsefeyle bilimin yeniden yan yana olması zamanı gelmiştir. Bilimlerin sınıflanması artık yukarıdan aşağıya bir sıralamayla yapılmıyor; birbiri yanında yer alıyor her bir bilim. Bilimlerarası çalışmalann gittikçe yaygınlık kazandığı son yıllarda bu bilimler arasında felsefenin yeri de daha bir belirginleşiyor. Aslında felsefe baştan beri bilimle yan yana, iç içe yürümüştür. Bilimlerin tarihi, felsefenin tarihinden ayn düşünülemez. Batı felsefe tarihi geleneğinde felsefenin eski Yunan felsefesi ile I.Ö.6. yüzyılda Batı Anadolu'da o zamanlar Ionia denilen bölgede karşılaşılan filozoflarla başlatılması boşuna değil. Bu dönemde de, bu dönemden önce de Yunan felsefesinin dışında birtakım düşünceler ve bilgiler vardı hiç kuşkusuz. Uzakdoğu, Çin, Hint kültürleri, Mısır, Mezopotamya, Hitit, Fenike kültürleri Yunandan önce gelişmişlerdir. Yunan felsefesinin Doğudan gelen etkilerle ortaya çıktığı da söylenir. Gerçekten İoniahların Doğudan aldıkları bilgiler vardır; örneğin geometri bilgilerini Mısırlılardan, astronomi bilgilerini Babillilerden edinmişlerdir. Ancak Mısır'da gelişen geometri pratikteknik gereksinmelerden doğmuştu. Babillilerin astronomisi de dine dayanıyordu. Yıldızlara tapan Babillilerin yıldızlar üzerinde yaptığı gözlemler hep dinselpratik amaçlar içindi. Eski Doğu kültürü bilgi ile ya dinsel baİumdan ya da teknik bakımdan ilgilcnir. Doğudaki felsefı düşünceler de dinsel inançlarla ve söylenlerle (mitos) kanşmış olarak ortaya çıkarlar. Felsefı düşünceleri en derinden içeren Upanişad'lar bile sıkı sıkıya dine bağlıdırlar. Oysa tonialılar, Mısırfılann ve Babillilerin gözlemlerinden yararlanmışlar, onların parça parça olan bilgilerinden bir sistem geliştirmişler, kuramsal (teorik) bir bilim yaratmışlardır. tonia filozoflan dinsel inançlardan ve pratik kaygılardan bağımsız kalarak doğruyu aramış, bilgiye varmaya çalışmış, doğa üzerine görüşler ileri sürmüşlerdir. Böylece de Ionialılar doğruya ve bilgiye "dogrunun ve bilginin kendisi için" yönelmiş bir bilimin, bir felsefenin ilk yaratıcısı olmuşlardır. ("Bilimin amacı yine bilimdir", "Bilgi bilgi içindir" göruşü "Sanat sanat içindir" göriişü gibi bugun modası geçmiş göriışler olarak görulüyor gerçi. Çağımızda her şey toplum için yapılıyor. Ama sanatı ön plana almayan sanatçının sanata da topluma da bir yaran görüimuyor. Toplumdan soyutlanmış bir sanatçı hiçbir şey yaratamayacağı gibi, sanatı her şeyin üstunde tutmayan, sanat tutkusunu yitiren bir sanatçı da kendini tüketiyor. Bilim için de ayru durum geçerli kuşkusuz. Yaratıcı buluşlar bilimi ya da sanatı kendine amaç edinenlerce başanlmıştır.) Felsefenin temelinde de bu bilmek için bilme, bilgi tutku PENCERE Halide Edip Haklı mıydı?.. 1919 Türkiye için en karanhk yıl. Artık çoğu Türk aydını ülkenin kurtuluşunu "Aırterikan mandas/"nda arıyor. Halide Edip de umutsuzluk içinde kıvranırken Amerikan güdümünden medet ummaktadır. 10 Ağustos 1919'da Mustafa Kemal Paşa'ya gönderdiği mektubunda şöyle yazar: "... Filipinler gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idareye kadir modern bir makine haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor. Onbeş yirmi sene zahmet çektikten sonra; yeni Türkiye ve her ferdi (bireyi), tahsili, zihniyeti ile hakiki istiklili (gerçek bağımsızlığı) kafasında ve cebinde taşıyan bk Türkiye 'yi; ancak Yeni Dünya 'nın (Amerika 'nın) kabiliyeti vücuda getirebilir. " (Büyük Nutuk, 1. cilt, Atatürk) • O günkü koşullarda Halide Edip'i hoşgörmek gerekıyor; ama 1919'da Filipinler "Kendi kendini yöneten modern (çağdaş) bir makine" değil; bir Amerikan sömürgesiydi. Daha önce 300 yıl süren İspanyol egemenliği altında Fihpınhler Hıristiyanlaştırılmışlardı. 20'nci yüzyılın başlangıcında ispanya, bu talihsiz ülkeyi Amerikalılara bırakmak zorunda kaldı Halide Edip'ın Mustafa Kemal Paşaya mektup yazdığı sırada bir aldatmaca söz konusuydu. O yıllarda çıkarılan bir yasaya göre (Filipinler Bağımsızlık Yasası Philippine Auronomy Act) ABD yönetimi örnek tutularak bir hükümet kurulacak, "zamanı gelince" Vaş». ngton bu ülkeye bağımsızlığını verecekti. Oysa tarih bağımsızlığın verilmediğini, ancak alındığım yazıyor. Sanırım Halide Edip'i yanıltan şu bağımsızlık yasasıdır. Filipinler, ikinci Dünya Savaşı ertesınde somürgecılığın tasfiye editdiği dönemde sıyasal bağımsızlığa kavuştular (1946). Ancak bunun sözde bir bağımsızlık olduğunu saptamak güç değildir; Filipinler bugün bile Amerikan güdümü altında yaşıyor. Kimileri de çıkıp bu durumun dogal olduğunu, artık Atatürk1 ün "tam bağımsızlık" ilkesınin dünyada yeri kalmadığını "karşılıkh bağımlılık" kuralının geçerli olduğunu söyleyecektir. Çünkü görüntüye bakılırsa Filipinler'de her şey var: Ordu.polis, gökdelenler, büyük kentler, üniversiteler, işadamları örgütleri, lüks oteller ve cafcaflı yaşam görüntülerinin yanı sıra Filipinler'in rejimı cumhurıyettır. Liberal parti, hatta komünist partisi bile var. Kişi başına ulusal getiri 800 dotar, nüfusun yüzde 9O'ı okur yazar, dışsatım 6 milyar dolara tırmanıyor, dışalım 8 milyar dotar ve ülke Amerikan üsleriyle güvenceye alınmıştır. Filipinler, ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasal bağımsızlığını kazanan bütün ülkeler gibi gelişti. O zaman da ortaya bir soru çıkıyor: Acaba Halide Edip haklı mıydı? Uzağı mı görmüştü? Tarihsel gelişmeyi mi sezmişti? Atatürk, ülkemizi bağımsızlık savaşına boşuna mı sürüklemişti? Tam bağımsızlık bir düşlem miydi? "Karşılıklı bağımlılık" bir toplumu çağdaşlaştırıyor mu? Filipinler bunca yıl sonra Türkiye'de yine gündemdedir. Her akşam televızyonda bu zavallı ülkeyi izliyoruz. Acıklı bir güldürü sürüyor. Yirmi yıldan beri devletin başında bulunan Marcos'a karşı halk en sonunda ayaklanıyor Muhalefet IkJeri Bayan Akino değil mi? Evet, ama asıl lider Bay Akino idi. Birkaç yıl önce Marcos'un askeheri Bay Akıno'yu oldürdüler. Ne var ki Bay Akk no da bir CIA ajanıydı. Bütün dünya hem bu gerçeği, hem Filipin ordusunun Amerika'ya bağlı olduğunu biliyor. Ülkede 15 bin kişilik gerilla birliklerine karşı süregelen savaş da bitmiyor. Filipinler sanayi devrimini gerçekleştıremediler; Çağdaşlaşamadılar. Şimdi çırpınıyorlar. Sosyal adaletsizlik korkunç. Amerikan emperyalizminin avucu içinde yaşıyorlar. Öylesine ki Devlet Başkam Marcos'un görevinden çekıldiğini bile dünyaya Beyaz Saray bildiriyor. Marcos şimdi nerede? Filipinler'deki bic Amerikan üssünde konuk... • Hayır, Halide Edip yanılıyordu. "Vbn/ Dünya'nın kabilıyeti",ne ülkeyi "kendi kendini idareye ka' dir bir makineye" dönüştürüyor; ne de gerçek bağımsızlığı" ka; fasında taşıyan ınsanlar yaratıyor. EVET/HAY1R OKTAY AKBAL OKURLARDAN TRT Yasaklasa A'e Yazar! TRT'nin sözcük yasağı genelgesini yayımlamasından bu yana, bayağı zaman geçti. (Orutysız olarak ocak ayında, resmi olarak Şubat'85'te yayımlandt.) O zamandan beri güzel yabancı kökenli sözcüğü az bir radyo ya da TV izlencesiyle karşılaşttğımızda: "Acaba düde geriye dönülemeyeceğini anlayıp bu çıkmaz yolu bıraktüar mı?" diye merak ediyoruz. Buna karşırt TRT haziran sonunda yasak sözcük dizelgesine (tiste) biriki sözcük ekliyor. Uygulamada ise, "Uluslarurası tstanbul Festivaii"nin özel adı radyoda afişte yazJİdığı bifimiyle söylenirken, TV'de ' 'miüetlerarast'' biçimine sokularak kulaklar ttrmalanıyor! Bugünltrde de yasak sözcük sayısınm artınlmasma çalısüdığı dile getiriliyor, basında. Böylece konu, yeniden güncellik kazantyor. Yasak sözcük dizelgesi incelendiğindeyse, sözcüklerin kimilerinin anlamlarının bilinmediği, kimilerinin de eski karşılıklarma doğru çevrilemediği görülür. Demek ki TRT, Osmanhca'yı unutmuş, ya da bilen yok. Örneğin tüze için TRT adalet demis. Oysa tüze Hukuktur CAdalet" değil). (Tüze sözcüğünden türeyen "tüzel, tüzelkişi, tüzelkisüik" yasak değil. Enerji Bakanı Sudi Türel, TÜRE BAKANLIĞI'na getirilirse, TRT bu kez de "türe" ve "türel" sözcüklerinî yasaklar mı acaba?) Yasaklanan kimi sözcüklerin yerine kullamlabilecek başka öz Türkçe sözcükler de var. Ancak bunlann kullantmı buyurulmayıp yabancı kökenli anlamdaşlannın kullanımı uygun görülmüs. Söz konusu anuvndas sözcüklerin Türkçelerinin kullandınlmamasına mı kızmalı, yoksa bunlann hiç olmazsa yasaklanmamasına mı sevinmeli? Önce imzasız, onaysız ortaya konup şubatta (1985) onaylı duruma getirilen yasak sözcük genelgesinde "evren" ve "evrensel" yer almıyordu. Haziran'da bunlar da yasaklandı. Ömer Asım Aksoy'un 1970'te yaptığı bir incelemeye göre, genel kültür dltimiz, 1932'den sonra 6500 Türkçe sözcük kazanmıstır. Bu, sözlüğümüzdeki 28.000 SÖZCÜĞÜA % 23'ü eder. Yani dil hazinemiz (söz varüğımızj 38 yılda Türkçe sözcükler bakımından % 23 oranmda zenginleşmistir." Günümüzde bu incelemeden 15 yti sonra bir araştırma yapusa, öz Türkçe sözcük sayısınm daha da arttığımn görüleceğine inanıyorum. Bu durumda, TRT Genel Yönetmeni kendi buyruğundakilere iki yüz sözcüğü yasaklasa ne yazar? TDK ve TRTn'm şimdiki yönetiminin dilimizi kargasaya sürükleme çabaları sonuçsuz kalacaktır. Çünku konuşmasını, yazmasını, dili kullanmasını bilen her kişi, sözünü, yazısmı yeniye, güzele, doğruya uyarlama çabasındadır; eskiye, yanlısa değil! ÖVGUN YILMAZ, EDREMİT Papandreu yönetimi için ömek teşkil etmektedir. Lozan Antlaşması'nm ruhunu yanhs yorumlara uğratma çabasında olan Yunanistan'ın son uygulamalan, Türk azınhğını zayıflatma ve yok etme plânının devammdan baska bir şey değildir. Nitekim, Gümülcine Müftülüğü 'ne soydaslanmız tarafmdan istenüen bir müftünün getirümeyip, Hafiz Cemali Meco 'da ısrar edibnesi ve Türkiye'den Batı Trakya 'ya gidecek olan kontenjan öğretmenlere kasıtlı olarak vize verilmemesi, yönetimin oatmsuz ısrarb tutumunu devam ettireceğini göstermektedir. Yunanlı şimdi de, Batı Trakya böigesmdeki secmen sayısını kısmen de olsa azaltmak amacıyla birtakım önlemler abnaktadır. Bu nedenle, Türk azmhğa Batı Trakya dışında iş vermeyi teklif etmekte, sonra da bu isyerlerine gidenlerin kayttlı bulunduklan nüfus kütüklerini Yunanistan'ın diğer bölgelerine nakletmektedir. Yine bu kisilerin, haberleri olmaksızın adlannm Yunan adlart ile değiştirildiği haberleri yaygınhk kazanmıstır. Türk azmhğı üzerinde olumsuz etki yapan bu durum ile, soydaslanmız Batı Trakya'da miUetvekîU ve Belediye seçimlerindeki oy kullanma hakkından mahrum bırakılırken, Trakya Türkleri süratle asimile edilmektedir. Aynca, çiftçilikle uğraşan soydaslanmızuı gelirlerini düşümtek ve dolayısıyla kazanç kaytplarma yol açmak için, fazla kazanç sağlayacak domates, pancar, tütün gibi ürünlerin ekimi ilgili makamlarca engeüenmekte olup, fiyatı düsük buğday ve arpa ekimi yapmaya zorlanmaktadır. Siyasi gözlemcüer, Yunanistan yönetiminin sürdürdüğü baskı politikastnm, Türk azınhğmı sosyoekonomik güçlükler •içerisine ittiği görüşünde birleşirlerken, Batı Trakyah bir yetkili "Hiçbir karann Türk azınlığımn birlik ve beraberliğini bozamayacağım" söylemistir. ZEKAİ DA VUTOĞLU/ANKARA İki oğlum kekemedir. Bu konuda uzmanlığı olan doktorun Hacettepe Üniversitesi'nde görevli Dr. Temel Pamir olduğunu tedavi olanlarm ağzından methini duyarak başvurduk. Sekreter hanımdan randevu aldım. Geçenlerde Hacettepe Universitesi antetli bir tnektup alınca, benim ve çocuklarımm umutları kırüdu Konuşma tedavi ünitemiz kapatıldığından randevunuz iptal edilmistir. Imza Doç. Dr. Osman Basgöre. Durumu bizzat arastırdım. Öğrendim ki bu konuda haklı bir şöhreti olan Dr. Temel Pamir aynlmış. Bu nedenle de ünite kapanmış. Bir söylentiye göre, YÖK'zede edilmis. YÖK'ten şunu sormak isterim. Öğretim görevlilerinin sayısınm arttığı söyleniyor. Oysa Ankara'nın göbeğinde Prof. Doğramacı'nm kurduğu üniversitede bir hocanın aynlısı ile ünite kapatılıyor. Saym Doğramacı ne der? Araştırma görevlisi saym arttığı açıklanır. S'asıl artıştır ki Dr. Pamirin yerini bir ölçüde telafi edecek hiç asistan istihdam edilip yetiştirilmemiş. Saym Doğramacı ne der? Ülke duzeyine göre olanaklıyım. Gerekirse Avrupa'da da olanak arayacağım. Ama ülke Amerika'da yetistiğini öğrendiğim bir hocasını bu kadar kolay kaybedip, Doğramacı'nm kurucusu olduğu üniversitesinin bir ünitesini bu kadar kolay mı kapatabiliyor? HALİD BURSAL1 Baba ve Oğul... "Babam, gerçekten anılanmdaki gibi. kimselerin yenemeyeceği kadar güçlü kuvvetli iriyarı bir adam mıydı?" Demirtaş Ceyhun 'Babam ve Oğlunrf adlı öyküsüne böyle başlıyor. Babamızı yıllar geçtikten sonra nasıl anımsarız? Hele o baba biz küçükken ölmüş ise... Kura kura, düşleye düşleye o 'baba' bambaşka biri olur çıkar. Anılanmızda kalan çizgileri birleştirir, bir bütün yaratırız. Çoğunlukla gerçek yaşamdaki kişinin çok dışında, ona çok yabancı biridir. istediğimiz niteliği veririz ona. Demirtaş Ceyhun yıllar sonra babasını (ya da öykünün kahramanı kendi babasını) kâğıt üstünde yeniden yaratıyor. Bukişi ki kitabın kapağında da oğlu ile birlikte resmini görüyoruzCeyhun'un babası mıdır, yoksa öykü yazarının kahraman olarak bize tanıttığı ve "berV'nin ağzından anlatttğı herhangi bir baba' mıdır? Bence burası hiç önemli değil. Kendi babası ya .da başka biri, ne çıkar. Karşımızda bir baba bir de oğul var. Bizi o baba ile oğulun evreninde yaşatıyor. Unutulmaz öyküler vardır. Bir kez okumuşuzdur, bk tüıiü unutamamamışızdır. Kuşaklar gelir geçer, o öykü dipdiri kalır. Bir kaç örnek versem mi? Sait Faik'in 'Stelyanos Hiristopulas Gemtsi", "İp Meselesi", "Kameryeli Mezar", "Papaz Efendi", daha niceleri... Sabahattin Ali'nin 'Asfalt'ı, "Uyku"su, Haldun Taner'in 'Konçinalar'ı, Tarık Dursun'un 'Bahriyeli Çocuk'u, M.Ş.E1 nin 'Hamit İçin Bir Yazı' ve daha başka öyküleri, Yaşar Kemal'in "Yatak"ı, Orhan Kemal'in 'Çamaşırcının Kızı" vb... Bu öyküler ve bunlar gibi başka öyküler okurun belleğinde izler bırakmıştır. Her okunuşta değerleri artar. Eskimek bilmezler. Demirtaş Ceyhun'un "Babam ve Oğlum"u böyle bir öykü işte... "Fotoğraflarına bakılacakolursapekdeiriyarı biradam olmasa gerek. Ybksa ben de mi bütün çocuklar gibi babamı olduğundan daha iriyan görmüşüm, abartmıştm, kimbilir"... Fotograflardaki babanın dışında, üstünde bir baba imgesi vardır oğulda. "Hayırhayır. Bu fotoğraflar gerçeği yansıtmıyor eminim. Babam iriyartydı, güçlü kuvvetli idi. Mahallede herkes hayrandı ona. Kıskanırdı. Hatta çekinirlerdi bile. Yürürken yeri göğü çın çın öttürürdü. Üniformasının içinde dimdik duruşu, yürüyüşü, sigara tüttürüşü. Hele ceketinin sol üst cebinden sarkan kalın zincirli düdüğü ve sanki biraz da inadına gözlere sokulurmuşcasına sağ kasığının üzerine kaydınlmış, kılıfı her zaman pırıl pınl yılan ışıltılı tabancasıyia öylesine görkemli, öylesine hörflüydü ki..." Oysa gerçek başkadır. Oğul, büyümüştür, artık kendi oğlu ile karşı karşıyadır. Oğlu ile konuşur. Oğul okulda öğretmenıne bağırmıştır, 'sen benim babamın kim olduğunu biliyor musun". Sonra da babasına dert döker, "Haksızlığa dayanamadım baba. Sen de haksızlığa dayanamazsın ya" der. Birden kendi babasını anımsar yeniden. Bir gezintiyi, Atatürk parkına gidişlerini... Daha daha sonra o unutması zor acı olayı... Birden bir araba gelmiştir üstlehne. Ayılar' diye bağırmıştır, ara(Arkan 13. Sayfada) YOK'p sorular O5MAM BALCIGIL IDAMIM GUMLUGU OfiUR YAYIMLA8I Bmtmdırefc ney<lam !}>K Sok«h 16/5 Dıvanyotu lstanb<i( Batı Trukya'da yeni oyunlar Yunan hükümeti, insan hak ve hürriyetlerini, hatta kendi kanunlarını bir kenara atarak, her geçen gün yeni hileli yollarla, Batı Trakya'daki soydaslarımızın kültürelekonomik ve sosyal haklannı saygısızca gaspetmeye devam ediyor. Özellikle, yakın tarihte cereyan eden tüyler ürpertici Bulgaristan mezaümi, BEKÂR GAZETECt KİRALIK EV ARIYOR (Tercihan Onaköy, Beşiktaş, Arnavutköy'de) 80100 bin TL'ya kadaı Tel: 52610009 hat (454) 1616548 (iş saatlerinde) ELEMAN ARANIYOR Fotoğrafçıhğa meraklı renkli karanlık odacı olarak yeüsürilecek bay ve bayan elemanlar aranıyor. Tel: 1471976 İstediğiniz "emeklilik yaşı"yla! Şork Sigorta Özel Emeklilik Sigortası'nda emeklilik yaşmızı kendiniz seçer, ne zaman emekli olacağınıza kendiniz karar verirsiniz. İster 5 yıl sonra, ister 10, 15, 20 yıl sonra... 0SARKS/GORLA 1923'ten beri" ŞARK SİGORTA, bir GfölU* ve TÖBANK kuruluşudur. ŞARK SİGORTA T.A.Ş. Telebn Santral: 167 00 30 (10 hat) Hayat Serv.si: 172 42 7475 ŞARK SİGORTA tüm ocenteleriyle hizmetinizdedir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear