Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 HU\ \m M ait ayırun on dördUndeyiz. BugünkU Tıp Bayramının yazılmasını, hekimlerin güzel kalemine bırakıp, iki gün sonruından, 16 marttan söz açmak istiyorum ben. Caniler ve Hainler Elele 16 mart 1920 tarıhi, Istanbulun lngili», Fransız ve Italyanlarca işgal edildigi tarihtir. Istanbul askerlik yönünden tahkim edilmış bir kent degiidi. Adlarını saydığtm müttefik devletler, Mondros Silâh Bı.akışması hükümlerin» göre, bu kenti ışgal etn.sk hakkına sahip değildüer. Ama onlar, hak, hukuk tanımayan, modern haçhlar ruhuyle yüzyıllann öcünü Türklerden almak hırsıyle yanan devletlerdi. Silâh Bırakışması kurallarına, hatta lnsanlık kurallaıına aldırdıkları yoktu. Öyle kı, 16 mart 1920 günü sabahının çok erken saatlerinde askerî birliklerini Istanbul'a çıkardıklan zaman, ilk işleri, Şehzadebaşındaki küçük bır Türk müfrezesinde, herşeyden haberslz ve bu nedenle do savunmasız Mehmetçikleri uykuda bastıraralc şehit etmek olmuştu. Patı emperyalizminin o zamanki temsilcileri, bu davranışlarının bir cinayet olduğunu elbette biliyorlardi. Ama Türk'e karşı cinayet işlemek de mübahtı. Istanbul'da bulunan Mütareke dönemi hainleri bu vahşeti gördüler, duydular. öğrendiler; fakat yine hiyanetlerini, Anadolu'da savaşan «Kuvayı MUliye»ye ve Mustafa Kemal Paşa ya karşı saldırılannı sürdürdüler. Tıpkı, aradan .56 yıl geçtikten sonra, bugün de, o eski mütareke dönemi hainlerinin meşnı ve gayrimejru çocuklannın, yegerüerinin ve torunlannm Atatürk'e, onun gerçekleştirdiği Tiirk Devrimine eylemli ve yazılı olarak saldınlarını sürdürdükleri gibi'. İşte ben 14 mart günü, 16 mart'tan söz etmeyi bu nedenle uygun buldum. Sizler, yani bu satırları okuyanlar, «Düfman işgali» ne demektlr, hiç bilir misiniz? Düşünün bir kez! Istanbul'un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafmdan zaptedilip Devlet merkezi yapıldıgından bu yana bu kent hiç yabancı işgal görnıüş müydü? 1877 Rus savasında (Eskiler buna «93 Harbi» derler) Ruslar Ayastafanos'a (Yeşilköy'e) kadar gelmişler, fakat türlü politîka nedenlerile Istanbul'a girmemişlerdi. Ne var ki, geldikleri yere büyük bir zafer anıtı diktiler ve onu orada bırakarak bir süre sonra çekilip gittiler. Moskof İşgali tehlikesinin simgesi olan bu anıt Birinci Dünya Savaşırnn başında Ittihatçılar tarafından yıktınldı ama izi ruhlarımızda kaldı. Bunun dışmda bir işgal tehlikesi görmeyen güzel Istanbul'umuz, ne yazık ki, 16 mart 1920' OLAYLAR VE GÖRÜŞLER îşgal Nedir Bilir misiniz? Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU de işgalin tehlikesini degil, doğrudan dogruya kendisini yaşadı. Mütareke dönemi halnlerine soyca, kan ve ruh hısımlıgmca bağlı olanlar, böyle acı günleri anımsamak istemezler. Çünkü, babalan, dedeleri, amcaları ve dayıları o dönemde işgalcilere köpekler gibi hizmet etmişlerdi. «Ingiliz Muhipleri Cemmiyeti», «Fransız Muhipleri Cem miyeti», «Kürt Teâli Cemmiyeti» gibi dernekler kurarak, Türkiye'yi parçalamak ve ezmek isteyenlerle elele vermişlerdi. Türkiye'yi kurtarmak isteyen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlannı yok etmek için ttirlü yollara başvurmuşlardı. Istanbul sokaklarında işgalcı güçlerin devriyelerine selâm çakmaktan utanmamışlardı. ÇünkU onlırda ulusal bağımsızlık ruhu ölmüş bulunuyordu. Çoğu milliyetçi degil, ümmetçiydiler. Tıpkı bugün de Türk müliyetçiliğini öldürmek isteyen ümmetçiler gibi. Milliyetçiliğe ve bağımsızhğa gönlünü verrrıjş olup da bir yabancı işgalin ne denli ağır geldifini, böyle bir işgali görmeyen bilmez. Ben bunu gördüm ve yaşadım. Onun için bu kadar kesinllkle ve bu kadar üzüntü ile yazıyorum bu aatırlan. Yeni kuşaklar bilsin ve anlasın diye. Istanbul'un yabancı işgali altında bulundugu yıllardan üç ayını (1922 yılının temmuz, agustos ve eylül aylannı) Istanbul'da, dayımm yanında, geçirdim. Yabancı emniyet kuvvetlerinin, yabancı askerlerin Istanbul sokaklarında Türklere, özellikle genç Türk harumlarma söz attıklarına, Rum palikaryalannın Beyoglu sokaklannda Yunan bayraklanyle taşkınhklar yaptıklarına, on sekiz yaşımın ruhumda uyandırdığı lntikam yanardaglanyle tanık oldum. Çünkü ben 23 Nisan 1920'de, (yani anlattıgım şu üç aydan, iki yıldan fazla bir zaman önce) ilk Türkiye Büyük Millet Meelisinin lçinde bt? aydan fazla bir süre memur olarak çalışmış, Anadolu Ihtilâlinin ılk coşkulu yıUarır.a, bu ihtilâlin merkezi, kalbi olan Ankara'da tanık olmuş, ulusal bağımsızlık ruhunun ve ulusal gururun şahlanışınının ne demek oldugunu orada görüp yaşamıştım. Bunları daha önce birçok yatımda anlattığım için yinelemeyecegim. BUtün bu şahlanışı gördükten sonra, Istanbul sokaklarında başı eğik gezmek, işgalei devriyelere rastlayınca yol değiştirmek palikarya taşkınlıklanru duymamak için kimi yollardan hııla geçmek, bana ağır, çok ağır geiiyordu. Kaderin Tatlı Cilvesi Yazgının acı cilveleri olduğu gibi, tatlıh da oluyor kimi zaman: yukarıda anlattığım üzüntülü olaylara tanık olan ben, 9 Eylül 1922'de Izmir'in Yunanlılardan geri alındığı müjdesini de Istanbul'da Iken almış, bu kez de Istanbul halkının şahlanışıru görmüş, yürüyüşlere, fener alaylarma katılmış ve böylece içimde kabarmış olan intikam yanardağının patlamalarına, sevinçle yolvermiştim. Az mutJuluk d«ğildi bu, benim için. O tarihten sonra Istanbul'da palütarya çığlıklan kesildi, Yunan bayraklan görillmez oldu ve Türkier Beyoğlu caddesinden rahat rahat geçebilir duruma geldilerdi. Gerçi Istanbul henüz işga! altmdaydı; fakat biliyorduk ki o da artık îzmir gibi bizimdi. Türktü. Gerçi lngilia ve Fransız zırhlüan Bogaz'da demirli duruyorlardı; fakat biliyorduk ki «geldikleri gibi gideceklerdi». Artık yeniden Ankara'ya dönmeliydim ve döndüm. H zaman ben Ankara Lisesinln 10. sımftnda öfrenciydim. Haberi birkaç gun sonra söyle aldıktı. Arkadaşlarımızdan Memduh (Payzın) kosa koşa ve ağlayarak yanımıza geldi, «Istanbul'u Ingilizler işgal etmişler, askerlerimizi uykuda bastıraralc sehlt etmişler» dedi. O çağın en büyük emperyalist gücü olan İngilizlere karşı beslediğimiz nefret o anda kat kat çogalmıştı. Osmanlı Mebusan Meelisinin Istanbul'da toplandığmı, Milli Misak'ı kabul ve ilan ettiğini çoktan biliyorduk. Acaba bu Meclis ve oradakiler şimdi ne olmuştu? Düşünüyordum, Istanbullular ne olmuştu? Orada bulunan dayımın ve kimi akrabalarımm başı derde girmiş miydi? Istanbul'da bütün arkadasların hısımları, yakmlan vardı. Hepsi onlan düşünüyor, herkes bir şey söylüyor, birbirini teselliye çalışıyordu. tlk şaşkmlık ve üzüntünün etkisi hafifleyince aramızda: «Mustafa Kemal Paşa herhalde bir tedbir almıştır» sonucuna vardık ve duruldulc. Ona, bir peygambere inanır gibi inanıyorduk. Mart a^nın sonuna doğru Mustafa Kemal Paşa bizim okula gelerek büyük girişteki loş holde bizlere bir konuşma yaptı: «Mücadelei Milliye'nin gayesini» ve «Türk milleti necibesinin yekpâre bir vücut halinde feveran ettiğini» anlatarak bizlerin de artık «menafii milliyeyi müdrik birer münevver» sayılacağımızı ve her zaman bu sıfatla hareket etmemiz gerektiğini söyledi. Bazı sözleri, çocukluğumda ezberlediğim manzumeler gibi, belleğimde kaldı. Konuşmasını o gittikten sonra defterime not etmiş olduğum şu sözlerle bitirdi: «Gerçi müşkilât azimdir (çok büyüktür) fakat fütur getırmemek lâzımdır. Millet te ve gençlikte mücadele azmi oldukça, her nevi müşkilât iktıham edilecek ve mustevliler mukaddes vatanımızdan sürülüp çıkarılacaklardır.» Daha önce de yazmış olduğum gibi, vatan için «öl!« dese hemen oracıkta ölmeye bazır bir a\Tjç çocuk irisi genç, onu nasıl içten alkıjlamıştık. Izmırin alındığı haberini Istanbul'da öğreninee ben işte ikibuçuk yıl öncekl o günü düşUndtim. Mustafa Kemal Paşa «mustevliler mukaddes vatanımızdan sürülüp çıkanlacaktır» sözünü tutmuştu ve böylece 16 mart 1920 sabaha şehit edilen Mehmetçiklerin de öcü alınmıştı. Unutmayalım ve gençlerimize de unutturmayalım, tarihimizin böyle acı günlerini. Yeni emperyalizme av olmaktan ancak böyle kurtarabiliriz kendimizt. N o t : Anayasa Mahkemesi'nin örf re adet konusundaki förüsünü ve buna karşı yapılan eleştirileri gelecek yazida rle »lacağım. SBJui 1 Olmamış ve Olmayacak erşeyin kiiçüğü «evimlidir. Eşegin «pası, tavuğun drcivi, koyunun kuzusu, kısrağin tayı, ineğin buzağuı cana yakındır. Ama küçüğü sevilmiyen varlıklar da buhınur dünyada. Sözgelişi büyük burjuvaya saygı duyulur da, çoğnnlukla küçük burjuva hor görülür. Nedenleri rok değildlr bu tutumun... Birineil neden Batı'dan geUr. Büyük burjuva gtfçtt, senfin. yaratıcı. girişimci blr simte oluşturur kafalarda... Boru değil, tarihte en büyük döniim noktalanndan biri, burjara derrimidir. Batı toplumlannm sanayileşmesi, kalkınması, bnrjuva sımfının öncülüfünde gerçekleşmiştir. Madenleri yer altından çıkaran, fabrikalar kuran, demirçelik tesislerini oluşturan, demiryoliarını döşeyen büyük şirketler bankalar işleten, gözüpek girişimcidir büyük burjuva... Dünyada yeni bir kültür aşamasınm öncüsüdür. On binlerce, yuzbinlerce işçl çahşır işletmelerinde... Milyonlar, mllyarlarla oynar, Görkemli, güçUi, çaplı, ufuklu inMndır. Küçük burjuva öyle mi? Çogunlulda büyük burjuvanın emrindeki öğretmen, »«• ' ker, küçük memur gibi aylığiyla geçinen, ya da pek ufak bir işin çarkını çevirmeye çalışan küçük adam; Batı edebiyatında çoğu zaman alayla ele alınmış, nlce romana, öykiiye, karikatüre, oyuna konu yapılmıştır. Büyük burjuva büyüklüklerin. küçük burjuva küçüklüklerin adamıdır. Dar çıkarlano, gündelik uğraşlann içinde bitip tükenen zavallı küçük burjuva; vainız büyük burjuva çevrelerince hor göriilmekle kaimaz: proleterlerih de güvenini kazanamaz. Veryüzünde proletarya devrimlerini cerçekleştiren ülkelerin öndfrleri, küçük burjuvayı kavpak bir kisi olarak nitelerler. Çünkü küçük burjuva kapitalistlerin egemenliğinde kapitallstlere, sosyalistlerin egemenliğinde sosyalistlere yamanır, her iki yana hizmet etmek karakterinde ikircikli bir yaratıktır. Dofrudur, gerçektir bunlar; npayı eşekten, tayı beyftrden, kuzuyu koyundan daha çok seven nice kişi; küçük burjuvayı değil de büyüğıinü sever bu yüzden... H Mustafa Kemal'in Tuttuğu Söz 16 mart 1920 tarihinde Istanbul isgal edildı Bir edebiyatçı geçmişe bakıyor OKTAY AKBAL Evet Hayır Y1KILAN KURAM'IN ÖYKÜSÜ ilimMİ bir kuram «Birtakım olfulan ya da olgusal iliskileri açıklayan kavramsal bir dizge (sistem)» olarak tanımlamaktadır. Prof. Bedia Akarsu «Pelsefe Terünleri Sözlüğü»nde buna «Olaylara etkin yeni olguları bulma» koşulunu da katmak tadır. Eski tıpta ünlü bir kuram vardı: însan organizmasuıda has talıklann oluşumunu kendine özgü yöntemle açıklayan işlevsel (fonksiyonel) bir görüş sayılan «Dört Humor» (Dört Hılt, Ahlatı Erbaâ) kuramı. Bu Batı, Doğu hekimliğinde asağı yukan iki bin yıl ayakta durmuştur. Onun öyküsüne kısaca değinmek bir bakıma bizim geleneksel tıp bayramımızın getirdiği önemli bir yeniiıği de anlatmaktır. Ilkçag uygarlıfının Unlütetinden Empedokles (l.ö. 492432) «Peri Physeos» (Doğa Üzerine) başlıklı yapıtında, cansız varlıklarm «Ateş» «Hava» «Su» «Toprak» olmak üzere «Dört Öge»den yapıldıklannı ileri sürmekteydi. Bu açıklama günUmüzde çok kabataslak görUnUr. Ama o zaman için büyük bir aşamaydı. ÇünkU insan düşüncesi «Tanrılar»la «Mitos»lann bir çeşit «Düş» sayılabilecek sözde dünyasından doğaya ilk kez yönelmekteydi. Onun üzerinde egemenlik kurabilmesi ancak böyle bir girişimle olanaklıydı. Nitekim sonraki yüzyıllarda bu yetkenin (sultaı yavaş yavaş kurulduğunu. giderek 1969'da Ay'a bile uzandığını görmekteyiz. İlk adım atılmasaydı ötekilerin de gerçekleşemiyecegi kesindi. B Doç Dr. Sırrı AKINCI bor et Tumor cum Calore et Dolore» (Yangı olaylannda kutartı, şislik, ısı artışı, agn gibi dört ger çek belirti vardırı biçimindeki bugün de benimsenen bir öıdeyişle yasalaştırmıştı. «Bugün de benimsenen» demekteyim, çünkü Î.Ü. Tıp Fakültesi'nin en önemli kürsüsünün sayın hocası Prof. Dr. Münevver Yenerman, bilimsel bir şolen olan o güzel derslerinde bunu kara tahtaya mutlaka yazdırtır, öğrencilere de yineleye yineleye söylemeyi mutlaka yerine getirir. C. Celsıus ayrıca )ju belirtilerle «Dört Humor» arasında nedenselliğe dayanan bir bağlantı kuroıuştur. Aradan biraz daha geçince kuram bu kez Bergamah C. (Salenus'un (130 200) eline ge^ti. Iskenderiye Okulundan yetişmiş, «Tıbbın împaratoru» diye anılan bu bilgin, pek çok konuda Hippokrates'e karşıttır. Bundan ötürü Fransızca yazılmış tıo tarihlerinde «Hippocrate dit oui mais Galen dit non» (Biri evet öteki hayır der) tümcesi çok geçer. O hastahklann olusumunda «Humornların degil öncelilde «Dı$sal etkenler» in neden olduklannı kesinlikla bildirmekteydi. Işin şaşılacak yani bu sonuca vanrken de deneysel yöntemlerden kuşkusuz yararlanamamış. XIX. yüzyıldald L. Pasteurie R. Koch'un buluşlanndaki temel düşünceye yüede yüz yaklaşmış olmasıydı. Bu bakımdan çağın m çok ilersindeydi. Ama onun saçma bir tutumunu da söylemeden geçmeyelim: O, arada bir kendisini bir tür gizemciliğe (mistisizm) kaptırmakta, böylece bilim adamına hiç ya kışmaz sözde mantıksal işlemlerle çıkardığı birtakım dogmaları ortaya koymaktaydı. İşte bu dogmalar daha sonraları Hıristiı.'an, Müslüman, Musevi hekimlerin dinsellik'e koşullanmış eşdeyimle bir çeşit turşulaşmış kafalarına cok yatkın gelecek, dolayısiyle C. Galenus'u, Batı Doğu tıbbında «Öncü Adam» durumuna getirecektir Oriaçağ'dı Durum Ortaçağa geldiğimizde karşımıza bazı tıp okulları çıkmaktadır. Bunlardan en eskisi «Salerno»da bulunmaktaydı. Okulun önemli bir bzelliği vardı. Ortadojfu tıbbıylt batı tıbbırun kaynaşması görülmekteydi. «Salerno» tıp oku lunun da «Dört Humor» kuramına bağlüığını her tıp tarihçisi bilir. Bu konuda okulun yayımladığı «Regimen Sanitas Salemıtatum» (Salerno'nun Sağlık Ogütleri) başükh kosuk (Manmım) yaana belgesel tanıktır. Ondaki «Bedenimlzin her yerinde dört humor etkindir. Bunlar dış dogadaki dört ögeye karşı lıktır» dizeleri savunızı dofrular. Ortaçağın öteki okulları «Bologna», «Montpellier», «Paris»tır. Bu okullardaki önemli bir işlem M rar ineelemtSlljSSfHföm bıhastaya tanı koyabürnek içüı, ondan değişik zarhanlarda ahnarak özel şişelere toplanmış idrarlara bakmak zorunluluğundaydı. Bazan idrarı tattığı bile olmaktaydı. Böylece idrarın içersindeki «Humor»l»rla ilgili «Contenta» (Içerik) denilen hastalık Urünleri sözüm ona saptanmaktaydı. Bu araştırmalar günümüz tıbbı İçin çok ilkeldir. Ama o günler için önemliydi. öylesine ki Avrupa klasik edebiyatmın bazı yapıtlanndaki söyleşilere bile geçmiştir. örneğin W. Shekespeare'nin «IV. Henrynsinde oldugu gibi. Kanım odur ki bu dönemde «Dört Humor» kuramı yalnız tıbbı değil dolaylı dolaysız pek çok şeyi etkilemiştir. Ortaçağı «Chercher le sens c'est mettre au jour ce qui se ressemble» (Bir şeyin anlamını araştırmak onun neye benzediğıni saptamaktır) ilkesini benimsemiş «Yeniden doğuşvun izledığini kültür yoksunu olmayan herkes bilir. Bu dönemde Avrupa' da ünlü bir hekim karşımıza çıkmaktadır: Paracelsus (14931541). O ç&ğının esprisine uyarak hastalıklann sağlatımında «Similia Similibus Curantur» (Benzerler benzerleriyle iyileştirilirler) yöntemini ortaya koymuştur. «Dört Humor» kuramına da karşıydı. Onun yerine insan bedeninde bulunduğunu varsaydığı «KUkürt», «Civa», «Tuz» olmak üzere «Üç Öğe»yi önermekteydi. Ama bilgin «Dört Öge» kuramını yıkamamıştı. Bunun belki baslıca nedeni, onun her hastalıgı iyi edebile ransızca bir deyündir «Edebirat cumhuriyetU. Dönyınıa neresinde olursa olsun edebijatçılar çevresi apayn bir dünyadır. Türkiye edebiyat cumhuriyetinden biri gitse ne bileyim Brezilya edebiyat cumhuriyetinden biri ile karşüaşsa, beş on dakikada kırk >ıUık dost oluverirler. Uluslararası edebiyatçUar toplantısında gSrulür bSyle durumJar. İlk kez k»ı^ sılaştıgınız bir Afrikalı, Asyalı, Atnerikalı, Avustralyah bir ya»rla, bir şairle kısa zamanda arkadaalık knnıvpri'ninlz. Edebiyat cumhuriyeti uluslararasıdır, ulnslar üatüdür, hatu ç*âlar üstüdür .. F Edebiyat camhariyetleri kahvelerde, pasUbanelerde, JçMH lokantalarda kurulur, yaşar, devrimlerini yapar, »onra jnkılır. Yerine yeni bir cumhuriyet gelir kurulur. KuşakUr seçmiştir. yeni kuşaklar gelmlştir, begeniier defişmiftir, yeni beğeniler dpğmustıv, Okurlar da yenileşir yeni akamUrla. önce yadırgansa da bir süre sonra egemen olur taze begenller, görüsler. eğilimler... Salâh Blrsel'in «Saaat modadır» ükesinl yabana atmanulı. Her çafın ayrı bir sanatı olduğun» göre... Ama ne var M her çafın moda akımlanndan süıülo süzüle değerli yapıtlar kaür yannlara. Modayı aşan ürünlerdir onlar. Her çağın modası, değişik beğeıiisi etkiletneı onlan, hatta zaman geçer, bir gün böyle üstün yapıtlar yenl modaların yaratümasınds etken olurlar... Salâh Birsel'in «Ah Beyoğlu Vah Beyoglu»su 194040 yıl. larının sanat çevresinde oiup bitenleri içeren bir yapıt... Daha önce bu sütunda sözünü ettiğim «Kahveler Kltabunı tamambyor. Orda da «edebiyat kahvelerl»nden, bu arada Meserret, lkba], Küllük vb. den söz edlliyordu. Bunda da Beyoğlu'nun, Şişli'nin, Osmanbcy'in kahveleri, pastahaneieri, içkill gazinoları yer almıştır. Tepebaşı bahçesi, Lebon, Nisuaz, Ankara, Cennet Bahçesi, Baylan vb. Birsel, 1946'dan lNt'a dek sttrekU olarak Istanbul'da, «edebiyat cumhuriyeti»nin orta yerinde, hatta o cumhuriyetin 1leri gelenlerindcn biri olarak yaşadığı için herşeyi iyi biliyor. «Edebiyat Anıları» demiş kitabına. İyi etmiş... Çünkü bunlar anıdır, gegaâften bugune kaian kınk dökük gözlenıler, izlenlmlerdir. önsözde şöyle diyor Birsel: «Bn kitap Beyoflunu Bu klUba, bir edebiyat tarihi gözüyle bakılsa da Çünkü bu kitapta, elden geldiğince, yazarların sanat lanndan, edebiyat dergilerinden ve şilr akunlanndan mıştır. anlatır... yeridir. anlayışda açıl cek, bizim Osmanlı helrimlerinin «Devâi Kül» dedikleri bır ilâcı aramaj'a kalkışmasıydı. Paracelsus «Petrus Philosophica» (Filozof taşı) adını verdiği bu tözü (Cevher) bulmak için bütün yaşamını harcadı. Sonuç alamadı. Kaldı ki o yan dâhi yan deli bir bilgindi. «Mani» nöbetlerinden yakasını kurtaramayan dogumsal frengili bir alkolikti. «Dört Humor» kuramı R. Descartes'in (15951650) de ilgilendiği bir konu oldu. O da bunu begenmemekteydi. Ama kuramı yıkamadı. Dostlarından bir papaza yazdığı mektupta: «Yanümaz kanıtlara dayanan yepyeni bir tıp kurarru aramaktayım. Onu buluncaya değin ama sağlığıruza çr'k :• i c.'.kırız» demekteydi. Verimiz siEfrlı oldugundkn'faala ayrıntıya girmeden sonucu bıldireyim: Kuram XIX. yüzyılın ilk yanmında X. Bichat, G. Morgagni, Schleiden, Schwann, K. Rokitansky, Henle, Kölliker, R. Virchow v.b. gibi Batılı bilginlerin olağanüstU çabalariyle tıptan uzaklaştınldı. Kurama dayanan hastalıklar bilimi (Patoloji) «Humorabıken bu kez «Hücresel» oldu. Buysa tıbba yepyeni ufuklar açtı. Bir örnek vereyim: Günümüzde «Iskambil kâgıtlanndan yapılmış, üflesen yıtalacak çürüklükteki şatolar» tümcesine uyar pek çok klinik tanıya karşılık, kanser tanı'sı raatematiksel kesinlikle konulmaktadır. Bu «Hücresel» kökenli hastalıklar biliminin en büyük utkusuna (zaferine) başlıca kamttır. Osmanlı tıbbıysa İbni Sinânın (9801037) etkisiyle başlangıçtan beri «Dört Humor» kuramına bağ lı kalmıştır. XIV. yüzyıldan XIX. yüzyüa dek yapıt diye ortaya konulan yazmalarda onu göz boyayıcı görkemiyle hep karşımızda bulmaktayız. «Yeni olgulan bulma yolunu» hiç göstermeyen, ben zetme yerinde olursa bir kısır döngüyü andıran bu kuram, Osmanlı hekimliğinde bir «Temcit Pilâvi» gibi sürgit ortaya konulmuştur. İki yıl önce bu gazetedeki bir yazımda 14 mart 1827'nın «Kadavra Disseksiyonları»nı getir diğini söylemiştim. Onun götürdüğü de bu çok uzun yaşamış ama hiç bir işe yaramamış işte bu «Dört Humor» kuramıdır. Ne var ki ycryüzünde her ülkcnin kuruluşu, oluşumu, Batı modellerinc tıpatıp uymuyor. Sözgelisi üımanlı İmparatorluğunun çöküşü, dağılışı ve vcrine ulusal devletin kuruluşu bir başka nitelik Uşımaktadır. Otmanlı devletinde ticareti elinde tutan Hıristiyanlar Iraparatorluğun burjuvarislni slmgelerken, Müslümanlar ve öncellkle Türkier, köylülüğü oluşturuyorlardı. Imparatorluğun Iç ve dış ticaretini çekip çeviren parababalan yanında; Türklere düsen. köylülük, askerlik, devlet memurluğundan başka işier değildi. Bunun içindir ki Osmanlı Imparatorluğunu oluşturan Rum, Ermeni. Bulgar gibi uluslarda milUyetçilik akunları basladığı samaıı, Türkier uyuyorlardı. MiUiyetçilik akunlannın yoğunlaşıp ulusal devletlerin knrulması için burjuvazinin gellşmesinl beklemek gerekmlstir tarihseJ aaamalarda... t'lkemizin tarihinde ise bu işi yapan önderler. küçük burjuva aydınlan. askerler, öcretmenler, memurlar; garip bir uğrasa firdilcr. Abdülhamit e başkaldırdılar: tttihat ve Terakki eylemi basiadı; ardından Milli Kurtulu» Savası ve ulusal devlet çabaaı... Bu serüven içinde boğusa botusa uzun yıllar (teçirip kınldılar, dnküldüler. venildiler. vendiler, öldürdüler, öldüler; yakm tarihimiz böyle oluştu. Yani bir küçük burjuva tarihine sahibiz Batı'daldnin tersine lster hoşlanalım. ister hoşlanmıyalım: bu iş bövle . BucUo Türkiye'de küçük burjuvanın romancısı, ressamı, y»z»rı, sairi, destanı, savaşı, kahraroanı. ve önünde «aypyla efUe> ceğimiz bir serüveni var. Ve faliba rakın Urihimizde, çaplı ve nfuklu tne varsa, küçük burjuva önderlerinin ttrünüdür. Buna karşılık büyük burjuva diye önünde sapkamızı çıkaracağımız bir kişi göremiyoruz. Tersine, ulusal devleti yabancılara peşkeş çeken dışa bağımlı blr dizi komprmdor kırması kapitalistin; ne tarihi, ne savaşı. ne kahramam. ne aanatı, ne kültürü, ne romanı, ne ressamı, ne de şairi var. Olmamı»; ve olanuyacak. Peki. ne olacakT Etnekçi sınıfına işliyeeek bundan sonra zanun; saatin akrep ve yelkovanı emekçinin celecejine dönecek: tarihimiı emekcj adına vanlacak... simdiden emekçi sımfının oaaaı. rcisstnı.j'omancısı, yazan var. Ama birger daha var: ^»kemizd* emekçi sımfının yazan kuçük burjuvavı ejefti"îebilir; blfiSu anlanm. Sermaye unıfına dayaıap da küçük burjuvayı hor görmek yok mu? Bakın ifto bn çok arıp bir lf olnyor. • SüySk 6eli}mTrr:^rC ^ııııiiiuımıııııııııııııııııııııııııııııiMiııııııııııııııuıııuıııııııııımınü I 5 TEŞEKKÜR EMEKLÎ BÜYÜKELÇI . f S f = E î. ŞADİ KAVUR'un rahâtsızlığı sırasında kendisini büyük bir sefkat ve ihttnıun ile tedavi eden Sayın Prof Dr. vefatı üzerine cenaze törenine katılan Askeri Birliklerimlze, Dışişleri Bakanlıgı mensuplarına, Galatasaray KulUbü idarecilerine, cenaze törenine iştirak etmek, çelenk, mektup, telgraf göndermek, riyaret ve telefon etmek suretiyle büyük acımuı paylaşan bütün akraba, arkadms ve yalaıv lara sonsuz şükranlarımızı arz ederiz. KARDEŞLERt VE OĞM) (Cumhuriyet: 203») | S S £ S S E S S S l'nutulmaması gereken şey şudur: Kahveler tarihi bir yerde, edebiyat tarihinden başka bir aey değüdir. Bir baska dejişle, bu kitap bir edebiyat kuşağının tarihidir^» Bu, bentm kuşağım, benim de üyesi olduğum bir edebiyat kuşağı... Doğrusunu isterseniz, Birsel'in kitabına karşı yan tutmadan, bir eleştirici gözüyle bakmam zor. Yirmi yirmi beş yaşlarımın yitik dünyasım buldum onda. O Elit'ler, Baylan'lar, Cennet' ler, Haylayf'lar, Nisuaz'lar, Boğaz gezileri, atom köftecüeri, 194050 yülannın tüm edebiyat olayları, Istanbul'daki «edebiyat cumhuriyetinin önemli önemsiz, değerli değersiz dedikoduları, japıtlan, şiirleri, şairleri, yazarlan, şimdi ölmüş olan dostlar, Sait Faik, Fahir Ongcr, Ziya Osman, Cahit Sıtkı, Cabit Irgat, daha başkaları, aramızda yaşayanlar Sabahattin Kudret, Behçet NecatigU, Naim TiraU, İlhan Berk, HançerUoğlu, Ozkök, burda bir bir adını sayması zor arkadaşlar . «Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu» bir roman gibi, ama yaşanmış, kişilerini bildiğimiz, tanıdığunız bir gerçek roman olarak okunuyor. Ben bile, «bunları demek yaşadık, demek bütün bunlar baaımızdan geçti» diye şaşarık, belleğin derinliklerlnden ynzeye çıkmaya başlayan eski anılan bir kez daha gözümon önflnde canlandırarak okudum... Salâh Birsel'in bu kitabı bir geçmiş «edebiyat cumhurtyeti>ni, çeyrek yüzyıl önceki Istanbul edebiyat, sanat çevresini, yararları, şairleri, ressamları, kahveleri. meyhaneleri ile lncelemek, tanunak isteyenlere çok şeyler öğretecektlr. Edebiyat Urihçisine yardımcı bir kitap. «Genç Nesil» denilen, bugün artık gençliği çok geriierde bırakmış, yaşı elliyi geçmiş, ya da epeyce yaklaşmış bir iki edebiyat kuşağının kahvelerde kalan, oralara yansıyan görüntüsü. Birsel bizim kuşaktan öncekileri de yer yer ele almış, Yahya Kemal'i, Halit Fahri'si, Necip Fazü'ı ile... Bizden sonrakileri de, Attilâ İlhan'ın çevresine toplaşan Baylan'cılan, yani Erdal Öz, Hllmi Yavuı, Demirtaş Ceyhun, Asaf Çiyiltepc vb'leri de... Salâh Birsel kişileri, olayları, kısacası anılan kendine %ergi o ince yergüeme yeteneğiyle anlatmış. Hepsi doğru mu anlattıklarının, zaman zaman belleği onu yanıltmamış mı? Elbet yanılmış o da, örneğin benim «Önce Ekmekler BozuJdu», F. Önger'in «Bugünkü Şiirimiz» kitaplarının kapaklannı Agop Arad'ın yaptığını yazarkcn... O kapaklar Fahir Onger tarafından çizilmiş, ama 1945lerde bir klişe atölyesi işleten MazUar Apa'nın bir ustası onlan yeniden yapmı*, işe yarar biçime Bokmuştu... Şöyle bitirmiş bu güzel, ele alınınca bltirilmeden bırakılmayan kitabı Birsel... «Biz arMk burada bu kahvenfizi de kapayalım. Hadi ozanlar sizler de evlerinize. Giuin biraz uyuyun. Bu ayaküstü gördüğünüz düşieri bırakın da gerçek düçleredalın... Bu kez her ne kadar dilimiz sürçtttyse bagışlana. Her şeyi geleneğiyle anlatmanın kaçınılmaz sonucudur bu. Ama biz de gördüklerimizl ve duyduklarımıa söyledik. Bunun başka türlüsü yoktur. Çünkö tnsan ya aldığını vermeli, ya hiç almamalı.» Birsel'in «Ah Beyoflu Vah Beyoğlu»su bir aynadır, o Luna park aynalan gibi azıcık alaya alıyor bizleri, ama gerçe* ğl çarpıttaıyor, bozmuyor. Anılann tadıru da hiç mi hiç bozmuyor... Dört Ög« Kuramımn Karfilığı «Dört Oge» kuramı, daha sonra İstanköylü Hippokrates'çe (İ. ö. 4«0 • 380) benimsendi. O bunun bedensel «Korrelatm (karşılığı) olarak «Kan», «Balgam», «Safra», «Sevdâ» (Karasafra) denilen «Humoral» (Hılti) maddeleri kurama ekledi. Aynca biriyle ötektler arasında niceliksel bir orantınm (Eucrasia, Mizaç) bulunduğunu söylediği gibi, nitelikleriyle birlikte degişikliklere uğramalannda (Dyscrasia, Mizaç bozuklugu) hastahklann ortaya çıkacağını kurama kattı. Aradan bir süre geçti. Aristoteles (l.ö. 384322) düşün alanma çıktı. Filozof kuramı benimsemekle birlikte üstelik onun köklü bir yorumunu yaptı. «Dört Ögeonin «Sıcaklık», «Soğukluk», «Yaşlık», «Kuruluk» gibi doğal niteliklerin bileşiminden ortaya çıktığını söy ledi. Çok sonraları bilim tarihçileri gerek bunu gerekse onun «Mantık»ındaki (Analitica) «Öner meler» arasında bulunan «Geleneksel Karşıtlık İlişkileri»ni diyagramlaştırdılar. İkisi birbirine çok benzer. Aristoteles aynca Pythagorasçılar'dan aktardıgı «Aether» (Parlayıci) adındaki bir «Oge»yle kuramı «Pentateuchus Medica» (Tıpsal Beşlemej durumuna getirdi. Ama bu tıpta tutunamadı. Nedenine gelince sonuncu «öge» varsayımsaldı. Aristoteles'e göre gökcisimlerinin yakınında bulunmaktaydı. Dikkat edilirse kuramda ilkin gözlemcilik etkindi. Oysa Aristoteles'in elinde kurgusallığa (Spekülasyon) dönüşmUştü. Bundan başka bir sonuç da onun ortaçaga uzanması oldu. Çünkü bu «Çağ»daki Batı Avrupa kültürünün dünya görüşünü «Skolastik Felsefe» belirlemekteydi. Böyle bir «Felsefenden söz edilince de karşımıza ilk önce Aristoteles çıkar. Onun görüşleri ortaçağda Hıristiyan Tanrıbiliminin, kilise saltanatının «Lâbisi Libâsı Katrâni» (Kapkaıa cüppeler giymiş) papazları aracılığıyla feodal toplumsal düzenin yaranna geçerli kılınmıştır. Toprak sahibi senyörlerin, emeğiyle geçinen insanlan köle olarak kullanmalan için bu gerekliydi. ^5özün kısası filozof ortaçağın adamı değildı, ama bilimiyle felsefesiyle bu «Çağ» onu baş tacı etmlşti. Kuram bir süre sonra C. Celsıus'un (İ.ö. 3 l.S. 50) «De re U Medicine» (Tıp Üzerine) başlıklı kıtabında karşımıza çıkmaktadır. Yazar insan bedeninde çoğu kez görülen yângı (iltihap) olaylannın belirtilerinl: «Notae Vero tnflamaHnni». Sunt OuatUOr Bl> | S S 2 E E S = MÜFİDEKÜLEY'e | İllllillllllMIIIIIIIIIIIIIIIIIIIUIIIIIIIIIIIIIUimillllllMIIIIHHIIlUMIIIIIf? FATIH ŞEHİR TİYATROSU'nda (İki üvun Birden) VEDAT rÜRKAÜ'KİN Sayın Doktor ve Eczacılara SORUN YARATAN KARMA ENFEKSİYONLARDA İLK AKLA GELEN ENJEKTABL ANTİBİYOTİK BU ÖLÜ KALKACAK Sdh 21.00, (ınamba, Pentmbe 18 »• 21.00'd» ÜIKER A. KOKSAL'IN Gentasilin fBENTflMİSİN SİRFAT) AMPUL BESLEME (I50.OYUN) Cunıı 21.00, Conurtui ve Paur 1 5 J 0 » ı 21.00'd« KADIKÖY P İ R TİYATROSUNOA KERİN KORCAtriN TATAR RAMAZAN Pıtırftsi, Salı hıriç her gece 21.00'de, Cunurfesl vt Pazar 15.30'da matine HARBİYE ŞEHİR TİYATROSUNDA F.C. lORCA'NIN EKONOMİK AMBALAJLARDA piyasaya sunulmuştur. Bernarda Alba'nm Evi P ı ı i r l u i Salı hariç her gece 21.00'de, Cumırfeıi »e Panr 15.30'da maline (İSKÜOAR ŞEHİR TİYATROSUNDA MOUERE'NIN " NOBELİLAÇ SANAYİİ VETİCARETA.Ş. (Graüka Maya: 4İ4J TARTUFFE (Sahte Sofu) Paurtesi Salı hariç her gece 21.00'de, Cumartesi ve Paıar 15.30'da matine (Basın: 12783 > 2037