Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Orada tanıştığım yüksek mimar Oktay Ekinci, bize "Yasayan Muğla" adlı güzel ve yararlı kitabını verdi, okudum ve eski yapılan koruma işinin ayrıntılannı öğrendim. Sayın Ekinci, kitabının bir yerinde şöyle diyor: "Bugün ülkemizdeki hemen bütün tescil edilmiş sivil mimarlık örneği yapılar için, her türlü onanm, Anıtlar Yüksek Kurulu'nun yetki ve görevierini devralmıs bulunan Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varhklan Kunılu Bolge Kurulları kararian ve bu kurulların onayladığı projelerie mümkün olabilmektedir. Öte yandan, yine ülke çapında sit alanlarındaki yeni yapılaşmalar için de aynı nusus geçerlidir." Sit alanlarındaki yapılarda neyin korunup, neyin serbest bırakılacağı ise, sözünü ettiğim kitapta şöyle anlatılmaktadır: "Çatı şekii kaplaması baca tipt cephe rengi bahçe düzeni çıkma cumba gibi karakteristik unsuriann a>nen korunması. iç düzenleme ve strüktüre ait uygulamanın ise, günümüz yasantısına uygun çözümlere açık olmak ve çagdaş malzeme olanaklannı degerlendirmek üzere serbest bırakılmaa..." Koruma altına alınmış yapının kamulaştınlması gibi yanlış düşeceği besbelli işlem yerine, yasa bu gibi tarihsel konutiarda oturanlara onarım kredisi verilmesini öngörmektedir. Bu konuda Muğla Belediyesi'nin çok başanlı ve halkla anlaşmış durumda olduğunu, gezdiğim evlerde oturanlann durumlanndan anladım. Bunun bir tanıtını, gene sayın Ekinci'nin kitabından getireceğim. "Sokaklar dardır... Son yıllarda belediye ile sit sakinleri arasındaki dayanışmayla. yollann çok daraldığı »erlerde miilkiyetlerin sınırianndan bir miktar bedelsiz olarak yola verilmiş, böylece kavşaklar araba dönebilecek kadar genişletilebilmiştir." îşte Muğla Belediyesi'nin halkla işbirliğinin bir tamtı da budur. Ben eski yerleşim yerlerinin dar sokaklarım severim, fakat sitleri "yasayan" durumda tutmak için bu gibi uygulamalar gereklidir; tarihsel konutta oturanlann, hastalandıklannda, cankurtaran arabasını evlerinin önünde bulmalan, onların doğal haklarıdır, yoks4 hiçbir sit "yaşayan" nitemini taşıyamaz. Îşte Muğla Belediyesi'nin benimsediği ve "Yasayan Mugla" adh kitapta dile getirilen çok önemli bir göniş, burada konumuzun odak yerine geliyor: Geleneksel halk mimarlığımızın eşsiz örneklerini korumak, tutuculuk mudur? Bunu başka türlü de sorabiliriz: Geleneksel halk mimarlığımızı koruma anlayışı, bizim tutucularda, "demek eski olan her sey iyi itnis" savına yol açarsa, onlara ne diyeceğiz? Şunu diyeceğiz: "Biz bir kültür mirasını korumak istiyonız, eski >aşamı geri getirmeji d e p . " Örnek mi? Eğer Topkapı Sarayı'ndaki Harem dairesini koruyorsak, harem yaşamını canlandırmak istediğimizi göstermez bu. Muğla'da iken, Akyaka köyünde Nail Çakırhan'ın evinde anlattım, Prag'da bir parka dikilmiş bir yonutun fotoğrafını görmüştüm, melon şapkalı, iyi giyinmiş, şişmanca bir adamın yonutu idi bu, altında da "Burjuva" yazılı idi. Demek belli bir tarihsel dönemin yarattığı bir kişi olarak burjuvayı yonutlaştırmışlar. Elbette bizim tarihsel halk mimarlığımızı korumamız buna benzetilemez, ama geçmişi bilme, günümüzü değerlendirebibnek için gerekli ise, gene de arada bir benzerlik vardu". Burjuva yonutu, hiç de burjuva dönemine özlem anlamını taşunamaktadır. Nitekim kültürlerin korunması anlayışı da çağdaş yaşamı bağlamaz. Tutuculuk ile korumacılık arasındaki aynm buradadır. Bugün bütün sosyalist ülkelerde eski kültür varlıklarını koruyorlar. Yalnız onlar mı? Hayır, Batılı ülkeler de. Hiçbir toplum tarihsiz kalmak istemiyor. Bütün sorun, yaşayış biçimlerini değil, kültürleri korumaktır, ama ölüleştirmeden. Yüksek Mimar Oktay Ekinci işte bu düşünce ile kitabına "Yaşayan Muğla" adını koymuş. Yazdıklanmdan başka, Kültür Şenliği dolayısıyla Muğla'ya htanbul Şehir Tiyatrosu geldi, temsiller verdi. Aynca resim ve yonut sergileri de açıldı. Ayrılırken duyduğuma göre, sergilenen yonutlardan bir kaçını, sanatçılanmız Muğla'ya armağan etmişler. Bu yonutlar parklara konulacak. Yobazlığa karşı ve açık düşünceü insanlar olan Muğlalılar, yerel yönetimle uyum içinde, kentlerini onanp güzelleştiriyorlar. 11 EKİM 1985 Bîr \ oleuluğun Aıuları MELİH CEVDET ANDAY Iki hafta önceki yazımda, Muğla Belediyesi'nin ilk kez düzenlediği Kültür Şenliği'ne çağnh olarak kaülacağunı söylemiştim. Biz, üç kişi, Aziz Nesin, flhan Selçuk, ben, orada, bir açık oturumda, okuryazar ilişkisi konusu üzerinde durduk; sonra Cumhuriyet Kitap Kulübü'nün şenlik izlencesi içinde bulunan kitap sergisinde okurlara kitaplarımızı imzaladık. İkisi de, sanınm, oldukça başanlı geçti. Açık oturum, Muğla'run yazlığı olan Karabağlar'da, bir kahvenin önündeki ağaçlık bir alanda yapıldı. Muğlalılar ve bu toplantı için yakın illerden gelmiş olanlar, alanı çepeçevre doldurmuşlardı. Kucaklarında çocuklan ile kadınların da bu toplantıya katılmış olmalan, ilginç ve sevindirici idi. Önce, iyi yetiştiriJmiş bir kümenin gösterdiği çeşitli yöre oyunlannı seyrettik. Sıra açık oturuma geldiğinde, Muğla Belediye Başkanı sayın Erman Şahin, bizi dinleyicilere tanıttı. Konuşmalan yönetme görevini yüklenmiş olan Ilhan Selçuk, dinleyicilerin bize yaklaşmalannı istedi, böylece, ovuniar için ortada bırakılmış olan boşluk ortadan kalktı, biz halkla yakından karşı karşıya geldik. İyi de oldu; öyle ki, Muğlalılar yalnızca bizi dinlemekle kalmadılar, konuya kendi açılanndan katılma olanağını da buldular. Açık oturum, karşılıklı bir söyleşiye dönüştü. Onlar bize "okuma"nın çeşitli güçlüklerinden sözettiler. Bunların başında kitabın pahalılığı geliyordu. Bunun çaresini bulmak elbette bizim elimizde değildi. Hükümetin kitap ve gazetecilik, kâğıt politikasını yönetenlerden bir yetkili orada bulunsaydı da, halkın okuma açlığını gözleri ile görseydi! Açık oturumun en ilginç yanı da, halktan söz alanların, konuyu tam bir açıklık ve gerçeklikle ortaya koymaları idi. Örneğin, Cumhuriyet gazetesinin ancak yüz bin dolaylannda satıhyor olması, gördüm ki, tümünün ortak üzüntüsünü oluşturuyordu. Sayın Belediye Başkanı, kentte gece gündüz ve cumartesi, pazar günleri açık bulundurulacak bir kitaplığın kurulacağı müjdesinı de orada verdi. Bizi dinlemeye gelenlere teşekkür ederek oturumdan ayrıldı. Ertesi sabah, başta gene Belediye Başkanı olmak üzere, Belediye'nin yüksek mimarlan, biz ve bir meraklı kaJabaJığı, kentsel sit alanını gezdik; sivil mimarlık örneklerinden en güzellerini gördük. Burada ilginç olan, bu tanhsel konutlar içinde yaşayanlann, koruma önlemlerine candan destek olmaları idi. Bilindiğı gibi, kentsel sit alanlan konusu, türlü tartışmalara yol açan bir konudur. Bunlann başında, tarihsel mimari rruraslanndan olan konutlara konulmuş yıkma yasağı gelir. Bu yasağa, özel mülkiyet hakkjmn çiğnenmesi olayı diye bakanlar vardır. Ne yapalım ki, tarihsel bir mimarlık mirası olan bu yapılann yıkılıp yok edilmesine göz yumulamaz. Bu tür yapıların korunması işinde çok geç bile kalınmıştır. Ancak eski kentlerimizin büyümekte olmasından ötürü açılan yeni alanlarda yeni yapılar (apartmanlar) yapılmasının sit alamnda oturanlan imrendirdiği söylenebilir. Bu sorunu çözmek için devletin bu tür yapılan kamulaştırması gerektiğini söylemek birkaç bakımdan yanlıştır. En başta şundan ki, bu yönjem uygulandığında, sivil mimarlık yapıtı, yaşayan bir varlık olmaktan çıkar, müze durumunu alır. Karnulaştırmadan sonra, içinde oturanlan yerlerinde bırakmak ise, çözülmesi olanaksız hukuk sorunları çıkarır ortaya. Kaç kuşak oturacaktır ve onlann hukuksal dayanakları ne olacaktır? Uygar ülkelerde uygulanan yöntem, tarihsel konutlarda, dış yüz bozulmamak koşulu ile, içerde istenilen bütün yeniliklerin yapılabileceği biçimde özetlenebilir. Bunun bütün uygar ülkelerde böylece yürütüldüğünü gördüm. Tarihin yasayan yanının sürdürülmesi için başka bir çare yoktur. Muğla, sanıyonım ki, bunun en güzel örneğini vennektedir. PENCERE Yaratıcılığa Karşı Çıkmak... Devlet adamları arasında sanatçı kimliğine erişenler vardır, ya da kimi sanatçı siyasal yaşama atılmış, "devlet adamı" kimliğini de kazanmıştır. Kimsenin tartışamayacağı bir örnek vermek gerekirse Paderevvski gösterilebilir. Polonya'nın bu büyük devlet adamı ve sanatçısı ülkesine ve insanlığa her iki alanda da hizmet etmiştir. Ne var ki sanatçılar, genellikle devlet adamlannın başına dert oluyoriar. Fidel Castro'nun bu konuya ilişkin bir konuşmasını okurken bu gerçeği anımsadım ve ilginç satırların altını çizdim. • Castro diyor ki: " Hiç kuşku yok ki hayata karşı devrimci davranışı olmayan sanatçılar, hatta iyi sanatçılar vardır. İşte 'devrim' bu sanatçı ve aydın grubu için bir sorun olmaktadır. Dürüst olmayan bir sanatçı ve aydın için bu, hiçbir zaman sorun değildir; o, ne yapacağını, neyin kendi çıkarına olduğunu, yolunun ne olduğunu çok iyi bilir. Gerçek bir sorun karşısında kalanlar, hayata karşı devrimci davranışları olmayan; ama, aslında namuslu olan sanatçı ve aydınlardır. Yaşama karşı davranışı böyle olan bir kimsenin, devrimci olsa da olmasa da, sanatçı olsa da olmasa da birtakım hedefleh, amaçları vardır. Biz kendi kendîmize bu hedef ve amaçlann ne olduğunu sormalıyız." Fidel Castro, devrimin hedeflerinin ve bir devrimcinin amaçlarının ne olduğunu açıklamaya çalıştıktan sonra sözü yine devrimci olmayan sanatçılara getiriyor: " Biraz önce kürsüden bir Katolik yazar sizinle konuştu. Kendisini kuşkuya düşüren sorunlan büyük bir açıklıkla dile getirdi. Kendi idealist göruşü açısından bir sorunun çözümünü yapıp yapamayacağını, ya da o görüş açısını savunan bir kitap yazıp yazamayacağını sordu. Bir devrim rejiminde duygulanna uyumlu olarak kendini anlatıp anlatamayacağını çok açık olarak sordu. (...) Bu, akılda tutulacak bir noktadır; çünkü (...) devrim onlara bir sorun olarak göründüğü gibi, onlar da devrime bir sorun olarak görünmektedirler. Bu grup sanatçılarla ilgilenmek devrimin görevidir." • Fidel Castro'nun "devrim" diye nitelediği iktidar gücü gerçekte "devlet" gücüdür; Küba'da diktatör Batista yıkılmış, yerine Castro geçmiş; ve devlet gücünü de eline geçirmiştir. Peki, bu gücü elinde tutan iktidar, kendisine ters düşen, veya her alanda kendisi gibi düşünmeyen sanatçılara karşı nasıl davranacaktır? Bu soru dünyanın cogu yerinde aydınları, sanatçıları, düşı nürleri, idedlogları ilgilendirmiş: sıcak tartışmalara yol açmıştır. Tartışmanın bugün bile noktalandığı söylenemez. Ancak Fidel Castro sorunu şöyle çözümlüyor: " Devrimin aydınlara ve yazariara karşı bir politikası olmalıdır. Devrim, gerçek durumu kavramalı ve devrimci olmayan bütün sanatçı ve aydınların devrimde çalışacaklan ve yaratacakları bir yer; devrimci olmamalarına karşın yaratıcı ruhlannı ortaya koyacak fırsat ve özgürlük bulmalanna olanak tanımalıdır." '* Küba, Türkiye'den çok uzak bir yer; bu konuşmanın üstünden de uzun bir süre geçti. Ülkemizden her şeyiyle ayrı bir ortamda açılacak tartışma bizi ilgilendirir mi? Belki bu konuda çok duyarlı aydın ve sanatçıtanmızı çok yakından ilgilendirir; ben, burada yalnız bir önemli noktaya dokunmak istiyorum. Bugün Türkiye'de gündemde bulunan ve tartışılan konu, devrim değil demokrasıdir. Devlet ile sanatçı, iktidar ile aydın ilişkisini bu kapsamda düşünürsek, güncel durumu nasıl açıklayacağız? Bugün devlet, bütün sanatçılarımıza ve aydınlarımıza yaratıcılıklarını ortaya koymak için özgürlük alanı açıyor mu? Bir ulusun ilerlemesi için yaratıcılık birincil sırada yer alır; sanatçının yaratıcılığını yok etmek için çabalayan bir iktidar, kendi ulusal varlığına karşı çıkıyor demektir. Ne yazık ki güncel gerçeğimiz bu. ARADA BİR ATİLA SAV HAZIRLAYAN SELİM ÖZYÜKSEL tz bırakan eğitim cilerimizden M.Rİ3ŞTÜ UZEL 1891 yılımn 15 ekint günii Bursa'da doğdu. tlk ve orta öğrenimini Bursa'da yaptı. öğrencilik yıllannda araştırıcı bir kişliğe sahiptL Henuz 15 yaşında iken bulabileceği malzeme iie kendine bir fotoğraf makinesi yaptı. Daha sonra arkadaşlarınm da yardımıyla pille isleyen elektrikli lokomotif yapmayı başardı. 1910 yılında Bursa Mulki İdadisi'nden birincilikie mezun oldu. Devlet hesabına öğrenim görmek üzere Fransa'yagönderildi. Clermont Ferrand Üniversitesi1 nden 1913 'te mezun oldu 1914 yılında Kastamonu Lisesi'nde FizikKimya öğretmeni olarak göreve başladı. îstanbul Erkek Öğretmen Okulu, Galatasaray Lisesi öğretmenliği yaptı. Îstanbul Kız öğretmen Okulu Müdürlüğü 'nde bulundu. 1927'de Yüksek ve Mesleki öğretim Genel Müdürlüğü'ne atandı. 19301933 yılları arasmda Talim ve Terbiye Kunılu üyesi olarak gö'rev yaptı. Mesleki ve Teknik Öğretim Dairesi Kurulu'nca bu dairenin genel müdürlüğüne getirildi. 27. IX. 1941'de Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarı olarak atandı. 1950 yılına kadar dokuz yıl süreyle, meslek okullarının açılması ve işe dönük çalışmasında insanüstü çabaları eğitim tarihimizde daima amlacaktır. 1950 yılında emekliye ayrıldı ve 21.1.1965 tarihinde 74 yaşında vejat etti.Doğumunun 94. yılında Rustü Uzel'i minnetle anıyoruz. ÖGRETMENÖGRENCL Sanık Sözcükler "Sözcük suç isleyebilir mi?" Bu, düşünce ile suç işlenebileceği anlayışının bir uzantısı. Daha da ilkel bir yanılgı. Bir süreden beri birtakım sözcükler önce "istenmeyen" sonra da "sanık" durumuna getirildi. ilk olarak TRT, 206 sözcüğün kullanılmasını yasakladı. Ardından Emniyet Genel Müdürlüğü yirmi kadar sözcüğü ve birkaç deyimi suç aracı ilan etti. Son olarak da M. Eğıtim Bakanlığı bir genelgeyle TFTT'nin çizelgesindeki sözcüklerin ders kitaplarında kullanımının yasaklandığım açıkladı. İşin ilginç yanı, bu sözcüklerin hemen tümünün Dil Devriminin ürünü olması. Nedir sözcük? Türkçe Sözlüğe bakıyoruz: "Anlamı olan söz ya da ses birliği (kelime)." İster konuşurken olsun isterse yazarken, dilin en etkili, en güçlü birimi sözcüklerdir. Tek bir sözcük kimi zaman bütünleşmiş bir tümcenin yerini tutabilir. Bir soruya verilen "evet", "hayır", "olmaz", "belki" gibi yanıtlar geniş kapsamlı bir tümcenin işini görebilir. Ancak yine de unutmamak gerekir ki, sözcükler dilde yalnız başına genel olarak kullanılmazlar. Asıl işlevleri ve anlamları tümce içinde öteki sözcüklerle birlikte ve ilişkili olarak kesinlik kazanır. Bu durumda üç kurumun çizelgelerinde sakıncalı ve tehlikeii sayılan "özgürlük", "devrim", "banş", "eşitlik", "emek", "işsizlik", "sömürü", "zulüm", "ağa", "kölelik" gibi sözcükler tek başına anlam kazanmaz. Hele hele sözcüklerin kendi kendilerine suç işlemesi düşünülemez. Oysa Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yapılan bir çalışmada, gençlerin özellikle yıkıcı ve bölücü propagandaların etkisine girip girmedikleri, sözcüklerin kullanılmasından anlaşılıyormuş. Gençlerin bu sözcükleri sık kullanmaları, yasalarda suç sayılan düşüncelerden birini işlemelerinin belirtisi olabilirmiş. Görülüyor ki, anlayış suç olan düşünceye doğru yürüyor. Bu, bizi "düşünce ile suç işlenir mi", bir başka anlatımla "düşünce suçu olur mu, olmalı mı" sorusuna ulaştmyor. Bugün ülkemizde yaygın ve etkin olan anlayışa göre kimi düşünceler suçtur. Bu suçların kimi de yasalarda suç olarak yer almaktadır. Oysa gerçek demokrasilerde düşünce özgürlüğünün sınırı ve kısıntısı yoktur. Uygarlık temelde düşünce özgürlüğüne oturur da ondan. Ne var ki, biz usçuluktan değil, dogmacılıktan gelen bir alışkanlıkla, kaiıplarla, özgür düşünceye gem vurmaktan vazgeçemiyoruz. Aynı anlayışın bir boyutu da Atatürk Devriminin bir parçası olan Dil Devrimine ulaşıyor. Bütün bu çizelgelerde yeralan sözcüklerin hemen tümü Dil Devriminin ürünleri. Dil Devrimi, Atatürk ilke ve devrimlerinın vazgeçilemez bir parçasıdır. Tam bağımsızlık ilkesinin, çağdaşlaşma ve ulusallaşma yürüyüşünün bir geçididir de ondan. Atatürk, ulusal bağımsızlığın, kültürce bağırnsızlık olmadan sağlanamayacağını görüyordu da onun için Dil Devriminden yanaydı. Şimdi birtakım kişiler ve onların güdümlediği kurumlar, sözde Atatürkçülük adına Dil Devrimini sanık sandalyesine oturtmaya çalışıyorlar. Dil Devriminin temelinde dilin ve düşüncenin bağımsızlığa kavuşmasj ve ulusallaşması için Türkçenin kendi kök ve eklerinden, kendi kuralları ile türetilmiş sözcüklere erişme çabası vardır. Bu çabanın ürünlerini "uydurma" diye nitelemek, sanık durumuna düşürmek hangi aykın anlayışın sonucudur? Bunu anlamak güç değil. Yalnız bunu yapanların kendilerini Atatürkçü sanmalan ya da öyle tanıtmak istemeleri çok ilginç. Anlaşılıyor ki bu tutum, kendi içinde tutarsız ve çağdışı olduğunu bildiği için Atatürk adını kaikan gibi kullanıyor. Asıl uydurma olan dil, Türkçenin yerıne önerilen diller karmasıdır. Tek tek sanık sandalyesine oturtulan sözcüklerin yerine kullanılması gereken sözcükleri düşünürsek, bunların hiçbirinin Türkçe olmadığını görürüz. Öyleyse kendini dil savcısı sanan bu kişilerin "uydurma" dedikleri sözcüklerin yerine başka Türkçe sözcükler türetmeleri ve önermeleri uygun olmaz mı? Eğer böyle bir öneri yoksa, salt Türkçeyi kovup, alanı eskiye, kalıntıya açmaya çalışmanın amacı bellidir. Sözcükleri suçlayarak düşünceyi suçlamak, bu yolla topJumda baskı kurmak çağdışı yöntemlerdir. Bu baskılar kalkınca çağdaşlaşma yolundaki gelişme kaldığı yerden sürüp gidecektir. Gelişme durdurulamaz. Olsa olsa biraz geri bırakılır. yavaşlatıiır. Bundan da toplumumuz zarar görür. DiplomalıDiplomasız işçiler orausu ve mesleki ve teknik öğretim 120 yılı aşkın süredir Mesleki ve Teknik Öğretim Okulları ülke eğitiminin hizmetinde. Ancak "kuruluş giderleri çok pahalı" olduğu gerekçesiyle genel Iise salgınına tutulup mesleki ve teknik öğretimi dışladıkça, ortaya diplomalı işsizler çıktı. Hele çağ nüfusunun "Io 78'ine yüksek öğrenim olanağı verebildiğımiz ülkemizde, geriye kalan gençlerimizin büyük çoğunluğunu, beceriden yoksun'sadece "sınav antrenmanı" yapan işsizler ordusuna katıyoruz. 1941 yılında müsteşarlık haline getirilen Mesleki ve Teknik öğretim, tlk Müsteşar M. Rüştü Uzel'in insanüstü özverili çabalarıyla II. Dünya Savaşı'nın yokluklanna karşın, okullaşma açısından büyük bir aşama kaydetmiştİT. Günümüzde 20 öğrenci kapasiteli çıraklık okulunu, yabancı finans temsilcileriyle açarken, 40'h yıllarda yüzden fazla kız ve erkek sanat okulu açılmıştır. O günkü sanat okulları, köy enstitülerinde olduğu gibi kendi okullarını büyük ölçüde kendileri yaratmışlardır. Erkek sanat okulları küçükbüyük bulunduklan yörenin sanayi kuruluşlannın merkezi durumundadırlar. Onlarla sürekli işbirliği halinde çaIışırlar ve öğretim kurumu oldukları kadar üretim de temel işlevleridir. 1950 de yeni bir iktidar vardır. Rüştü Uzel de aynı yıl emekliye aynlır. Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı'na 1958 yılına kadar atama yapılmaz ve görev Mesleki ve Teknik öğretim Genel Müdürlüğü'nce yürütülür. 1958 yılında vekaleten atama yapılan müsteşarlığa 1960"ta asaİeten atama yapılır. 1966 yılında Prof. Dr. Melih Koçer'in ayrılmasından 1972 yılına dek müsteşarhk, yine vekil yöneticilerle idare edilir. 1980 sonrası Bakanhk Merkez örgütlenrnesinde ise Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı'na hiç yer verilmemiştir. Nedense "Nurlu Ufuklar"dan "kalkınma hamleleri"nden çokça söz edildiği dönemlerde Teknik öğretim ihmale uğramış, buna karşın din eğitimi veren kurumların sayısı büyük bir hızla artmış. Günümüzde meslek okullan, yüksek öğretime hazırlama yarışına katılmalan, öğrencilerini yeterince iş içinde eğitme olanağı (OSANOR'lara rağmen) bulamamaları, yeni teknolojik gelişmeleri programlanna aktaramamalan nedeniyle istenilen düze>de teknik elemanı yetiştiremez dummdadırlar. Özel sanayi kuruluşlannın yetkülerine gereksinim duyduklarıişçi ile mühendis arasmda yer alacakteknik elemanlan yetiştirecek okullar açmalan çağnlarının çıkarıldığı şu günlerde; teknik eleman yetiştirmede kaybedilmiş 35 yılı objektif bir gözle irdelemez, gerçek leri görüp, gerekli önlemleri alamazsak, "sanayileşme" sadece sözde kahr. Diplomalıdiplomasız işçiler ordusu da her gün biraz daha artar. OKUR MEKTUPLARI YÖK'ün yok ettiği okul Ankara'dan bir okur, YÖK'ün "yok ettiği okul"dan söz ediyor. AİTlA'ya bağlı olarak kurulan Bankacıhk ve Sigortacılık Yüksek Okulu'nun YÖK listesinde bulunmaması nedeniyle adının bile anılmaz olduğunu yazıyor. Ve ekliyor: "Ne aadır ki, YÖK'ün kuruculan arasında yer alan Akdeniz Üniversite Rekötrü Necat Tüzün'ün kendi elleriyle kurduğu okulu yine YÖK bir çırpıda yok ediyordu. Hem de yıllarca bu okulda müdürlük yapmış Turgut Önen lİBF'nin dekaru iken, hem de bu okulda ders veren öğretim üyeleri YÖK üyesi, rektör yardımcısı olmuşken, Şimdi sormak istiyorum'tüm bu değerli öğretim üyelerine. Madem böyle bir okula gerek yoktu, niçin bizi bu okula alıp, eğitip, elimize verdiğiniz diplomalarla sokağa bıraktınız. Madem böyle bir okulun yetiştirdiği öğrencilere ülke açısından gerek yoktu da niçin bizim bu kıymetli zamanımjzı sizce 'boş' olan şeylere harcattınız?" llgiülerden"böyle garip bir çelişkiyi bu sütunlarda yanıtlamalanm bekliyoruz;' FARUK GÜÇLÜANKARA VEFAT Merhum Ziya ve Semiramis Kocainan'ın kızı, merhum Mehmet Ali Bagana'nın eşi, Hatice ve Bülent Bagana'nın annesi, Güzin Kocabaş ve Cemil Kocainan'ın kardeşi Kredi ve Yurtlar Kurumu kredisi Dört kardeş, ikisi üniversitede, biri lisede ve en küçüğü ilkokulda. Baba belediyede işçi, "gazetenizi hergün alabiünek için öyle zor şartlara dayanıyorum ki", "Ben şöyle düşünüyorum; Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu biz öğrencileri hiç düşünmüyor. Üç ayda elimize geçen para 13.640 TL... kredinin çok az olduğunu vurgularsanız, belki seneye arttınrlar da gazete dergi paramızı kurtanr. Bu, tüm üniversiteli ögrencilerin sorunudur!' AYSEL CAN YILDIZ ÜNtVERStTESt MtMARLIK FAK. 3.sınıf öğrencisi NESRİN AYŞE BAGANA vefat etmiştir. Cenazesi 11 Ekim 1985 Cuma günü (bugün) Moda Camii'nde öğle namazından sonra Karacaahmet'te toprağa verilecektir. AİLESİ PROFİLO S O N Y SABA TELEFUNK^N PROFİLO S O N Y SABA TELESTAR PROFİLO MARİNA KURUÇEŞME YAT, KOTRA MOTORLARINIZA İSTANBUL'UN MERKEZİNDE EMİN KIŞLAMA YERİ. KIŞIN ÎYİ HAVALARDA BİR TELEFONUNUZLA TEKNENİZ GEZİYE HAZIRLANIR YATINIZIN MÖTORAKÜTELSİZ BAKIMI YAPILIR. BJLGİ İÇİN: DENİZ TEKNİK DONATIM, (TURİZM HİZMETLERİ) TELEFON: 133 01 22, 133 01 23, 147 82 82 TELEX: 23569 gez tr, • Kömür Adres Teslimi yüksek kalori 525 94 06 525 94 07 523 42 88 521 13 85. • 37 165 148 Nolu emekli cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. ERDOĞAN KARAGÜN " Dertsiz" üretiriz. Çünkü, elektronik bılgîsayar konf rolü 9f GenRad"la denetleriz. GenRad dünyanın en geiişkin elektronik bügısayarlı kontrol sistemkiir. Ve,Türkîye'de sadece Profik> Telra'da üretim denetlemesinde kullanılır. Genrad ettktronık hlgısayark kaiıte Kontrol s<stem:cır Genrad ınsan gözünden kacan en kycük halayı Oıte anınoa yakalar jçki ve sigaradan, düzensiz beslenmeden kaçınınız... Türfc Kalp Vakfı: Tel.: 148 58 66 Bır eteklronık cıhazır ana şasısı uzenndekı yakıaşık 400 oarçayı leker lekef öefalafca konlrci edet Örnegm. her bır rezıslansı 4 her ix lransıstörı, 20 kere tesl eder Ve. butün txı ışlemlerı 40 samyede tamamiar PROFILOT1 Teknolojide daima bir adım iteride