28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAKtFK DÖRT 6 Aj&ustos 1970 CUMHÜRlYET^ LTINKAYAda tek ttp ayafr kabı vardır. Erkegt kadım hep onu giyer. Çifti 14 llraya satılan kahverengi lastik ayakkabılar.. Bunun lsttsnan da var dır. Tahsile glden, varlıklı blr kaç ögrenci, değişik ayakkabı giyerler. Fakat, taslar, tostere cişi gibi sivrl taşlar, bu ayakkabılan kısa jamanda yer, eskitir. Bir&s da doga sartlanadan olsa gerek herkes ayni tip ayakkabıyı giyer. ima, onu da. gıyemeyenler var burada. Hüeeyln Korkmaz, kötürüm, kol*uk degnekleriyle yüruyebiliyor, haşkasmın verdikleriyle yasvyor. Kansı, iki laa var ama, cnlar da bakmıyoriar. TTmniı kendi hallne, eoel ellne terkednmlş blr vatandaşımız... öyküsü hayli ilglnç. Zengin, varlıklı bir aılenin tek evlAdıymıs. KflçUkken, her dediği yapılan, beUude blr sttrü san lirası olan blr gençmis, Serik lle Altrnkaya arasım 7 saatta yürüyerek çürtıIını söylüyor.. Bu koşullarla, koyün yansma sahip bir ailenln çocugu olarak filizlenmis, boy atmış vaktl gellnoe ds askere gıtmis. Bellnde san lira katan, her lstediğlnl alır yermis. Ama deli gönül bu, blr gün kafası esınce kaçmağa karar vermis askerllkten. Blr lkl defa kısa fasüalarla kaçıp, yine kendiliğinden kıtasjna dönmüs. Blr müddet çobanlık yaptırmıslar. Onlan kurda kuzuya kaptırmadan götürülmesi l&znn gelen yerlere götürmüs her seferinde. Araa bir gün, çiçegi burnunda bıraktığı kansırun hasretine da A Tek tip ayakkabı y 31r ark&daşını& da kıçkırtması lle temelll firar etmisler. Ark&dası yanyolda yakalanmıs, ve o gün ds idazn eriHTt)<«, Hüaeyin Korkmaa, Hmii yurUdugünden midlr? Yokss tanbinri«m jnldir? Sıyrümıs peşindeki jandarmalardan. Geceleri saklanıp gUndUzleri kaçarken, rüzgânn, eslntinln, karın, yağmurun tesirlyla hastalanmıs. Blr arkadasınm evtnde blr aya yakın hasta yatmıs. Kansı duymu» bunu. Onun da kocası tütnnlş bumunda. Beline blr katar san llra da o, çıtanıs yola, sora sora bulmus kocasuu. K o casına lyi bakmıs, blrkaç gün lçerstnd» toparlanmıs EUseyin Korkmaz.. Kansı tutturmus gidelim evimize diye. Hüseyin Korkmaa da kan soztine bakmazrms ama, bu sefer nasüsa kanmiş şeytana.. Kansınm koluna girmi?, nekahat derreslndekl hastakgıyla. Torof Dağlan eslntllldlr. Köylerlnl karsıdan gördükl«ri Çobanlı bellnde esinü çerlrmls bu&lan. Göı görU görmea olmuç blrden. Tipl, korkunç tipl •armıa her yanlannı. de «yaklan tutoı«ı olmuf, Yalınayak, fifmif, topuklan ym ra bere lçersinde, göğsu açık, bastonlarma dayanarak yanmııza yaklaftı: Hos geldln amea Kime deyeri? (diyor) Sana deyeri sana. Hoa buldnk hemjertm. Olduğu yere yavajça çöktü. Bastonlarını yanına bıraktı. Ü»tündekiler dökülüyordu. Gömlek ve pantolon yerine ne bulmuşsa giymif. Sordum: Ama ayakların acımıyor mu? Acımaz oltır mu. Acımasına »cır, ne giyeyün? Tabanlan çişmis, dizlerine kadar her tarafı ya ra ber« içindeydı. Belinde, keçi küından örulmüf kalın bir nnlc vardı. VEYSEL DONBAZ* AraUann ı a t d t «Mı bSyle? ümrin Korkmaz, aynı hikâ yeyl anlatü. Anlatırken o gün leri yeniden yajadı »ankl... Gozlerinden bir iki damla da yaş geldi. •An» kan desen bu gadar olurda Keklik. Karlar arasmda barabar tnjjjml» rüyalarnna girer, nyanırtm yannnda yok«» îlk kansmdan sonra gene evlenf r . Ama diyor: «Kan dekl bu, geıentl köpek Gmnın yanında durnyeri» çok sıkmı;, hatt& saat bası dayak atmif ama sözunü dinletememia. «Öneeleri (tn« ijiml görürdü, fakat son 15 •cnedir heç dakmaz oldu beni nşak, bir lokmaya muhtaç galdım, gomjula olmasa. Ayaklanra böyle olmasa. diynetlrln sözümü ya!.. Ben kötürutn, bir ije yaramam, Allah canunı da alma dı, bizimki hayat mı sürünüyo H ruı.» Kopmuşlar birbirlerlnden 6 fa gözü görmez olmu?. Doruktan aşağı, elele yapı^ıp bı rakıvennijler kendüerirü. Yu varlmna, tekerlene giderlerken kopmuslar biribirlerinden. Kopug o kopuj, bir çoban bulmuj kendi «ini yan baygm. Ama kansı yok. Bir atef yakıvermifler inaan boyu Hüseyin Korkmaz'a. Kendi•inl bulan çobanm 10 aan lirm vâdetmif, gidlp kansını arasın diye. Fakat çoban atlatmış Korkmaz'ı gidememi}. ölüsünü bulmuşlar »bahleTİn, büzulmüs bir taı dibinde.. Oracığa gomdürtonü| kansını... Ve ijte o günden beri Aynı öyküyü anlattı Sank belinl intıyor mu? Isıhr, o olmasa belimi tata Anlatırken gözleri yajardı. Boğazına sürülen tuzlu gösya&lannı rorlukla yudumladı. Eliyle bastonlarını tekrar yokladı. Bir kaç soru daha sordum: Kaç yaşındasm Hüseyta Kork raaz?. Düşünmeden cevap verdi: 1311 teveUütinyüm, gerisinl «en hesap et ujak. Askerdeki künyesini de bir çır pıda sayıverdi. Künyesini sayar ken ellerini yanına götürmeyi de ihmal etmedi. Kansı uğruna terkettiği askeriiğinden kalan i) te künyesiydi yalnız.™ Öğle yemeği yedin mi? Biraz tereddüt etti. Belli ki ye memisti. Fakat Anadolu köylüsü nün bir çururu vardı, şerefi var dı, üstelik zengin bir aileden gel mişlik vardı. Ne yalan »öylüyün, yemedün. Ama canım istemeyeri... HLSEYIN KORRMAZ «Öyküsü hayü llglnç» tıgine basar. Ali Haydar gık blle diyemez. Sonra oğluna çevirir mavzeri. Bır kurşun da ona, onun da isı tamamdır. Mustafa Bal'ı ise «oturağa oturtuluncaya» kadar dayak atıp, sonra da baygın bırakırlar. Artık köylüler memnundur. Düşmanlan gıtmış, her avuç toprafı altın olan yaylalan kurtulmuştur. Ali Hayd'ar oldü, Bayram öldü ya Mustafa Bal? Onu öldürme cHer saman düşüncell» dan Rörmez. Bundan daghdır yüreği. Gülemez ağlamasmı bile unutmuştur çoktan. Bır ot yığını gibi sürunür otelerde berilerde . Dağ gibi oğ'u, torunu gitmiştir toprak uğruna. FATMA BAH.^R diler ki, daha. Altına yaptı ama kâfi mi?... Get, isini bltir. Yann iyileşır, gene sürer. Nasıl olsa yarımızın ocağı söndü. Ve gidip Mustafa Bal'ın da lşini bitirirler. Artık köylü sevinçlidlr. Uzun sürmez sevinçleri karakol komutanı kus gibi yetişir. Tarlalardan lnsanlar toplanır sürürcesine, tıkılır içerlye. î?te Fatma Bahar^ın gözleri bun YARİN SEYYAR DİŞÇÎ PJOİİCOgOğİM | konu vcresim: AYHAN BAŞOĞLU |§ I Q£(J SULTAN = B M SULTAM1M &)GA Paraları koynuna koydu K endisine yiyecek, giyecek v« birkaç kuruş da para verdık. Yiyecekleri, giyecekleri v« parayı hepgini koynuna doldurdu. Yemesini içaret edince, koynundan çıkardı, birer birer, güçlükle tek alt dişi ile yemeğe çalıstı. Da ha sonra etrafmdakılerden sıkılmıs olacak: Hadi uşaklar, dağüın, artık gözüm de farketmeyeri, kim bua lar? Seslerınden tanırın ya. Bir fotoğrafını çeksem? Çek uşak çek. Sonra kanapa ye oturup poz verdi. Poz verdi tutmayan ayaklariyle, 50 senedir, seferberjikten bu yana hiç ayak kabı giyemediği ayakları, esintiden bu yana tutmayan beliyle, dudaklanndan eksik etmediği dualariyle... Bir olayın başlangıcı 58 MUZAFFER BUYRUKÇU Bir koluna Hulkl, ötekfaıe loet KİrmlstL Dofan gulerse gülnyoriar, dururaa doruyorlar ve b« duruştan bir anlam çıkanyorlardı. Çığlıklı, sövgülii; araya tren sinyallennin, motot gürültülerinin kanstığı sımsıeak bir Yenlkapı aksammda birbirilerini iterek. yumroklayarak, çeüne takarak yürüyorlar, arkalarmda ayak sesleri, gölgeler, gazeller bırakjyorlardı. •Dnrun yahu!» dedl İzzet, «Salak salak ne dolasıp duruyoruz. Bu geceyi boş mu geçireceiiz?» Hepsinin yüzlerine baktı, sonra kimsenin karjılık vermesini beklemeden ekledi. «Buı gibi şarap var Ziya'da. Adam basına birer ei^e alıp oturaiım deni» kenarına, dalgamıza bakalun. Hadl uçlanın manpr lan> İki elini açarak uzattı. «Ben yokum, eve gidecem.» dedi Anmrt. •Hadi ulan. dedi tzzet, «Her aman sn koyv»rlrain zaten^ •Beles olsa dört nala kosarsm ama» dedi Yafar, Ahmct'e. Ahmet ses çıkarmadı, kenara çekllerek bakraaya başladı. «Size ne manıaralar anlateeam ne mansaralac, aklınız duracak» dedi tzzet. «Necmiye'nm hikâyesl mi?. dedl HalkL «O da var ama, daha başka seyler de var» dedl İzzet, Ahmet'e döndü, «Orda kazık gibi dUdlme, sen de gelmek istiyonan bastır mangm, |iılım> Isteml yorsan yelkenle^ «Yüzelli knrusıım var» dedl Ahmet, Wbtnd« Ç»karıp avucnna koyduğu bozuk paralan «zattı. «Ver^ dedi İzzet, «Yiiz elU yüı elll, domnzdaB bir kü kopanak kârdtr.» , •Benden bir besiik işler.» dedi HnlH, kftfıt bef llrayı İzzet'faı avueuna koydn. «Şarabı Ziya'dan değil Vahit mcadas aUtam, «Jfe parası tntmaz» dedi Ahmet. •Dogro be.» dedl İzzet, elbıl sıktı Ahmettn, «Taa oldun olalı blr tavsan tntrun.» «Vahit amoanm şaraplan sıcaktır» dedi Yasar. «Sıcak değil, ben diin akşam babama aldmı, bnnın altına yatırıyer» dedi Ahmet. «O zaman oldu» dedi HulkL «Sen?» dedi İzzet, yumusak bir sesle. •Ben bardakları getirecem, ekmek alacam, kof te alacam, oldu ma?> dedi Yaşar. •Oldu. indir eteklerini. Sen koeakafaT.^ •Ben tın tınım.» dedi Sabahattin, isaret parmagıyla boğazına vurdn, Kapik yok^ «Zaten sende ne zaman var ki?» dedi tzzet, «Senl gene aradan çıkaracağız.» «Bes lira da ben veriyorum» dedi Doğan. tzzet bileğine yapıstı, «Sok o parayı eebme, aytp ediyorsun» dedi. •Bu aksam bizim misaflrlmizslıı, kerezllk yapmı. tyki blr besiik gbrmüs.» dedi Hulki, Doğan'n» kıçına «akadan bir tekme vurdu. «Para yetmeyecek ama» dedi Doğan. •Sen kanşma.» dedi tzzet, azarlayan bir »esle, •Siz şhndi Hulki'yle caddeyi tutun, dooooru deniz kenanna, her zaman oturdugumuz yere otnrun. Hnlki, sen bizim eve uğra, kocakandan benim mandolini iste. İzzet nerde derse, diigünde, bizi bekliyor dersin.» «Okey.» dedi Huüd, Dogan'nı koluna glrdl. «Arkamdan gelin lan abuzittinler. Ben VahH amcayı makasa alacam sen de bir kangal sucuis araklarsm» dedi İzzet, Ahmeti arkasmdan itti. tzzet'in yürekten sevinmesl ve duygnlanması karsısında yüreği kabaran Doğan btr süre arkalanndan baktı. Doğan, hikâyestain yaymlandığı gazeteyi anBesine verip arkada$lariyle deniz kenannda otara caklannı söyledikten sonra İzzetin evine glttiler Hulki'yle birlikte. Mandolini istediler, yer yer dı sanya fırlamıs ve bir basamak görevl gören taslara basarak dnvara çıktılar, yirml merre kadar yü rüdüler ve duvarm lyice yıkıldığı yerden çöplüge atladılar, Yenikapı tstasyonuna doğru nzanan ve istasyona yakın bir yerde vuran ıjıklarla parlıyan raylara basarak geçtiler. kücük yakuştan her za ' maa oturdnklan çakılUga lndiler. Blzinı YttU mi» dedHderi knytoda onbir oniki yaslannda iki çoeuk uıanmışlar, dlrseklerini çakıla dayamışlar, cigara içiyorlardu Çocuklar, iki gölgenin üsflerine düştüğunü, sonra denize daha açık ve daha ince bir bieimde uzandığını görünee toparlandılar, kor knyia baktılar ve dgaralarnıı avnçlannda gizledt ler. •Ulan burda oturmayacaksmu demedim mi sl te, pezevenkler!» dedl Hulki yarı saka yan ciddi. Çocuklar bir sey söylemediler, sete çıktılar. tren yolana yakın blr yere otnrdular. Aile bahçelerine, gazinolara yakın yerler hklun tıkkmdı; aileler, bir surü çocuğuyla Floryaya gezmeye gitmisler gibi örtülerini yere sermişler, domates, biber, hıyar, peynir, köfte, dolma yiyor lar, bağınşıp çağırıjıyorlardı. Yaslı blr Ermeni kadını ince bir geceltkle de nlze girdi ve hemen orurdu. Gemi gazinosu ışıklar içindeydi ve fasıl >Gidelim Göksuya bîz>l geçiyordu. Gazinonun üstiine otnrtnlduğu kalın direklerin revresmdeki tozlu aydınlıkta sandallar ağır ağır dolasıyor bedavadan müzik dinliyoriardı. (Arkas) var) Yüreği dağh ihtiyar nine: Fatma Bahar LTINKAYA'da, çocuklarla, lhtıyarlara pek aldıran yok. Onlar kendi hallerinde, kendl alemlerinde yaşıyorlar. Bunlardan bir tanesi de yaşını dahl hatırlayamıyan, kendi torunlannı bUe ayırdedemıyen ve en azından 80'tade görünea Fatma Bahar dı. Oğlu gelini ve torunlan pamuk toplamağa gittiklerl lçln yalnız kalmıştı. Göslerl görmüyor, söylenenl ryi anlamıyordu. Çok da dertliydl Fatma nine. Derdlnden anlayan da yoktu™ Olay 1520 sene önce olmuş. Altınkayanın giiney doğu mahallelerinde, bütün köyün, hayvanlannı otlattığı bir yer vardır. O, mahaUeden Mustafa Bal, burasını sürmek, 1520 dönumlUk sahayı kendi malı yapmak ister. Konu • komşu, bunca sene kendilerinln bildikleri sahayı vermek istemezler Mustafa Bal'a. Öneeleri haliî agız dalaşı şeklınde geçen anlasmarlık, gün geçtikçe çatallaşır, büyür, gelişir... Durum çıkmaza girince, araziyl kaptırmalî lstemeyen diğerlerl, Mustafa Bal'a karşı bırleşirler. Önce karakola sonra, kaymakama iletilir şikâyeüer. Gozü d^nmUş Mustafa Bal söı dinlemes... A DİŞİ BON© I TACL KENDİSİ / &VET TATT.lM.evET E.LUEBİKİI \ 5l TİFFANY JONIS f A<£LISSA ŞLAMAteT IÇİtJ BEMIM KA&iM OLABAK « Süreceğim» der de başka bir sey demez.. Gece gelir koşar öküzlerl. Köy burası, ufak yer herşeyi çabuk görillür.. öküzlertrü bir yana, sabanını bir yana ayınrlar, üstelik te parça parça. ederler sabanmı... Boyundurnğunu kırarlar ve de Mustafa Bal'ı hafifçe okşarlar.. Hırs bu ya. Mustafa Bal bu inadından blr türlü vazgeçmez. « Yağlı karşnna kurban gidecegimi bilsem gine sürerim. Bn lnek sürülerinden mi gorkacağım?» deyip boşaltır yaglı mavzer kurşunlarını yaklaşan kalabalığa.. Millet dağüır.. Dağılır amma, kurşun korkusuna, ölüm korkusuna.. Hayat savaşı bu. Hayvanlar nerede otlar? Nerede yayilır davarlar? Işte buna blr çare bulamaz. 89 Hava her zamankine kıyasla daha gergin. Tan siyon butün bütüne yüksek... Sağır ve sinsi bir sinirlilik kaplamış salonu baştan basa. Karar saati yakın besbelli... Esrar perdesi yırtüacak, gerçek yüzeye çıkacak, düğüm çözülecek. Yargıç Anderson kalabahğa dognı kolunu kaldırıp eliyle bir işaret yapıyor. Gürültü bıçakla ke silmişçesine yerini sessizliğe terkediyor. Yargıç bir süre daha bekliyor, bakıslan üe koea salonda şöyle bir dolanıyor, kâtipten yana dönerek hafifçe başını sallıyor. Beriki hemen ayaklanıyor.. Yüksek sesle bilınen kelimeleri tekrarlıyor hecelere basa basa ve önemli bir iş gördüğünü zannederek. Lâfını bitirdiğinde salon büsbütün sessizliğe gömü lüyor... Ürkütücü bir sessizlık. Daha sonra Yargıç, başını ağır ağır çevirerek benden yana dönüyor... Gözlerinde ümitsiz, karamsar bir ifade var sanki... Yoksa bana mı öyle geliyor?... Bakıyor... tsrarla... Meraklı ısıklann yanıp söndüğünü görüyorum gözbebeklerinde. Gizlemeğe bile lüzum görmüyor tecessüsünü. « Söz müdafaanın...» diyor kısaca ve susuyor. Yerimden kıpırdamamağa karar vermiştün ama, yine de kalkıyorum. Konuşacağım. Yürüyorum ortalık yere doğru... Tam jüri uyelerinin karşısrna geçiyorum... Hepsi de ba«lannı öne eğiyorlar... Benimle gözgöze gelmekten çekinlyorlarmış gibi bir halleri var. Yargıç Anderson sağıma isabet ediyor... Her bakımdan tarafsız bir ifadeye bürünmüs oturuyor. Konuşmağa başlıyorum. Sesim önceleri biraz bo ğuk çıkıyor. Boğuk ve sağır... Sonra yavaj yavag açılıyorum .. Sesimin tonu düzeliyor, cümleler daha akıcı oluyor... Kelimeler rahat rahat dökülüyor dudaklarımdan. Kafamın içi sâkin. Beyrum mOkemmel çalısıyor... Tek endişem hedef... Bu hedefe aksamaksızın varmabyım... Savunmamın ilk böliimünü Mary Weaver'e ayınyorum. Onunla ilk defa nasıl karşüastığımı bir ke re daha özetliyorum... Aramızdaki çeşitli farklara rağrnen hiç hesapta bulunmayan bir ni«lri«ln nasıl şekillendiğini, nasıl geliştiğini anlatıyorum Sonra farkında bile obnaksızm, şuuraltı faktörierin itrne siyle, muazzam bir servete konmayı nasıl tasarla dığımı, nasıl plânladığımı açıklıyorum.. Yallı ve sakat bir amca... Amcaya ait milyonlar.. En uiak bir mantık hatasına bile dfismeksizin Mary Weaver'in bu konuda benden niye çüphelen mediğini, niye süphelenmemesi gerektiğini lzah ediyorum. Sıra cinayetin nasıl işlendiğine geliyor». Bunu da bütün ayrmtılan ile anlatıyor, genç kadrnın be nim böylesine hunharca bir cinayet işleyebilecegimi aklının köşesinden bile geçinnemesi için ne gibi tedbirler aldığunı bir bir sırahyorum... Sükunetle Soğukkanlılıkla... •Bu cinayet olaymın asıl kurbaıu ihtiyar ve takat bir amcadan öyade Mis Mary Weaver'dlr. Düşünün bir kere. Günün birtnde kar«ısma adamm İkTtS» IlE. GEÇlNE. DE UEYECANLI GARTH Hökömete varsak OPLABORLAR. Her kafadan bir ses çıkar: Emmi, bi yol daha hökS mete varsak, arkası ola ki eyiye vanr... Bu araziyi bu adama goymayalım... Tavukların bile hak kı var bu torpaklarda. Nasıl siirermiş? Sabanını parçalanz adamın biz. Yanmız ölelim, gene bl çlzik çektirmiyelim bu çıplağa helâl torpaklanmızı... YARINSIZ H. L. DUGAL Türkçesi: Adnan TAHİR bıri çıkıyor... Avukatnr... Görünüş itibariyle guvenilir bir kimsedir. Kendisine âşıkür... Aslında âşık rolü oynamamaktadır... Mükemmel bir aktör» iki taraflı oyun uzmanı bir aktör». Bir yandan ken disini delicesine sever görünüyor, öbür yandan milyonlara en kestirme yoldan konmanm carelerini araştınyor... Hunharcasma ve sinsi sinsi.. Netice İÜ bariyle genç kadın duygulu ve temiz bir kimse... Ger çi amcası Ue sık sık münakaşa ediyor ama, onu ser mekten, ona karşı bağlılık duygulan beslemekten de geri kalmıyor... Fakat ortada bir de âsık var Kendisinl yavaş yavaş zehirleyen, amcası aleybin* döndürmek İçin elinden geleni de gebneyeni de ya pan sahtekâr bir âsık. Bir menfaatperest Aşşagl lık bir adam..> Konusurken jüri fiyelerlni de dikkstle tneelemekten, çehre ifadelerinl izlemekten geri kalmryorum. Dediklerim nasıl bir tesir uyandmyor su sayın kişilerde acaba? Diyeceklerimi bitirdikten sonra derin bir nefe» alıyonım Etkinin gereği kadannı yaptığım muhakkak... Hedefe ulaşmıs sayıhnm artık. Mary Weaver yüzde yüz temize çıkmış durumda. Onun aleyhinde lâf edecek bir tek Allahın kulu bile çıka maz bundan böyle. Imkâı sız... Şimdi biraz da sanık Nathanael Liedenski'den bahsedebilirim... Çünkü insan olarak onun da bi* tekım mes*leleri v»x. T C225 AYLAK MUSA Kel bekçiye galdı onun işi artık.. gibi lâflarla bir çare aranır. Köylüler bu İşi çabuk hallederlerdi ama, katıpek ellerini kana bulamak iatemezler. Mustafa Bal'm inadı inattır. • Islftm gın nikih elmasın eğer »ürmeseem...» Ve silremeyeceğini anlayınca da Ali Haydar Baharla gizlice anlaşır. Aîi Haydar'm da aklı eyl yatar bu işe: « Sürelim, fllen! Barabar sürelim ak köpüklü yayla toprafım!.» Mustafa Bal, Ali Hay dar Bahar Oğlu, Bayram Bahar bır gece gizlıce, ortahktan el ayak çekıldıkten sonra sürerler yavla topragını. Sürerler y ama, daha ılk cı?i i çekmeden kel bekçı yağlı mavzerln te
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear