29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/IO 17 KASIM 1985 8 ki önder yan yana gelebilir, ilkede biriikte oldukI l a n n ı açıklayabilirier ve hazırlanan bir meine imza atariar" dedim. Arkadaşlar bu önerimin pek başarılı olacağını sanmıyorlardı... AP önderi Demirel'in Güniz Sokak'taki evinde, hazırladığım metni imzalaması için direniyordum: "Böyle bir metni neden imzalamayacağınızı anlayamıyorum. BUiyorum, bir seçim arifesindeyiz, bu sırada iktidann başıyla 'ortak hareket' elmeBin zarariannı gözetiyorsunuz. Ama, kimi olaylar da var ki, üzerine çıkmanız gerekiyor. Sizin de Ecevit'in de anayasa çerçevesinde bolücülükten terör ve anarşiye değin yapüacak bir savaşımda biriikte olmanızı önleyecek ne var ki; dogrusu anlamıyorum, bunu kamuoyuna anlatmakta da güçlök çekecegimizi biliyorum" dedim... Iki önderin imzalayacağı bir metınden söz ettiğim anda, "Kim imzalayacakmış bu metni?" diye sormuştu. Önüne konulan konuyu çok ciddi karşılamıştı. "Siz ve Ecevit" dedim. "İmzalamam" dedi Demirel. "O z»tı ben başbakan kabul etmediğimi birçok kez söyledim." "Söyleyebilirsiniz, ne var ki Ecevit başbakan ama.." Demirel, "Seçim öncesi böyle bir mutabakat *muvazaa' izlenımi verir" dedı. "tstersen sor, cevap vereyim, bir demeç olsun" diyordu. Demeçten bol ne vardı ki piyasada; demeç, yeterli değildi. "Size ne soracağım ben. Bölücülüge karşı raısınız, yanın evet. Anarşi nereden gelirse gelsin karşı mısınız, yanıt evet. Bunlan bir metne yazdıgımız zaman neden 'evet' deyip imzalamayacaksınız?" diye direndim. lnadı inattı: "O zaO başbakan kabul eüniyorum, imzalamam'' dedi, kesti aıtı. Gece yarısma doğru Demirel'in evinden çıktığımda umudum kırılmıştı. Biz ne yapmak istiyorduk, "Ayak seslerini duyuyorduk." Bu nedenle, hiç değilse daha önceden iki önderin anarşiden demokratik düzene gelecek her türlü saldınya karşı "bir ve beraber" olduklanru kanıtlamak, onlan bu yolda buluşturmayı kamuoyu önünde belgelemek istiyorduk. Genel seçim niteliğine bürünen bir ara seçim vardı önümüzde, ama bu seçim ne getirecek, neyi alıp götürecekti. Aklımızdan bir türlü çıkarmadığımız soru buydu. Henüz askerler "kışlalanndan" çıkmış değillerdi, Ecevit dilerse kabul etmesin, "çıkma hazırhgı" içindeydiler. Yapuğınuz bütün görüş.melerde asker kesimin bu olguyu yadsımadığını görüyorduk. Demirel'in gözlerinden, yüzünün çizgilerinden bu girişime fena tutulduğunu anlamıştım. Bense yola çıkmıştım bir kez, sonuna dek götürecektim. "Birlige Çagn" demokrasiyi kurtarma operasyonunda ilk adım olabilirdi. • Demirel: Ben olmasam bu rejim ayakta duramaz CÜNEYT ARCAYÜREK 12 EYLÜL'e giden günleri yazdı l f C BÛLEHT V E ECEVİT • .# • » MUDAHALENIN AYAK SESLERİ (1978 1979) Demirel hazırladığım metnin altını Ecevit'le biriikte imzalamaya yanaşmıyor, "Ben o zatı zaten başbakan olarak kabul etmediğimi birçok kez söyledim" diyordu. Demirel'in çekindiği başka bir nokta daha vardı: "Seçim öncesi böyle bir mutabakat muvazaa izlenımi verir." Cumhuriyete, milli, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletine, devletin, milletin ve vatanın bütünlüğüne, temel hak ve hürriyetlere, yurttaşlann huzunına ve güvenligine yönelik her türlü eylemin ve şiddeün karşısına, şiddete ve demokratik hukuk devleti kuraUanyla bagdaşmayan yontemlere başvurmaksızın çıkmak. tktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayi demokratik yollarla gerçekleştirmeye çalışmak, komiınizm ya da faşizmi veya demokrasiyle ve demokratik hak \e bürriyetlerle bagdaşmayan veya laiklige aykın olarak devleti din kurallanna dayandırmayı öngoren rejimleri getirmek isteyenlere karşı. anayasa, demokrasi ve demokratik hukuk devleti kurallan içinde mucadele etmek. Yurtta ve dünvada banşı sürekli kılmak için ugraş vermek." Ertesi günü, AP ve CHP önderlerinin "Birlige Çağn"ya katıldıklarını ve onayladıklannı bildiren mektuplannın klişelerini, bu birleşmenin öyküsünü, siyasal alana getireceği yeni atılımı dile getiren yazılanmızı yayımhyorduk. Eğer bu çağn öteki basın organlarından destek görseydi, çağrıya katılan iki önderin açıklamalarıyla olumlu sonuçlar getirebilirdi. Tercüman'da başmakale yazan Güneri Cıvaoglu, "gazetecilik yaptıgımm" öne sürerek bu çağnnın bir değeri olmadığım öne sürdu. Ötekilerden ses çıkmadı. (Basın bu oluşmaların üstüne Ustüne gideceği yerde, olaylan kendi akışında izleyip gidiyordu. "Ayak seslerinin" giderek yaklaştığını işitiyorduk; kimi belirtilere göre, demokratik rejimin üzerine yine örtü atılacağı kuşkusu içindeydik. Eğer sahip çıkılabilseydi, eğer bir gazetecinin yaptığı böylesi olumlu bir girişimin sonucu "gazetecilik" diye nitelenmeseydi, belki de siyasal güçlerin başaramadığını basın başarabilecek, olumsuz kimi sonuçlara gidilmesini engelleyebilecekti. Fakat artık "askeri çağırma zamanının" geldiğini görenler, bakmayinız, siz açıktan söylenen isteklere iki partinin bir araya gelmesini istemezlerdi. Onlara göre, demokratik rejim "topyekun reviryona" gereksiniyordu. Askerler de aşağı yukarı böyle düşünüyorlardı. Daha ağustos 1979'da "birleşmişlerdi." Çünkü bizim"Birliğe Çagn"yıgerçekleştirişimizden bir gün sonra, Cumhurbaşkanı, "Genç Harbiyelilerin sesine kulak veriniz" diye mesaj veriyor; Genelkurmay Başkanı da demecinde ülkenin bütünlüğüne "kastedecekierin" Türkiye'yi parçalayacakların acı sonuna değiniyordu. "Birlige Çağn" ile ordunun yönetime gelmeye kararlı oldugunu dokunduran mesaj lar, bir gün arayla yayımlamyordu. Yazgıda bir dizi gün... ANLATIYOR (1978 1979) Başbakanlık günlerini Yunanistan'la umut verici bir diyalog başladı sa yapsın, isıer baskı yapsın, ister yapmasın, ister çozum istesin, ister istemesin; biz, Kıbns sorunu "Anarşi meseltsini Wo nu çözmeye çahşacağız, diyorduk. nuştuk. Bu arada başka konu Yani, Kıbns sorununu Amerika btra gcfcyim. Siz hukumet kur yardıma olmasa bile, Araerika ile dugunuzd* kar^ınızda sadece ilişkılerimizden soyutlamaya uğra«narşi konusu yoktu. Ödeme şıyorduk. süresi gdmiş 6 milyar dolar kaEge konusunda ise, benim ısrarlı dar diş borç vardı. Bunlann er girişimlerim üzerine, 1978 martmlelenraesi. ekonominin canlan da Montrö'de, o zamanki Yunan dınlması gibi sorunlar vardı." Başbakam Sayın Karamanlis'le BULENT ECEVIT "Evet. yaptığımız göıilşme ile, bence 1974'te hükumeti bıraktıgımızda umut verici bir diyalog başladı. Di230 milyon dolar kadar olan kısa yaloğun başlaması, başhbaşına. süreli borçlar, 1977 sonunda altı olumlu ve umut verici bir gelişme milyar doları aşmıştı. Dış ticaret idi. Türkiye ile Yunanistan arasmaçığı yaklaşık iki katına yükselmiş da bir Ege sorunu bulunduğunu ti. 1976'da iki milyar dolar dolay Yunanistan da kabul euniş oluyorlannda olan dışsatım gelirleri, du.Diyalog sürerken.kısa sürede, 1977'de bir milyar 753 milyon do çözüm için birtakım ipuçlan da belara düşmuştu. Oysa yalmzca pet lirmeye başladı. rol dışalımına bir buçuk milyar doFakat 1980 eylülünden sonra, ne lann üstünde döviz ödememiz, ay hikmetse, Ege sorunlan gündemnca kapıya dayanan dış borç faiz den çıkarıldı. Ege sorunlannın adı ve taksitlerini ve ülkenin daha bir anılmaz oldu. çok gereksinmelerini karşılayacak Siz de Montrö'deydiniz, haurladöviz bulmamız gerekiyordu. Enf yacaksınız: Tam Karamanlis'le dilasyon yüzde 50'yi aşmıştı. Devlet yalog başlattığımız gün, Vv'ashingdışardaki bazı büyükelçiliklerin ay ton'dan, Amerikan Dışişleri Bakahklannı odeycmez durama gelmiş nının bir acayip konuşması geldi ve ti. Büyüme hızı önemli ölçıide düş Montrö göruşmelerine, daha başmuştü." larken, Amerikan gölgesi dustü. "Bir yandan döviz ve p« Ben o zaman sert tepki gösterdim: n bulmak konusu, bir yandan 'Biz kendi meselclerimUi, iki da dış konular ust uste gelmiş.. komşu ulke, kendi aramızda halKıbns'ta çönım için durmadan ledtriz; gölge etmeyia başka ihsan baskılar vapılıyor. Amerîkan islemeyiz' dedim. silah ambargosu süriiyor. Ege Hanranda, Washington'da NAsorunlan canlılığını konıyor. TO doruk loplantısı yapılacaktı. Siz Karamanlis'le bir gorüşme Uzerimizdeki Amerikan baskıları yapıyorsunuz. Bir diyalog baş ve ambargosu devam ederken, lamış oluyor iki iılke arasında. Washington'da yapılacak bu top• ' Amerika'da teredduUer var mı lantıya kaıüıp katümama konusunyok mu?' tartışmalan oluyor. da bazı tereddutlerim vardı. GerSiz bastınyorsunuz. Ama ana çi, katılmamayı duşünduğümu hiçpolitika, zmnnediyonıın ki, am bir vakit söylemedim. Fakat be'.li bargodan once Kıbns sorunu ki, halimden tavnmdan, katılma 8 Herkes suçludur BAŞLICA SORUN DemlreVin yerti bir genel seçim tutkusu gene canhydı. Böyle bir seçimden tek başına iktidar çıkacağına, Türkiye'îtin başlıca sorununun "siyasal istikrarsızlığı bir an önce gidermek " olduğuna inartıyordu. Demirel, bölücülüğün Ecevit hükumeti zamanında başlayıp geliştiğini söylüyordu. önemli saptamalar yaptr. "Biz eğer bu seçimde CHP'yi bu koşullarda yenemezsek, hiç yenemeyiz. Bu çok önemli" dedi. "Eğer yüzde 45'in üzerine çıkarsa oylanmız ve beş milletvekili aiarak Meclis aritmetiğini degiştirebilirsem" dedi, "her sey başka olur." Ne olurdu?.. Bu hükümet gider, yenisi gelirdi. Ya sorunlar? Ben boyle düşünürken, Demirel, "Kimse inanmayacak bugün ama. aritmetik degişirse ben bir genel seçime götüriırüm Türkiye'yi" diyordu. 'Yeni bir genel seçim' tutkusu gene canhydı. Böyle bir seçimden tek başına iktidar çıkacağına, Türkiye'nin başlıca sorununun "siyasal istikrarsızlığı bir an önce gidermek' olduğuna ınanıyordu. Ara seçiminde 5 miUetvekilliğini AP'nin kazanacağına inanıyordu. "Çok partili demokratik rejimin gereği olan duşünce veya sosyal ve ekonomik göruş aynlıkları içinde devletin, vatanın ve railletin bölünmez bütünlüğünü korumak, bağımsızlığını güçlendirmek ve milletin kayıtsız şartsz egemenligini surdurmek. demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerini her zaman geçerti kılmak ve tıalkın mutlulugunu sağlamak ugrunda, seçraenlerin büyük çogunluğunu temsil eden iktidar ve ana muhalefet partilerinin aşağıdaki kurallarda birleşmelerini diliyoruz: Tum yurttaşları bir tutan Ataturk müliyetçiliğine ve Türk toplumunu çagdaş uygarlık yoluna çıkaran Ataturk devrimlerine bağlı kalmak. Dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep aynmı gözetümeksizin herkesin kanun önünde eşitliğini, hiçbir kişiye, aileye. zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamayacağını; kayıtsız şartsız Ttırk milletinin olan ve anayasa esaslarına göre yetkili organlar eliyle kullamlan egemenligin hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağını, hiçbir kimse veya örganın kaynağım anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağını benimsemek. Herkesin kişiligine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez lemel hak ve hürriyetlere sahip oldugunu kabul ederek kişinin temel hak ve hürriyetlerini, fert huzuru, sosyal adalet ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasi, iktisadi ve sosyal bütün engellerin devletçe kaldınlmasına, insanın maddi ve tnane\i >arlığının gelişmesi için gerekli sartların hazırlanmasına katkıda bulunmak. Herkesin yaşama ve maddi varlıgını geliştirebilme hakluna, düşünce, kanaat, vicdan ve dini inanç hürriyeüne; duşunce >e inançlannı her yoldan açıklayıp yapabilme; bilim ve sanatı serbestçe öğrenip öğretebilme, açıklayıp yayabilme ve bu alanlarda her türlu araştırma yapabilme ve herkesin serbestçe haberleşebilıne hak ve hürriyetlerine saygüı olmak. Kendi duşunce ve kanaatlerini yaymak veya başkalannın duşunce ve kanaatlerini yaymalanna engel olmak uğnına, zora, şiddete ve demokratik hukuk devleti kurallanyla bagdaşmayan herhangi bir yönteme başvurmaktan kaçınmak ve başvuranlara karşı açık durum almak. Eve giderken AP önderinin kimi sözlerini arumsıyordum: Ben, "birlige çagn"dan söz ederken Demirel, AP milletvekillerine Siverek'te sıkılan kurşunlardan duyduğu üzüntuyü söyluyor, "Herkes suçludur, MGK, Cumhurbaşkanı... Hepsini itham edecegim, bu seçimde bunları söyleyecegim. Eğer ben olmasam (gögsüne vurdu) bu rejitn bir dakika ayakta duramaz" diyordu. Korutürk'ten destek Önderlerin birliğe çağnya, katıldıklarını bildirdiğimiz gün, Çankaya Köşkü'ne cıktım. Haluk Bayülken, Ühan Öztrak ile Ali Baransel'le oturup konuştuk. "Cumhurbaşkanı, sürekli olarak iki partinin birliğini istemiyor mu?" diye sordum Bayülken'e... Onayladı. "Oyleyse bize bir mesaj versin, çağrıyı pekiştirsin" dedim. Cumhurbaşkanına arz edeceklerdi. 30 ağustos gecesi Ali Baransel, Cumhurbaskanının "Birlige Çagrı" ile ilgili mesajının hazır oldugunu söyledi. Korutürk, bu girişimin bir basın orgamndan gelmesini mutiulukla karşılarruştı; mesaj çok olumluydu, birliğin sürüp gitmesini diliyordu. Biz "gidiyor" diyorduk, Politika gazetesi, amacı, "tekelci sermayenin girişimi" diye niteliyordu. TİKP organı Aydınlık ise, bid daha açık olmaya, "Sovyeuer'le MHP'ye karşı tutum takınmaya" çağırıyordu. Hiç kimse "yaklaşan ayak seslerini" hesaba katmıyordu. "Askerlerin kimi düşünceleri karşısında bu çağn, önemli etki yapabilir" diyordum Demirel'e. "Ne yapmak istediginizi anhyorum" diye yanıtlıyordu. Ecevit, girişimden memnundu, "Hayırlı olsun" diyordu. Çağrının yayımından sonra başkente dönmuştüm. 30 ağustostaki törenlerde Ecevit'le Demirel, Genelkurmay da karşılaşmış, gülerek el sıkışmış, birbirlerine aylar sonrası "Merhaba!" demişlerdi. Bütün bunlar, gazetelerde fotoğraflarıyla yer alıyordu. Ne güzel, ne umutlu bir başlangıç olabilirdi... SÜRECEK Demirel, AP milletvekillerine Siverek'te sıkılan kurşunlardan duyduğu üzüntüyü söyluyor, "Herkes suçludur, MGK, Cumhurbaşkanı. Hepsini itham edeceğim, bu seçimde bunlan söyleyecegim. Eğer ben olmasam bu rejim bir dakika ayakta duramaz" diyordu. "Cumhurbaşkanı, görevini baştan beri, yıllardır yapmıyor" diye sürdürüyordu. "Cumhurbaskanının araacı, görev süresini miidahalesiz atlatmak" dedim. Yargım buydu. Demirel, "Yani kazasız belasız, öyle mi?" dedi. Ordunun üstüne düşen görevi yapmadığını vurguluyordu. Svkıyöneüm'.erden şikâyetçi idi. "Ben ordu müdahalesine hep karşıydım, gene de karşıyım" dedi, durdu ekledi: "... Ama bu gidişe bir gün 'dur' diyecek çıkar..." Özellikle hava kuvvetlerinde küçük rütbeliler arasında önemli gelişmelerin olduğundan, hatta bir söylentiye göre tegmenleT arasmda "devrim komiteleri" kurulduğundan söz edildiğini anlattım. Çok ilgilendi, hayret etti. Baktım konu gelişecek, "Üst düzeyde şimdilik bir şey yok gibi göriinüyor" diye yumuşatmaya çahştım: "Evet evet öyle" dedi, "Zaten ben askerlere bir şura toplantısında şiradiki tehlikenin subay sınıfından gelmeyeceğini, kışkuimalar karşısında asıl tehlikenin erattan kaynakianabilecegini so>lemiştim..." Subaylar sokakta dövülüyor • Sözü gene MGK'ye getıriyor "Şurada burada subaylar sokakta dövülüyor, nerede bunların hassasiyeti" diye söyleniyordu. Bir de kaygısı vardı: "Kars'ta bazı bölgelerde Uçelerde sandığa saldınlacağı söylentisi üzerine, güney Ulerindeki Türkmenler 'biz de böyle yapalım' diyoriar. Artvin'de subay dövülüyor, vali konağı ateşleniyor. Bu illerde seçim var, eğer seçim günu böyle olursa?..." "Seçim 'muallel' olur" dedim. "Evet" dedi. "Bunlan Ecevit'e yazsanıza" diye yeniden giriştim. "Doğu meselesinde Cumhurbaşkanına mektup yazdıra da ne oldu Allah aşkına" diye kızgınlıkla yanıt verdi. Demirel, ODTÜ'de İstiklal Marşı çalındığında öğrencilerin ayağa kalkmadıklanm ve benzeri olayları anlatıyor, anlatıyordu. DİYALOG BAŞL4XGICI 1978 martında Montrö'de KaramanUsTe yaptığınuz görüşme ile, bence umut verici bir diyalog başladı. na egUmek... Ambargo konusanda da, 'Amerika kendisi kaldırsın' gibi bir gonintıi var hiikumetinizin tutumunda... O sırada Amerika ile ilişkileriniz nedir?" BÜLENT ECEVtT "Ambar go ve Kıbns konusundaki tavnmızla ilgili teşhisiniz doğru... Amerika, Kıbns konusuyla silah ambargosu arasında bağlantı kuruyor diye, biz de kendimizi öyle bir bağlantı kurmaya mecbur saymıyorduk. Biz Kıbns konusunda bir uzlaşmayı ve kesin çözümu, Amerika baskı yaptığı için, 'Kıbns sorunu çozülmezse ambargoyu kaldırmam' dediği için değil, kendımiz gerekli görduğümuz için istiyorduk. Bu konuda komplekse kapılmaktan sakımyorduk. 'Amerikan baskıs oidugu sürece Kıbns'ta uzteşmıya gitmeyiz.' gibi bir tavır almıyorduk. Amenka ne yaparyabileceğim ızlenımini ediniliyordu. Oysa başkanhk sırası bizde idi, doruk toplantısını benim açmam gerekiyordu. O nedenle, toplantıya kaulmayabüeceğim izlenimi, genelükle muttefıkler arasında, özellikle de Amerika'da buyuk huzursuzluk doğurdu. Fakat bu huzursuzluk da işimize yaradı. Sonunda VVashington'a gitmeye karar verdim. Önce Bruksel'e uğradım. Orada tavnmızı yurauşatmak için, bir yandan OECD'den yardım vaatleri, bir yandan Amerika'dan anlayışlı davranış vaatleri gelmeye başladı. Brüksel'de NATO doruk toplantısına hazırlık için, Türk yetkililerle, Dışişlen Bakanımızın, diplomatlanmızın, NATO'daki Süahlı Kuvvetler gorevlilerimizin katıldjğı bir [oo'antı yaptım." Ortak metin 29 Ağustos 1979 günü gazetede "Birliğe Çagn" metni yayımlandı. "BİRLİĞE ÇAĞRI" metni şöyleydi: (Baftamfi 1. Sayfada) otelde konuşabildiğimiz kişiler savastan duyduklan yılgınlığı çekinerek ancak bir "ölçüde" dile getirebiliyordu, ne var ki, sade itısanlar enflasyonun geçen yj yüzde 200 oldugunu, bu yü belki yüzde 160 dolaymda gerçekleşeceğini acı bir dille vurguluyordu. Yaş ortalaması 70 olan kadınlı erkekli Amerikalı turistler otelleri dolduruyor, buna karşı DLSişleri Bakanlığından bir yetkilinin eşinin bana söylediği gibi, "Dışardan para gönderip durmadan savaş etmemizi istiyorlar" diyerek basit bir anlatışla Amerikahların tutumundan yakınıyordu. Israil, Suriye'nin artan askeri gücünden tedirgin mıştı. Ancak verdiği ikinci güvence ekonomik durumu düzeltmekti. İkinci güvence aylar geçmesine karşın olumlu hiçbir gelişme göstermemişti. Peres hükumeti, şimdi Ürdün banşma bel bağlanuştı. Ne çare, İsrail, Ürdün'le banş yapabilmek için bir Enver Sedat anyordu. Peres de eğer Ürdün'le banşı sağlarsa, belki Nobel ödülünü alabileceği hesabı içinde bu konuya değişik bir ağırlık vermişti. Askeri sözcü Albay Gissin, çevrede banş sağlasalar bile "askeri güçleri ayakta tutmak zonınlulugundan" söz ediyordu. Albay Gissin'in odasındaki duvarda Israil'i ve çevresindeki ülkeleri gösteren büyük haritada jet uçaklanyla HayfaŞam'ın on dakikahk, MafrakTel Aviv'in 9,5 dakikahk, KudüsMafrak'm 7 dakikahk uzakhkta olduğu, çizilen oklarla belirtilmişti. Albay Gissin, bu denli yakın uzaklıktaki askeri odaklardan Israil'e her an vurucu bir hareketin başlayabileceğini söyluyor, tehlikeyi gösteriyordu. Haritadaki oklara göre, saldırı hep çevredeki Arap ülkelerinden İsrail'e ve kentlerine doğruydu. "Ama, İsrail de bu ülkelere . askeri hareket yapıyor, yapabilir. Saldırı okları neden hep Arap ülkelerinden İsrail'e uzamyor da, İsrail'den Arap Ulkelerine bir saldın olasıhgıyla yonelmiyor?" Tabii, bu sonınun yanm klasikti. İsrail, "kendi varlıgını" koruyordu. Mısır'la yapılan banştan sonra Ürdün'le de masaya oturulabilir ve lsrail'in doğu sınırlaıi güvenceye alınırsa, İsrail için tek tehlike kalacaktı: Suriye. Suriye'nin giderek askeri gücunü anırması İsrail'de kaygı ile izleniyordu. Albay Gissin, "Suriye'nin askeri bir harekete geçecegini düşünmüyoruz" diyordu, ama Suriye'nin 350 bin kişilik ordusunu 500 bine çıkardığını, şu anda elinde 650 uçak bulunduğunu, 10 tane CPal ve önemli sayıda Şam5 füzesine sahip oldugunu söylüyordu. Gissin, "Sovyetkr Birligi ilk kez başka bir ülkeye, Suriye'ye Mig 29 uçakları veriyor. Suriye öyle bir duruma gelmek istiyor ki, İsrail'le eşit askeri güce sahip olsun. T72 tanklanndan elinde 900 tane var, Sovyet teknisyenleri 5 binden 4 bine indi, o da Şam5 füzeleri geldikten sonra.." diyordu. Suriye'deki füzelerin Kudüs'ü, belki de Tel Aviv'i vuramayacağını, ama lsrail'in önemli noktalanna önemli ölçüde zarar verebileceğini belirtiyordu. Suriye'den kaynaklanan bu kaygının, bu askeri güçlenmenin yani sıra, Albay Gissin'e göre, Suriye belirli yerlerde kurduğu kamplarda terörist yetiştirip Ürdün'e ve İsrail'e gönderiyordu. Bu kamplann nerelerde oldugunu elbette biliyorlardı. Örneğin Şam çevresindeki bu kamplarda teröristlerin yetişmesini sağlıyor, onlan himaye ediyordu. Ancak, Suriye bu kampları kontrol altmda tutabüiyordu, Ürdün ve Tunus'taki kamplar gibi değildi bu kamplar... Oysa, Tunus'a karşı lsrail'in yaptığı uçak hareketine değinen başka söylentiler vardı. İsrail'in Tunus yerine Ürdün'deki kamplara uçak saldırısı düzenlemeyi planladığı, ancak bundan ABD'nin baskısı ile vazgeçip Tunus'a yöneldiği söyleniyordu. Bu soruyu Gissin, "Yanıt vermek istemiyorum" diye karşıladı. "Her ülkenin kendine göre planlan" oldugunu söyleyen bir eklenti yapmakla yetinirken, îtalyan yolcu vapurunun kaçınlmasına değindi, "Bu olay, Tunus'a yapılan nareketten önce planlanmıştı" diyordu. "Guney Kıbns, teröristler için bir barınma yeri miydi?" sorusunu doğruluyor, "Güney Kıbns teröristler için siyasi ve cografi atlama >eri" diye konuşuyordu. Ürdün'ün silah durumuna kısaca değindi: 900 tank, 150 uçaklı bir silahlı güce sahip oldugunu, Kral Hüseyin'in Suriye'den gelecek bir saldınya karşı Silahlı Kuvvetlerinı güçlendirmek için ABD'den 1,5 milyar dolarlık askeri malzeme almayı istediğine değindi. Bir hafta kadar önce iki F5 Ürdün uçağı İsrail hava alanına girmişti, "bu, bir hataydı" ama, "bölgede bir 'delilik dönemi" başiamıştı. Ya deliren bir pilot Fİ6 ile İsrail'e girse, bombalasa ne olacaktı?" Akhru oynatan insanlann sadece Ürdün'e ya da çevre Arap ülkelerinden görülmeyeceğini, deliren bir İsrail pilotunun da aynı çügmlığı Arap ülkelerine giderek yapabileceğini söyledim Gissin'e.. Nedense, İsrailli pilotlann ya da askerlerin deürebileceğini, ya da tsrail'in çevre ülkelere saldıracağıru kabul eden bir mantık dizisi sergilemiyordu. Hep, Arap ülkelerinden gelebilecek saldınlardan söz ediyordu. Tek taraflı bu mantık karşısında "İsrail'le Arap ülkelerinin karşılıklı güven duygusunu hiçbir zaman benimsemeyecekleri" gibi bir sonuç ortaya çtkıyordu. Buna karşın, Joseph Alphen, İsrail hükumetindeki açmazlan sıralıyor, Peres ile Şamir arasındaki anlaşmazlıklann varacağı noktayı araştınyor, kaygı besledikleri Suriye konusunda, "Esat gider ve yerine daha ılımlı birisi gelirse banş olasılığından " söz ediyordu. Fakat Mısır'da Mübarek gider, yerine İsraillilerin deyişiyle daha "fanatik birisi" gelirse ne olacaktı? Bu, bir olasılık değil miydi? Kudüs'tekilerüı tersine bölgedeki büyük değişimleri hep İsrail varsayımlanna göre hesaplamak olanaksızdı. Alpher, İsrail halkının savaş istemediğinden söz ettikten sonra, Suriye saldınrsa işin renginin değişebileceğini, ama bu savaşa "Sovyetler'in kanşması" olasılığı bulunduğunu, İsrail böyle bir savaşı kazanırsa siyasal sonuçlannm ne olabileceğini hesaplamak gerektiğini anlatıyordu. Sonuçta, Suriye ile banş yapabilmek için bulduğu tek çözüm, Esat rejiminin işbaşından gitmesiydi. Alpher bir sivildi, bir ilim adamı. İsrail'in ekonomik durumunu düzeltebilmek için askeri giderleri kısıüamanın tek koşul oldugunu söylüyordu. Bu arada sade insan, "demokratik İsrail'de", partilerin sürekli birbirini yediğinden, anlaşmazlıkların giderek arttığından yakınıyordu. Kimi olayların çözümlenebümesi için bel bağladıkları iki büyük partiye dayalı Ulusal Birlik Hükumetindeki birden ortaya çıkan anlaşmazlıkları kuşkuyla izliyordu. Emekli Buyukelçi Nuri Eren'in Günaydın'daki bir yazısını beğenip benimsedikleri için olacak, bir gün otele bu yazının fotokopisi Dışişleri Bakanlığından İzak Leor'un "saygılarıyla" geldi. Bu yazı, Amerika'daki Yahudi etkinliğini uzun uzadıya irdeliyor, Arap ülkelerinin ABD'deki görüntüsünü anlatıyor, ABD kamuoyunda "Amerika'nın gözünde tsrail'in Western filmlerinde ahlakı ve cesareti ile kötüye karşı mucadele eden kimsesiz kahraman: Araplann ise zengin, itibariı, fakat gaddar çittlik sahibi olarak göründüğünü" vurguluyordu. İsrail'de dinlediklerimiz bu uzun yazının özüyle eşdeğerdi. Eren'in yansında söylediği gibi, İsrailli resmi ya da resmi olmayan kişiler doğrudan olmasa bile Yahudi etkinliğini dokunduruyor, Arap ulkeleriyle ilişkilerimizin "ikili" olarak geliştirilmesini, bunun yani sıra İsrail'le de ilişkijerin daha geliştirilmesini istediklerini soylüyorlardı. Hatta, Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Dairesi'nden BenEliexer'in söylediğine gore, İsra StRECEK il'in bir iki ay önce ABD ile yaptığı, on yıl içinde bütün gümrük duvarlarının israil lehine kaldınlmasını ongören anlaşmadan yararlanabilirdik. Kurulacak ortak şirketlerle, Turk mallan ABD'ye bu yoldan gönderilebilirdi. Tabii İsraillilerin Türkiye'nin yıllık akaryakıt tüketimi için 4 milyar dolar dolayındaki giderinin son ihracat politikasıyla sağlandığını anlatan sözleri duymazlıktan geliyorlardı. îki demokratik ulke.. Komünizmin sızmasının önlenmesi... Bölgede istikrar için işbirliği.. gibi anlatımlarla ilişkilerin geliştirilmesini istiyorlardı. Bir bakıma, ABD gibi hep isteyen, ama vermeyen bir anlayış yer yer seziliyordu. Özellikle curna geceleri Tel Aviv'in oteller caddesinde lsrailli gençler punk giysileri ve davranışlarıyla küçük gece kulüplerini dolduruyordu. ödedikçe görüyordum, bir kahvaltı on onbeş dolar dolayındaydı. tyi bir et yemeği ise 20 dolardan başlıyordu. Bu nedenle sade İsrailli Kudüs'ün, Tel Aviv'in lüks kesiminin dışındaki sokaklarda küçük lokantalara itibar ediyordu. Bütçenin yüzde 60'ı savunma giderlerine aynlmıştı. Amerika'run üç dört milyar dolara varan yardımına karşın, içerde ekonomik yaşam sade insanlar için çok zorluydu. Ulusal Birlik Hükumeti, Lübnan'dan askeri çekme güvencesini vermişti halka, bunu başar VEFAT İvriz, Düziçi Köy Enstitüleri'nde eğitim başı, Arifiye Köy Enstitüsü'nde müdürlük yapan, emekli^öğretmen, değerli ınsan, I. SAFA GUNER Ankara'da oldü. Cenazesi bugün (pazar) Hacıbayram Camii'nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verilecek. Ailesine, yakınlarına, oğrencilerine ve tum eğitim topluluğuna başsağlığı dileriz. ARKADAŞLARI
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear