23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
TA DÖRT: ÎCUMHDRIYET! NÜME ilk gelcne «Hamdi'nin evi ner de?» diye sordıun. Adam döndü, eliyle gösteriverdi hemen: «Şu karşıdaki kapısı açık ev » Kahvenin tam kar şısında. Yukanya çık* tım. Kimse karşüamadı. Hanayda biri yatıyor. Sağuna soluma baktndım. Merdivenler den ağır ağır elinde testilerle yaşü bir kadın çıkıyordu. Anladım ki bu Fatma Nine'dir. Annem çok sözünii et«ıişti daha öncc. Anamın arkadaşıdır. O BİR KOY VARDI V* Fotograf: Hidayet KAKAKUŞ Bilmeden, bir anlaşılmaz bakyüzüme. «Neyin nesidir?» giîerden. Tanıtüm kendimi. Gü lüverdl birden. îçten gelen bir «Va»ay'...» çekti. «Sen demek bi2im Ansgız'ın oğlusun» dedi. «Evet» dedim. Hemen Hamdi ağayı kaldırdılar. Bir uzun hoşbeş ettik, hal • hatır sorduk. Selâm borçlanmı ödedim. Konuyu anlattım. Böylece Garip'teki Göğnecikliler aldı sözü. İşte Göğnecik'ten Garip'e göçme Hamdi Kul: Ne faydası varmış sanki özlemenin «Ağalar bir hükümetti orda. Sattıklan topraklann içinde bilim de topraklannuz varth. Zaptetmişler zamanında. Aç kalana ekmek vcrip tarla almışlar. Danıdan kurtarmışlar tarla almışlar. Koca köyü elleTİne geçirmişler. Köyde 150 dönüm kadar toprağımız vardı. 1939'a değin direndik. Ayrılmadık köyden. Sonra her şeyimîzi bıraktık. Uer seyimizi yok pahasına sattık. Ağaçlarım vardı. En az bin tane. Dere boyunca. Hepsi orda kaldı. Ellerimle dikmiştim. Şündi kesmişler yokmuş.» «özlemedin mi?» dedim. Konuşmalc zor onun için bu konuda. Gözleri büzülüyor. Cam sıkıldı, sövdii birden. Değişik bir sövgüydü. Güldüm bol bol. O gülmedi. «özlesem n'etcen? Hem r.e faydası var, özlemenin. Hiç bir şey kalmamış orda.» Garip'e yerleşirken birtakım zorluklar olmuş. Köylüler köye katmak istememişler. Kavgalar olmuş. Bir zamanlar kız ahp ver memişler. Ama şimdi iyilermiş. Hamdi Kul Göğnedk'ten aynlanların içinde durumu en iyl olanı. 70 • 80 dbnüm toprak ve ev almı?. Oğlanlann ikisini Almanya'ya göndermiş. barkı satmak Zor i?:..» gerek yeniden. Gözleri sulanıyor ,ATMA Nine bizi dinliyor sessizce. O gürderi yeniden yaşıyor salt. Ona da Gögnecik'ten ayrılmaan kolay olup olmadığıra sordum. Gözleri ağırlaştı. Sulandı. Tombul yüzünde çizgiler oynadı. Birden giriverdi söze: «Kolay olur mu hiçt Kağnıya yükledik yatağı yorganı. Düziildük aşağı. Eve döndüm bir keı daha. Duvarları okşadun bir bir. Her köşeye, her deliğc, her pencereye birer kez kapandım. Ağlamak borçtu sanki. Çıktun dısarı. Yine girdim. Uözlerimde yaş, çocuklar gibi sesli sesli ağladım. Bir ben mi ağladun ki... Herkes ağlaştı, gözyaşı döktü. Burdan başka yurt bilmemiştim. Çocaklarım burda büyiidü. Kağnılar düzülmüştü yola. Ben duvarlan okjadım. Tekrar tekrar okşadım. Her taş benim için her şeydi. Bütün sevinçlerim, acıkmm, sessiz kahırlanmdı her taş. Ayrılamadım bir türlü. Ama F: kağnılar gidiyordu. Çaresiz ffidecekük. Arkanuza bak» baka, her bakısta biraz daha bosala boşala ayrıldık köyden.» «Kolay mi olnr hiç lnsanm yurdundan yuvasmdan ayrılması?. Gideceğimiz yerlcr iyi olur, kötü olur bilinmez. Ama burda da dirüğimiz kalmanııştı. Her KÜn dövüş, her fün kavja. Kanlı • bıçakiı, toplu • tüfekli oiduk. Oğlanlardan birini yitirmekten korktuk. Ne yapalım! Tazımız buymuş. Elden ne felir?.» Göğnecik'te Deli Memet idi adı. Burda yani Garip'te Mehmet Gümük. Kırmızı. güleç yüzü, uzıın boyu, yana kaymış kasketi ile sıcak mı sıcak biri o. Konuşurken bol küfürlüdür sözleri. Gülmeden edemezsiniz. «Ne diyon be! Altmış keçim var. Şimdi satar koşarım oraya. Havasına bir ömür değer. Ne diyon sen!» Soldan sağa dogru: «Adaletsiz iş görülmez» diyen Hamdi Kul. «Göğnecik'in ağaçhklarmı unutamadım» diyen Ziya Kul. «Altmış kesinı var; hepsiui de satar giderim... Ah Göğneclt» diyen Dcli Mehnıet. Düzgün. Bebeler bir masal gibi dinleyecekler; babalarının, dedelerinin, ninelerinin, analarının anlattıklannı. Beyinlerini zorlayacaklar bu işe büyüdüklerinde. «Nasıl olur? Kocaman köy nasıl dağıtılır? Nasıl dajılır?» riıyecekler bir türlü akıllanra yatıramayacaklar bu işe salt. nda oturan Göğnecikliler toplanoılar Süleyman'ın evine. Neya geldiğime bir anlam veremediler. Ben de sustum bir süre. Meraklansınlar istedim azıcık. îl'* kez böyle bir işin peşine düşünce; insan küçük şeylerden duv duğu bencılce hazzı bir kıjıya koyamıyor. Ya da ben koyamadım. Hem yol yorgunluğumdan dolayı biraz da dinlenmeliydim. Soluk aldım iki satır. Tanıyorlardı beni nsısıl olsa! Ben ellerim ceplerimde bunlann davullarına, zurnalarına kulaklarınıı uzatmamış nuydım? O zaman küçükmüşüm. Olsun. Daha bu kış çocuklugumun davulculannı görünce köyde; içimde çocukluk günlerinin uzak Iarda kalmış sorumsuz mutluluk ları sıcak bir yel gibi esmediler mi sanki!.. Birkaç saaiye İçinde bunları düşünürken gelenlerden biri usulca, «Bu bey kim yahu. Tanı. madını ben» deyiverdi. Gülmekle susmak arası bocaladam. Dipten temels tanıttım kendimi. Nıyeumi söyîedim. Rahatladılar. Birkaç kişi daha geldi. Çay içerken, bir yandan da onlar anlattılar. Tek katlı, küçük bir dlzl evlerde oturuyorlar. Evlerin önlerinde bahçeleri var. Damlar toprak. Kireçle sıvamışlar dışını evlerin. Durumları ordan iyiymiş ama içlerinde bitmez tUkenmez bir >angındır, gönüllerir.i merdane gibi ezen Özlem. öalemi bir imbikten süzer gibi buruk bir tatla yüreklerine süzüyorlar. Davullar zurnalar S Kırgın ve kızgın LDI Hüsnü Kul. Ünvaruyla Topal Hüsnii. Hamdi'nin ağabeyi. Hepsi sövüyor Göğneciklîlerin ama sanırım en çok Hüsnü Kul sövgü dolu. Kahır dolu bir ömrün kişide bıraktığı sinir dolu, sövgü dolu, ezilmişlik dolu bir kugm, kızgm yürek. İçine düştüğü durumların nedenini kavrayamamanın yılg:nUğını; niceliğini bir türlü kestiremediği feleğe tüm öfkesiyle saldırarak gidermek. çabasmda... lLTANDAGl'NA vardığımda Gögnecikliler'in oturdu ğu Yenimahalleyi arabasız bulamam sandım. Bir at arabasına binip de Cafaroğlu Süleyman'ın evi önünde duruverince hayınandım kendi kendime. Oysa nice yerleri yürürdüm. Süleyman şaşırdı. Sultandagı' Y A R l N: GÖZYAŞLARI VE HIÇKIRIKLAR Topal Hüsnü'nün banınıı; Ranife teyzenin gözleri a^rıyormuş otadaa geldi. cHiç gönderirler nıi yavrum biıi or»y* bir daha?» dedi. «Gögneeik'e gclin, yerleşin deseler gider mîsin?» «Her ?eyi bırakır, oranın ho> vası için yine giderim. Ama her şey ycni bir telâşe olur. Evi • A Malkoçoğlu AYHAN BAŞOĞUT| | GÜNAHKÂR KRALİÇE T' H Drina'da Son Yazan: FAİK BAYSAL Pnsta, Babo'cum, babo'm... Osmaniç ba seslenmelerin hiç birine aldır. mıyordn. Nefes aldığı bile belli değildi. Ba« ucunda diz çökmüş bir kadın gözünün içine »kan o kanı bir bezle siliyor, başka bir kadın da kirlencn bezi ahp temizini veriyor ve ötekini suyla dolu bir tas içinde yıkayıp hazır tutuyordu. Herkes Osmaniç'e bakıyor, sanki sağ. tara.<kalabi)cn o tek gözünü açmasını btkliyordu. Bir aralık Osmaniç'in baştan başka her şe»e.benzeyen ve yastıgjn üstünde ber.ısaniye biraz daha büyüyormuş bissini veren katasını hafifçe sağa oynatır ı;ibi olması bir ümit tşı. |ının do'Jmasıua ve hıçkınkların azalmasın» sebep oldu. Selmanoviç'in aklına birdenbire doktoru çağırmak gelmişti. Hemen odadan çık. tı, kendi ayakkabılsrı zannettigi başka birinin pabuçlarını avaŞına geçirdi, bahçe kapısından çıkacağı sırada adını birden hatırlayamadıîı Kuyucu Mustafa Agaiç'le karsılastı. Osmaniç'in basına gelenleri duymuş, o da ono görmeye geliyordu. l'olu koşarak geldiği neles nefese oluşundan belliydi. Her yeri ayrı ayrı titriyordu. Nasıl? öldü mi) yoksa? Hayır, can çekişiyor. Çetnikler mi yine? Evet, zavallının insans benzer bir taratım bırakmamışlar. Bn halde nasıl gelebilmiş evine. Bilmiyorum, hiç sormadım. Nereye gidiyorsun? Doktora. ümit yok ama olsun. Koyncu «Hahaısmarladjk bile demeden balı çenin içinde koştnaya başladı. Altmışı geçkin yaşına rağmen bir genç kadar çevikti. Yugoslavya'mn en güzel kuyuları onun eseriydi vı bu işte biç kimse onunla yarışamazdı. tjstcliVi insan canlısıydı. Osmaniç'in yerinde düşman bir papaz bile olsaydı onun da ayni şekild yardımına kgsardı. İ'alnız kuyu açmakta deği insanlıkta da bonim diyen onunla kolay kola: boy ölçüşemezdi. Bekârdı, ama çocukları çoi scverdi. Çocuklar da onu severlerdi. Nered bir dcrt, bir acı varsa Kuyucu da oradayd Osmaniç'i o durumda görünce büngür büngü ağlayacağı muhakkaktı. Sclmanoviç yolda gi derken aklından bunlan gcçiriyordu. tki yü metreyi çabucak yürüdü ve avlunun arka ta rafına gclince durdu. Nezir atları suluyordu. ÇabuU, diye bağırdı. Atla arabaya i doktoru getir. Bak hâlâ duruyor. Hadi, bir; bırzo. Azamoviç'in bir csi olan ve neye nğrad ğını şaşıran arabacı dizginlere yapışıp atla hemen yalaktan çekti. Her zamanki cam mav gömleğinin üstüne siyah bir yelek giymiş Kalın kaşları sanki daha da kalınlaşmış, sh burnu biraz daha uzamış gibiydi. Hayvanli çabucak arabaya kostu ve bir sıçrayışta yeı ne atlayıp oturdu. Mayka mı bastalandı? diye sordu. Hayır. Osmaniç. Nesi var. Çetnikler. Yarah mıî Olüyor. Nasıl? (Arkası Topal HUsnU sö\üyor. Harmanda düven sürüyor torunu. Kendisi tahta bacagını uzatıp otururken sap dolu arabanın gölgesinde feleği kalaybyor. «Kabpe (elek bizi nelere düçar etti. Elimizden çiftçilik gelir. O da toprakla olur. Hani toprak. Köydcyken vardı. T0 80 dünütTfc toprak. Şim dî % • 10 düniim toprakla çift(ilik mi Olur! Or.bcş kişi besleııir mi bununla. Alamanya herkese vurdu bize vurmadı. Borçlandık. Mal yok. maşat yok.» «Köy mü? Sorma orayı. Her duvarda. her karış toprakta izimi/ var. Oradi hayat bir başkaydı. Burda hastalıktan kurtulmuyoruz. Hastaltk ne bilmez dik köyderken.» «Kağnılarla, arabalarla yürudük. Sattığımız evlerin parasını yollarda harcadık tiimden. Şimdi pahalı oralar. O giinlerde jflz liraya satıldı tarlaların.» «Eyuplarlılar dirlik vermedilcr. Malımızı çıkarmadılar. Karnı buzağılı inekleri, hayvanlar kestiler. Sürülcrimiz büyüyecekti. Şimdi hiçbir şey kalmadı. Sabanlan kapımızın önüne değin getirdiler. Volumuzu sürdüler. tşaklar birbirinc girdiler. Çok kan dökülecekti.» «lyiydi orası. Borçsuz adam, başı dik adamdır. Borçsuz devlet gibidir. Devlet Rİbi adamdır anlayacağın. Orda borcumuz filân yoktu. Hcpimiz ayrı birer devlettik. Burda mülk az, nü(us (azla, borç var.» 44 Selmanoviç'in seldiğini gören Ayişa hempn odadan çıkmış, arkasında Şevvala ile Elmasa' vı da görünce hıçkırıklarını totamaoııştı. V'iizü gözü ağlamaktan şişmis, her zaman ortasında ayırdığı kestane renti parlak »çlarının canhhğt kavholmus, sesi dnyalanııyaeak kadar kısılmıştı. Konnşamıyor, başıtat <^Je»leri ketfll) kesik anlatmay» çalışırkcn de durm«d»n başı. nı dövüyordu. Söyledi|ine g«r^ tJim«nrÇ' ikl saat kadar önce tarlasından dönerken Çetnik. lerin saldırısın» u|ramıstı. Tngoslavya'nın ba. gımsızlıgı için dövüstüklerini söyleyen oaydutlar parasını, saatini, ceketini, ayağından ayakkabılarını bile almışlar, bn yetmiyonniı; gibi kendisini bayıltıncay» kaâar dipçikle döv. müşlerâi. Beynine tam bir kursnn sıkıp isini bitirecekleri sırada oradan tetadüfen geçmekte olan Alman askerleri hepsini makineli tüfek. lerle taramıslardı. Bir tanesi bile kurtnlma. mıştı ama Osmaniç'in de kırılmadık kemiji kalmamıstı. tstemi'nin deyişiyle Babo «nsmustu, hiç konuşamıyordu. Belki de bir daha hiç konuşamıyacaktı. Ne yapacaklarını şaşırmış olan Şevvala ile kızlar kanlı olayın etkisiyle sersemlcmişler, hatızalarını kaybetmiş gibi boş bo«ı güzlerle yalnız birbirlerine bakıyorlardı. Sclmanoviç önde. hepsi birden Osmaniç'in yat. makta olduğu odaya girdiler. KÖşe bncak ağ. zına kadar insanla doluydn. hıçkırık ve bağırısmalardan ne olnp bitti|i iyice anlaşılamı. yordu. Bötün gözler kin, nefret, tiksinti ve korkuyla dolnydn. Selmanoviç kendisine kaUbalıtın arastndan bir yol açarak Kahraman Çetnikler'in evine bir torba kırık kemik 0I3rak rönderdikleri kurbınlarının vattığı köşeye geldi. Tahta bir sedlrin üstiine boylu beyuna uzanmıs olan Osmaniç'i güçlfikie tanıyabildi. Zavalhda yüz diye bir şey kalmamıstı. Bar. nunun üstiİnde kandan kıpkırmızı olmuş koca. man bir pamnk vardı. Sag yant|ı içeri gSçmüs. bir et peltesi gib) sarkan sol kaşımn »1tındaki gözü tamamen kapanmıştı. Üst sıra dişleri kırılmıs. ba dUlcrin bîr kaç tanesi or. tasindan kesilmiş dndaklarının araıında salla. nıyordu. Vücudu. kolları, dayaktan tvlvmUs. mış bacakları kan içindeydi. Beyaz mı yoks» siyah mı oldnğo iyice aniaşılamıyan sıçlarının dibvnden nasılsa hiç bir yara bere almadan kurtulmns olan saf eözüniin İçine dnrmadan ineecik bir kan smyordn. Koyn, simsiysh bir kan, fistüne bastınlan bir avnç tütüne rajfcmen hâlâ durmamıstı. Oda çok sade bir biçimde dösenrnisti. Içerde ne varsa hepri en asafı Os. maniç kadar eskiydi. Kapının yanındaki ceviz konsol, iistündeki avna, pencereleri 5rten s«n perdeler, dovar dinlerindeki sedirler Osma. nîç'ten çok, ama çok önce ölmüşlerdi. Ayişa ile Muammera bayçin vatan Osmaniç'in kırık ayaklarının hemen dibinde, kendilerini teselli etmeye calışan komsu kadınların arasında ç ı | . lık cıjlığa ağlasiyoriardı. Osmaniç! Ah! Osmaniç... Ne yapacağız biz şimdi... tstemi de onlan görünce dah» beter yay. garayı basıyordu. Eski köyün ınsanı HI INÇ bastı Hüsnü Kul'U. Slnirli sustu. Ezgin ve yenik sustu. Bir genç geldi, çömeldi yammıza. Başındaki kepten, askerliğini yenı yaptığı ya da yapmaltta olduju anlaşülyor. Hüsnü Kul"un torunuymuş. Ziya Kul 23 yaşında. Pek üzülmemiş aynhrken. Küçükmuş o zaman. r Çeşmeleri %e caminin yanındaki kayabaşım ammsıyor. Ağaçüklan ve sebzelikleri özlemiş çok. Garip'te Göğneciklilerden beş aüe var. Hamdi Kul'un damadı Aziz Düzgün biri de. Isparta'ya gitmiş vardığım gün. Eşi hanım Düzgün Kurus&rı'lı olduğumu öğ renince sevindi. Genç alımlı yüzü gülüverdi: «Eski köyümüzün insanını, kurdunu, kuşunu özlüyoruz. Havasına suyuna dünya defişilmn. Ama geçti ber şey. Nerdeee! Nasü gideriı oralara bîr kez daha...» «Toprağımız yeterdi bize. Ortakçüık da yapıyorduk. Burda 1015 dönüm toprakla be$ nüfus nasıl idare olur? Olmaz tabi.. Bir de ey yaptırdık.» Kua Emine Düzgün, diger Gög necikliler'e, hele Göğnecik'te dogmuş, büyümüşlere benzemiyor. Ak • san bir rengi var. Kan yok gibi yüzünde. Oysa diğerleri öyle mi? Taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar canlı ve kanlı gö rünüyorlar. Emine onbeş yaşında. Pek anımsamıyor eski köylerini. tki yaşındaymış kbyden aynldıklannda. Ama köyün jtüzelligiyle dolu kulakları. Aziz Düzgün. şimdi besiciük yapıyormuş. Ayrıca halıcıhle ve kereste deposunda bekçüik de yapmaktaymış. «Eh sükür» diyor «halüııizc bin sükür» Haıum Saym Beledıye Başkanı Dr. Fahrl Atabey, biliyOr musunuz ki, Topkapı ile Aksaray arasında irili ufaklı tam 67 çukur var. Emrinizde ise Yol ünarım Ekibi bulunuyor. Gözlerinizin içine bakıyor, ağzınızdan dökülecek bir emri yerine getirmek için.. Gazete'.erde çıkan yazılarını cevabı ise, «Elendim yağmur za, radyolarda kendi sesinizden yağdı. Üzerinden ağır vasıtalar verilen rakamlaıa bakıhrsa, geçiyor bozulmustur, hemen yaYol Onarım Ekipleriniz bir ça palım» olacak. Size bu açık lışmış, bir çalışmış ki, bütün mektubu yazmadan önce dü. yolları onarmış! Ama gelin görün şündüm. Düîtnmeye başîadıki, Avrupa ile Istanbul'u birbj fiıra gün ile bugün arasından rine bağlayan yolun, Topkapı tam altı «y geçti. Altı aydır bu Aksaray kısmındaki çukurlan çukurlar yerinde duruyor, her geçen gün de büyüyor, genişligörmemiş. Şimdi siz, Yol Onanm Ekl yor. Taşıtlar üzerinden agır gebini veya Fen tşleri Müdürü çiyor, neticede de trafik tıkanüzü çağırarak, bak neler ya nıyor. Belediye Başkanı Dr. Fahri zıyorlar diyeceksiniz. Onlann Yol onorım ekipleri çukurlovı görmez mi y, luUen bu mektubı nazarı ıtibara alın. Çağınn Onanm Ekip Âmirini, göre hatırlatın. Biraz yorulacat ma, tstanbul'un hiç olmazss Tünen yoUanm biraz dola bozuk kısımları tesbit etsiı yaptırtsıl. Teşekkür edersk bu açık tubumu bitiririm. Atülâ Hiçyernlı
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear