24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/8 Atatürk'ün özel vasaım (Baştarafıl. Sayfada) daşlanyla.. Bazen de aile arasında. Çok az yerdi. Sevdigi yemekler nelerdi? Bir börek yapılırdı. Çarpma hamurdan.. Içinde beyaz peynir, tavuk falan olurdu. Onu çok severdi.. Makarna severdi.. Kuru fasulye sever derler, ben çok az yediğini gördüm. Balık severdi.. Kefal balığı. Izmir'de topan kefal derler. Izgarasını.. İzmir'in çuprasını severdi.. Ankara'ya gittiğinde de babam yollardı bu balıklardan Çankaya'ya.. Sonra omlet severdi. Sulu omlet. Bir de irmik helvası ama suluca olacak.. Öğleden sonra ne yapardı? Öğle yemeğinden sonra yatak odasında 10 dakika kadar istirahat alışkanlığı vardı. Ondan sonra gideceği yer varsa oraya giderdi. Gitmediği zaman balkonda otururdu. Söylemeyi unuttum, bazı sabahlar ata binerdi. Rahmetli Kemalettin Sami Paşa, Yunan Komutanı Trikopis'in atını ona vermişti. Fevkalade terbiyeli bir attı. Ona binerdi. Fakat en sevdiği at, Sakarya isimli attı. O atı Latife Hanım'a hediye etti. Ayrıldıktan sonra Latife, furgona koymuş yollamış. "Bu ancak size yakışır" diye.. Sonra akşam yemeğine sıra geliyor galiba? Evet, yedibuçuk, sekize doğru akşam sofrasına otururdu. Bu sofra çok uzun sürerdi hakikaten. En erken onbire kadar, bazen bıre ikiye kadar surerdi. Atatürk'ün müsadesi olmadan sofradan kalkılmazdı. •! * Vecihe Ilmen (Latife hanımın kızkardeşi) anlatıyor rıldıktan sonra Dolmabahçe Sarayı'na beni birkaç kere çağırttı. Bir keresinde şampanya içiyordu. Beni de içmem için zorIuyordu. Ben başını çevirdiği zaman içkimi yanımdaki saksıya döküyordum. Kendisini hiç sarhoş görmediniz mi? Sarhoş olduğunu anlamadım hiç. Ama bazı olaylardan biraz sarhoş olabileceği sonucunu çıkanyorum. Bir gece yemekten sonra yanına sadece yaverini alarak Erkanı Harbiye'ye yani Fevzi Çakmak'a gidiyor. Gece zamanı olduğu için kapı kapalı. Bir asker nöbet tutuyor. Asker bunları içeri bırakmıyor. "Sen benim kim oldugumu biliyor rausun?" diyor askere. Asker de süngüyü göğsüne dayayıp, "Kim olursan ol, yassak" diyor. Geri dönduler. Fakat bu olay, Atatürk'ün çok hoşuna gitmiş. O askeri buldurttu. Ertesi gün köşke getirdiler. İki yanağından öptü. Çıkarıp cebinden az bir parası vardı onu verdi. Dedi ki; "Asker, bu kadar param var, bana fazla para vermiyorlar. Al bu senin olsun" dedi. Gözleri yaşarmıştı. Ağladığını o zaman gördüm ük ve son defa.. Vecihe Hanım, sizin birlikte oldugunuz sıralarda Atatürk'ün saglıgı nasıldı? Bir hastalıgı var mıydı? ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ ^ 10 KASIM 1984 da çalardı. Bu şarkıyı birlikte söylerlerdi. Bunu çok severdi.. Din konusunda • Sayın Vecihe İlmen, Atatürk'ün dine karşı tutumu neydi? Bu konuda da çok söz edilir. Sizin gördıikleriniz, duyduklannız nelerdir? Atatürk'e "dinsiz" diyorlar. Asla dinsiz değildi. Fakat laisizme gönülden inanmıştı. En büyük prensibi laisizm idi. Bur nu bir keresinde Yunus Nadi Bey'e de söylerken duydum. Bu memleketin din ile devlet işlerinin karıştırılmasından çok ziyan ettiğini biliyordu. Fakat Allah adını her gün zikreden bir adamdı. Din aieyhine tek satır laf ettiğini duymadım. Atatürk'ün savaş sırasında çekilmiş fotoğrafları var. Hepsinde son derece sık giyinmiş olarak görünüyor. Giyimkuşam konusunda tavrı ne idi? Dehşetli meraklı idi elbiseye ve ayakkabıya. Çok zarif giyinirdi. Allah vergisi olarak güzel giyinirdi. Kim ugraşırdı onun giyinme meselesi ile? Hiçbir kimseyi bu konularla meşgul etmezdi. Kendisi seçerdi her şeyini. Strongulo diye bir terzi, gomleklerini dikerdi veya Avrupa'dan getirirlerdi. Çok elbisesi vardı. En çok sevdiği redingot ve çizgili pantolondu. Sanıyorum. hep sivil elbise giyiyordu. Bunun nedeni neydi? Evet hep sivil elbise giyerdi. Hatta bu konuyla ilgili bir anım vardır. Atatürk'e demişüm ki, "Paşam, sizi hiç resmi elbise ile görmedik. Acaba resmi elbise ile görmek lütfuna nail olabilir miyiz?" "Vecihe dedi, biz o elbiseyi çıkardık. Artık giymiyoruz." Fakat o gün öğleden sonra emirberi ile beni çağırttı. Bekir geldi dedi ki, "Paşa, Vecihe Hanım'ı istiyor." Öyle pek çağmmazdı yanına. Korku içinde kütüphaneye gittim. Bir de baktım, müşir uniforması ile ayakta duruyor. Beni görunce, elini başına göturüp asker selamı verdi. "Vecihe Hamm, emirlerinizi yerine getirdim, memnun oldunuz mu?" dedi. Ben nasıl titriyorum, gittim ellerine sanldım. Ağlayarak teşekkür ettim. Sivriltiyorsun, Külah Oluyor... Vedat Türkali anlatmıştı; olay bir süre önce yitirdiğimiz, arkadaşJarının "İsd' diye çağırdıkları, İsmail Hakkı Güngör'ün başından geçmiş; İsmail Hakkı Güngör, Gençlik ve Spor Bakanlığı eski müsteşarlarından. iso, bir gün yoksul bir kadına, Amerikalıların yanında bir iş bulur. Amerikaiılar, kadın sabah işe geldiğinde: Kızım, şuraya elbiselerini çıkar, derler. Banyoya sokarlar. Kadın banyodan sonra, giyinir, çalışmaya başlar Bu, her sabah böyle sürer. On beş, yırmi gün sonra kadın işten çıkar. İso, buna çok üzülür: Niye çtktın kızım, der, ne güzel bir iş bulmuştuk sana? Parası da iyiydi... Kadın karşılık verir Abi, künde hamam, künde hamam dayanamıyorum! Fıkrayı dinleyen Emil Galip: Yazık! dedi, kadının derileri soyulmuştur birader... Amerikalılar da hani, işten çıkarken değil de, işe başlarken banyoya sokmuşlar: kendilerini düşünmüşler, yani... Bu çatık kaşh toplumda, birazcık olsun gülümsetebilmek için fıkralarla başlıyorum " Ankara Notlan"na. Bir başka fıkra: Bir kadın, çocuğunu külahçının yanına vermiş, külah yapmayı öğrensin diye. Çocuk, birkaç gün gidip gelmiş, üçüncü günü de ayrılmış. Anası sormuş: Niye geldtn oğlum? Öğrendim ana, demiş çocuk. Didiyorlar yün oluyor, tepiyorlar keçe oluyor, sivriltiyorlar külah oluyor! Arkadan külahçı gelmiş, kadına: Oğlun işe gelmiyor, demiş. Öğrenmiş, demiş kadın. Didiyorsun yün oluyor, tepiyorsun keçe oluyor, sivriltiyorsun külah oluyor! Vay canına, demiş külahçı. Anasına da öğretmiş! Bugün 10 Kasım, suratları asmanın hiç gereğı yok. Yazarlar yıllardır yazar, çizerler, "10 Kasım, ağlama günü olmamalı, bir hesapgunü olmalı" derler. Doğru derler. Ama yine de çoğu can alıcı konulardan, sorunlardan kaçarlar. Örneğin, böyle bir günde bir eğitim sorununa, köy enstitüleri konusuna değinmemi yadırgar coğu. Emeklı öğretmen Ali Hüsrevoğlu anlattı: İstanbul a, Mehmet Başaran'ın köylüleri, "Kent" demezler, "Kocakuy" derlermiş. Onlara göre, İstanbul çarpık kentleşmesiyle, daha büyük bir köy olarak gelişmekte. "Kent" diyenler, kafalarındaki ya da kartpostallardaki kentleri düşünerek "Kenr" diyorlar. Kocaköy böyle, küçük köylerde durum nasıl? Oralarda da Almanya'dan getirilmiş videolar, seks filmleri, meyhaneler, uyduruk gazeteler... Teknik gelişme, ekinsel (kültürel) gelişmeyle birlikte yürümedi de ondan. "Baba Tonguç"un haklılığı nasıl çıkıyor ortaya her gün... Başaran'la Istanbul'da Bostancı'da "Köy Enstitüleri"n\ konuşuyorduk. Başaran, şöyle diyordu: Benim kanıma göre insanoğlu, çağlar boyu hep mutlu olacağı, ner yönüyle kendini gerçekleştırebileceği bir yaşama biçimini amaçlamış. Rejimler, çeşitli yönetimler bunun aracı. Ama rejimlerdeki katılmalar, kadroların giderek bürokratlaşması, insanoğlunu amacından uzaklaştırmış. Oysa ki, Köy Enstitüleri, bunu sağlayabilecek bir tür gerçeğe yaklaşmış. Yaşama biçimini değistirerek, hem kendini gerçekleştiriyorsun, hem de bunun daha iyiye gitmesı gerektiğini, kabuklaşmadan, kemikleşmeden, katılaşmadan, kireçlenmeden toplu eleştirilerle. özeleştirilerle ortaya koyuyor, daha öteye doğru gitmeye başlıyorsun. Bana göre, şimdiye değin tüm rejimlerin gerçekleştiremediği yaşama biçimini gerçekleştirmeye açık kurumlardı Köy Enstitüleri. Hiç unutmam, Yaşar Kemal 196O'lı yıllarda Moskova1 ya gider, Moskova'da bir "Gorki Gecesi" yapılıyor. Konuşanlar Gorki'yi övüyorlarmış: Gorki öyle büyük bir yazardı ki, devrim yapılır yapılmaz, Batının gerçekleştirdiği, yarattığı tüm Batı klasiklerini Rus diline çevirtti. Yani, dünya kültürünü halkına özümletmeyi amaçladı. Dünyanın kültür mirasına sahip çıkmayı gerçekleştirme yoluna girdi... Bunları dinleyen Yaşar Kemal gülmüş: Çok sevdim bu övgüyü, ama demiş, galiba bizde bundan daha büyükleri varmış. Bizim Sabahattin Eyüboğlu'lar, Yücel1 ler, Tonguç'lar bunu gerçekleştirmeye çalıştılar. Başaran ekledi: Bugün ileri gitmiş ülkeler, eğitimin tıkandığını, eğitim sisteminin insanı kendine yabancılaştırması olayını yaygınlaştırdığını görüyorlar ve eğitim bunalımına çare aramaya kalkıyorlar UNESCO, 1973'lerde 11 kişilik bir uzmanlar kurulu kuruyor. İnsanlık nasıl bir eğitim düzenini gerçekleştirmeli ki, insanlar bu yabancılaşmayı aşabilsinler, kendi kendilerini sonuna değin gerçekleştirebilecek bir yaşam ortamını sağlayabilsinler" diyor. Önce, dört duvar okuluna karşı çıkmak gerektiğini, belli bir tabakanın yaşam değerterini aktarmanın ınsanları bu duruma getirdiğini saptıyorlar ve eğitimin, daha doğrusu yaşamın bir eğitim ortamına dönüştürülmesi gerektiğini savunuyorlar. Köy Enstitüleri, yaşamı eğitim ortamı durumuna getiren eğitim kurumlarıydı. Elbette yaşam durmayacağına. gelişeceğine göre, yani köyden kente doğru gideceğine göre, kenti de eğitim ortamına sokabilecek kurumlardı. Başaran, "Başöğretmen" başlıklı bir yazısında anlatır: Falih Rıfkı Atay'ın bir yazısından alıntı yapar: Şöyle der Falih Rıfkı: "Asıl mesele, medeniyet ve kültür davasını temelden halletmekteydi. Bu da bütün halk çocuklannı müspet bilgiler temeline dayanan ilkokul eğitiminden geçirmektir. Bu işi ne Tanzimat, ne meşrutiyet, ne de cumhuriyet başarmıştır." Başaran ekler: "Ta ki Köy Enstitüleri kurulana değin.. Köy Enstitülerinin amacı sadece okuryazarlığı yaygmlaştırmak, tüm köyleri okula kavuşturmak, üretim yaşamını canlandırmak değildi. Geri yaşam tümüyle değişmeli, halk köleliklerin her çeşldinden kurtulmalıydı..." Yine Falih Rıfkı anlatıyor: "İngiliz büyükelçilerinden biri memleketine giderken kendis/yie son görüşmemizde bana: Ben Köy Enstitülerini gördüm. Sizin geriŞarktan kopmanıza on yıl var, demişti..." Bu sözlerin söylenmesi üstünden kaç on yıl geçti. Şimdi oturup hesaplaşma, bir özeleştiri yapma, Atatürk'ün özlemlerini ne ölçüde gerçekleştirebildiğimızi düşünme zamanı değil mi? Saglık durumu Sağlığında bir şeyler vardı. Fakat belli etmemeye çalışırdı ve üstünde durmazdı. Bazen karnı şişiyordu. Tırnaklannda bir hastalık vardı. Bir keresinde doktor Süleyman Numan gelmişti, "Paşam, rejime çok dikkat edin" dedi. Bir seferinde de Alman doktoru Romberg gelmişti. Ben yanındakilere, "Schade, es isl m spat" (yazık çok geç) dediğini duydum. Ama niye dediğini bilmiyorum. Sonradan hastalıgı ortaya çıktı. Efendira, bir de Latife Hanım hakkında >azılanlar var.. Bunlara ne di>orsunuz? Latife Hanım, yaşamı boyunca hiçbir gazeteci ile konuşmadı. Birkaç istisnası vardır. Bir kere Metin Toker'le, bir kere de kızıyla konuşmuştur. Latife Hanım bu konuda konuşmayacağına dair söz vermiş Atatürk'e. Buna hep riayet etti. Birçok saçma sapan yazılar çıktı. Katiyetle yalan.. Ne bir yerli gazeteci, ne de bir ecnebiyle temas etmiştir. Zaten yurt dışına da Latife Hanım olarak değil, Fatma Sadık diye çıkmıştır. Niye adını degişüriyordu? Tanınmasın diye. Atatürk öyle arzu etmiş. Atatürk'ün arzusu ile kendisine Fatma Sadık diye pasaport çıkartılmıştır... Hayat nedir? Neler konuşulurdu sofrada, hatırlayabiliyor musunuz? En çok hikâyeler anlatıhrdı. Ya kendisi anlatırdı veya dinierdi. Bir tanesini hatırlıyorum. Tabii ben küçük olduğum için ?u tür tatlı şeyler aklımda kalı»ror. Bir keresinde "Hayat nelir?" diye sormuştu. Herkes bir ;ey söyledi. O da şöyle dedi: ''Hayat bir kuru kestanedea ibarettir." Olayın ash şu: Gençliğinde bir gün Selanik'te Olimpos Gazinosu'nda arkadaşlarıyla oturuyorlar. Masadan kalkarken elini cebine atıyor, bakıyor para yok. Masada da bir tane kuru kestane kalmış, "Hayat bir kuru kestaneden ibarettir ama bu işi başaracağız" demiş. Bunu anlatırdı. Sonradan yapacağı işleri taa o zamandan duşündüğünü anlatmak için bu hikâyeyi birkaç kez anlatmıştır. Kimler gelirdi sofrasına? Yani en yakın arkadaşları kimdi? Gelenler defişirdi.. Ama en sık bulunanlar ve en sevdiği kişiier.. Maresal Fevzi Çakmak'ı çok sever, son derece hürmet ederdi. tsmet Paşa'ya çok güvenirdi. Gençler arasında en sevdiği Vasıf Çınar, Ruşen Eşref Unaydın, Yakup Kadri karaosmanoğlu, yaveri Muzaffer Kılıç, Ferit Tek. Şükru Saraçoğlu'nu da severdi. Necip Ali'yi çok beğenirdi. Yazarlardan, Ahmet Emin Yalman, Huseyin Cahil ve Yuntıs Nadi Bey'in yazılanna ehemmiyet verirdi. Sonra sevdikleri... Fethi Okyar ve karısı Galibe Okyar, Ahmet Ağaoglu ile karısı Siireyya Ağaoglu.. En çok da Ağaoğlulara giderdi. Haftada bir iki defa giderdi. Tezer Taşkıran'ı da çok severdi. Efendim, Jsmel Paşa ile ilişkileri nasıldı? Çok önem verirdi tsmet Paşa'ya.. Hiçbir işini lsmet Paşa'ya danışmadan asla yapmamıştır. Belki karannı vermiştir ama, İsmet Paşa'ya hep sormuştur. Fevkalade itimat ettiği, fevkaiade saydığı bir insandı. Ona yanına mı çagınrdı? Zaten İnönü her zaman gelirdi. Akşam üstü veya akşam.. Öğle yemeğinde hususi toplantılan olurdu.. Dostlan, arkadaşları... Onlarla iş konuşmaz sadece yemek yenirdi, sohbet edilirdi. Ama İnonü geldiği zaman, genelükle de\let işlerini konuşurdu. Şunu sormak istiyonım.. İnönü ile arkadaş gibi mi idiler, SAKARYA'NL\ ÜSTÜNDE Atatürk'ün eşi Latife Hamm Sakarya isimli attyla.. Atanın armağanı olan bu an daha sonra geriye gönderen Latife Hamm "Bu ancak size yakışır" demiştL yoksa amirmeraur iljşkisi mi vardı aralarında? Arkadaş gibi idiler. Nasü hitap ederlerdi birbiılerine? lsmet Paşa derdi Atatürk. lsmet Bey de "Paşam" derdi.. "Gazi Paşa" da derdi... Gazi Paşa lafını severdi Atatürk.. fakat sadece çok yakınları kullanırdı. Size ve eşi olan Latife Hamm'a nasıl hitap ederdi? Bana Vecihe derdi, Latife Hanım'a da Latife veya Latif derdi. bize anlattığına göre, Atatürk, bunları daha Harbiye'de iken düşünurmüş. Vabdettin ile beraber seyahate gittiği zaman bile bunları düşünurmüş. Krallığı sevmediğini soylerdi. Bu yüzden de Napoleon'u sevmezdı. birlikte. Erkek kadın yan yana oturmaz, bunlar otururdu. Mesela kadının yüzünün açılması... O çarşafın çıkması.. "Ne dersin Latife, şöyle yapalım mı? Mesela sen şö>le bir şey yapsan." O sıkma baş böyle çıktı. Oturur, konuşurlardı. "Nasıl yapalım, nasıl başlayalım?" Kabul gunleri vardı. Reisicumhur hanımı olarak kabul günü yapardı. Cumartesi günleri hanımlar gelirdi. Fakat kararlaştırdılar. Hanımlar gelir, otururken, Atatürk içeri girecek. tçeri girdi. Var mı o zaman erkekle kadın bir arada Eglence anlavışı Atatürk'ün eğlence anlayışı neydi, nasıl eglenirdi? Ata binerdi. îzmir'de de, Ankara'da Çankaya'da da ata binmeyi severdi. Ama lsmet İnönü daha iyi binerdi. Sık sık bize de "Haydi bakalım, Sevkül Ceyş Cumhuriyet'in isim babası Sayın Vecihe İlmen, gazetemizin adını Atatürk'ün koydugu bilini>or. Sanıyorum siz de o gün oradayımşsınız. Anüarda böyle geciyor. Nasıl oldu bu olay? Cumauriyet adı nasıl ortaya çıktı? Evet oradaydım. Yunus Nadi Bey, Yenigun'ü çıkarıyordu. Çankaya'daki eve sık sık gelirdi. Yine bir gelişinde söz gazeteden açıldı. Çok güzel bir gündü. Bahçede oturuyorduk, akasya ağaçlan arasında. Gazeteden konuşurlarken, Yunus Nadi Bey'e dedi ki, "Bu gazetenin yenigiinlüğiınii kaldıralım artık." "Kaldıralım Paşam" diye cevap verdi Nadi Bey. "Bu gazelenin isim babası ben olacagım" dedikten sonra şöyle bir durdu, kısa bir süre düşündü, "Muvafık görür, tensip ederseniz Cumhuriyet olsun" dedi. Kalktılar, öpüştüler, gazetenin adı bu şekilde kondu. Latife hanımefendi ile Atatürk hususi hayatları üzerine bir şey anlatmayacaklarma dair mütekabilen birbirlerine söz vermişlerdi. Safiye Ayla'yı severdi. En sevdiği şarkı "Pencere açıldı, piştov patladı, Bilal oğlan" diye bir şarkı idi. Bunu Latife hanımla birlikte soylerdi. Siz ona nasıl hitap ederdiniz? Siz ve Latife hanımefendi? Biz "Paşam" derdik. Latife Hanım da ona "Pasanı" derdi. "Kemal" de derdi ama Atatürk, "Paşam" denmesini isterdi. Özel sohbetlerinde neler anlatırdı size veya Latife Hanım'a? Bize sık sık Başkumandanlık Meydan Muharebesi'ni anlattığını hatırlıyorum. Neferlerin halini ve açlıktan Yunanlıların bıraktıkları konserveleri, peksimetleri nasıl yediğini anlatırdı. Bir şey daha hatırladım. Ben Cumhuriyet'in ilanında da yanındaydım. Yani hanedanın ilgası sırasında.. Bize sık sık Cumhuriyet'ten söz ederdi. Tabii biz Cumhuriyet'in ne olduğunu pek bilmiyoruz. Ama lafı geçerdi. Bir gün Isrriet Paşa'yı çağırttı. Çankaya'da yaveran dairesinde kalıyordu, köşkte kalmıyordu. Masada kendi yanına oturttu. "Sen buraya otur Paşa" dedi. Sonra kâğıt kalemi gösterdi, "Yaz" dedi, Hanedanı Ali Osman mülgadır". Ondan sonra yazmaya devam ettiler. Sonra usulü binecegiz" derdi. O önde, refikası, yaver, ben, Rukiye... "Sevkül Ceyş" askeri usulde bir laf. Önunüze ne gelirse, dere, hendek, çukur, tepe, gideceksiniz. At hiç durmadan koşacak.. Hiç gezraeye gitmez miydi? Giderse nerelere giderdi? Gidecek pek yer yoktu o zamanlar. Ankara ve havalisinde köylülerin, ağaların evlerine giderdi. Bir keresinde bir ağanır evine gittik. Muazzam bir sofra hazırlanmış. Adamın dört karısı varmış, fakat kadınlar sofraya oturmuyor. Kapıya kadar yemekleri getiriyorlar, adam ellerinden alıp sofraya koyuyor.. Atatürk, "Ee ağa, karılann neden sofraya oturmuyor?" dedi. Adam şaşırdı. Mırın kınn etti. Sonra adama, "Neden dort kadın aldın?" dedi. Adam da "Din de vardır" deyince, "Ama ancak bir tanesini geçindirirsen, daha dogru olur kanaatindeyim" diye cevap verdi. Sayın Vecihe llmen. Atatürk kadın devrimlerini yaparken Latife Hanım'a danışır mıydı efendim? Tamamen.. Çok uğraştılar otursun. O girdi, arkasından birkaç bey daha girdi ve böyle böyle akşamlan kadınerkek bir arada oturmalar başladı*. Danslar da böyle başlamış galiba? Dans da yaparlardı.. ama daha ziyade Türk musikisi severdi bildiğiniz gibi.. Musiki heyeti söylerken, "Dur! Şurasuu şöyle oku" derdi. Ayrıldıktan sonra Anlıyorum.. Ayrıldıktan sonra Atatürk'ü gördüğünüzde size bir şey dedi mi? Aynldıktan sonra ben kendisini mükerreren gördüm. "Vecihe bak, dedi, şu halime bak." "Ne var Paşam" dedim. "Şu halime bak, bana bakan kimse yok.." Nasıl olur, etrafmda bir sürü insan olmalı? Ama yakın birini arıyor.. Siz ne dediniz? "Paşam bunu siz arzu ettiniz. Kimsenin kabahati yok" dedim. 1927 senesinde oluyor bu... Gerçekten çevresinde bir yakını yok muydu? Manevi kızları vardı. Afet Hanım, Zehra, Nebile diye... Nebile, dünya güzeli bir kızdı. Onunla çok görüştük. Ben çok severdim.. Vecihe Hanım, Latife Hanım ile Atatürk boşandıktan sonra hiç karşılaştılar mı? Bir kere karşılaşmışlar. Göksu'da.. Latife Hanım sandalla dolaşıyormuş. Atatürk'ün de bir motoru vardı. Adını hatırlayamıyorum. Birbirlerini görünce, Atatürk kalkmış selam vermiş. Çok ağladı Latife sonradan. Tek karşılaşmaları budur. Fakat gördüğü günden ölünceye kadar sevdiği bir insandı.. Müzik ve dans İyi anlar mıydı musikiden? Mükemmel anlardı.. ve oynaması.. göbek atmak değil de fakat ciddi musiki ile mendilini alır eline... döndure döndüre bambaşka bir dans yapardı. Efendim, alafranga danslar yapmaz mıydı? Yapardı. Vals yapardı.. Bir de ağır vals yapardı. Bunları ataşemiliterken Avrupa'da öğrenmiş. En çok sevdigi sanatkâr ve şarkı hangisiydi.. Safiye Ayla derler, dogru mu? Safiye Ayla'yı severdi. En sevdiği şarkı "Pencere açıldı, piştov patladı, Bilal oğlan" diye bir şarkı vardı.. Latife, piyano Ve içki Vecihe Hamm, içki konusuna gelmek istiyonım şimdi. Çok içerdi deniyor. Sizin diişünceniz nedir? Evet içerdi ama, efendice içerdi. Gündüz ağzına içki koymazdı. Akşam başlardı yemeicle beraber. Sarhoş görünmezdi. Bir gün Îzmir'de tam yemek yiyoruz. Mühim bir telgraf geldi herhalde. Telgrafı aldı, şöyle bir baktı. Sonra emirberi Bekir'e baktı. Bir ayran istedi içti, bir portakal suyu içti. Sonra sade kahvesini içti. Sanıyorum biraz sarhoş olmuştu, fakat kendine geldi. Hemen telgrafın cevabını yazdırdı, gönderdi. Ne içerdi? Rakı mı? Asıl rakı içerdi. 1927'de ay BİLGİ YAYINEVİ İMZA GÜNÜ Bugün saat 13.0019.00 arası kitaplannı imzalayacak. ADRES: Kitap Fuan Bilgi Ya>ınevi Standı Sanayi ve Teknoloji Bakanhğı Sergı Salonlan Tandoğan ANKARA İLAN SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI İç Hcaret Genel Müdürlüğünden Cumhuriyet Caddesi No: 10 Harbiyeİstanbul adresinde mukim, Istanbul Ticaret Sicili Memurluğu'nca 29.5.1975 tarihinde tescil ve 22.8.1979 tarihli, 217 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi'nde de ana sözİeşmesi yayınlanarak İstanbul Şubesi'nin açılmasma 6762 sayıh T. Ticaret Kanunu hükümlerine göre izin verilen, İngiltere'de Hava Yolu ile Taşıma İşlerinde bir Kamu Tüzel Kişisi olarak faaliyette bulunan ve "British Ainvays Board" diye arulan İngiliz Hava Yolları Kuruluşu, bundan böyle tngiliz Şirketler Kanunu hükümleri dairesinde faaliyetini sürdürmek üzere "BRITISH AIRV/AYS PLC" olarak anılacağını ve daha önceki kuruluşun mal varlığı ile bütün hak ve vecibelerini devr alarak faaliyetini smırlı sorumlu bir anonim şirket olarak sürdüreceğini Bakanlığımıza vermiş olduğu 21.3.1984 tarihli dilekçe ve eklerinden anlaşılrruştır. 30 Kasım 1914 tarihli Ecnebi Anonim ve Sermayesi Eshama Münkasem Şirketler Hakkında Kanun hükümleri uyannca; yukanda belirtildiği üzere, Türkiye/İstanbul1 da şube açarak faaliyet gösterecek olan"BR!TISH AIRWAYS PLC" şirketi, aslı Londra De Pinna Scorers And John Vein Noterlik Bürosu'ndan Robert Anthony Duff Urguhart tarafından 1.3.1984 tarihinde Türkçe tercümesi de Beyoğlu 15. Noterjiği'nce 16.3.1984 tarihinde onaylanan vekaletname ile İngiltere Birleşik Krallığı ve Kuzey İrlanda'da müseccel ve ülke kanunlanna göre faaliyette bulunan ve müseccel merkez bürosu Speedbird House Heathrovv Airrx)it London England adresinde kain olan adıgeçen şirket, İngiliz uyruklu, Ayşe Sultan Korusu, Çamlık Apt. Daire 3 Bebek/İstanbul adresinde mukim LESLÎE ROBERTSON", Türkiye"de şirketin yolcu, posta ve yük nakliyesi işi ile alakalı olarak söz konusu vekaletnamede yazılı yetkilerin her birini, şirket adına yapılacak işlerden doğacak davalarda dava eden, dava edilen ve üçüncü şahıs sıfatıyla hazır bulunmak üzere, Türkiye Şubesi (istanbul) vekili olarak atadığını bildirmiş ve gereken belgeleri vermiştir. Söz konusu işe ait belgeler incelenerek, Kanun ve mevzuata uygun görüldüğünden, "BRITISH AIRU'AYS PLC" şirketinin Türkiye (İstanbul)'da şube açması ve anılan şubenin vekilliğine müdür mümessil olarak LESLIE ROBERTSON'un atanması hususunda, iş bu beyanname verilmiştir. MUZAFFER İZGÜ torosyaymlan YILANI ÖLDÜRSELER/Yaşar Kemal DENİZ KÜSTÜ/Yaşar Kemal GÖKYÜZÜ MAVİ KALDI/Sabahattin Eyuboğl u Yaşar Kemal ÜÇ ANADOLU EFSANESI/Yaşar Kemal HUYÜKTEKİ NAR AĞACI/Yaşar Kemal İNCEMEMED1/Yaşar Kemal İNCEMEMED2/Yaşar Kemal BİNBOĞALAR EFSANESİ/Yaşar Kemal ÇAKIRCALI EFE/Yaşar Kemal SARI SICAK/Yaşar Kemal YAŞAR KEMAL SÖZLÜĞÜ/A. Püsküllüoğlu AL GÖZÜM SEYREYLE SALİH /Yaşar Kemal FİLLERSULTANI/Yaşar Kemal KUŞLARDAGİTTİ/Yaşar Kemal AĞRIDAĞI EFSANESİ/Yaşar Kemal ORTADİREK/Yaşar Kemal İNCEMEMED3/Yaşar Kemal Nuruoçmanıyc Cad Atasaray 206 Cağaloğluİstanbul 522 23 76 T.C. BATMAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ İLAN Esas No: 1972/132 Davacı Tevrat Anca vekili tarafından, davalılar M. Ali Güngör ve arkadaşları aieyhine açılan ferağa icbar davasımn yapılan yargılaraasında; Davalılar adına çıkanlan davetiye tebliğ edilememiş, zabıta raarifetiyle yapılan araştuma sonucunda tebliğe açık adresleri tesbit edilemediğinden, dava dilekçesinin davalılara ilanen tebliğine karar verilraiştir. Karar geregince, davalılar Şevkiye ve Ali Rıza Alpay dunışmanm atüı bulunduğu 14.11.1984 günü saat 9.00'da mahkeraemizde hazır bulunmasına, veya bir vekille kendilerini temsil ettirmeleri, aksi takdirde haklanndaki gıyap karannın da ilanen tebliğat yolu ile yapılacağı hususu davetiye yerine kaim olmak Ozere ilanen tebliğ olunur. 8.10.1984 Doğancılar, İhsaniye'de şahane deniz manzarah daire. Tel: 333 37 71 ŞATILIK Basın: 13567
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear