28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
MAYIS 1970 3 Cumhuriyet SANAT EDEBİYAT Menton Güncesî Oktay AKBAL GEZINTi Pablo NERUDA Çevİren: Hilmi YAVUZ PEN Klüplerl Uluslararası 36. Konpresi Fransa'da Menton şehrlnde toplanmıştu Türkiye PEN Klübünün temsilcisi olarak Yaşar Nabi Nayır *« Oktay Akbal bu kongreye katıldılar. Akbal'ın Menton gezisl ve PEN kongresiyle ilgili notlannı aşağıda okuyacağınız yazıda bulacaksınıi: 14 SYLÜL PAZAR, Akdenlz Snumde. Menton'dayız. C6te d'Arur'ün en güzel kentlerinden biri derler, öyle de gerçekten. Balkona bir sandalye attım, m a s m a n denizl seyrediyorum. Otelden çıkıp denize koşanlar var, oysa hava sıcak değil öyle. Yarım saat bile oturamayacağım burda. Avrupa Sarayında elime tutuşturulan koca dosyayı inceliyorum çabuk çabuk. Menton'a ait broşürler. Maurois'nm yazısı : George Sand bu dolaylarda gezermiş falan Bir ağaçtan bahsediyor. orası ilginç : Gabrıel Hanataux Roquebrune'de yaşarmıs, Maurols ile bir gün dolaşırken bir ağacı göstermiş, «İki bin yaşında bu ağaç» demiş, «Romalı lejyonların geçtiğini görmüştür, kimbilir belki de Vergilius bu dalların gölgesinde oturuyordu.». Yazarlar, sanatçılar Menton'u sevraijler : Maupassant, Maeterlinck, Apollinaire, Mansfield1. Cocteau. lstrati burda fotoğrafçılık yapmış. 15 ETLÜL PAZARTESİ Söylev dinliyoruı hep. Kültür Bakam Michelet «Doğru yazmak, doğru sövlemek gerekir. Drvlet için ysrarlı olanı defti), ruhun ve vicdanın içinde saklı olan o do|ruyn> dedi. Vazan bir araç, bir oyuncak »aymıyor. Kendi başına bir güç, bir ağırlık yazar, sanatçı. Chamson konustu, Miller konuştu, Belediye Başkanı konuştu. ö ğ l e y e dek hep konuşma I Notlar ahyorum, yetişemiyorum. Çok ilginç konuşmalar oysa. Bugün salon tıkhm tıklıra. Yaslılar çoğunlukta I PEN üyeleri hep yaşlı mı böyle? Niye gençler yok. MİUer de bunu hatırlattı. «Her konfrede hep aynı kişileri görüyoruz, gençleri derneğe almak gerek» dedi. Bakıyorum çevreme, yüzlerce yazar, çair Kırk üç ülkeden gelmiş altı yüze yakın insan. Hepsi de tanınmış kişilermij. Bu kadar yazar olabilir mi? Olur ya, bu kadaı değerlı, kişilik sahibi yazar olarnaz. Her yazan, gerçek bir yazar rfeğildir. Konuşmalan dinlerken dahp gidiyorum. Herhalde birer kopyasını dağıtırlar. Miller'in şu sözlerini not etmişim : «örgütümüz yazı özgiirlüğünü, bn özgürlüğü yok etmek isteyen herkese karşı aavunmak zorundadır. Bn saldınlar nerdcn, kimden gelirse gelsin. lnsanların birbirlerine saygı duyarak tartışabilecekleri bir fornm olmak zorundayıı.» Bir ara yan salonda şaraplar içildi, dostluklar başladı kurulmaya. Sonra «Bugünün insanı edebiyatla ilgileniyor mu? Eğlence araçlannın arttığı bir çağda ed'ebiyatın yeri nedir?» Konusunda konuşmalar... Edeblyat ölecek mi? Fildişi Kıyısından zenci yazar Guy Nairay «Bizim ülkemizde yeni yeni kuruluyor edebiyat, öldüğünü nasıl söyleyebilirim?» dedi. Değışik düzeyde, değişik uygarlık koşullarınaaki toDİumlarda edebiyat da eş durumda olamaz ki I 16 EYLÜL SALI Fernand Leger'nln Biot'dakl Ulusal Müzesl. Otobüsler dolusu yazarın yolculuğu da ilginç. Şakalar, takılmalar I Fransızca, Ingilizce, Almanca, ttalyanca, Sırpça, Korece. Diller kari.srr.is birbirine. Hiç konuşmadan da anlaşmak mümkün... Monaco'dan geçtik, Nice'den geçtik, Biot'ya vardık. Kocaman, güzel bir yapı. Bir adı da «Modern Sanatın Katedrali». 13 Mayıs 1960'ta açılmış. 500 metrekare bir mozaik seramik yapının bir yüzünü kaplamış. Leger'nin bir yapıtıncfan yararlanmıslar. Leger'nin hemen hemen en öneroli yapıtlan bu müzede toplanmış. Aydınlık, tatlı bir yer. Leger, kontrastların ressamı, kendi de diyor ya, «Kontrast yasasını nygulnyonım, yaşamda karşı ağırlık her zaman kendinl dnynran şeydir bn. Egri çizgilerle doğru çizgileri yanyana getiriyorum, birbirine uymaı renkleri, değerleri, çizgileri, aynmlı ve ayrımsız tonları..» Yüzlerce kişinin bir müzeye dolması, hele elde şampanya bardakları, bir de ufak tefek sandViçler olursa. Dostluk, ahbaplık bir yanda, Leger'nin o güzelim yapıtîan bir yanda. «Anahtarlı Jocond» tablosunu seyrediyorum. «Bir gün anahtarlanmın resmini çizmiştim, Yanına ne koyacağımı bilemedim. Anahtarlara yüzde yüz karşıt bir şey gerekliydi. Bir ara s o k a | a çıktım. Birkaç adım atmıştıtn ki, bir vitrinde ne görsem! Jokond'an kartpostalı. Hemen anladım. Anabtarlara karsıt olarak Jokond" dan daha uygun ne olabilirdi? Jokond'u bu tabloya böylece yerleştirdim. Bir de sardalye kutusn ekledim onlara, Kontraslı büsbütün batıcı bale geldi böylece...» 17 EYLÜL ÇARŞAMBA Monaco'da Gaumont Palace. Bulgar delegesl Mileva konuşuyor: «Edebiyat bu eğlence çağında da insanlığın ilerlemesi yolunda yararlı olacaktır» diyor. Kadiie koltuklar. Koca bir slnema salonu. Sahnede Monaco PEN Başkanı Armand Lunel, Fransa PEN Başkanı Yves Gandon, Monaco Devlet Başkanı Gregh. Hepsi konuştu, ya da konuşacak. Devletin edebiyat alanındaki etkisi... Konuşmalar çogaldıkça ilgi dağılıyor! Hem herkesin bildiğini bir daha tekrarlamak hoş değil. Burdakl yazarlar belirli bir düzeyin üstünde Onlara öğüt vermek oluyor böyle konuşmalar! Çoğunlukla dinleyen yok, ya da ayıp olmasın diye dinler gıbi yapıyorlar. Biz de çıktık, çevreyi dolaştık bu arada. Işte bu ünlü gazino, Monte Carlo caddeleri. Derken otobüsler bızi Exotique Bahçe'de verilen kokteyle götürdü. Masal ülkesi ourası. Ayakiarımızın altında bütün Monaco. Prensin sarayı, Hmanda yatlar, filimlerde göre göre tanıdığımız yerler. Gene şampanyalar, sandviçler Balkonda ahbaplıklar. Ulusal giysileri içinda Japonlar. Koreliler, Vietnamlılar... Ögleyin sokak sokak dolaştık. Dünyanın en zengin kentlerinden biri. Vitrinlerde en güzel, en pahaü şeyler. Yürü yürü yürü... Sonra bir kahvede dinlenmek, gene yürümek. 18 EVLLX PERŞEMBE Son topiantı. Gene konuşuldu konuşuldu. Not alraayı bıraktım. Bir yığm belge, kitap, daktilo edilmiş yazı... Menton'u gezdik. Çok sevimli bir küçük kent. Dinlenmek için bulunmaz bir köşe Geleceksin, yerleşeceksin böyle bir otel odasına, yazacaksın yazacaksn. Güneşte dolaştım, yagmur bir yağıyor. bir yok oiuyor ortadan. Gece Roqusbrune de3'dik. Tepelerde bir ortaçağ şatosu. Tunstik bir yer. Ayaklar altında Akdeniz, az uzakta Monte Carlo. Sangria ıçer°k, ya da içemiyerek. Turşu suyu gibi Bıraktım bir mazgal aralıgına bardağı. Köylüler bir açıkhava tiyatrosunda rol alan oyuncular gibi. öylesıne ahşkmlar böyle ziyaretçilere. Küçük dükkânlar, ufacık sanat galerileri. İS EYLÜL CLMA Kongre üyeleri bugün "/Korsika'ya gittiler. Hava soğuk, yağmurlu, deaiz de fırtmali. Gözüm tutmadı bu havada uzun yolculuğu. Menton'u duymak, tatmak daha iyi. Bir gün bir gündür. Kıyıda otururken, baktırn Vasilikos da orada Ayni oteldeyiz. Resimler çektik. tonuştuk. «ölümsüz» ün başansını anlatmıştım daha önce. Sevindi, en iyi kıtabı o deŞilmiş, öyle dedi. Ama fılım büylik başarı kazanıyor. Sevimli bir genç, yetenekli de. «Z'vi yeniden vazacak olsam bazı kişiler üzerinde o kadar kesin konuşmazdım. O günlerde çok iyimserdim. Yunan solunun bu işten hiç zararn uğramadan çıkrpasını istemiştim. Tertemiz, bcmbeyaz, sorurasuz olmasını » Geçen gün bir gazotede de şöyle söylemişti: «S'rgür. hayatı, inscnı daiıa şöven yapıyor. Ben kökiinden Kopmuş u.'uslararası bir yazar obmak istemem. vurdum içtmde yaşıyor.» 20 EYLÜL CL'ITIARTESİ Gün olur bakarsınız bıkanm Insan olmaktan S:nem»lara gıderım, terzılere uğranm aklıma eser Solgun ve el değmemiş duygulardan yapılmış bir kuğu eibl Dolaşan IU kesımlerinde küllerın ve nedenlerin Bir koku duymaya göreyım berber dükkânlarından. yeter Birazcık kurtulup rahatlamak taşlardan v« yünlerden bütün istediğim Bahçelerden, kuriimlardan, ticaretten Gözlüklerden ve asansorlerden • bakmasam onlara daha lyi* Gün olur bakarsınız toktur karnım, ayaklarım ve tırnaklanmlk üaçlarımla ve goigemle Gün olur İnsan olmak dondurur benl • ijt« böyl» • Ama güzeldir denm gene de Elimde bir zambakla bir noterin ödünü patlatmak Kulak tozuna bir yumruk aşkedip cennete göndermek bir rahıbeyi Guzeldır gene de Yeşil saplı bir sustalı çakıyla dolaçmak eide boğuktan kakırdayıp geberinceye kadar bagırrnak Böyle yaşayamam ben, bir kök gıbı gölgelerde Bir karış açık ağız, uykulu ve takırdayan dışlerls Evrenin ıslak barsaklarına inip dolaşmak O barsaklar ki bırşeyler öğüten, birşeyler alan ıçina İ!ç öğün tıkınan günde Yeter »rtıle, alacajıra ksdannı ildim fe?âk«tlerden Böyle devam edemez bu, anlasıldı mı. rievam edemez bu böyl» Bir kök ya da bir gömüt gibi ya;amak ne bu be 1 • Yeraltınrfa tek bajına, cesetler arasında Soguktan katı!a?mak, bunaltıdan geberip eltmek Işte eundandır pazartesıler petrol gıbı Beni görünce böyle cezaevi kaçkını bir Ya da tıslayıp patlayan bir oto lâstlgı Kanı tepesln» çıktnış, dönerken günden tutujur yüzle gıbi geceye Birşeyler dürtüp iteler beni karanlık kıyılara, toğuk evlere Hastanelere, pencerelerinden kemikler ıtılan Sirke kokusundan geçilmeyen kundura mağazalann» trınli yaralar gibi açılan sokaklara Blıtakım evıer vardır M .eden Kükürt sarısı kuşlarla leş gibi iskembeler asılı durur kapılannda Kahve (incanlannda unutulmu? takma di;ler Sonra aynalar vardır, bu iğrençliği göriip geçen yerın aıbını Ve ağular, jemsiyeler, kesik göbekler, heryerde Utamnadad Holaşırım ortalarda, gözlenm ve kunduralarımla Hırsımdan çatlayarak ve unutulmujluğumla lsyerlerını geçerim, takma ayak satan dükkânlan lplere çama;ırlann asıldığı arka bahçeleri Yrleklerin. havluların, donların yeni yıkanmıs Kirli gözyaşlarıyia hâlâ damlayan yere Bu siir iNeruda'nın «Resideocia en la Terra» adlı ikinci kitabındaa alınmiftır. Bn kitap, ozanuı 1931 1935 yılları aragında yazdığı çiirleri kapsar. m aşlılık yaşamtn gerekJI bir »onucu dcğildir. Gövde gibi, Sartre'ın deyünlyle «olanağımızın gerekliliği» bile değildir. Pek çok hayvan . su sinekleri gibi eoğaldıktan Sonra, yozlaştırtcı bir dönemden geçmeksizüı ölür. Bununla birlikte. belirli bir yaş tan sonra insan gövdesinin körelmeye başlaması bilineıı, e\rensel bir gerçektir. Kaçınılmaz bir süreçtir bu. Belirli bir süre sonra, kişinin çalışmasında bir düşüşe; çoğu kere de, düşünme yeteneklerinin azalmasına ve dünyaya karşı takındıği tavırda değişiklik olmasına yol açar. VII DEĞ1ŞT1RMEK Simone de Beauvoir Çeviren: Aydın EMEÇ iciıı. yaşlılıkta da oldukça giiçlü ih tiraslar dilemek gerekir. Sevginin, dostluğun, öfkc ve acımamn ötesinde yaşam, başkalannınklne değer verildiği sürcce değerini yitimıcz. O zaman, hareketc geç me ve konuşma nedenleri yerini korur. İnsanlara sık sık, yaşhlıklarım «hazırlamaları» öğütlenmektedir. Ama bir kenara para koymak, yaşlılıkta çekilecek köşeyi seçmek, vakit geçirme yolları bultnak (hobbies) söz ko nusuysa, yaşlılık gelip çattığında bir adım öteye gidilmemiş olacak tır. Tüm düşlcr yitirilmiş ve yaşam ateşi soğumuş olsa bile, hayatla bağlantıyı sürdürmek için en iyisi yaşlılığı fazla düjünme mek, çağın sorunları karşısmda yolunu seçip yeterince doğrulan mış bir hayat yaşamaktır. Daha önce gördük: Yaşlılık çö kuntusıinüıı başladığı çağ, her zaman, kişinin bağlı bulunduğu sınıfla ilgili olmuştur. Bugün el li yaşmdaki bir madenci hayatının sonuna varmış biridir, oysa imtiyazlılardan pek çoğu sekse nini büyük bir dinçlikle sürdürür. Daha erken başlayan emekçini ı çöküşü. aynı zamanda çok da hızlı olacaktır. Son yıllarında, harap gövdesi hastalıkların, sakathklann eline düşecektir. Sağlığını koruyabilecek kadar tâlihli bir ihtiyar ise. ölümiine kadar sapasağlam ve dinç yaşayacaktır. Yaşlandıklarında, sömürülenler sefalete değilse bile büyük bir yoksulluğa, rahatsız barınak lara, yalnızlığa mahkumdurlar. Bu da onlarda bir düşkünlük duy gusuna, genelleşen bir korkuya yol açar. Gövdelerinde yankıla. nan bir sersemlemenin içine gömulürler: onlan yakalayan hastalıklar bile, büyük ölçüde, toplum düzeninin ürünüdür. Sağlık ve düşünme yetenegini yitirmese bile, emekli, yine de can sıkıntısı denen korkunç felâketin eline düşer. Yeryüzünr'eki tutamağından yoksun kalınca kendine yeni bir tutamak hulamaz, çünkü işinin dışuıdaki boş zamauları şartlandırılmıştır. Kol işçisi vakit öldürmeyi bi le becercmez. Somurtuk işsizliği, geri kalan maddî ve manevî dengesini tehlikeye atan bir gev sckliğe varır. Yaşantısı süresince uğradığı za rar, daha da köklüdür. Emekli, yaşadığı hayatın anlamsızlığından ötürü umutsuzluk içindeyse, bunuıı nedeni, her çağda ya şanuna anlam veren şeyİTİn elin den alınmış olmasıdır. «Tunç Kanunu» gibi amaıısız bir yasa ona sadece yaşarauıı sürdürme fırsatmı vermiş, bu yaşamı doğrulayacak şeyler yaratma olanak lan tanımamıştır. lşin:.ı zorlama larından kurtulduğunda, çevreslnde çolden başka bir sey göre mez; yaşam nı amaçlar, değerler, varoluş ne^enleriyie doiduracak tasarılara girişme olanaklaAma daha da utanç verici olan, gençlik ve olgunluk çağında insan çoğunluğuna yaptıklarıdır. Toplum, insanlarm son çağlarında paylarına düşen sakatlanmıs ve sefil koşulu önceden hazırlar. Yaşlılığın cöküntüsü onun yüziinden erken başlar, insanlar son çağa elleri bos girdiklerinden çöküntü hızlı, maddî yönden acılı, manevî yönden korkunçtur. Söraürülen, şartlandın lan kişiler güçten yoksun kaldık Iarında, kaçınılmaz şekilde «toplum dışı» kalır, bir posa olurlar. Yaşlılann acısını gidermek için ortaya atılan bütün Uâçlar, bu nedenle çok hafif kalır: Bu Haçlarm hiç bir), tnsanlann, yaşamlan süresince kurbanı oldukları maksatlı yıkımı oaaramaz. Ya; lılara bakılsa bile, sağlıkları geri verilemez. Yaşam koşullanna uy gun cvler de yapılsa, hayatlarına anlara verecek bir kültür, çıkarlar. sonunluluklar bulunamaz. Yaşam koşullannın hemen düzeltilmesinin hepten boşuna ol duğunu söylemiyorum; ama bu, son çağın gerçek sorununa hiç bir çözüm getirmez: Bir Insanın yaşlılığında insan kaunası için toplumun ne olması gerekir? Cevap basittir: Her zaman ona İnsan gibi davranümalıdır. Çalışamıyan üyclerine ayırdıgı sonla, toplum, maskesini eliyle indirmektedir; onlan hep, birer gereç olarak görmüştür. Çıkardan başka şeye değer vermediğini, «insanlığının» dış görünüşten başka şey olmadığım itiraf edeı. 19. yüzyüda hâkbn suııflar, proleteryayı açıkça barbar saymaktaydı. İşçl mücadeleleri proletar yayı insanlar arasına sokabümeyl basardı, ama verimli olduğu surece. Toplum, yabancı bir tür mü; gibi, T«îlı emekcilere nrl çevirmektedir. Işte bu nedenle sorun, danışık L i bir suskunluğun altına gömül mektedir. Yaşlılık, tüm uygarlığımızın başarısıziığını açığa vurur. Yaşlı adamın içinde bulunduğu koşullann benlmsenebilir olması isteniyorsa, insanı bütünüyle yeniden yapmak, insanlar arası ilişkilerin tiimünü yeniden yaratmak gerekir. Bir insan, hayatuıın son yıllarına, elleri boş ve tek başına girmeraelidir. Kül tür cansız, bir kere öğrenilip unu tulan bir bilgi olmasa, uygulama olanağı sağlasa ve canlı olsa, onun aracılığıyla kişi çevresine bağlanabileceği bir tutamak yakalar ve bu tutamak sonraki yıllarda yenilenebilse, her yaşta ça lışkan, yararlı bir yurttaş olmasın ı sağlar. Çocukluk çağmda, öbür atomlar arasında kapanık ve yalnız atomlaşmasa, bir yaşama katılsa, sürgün nedir bilmiyecektir. Bu koşullar, hiç bir çağda, hiç bir yerde gerçekleştirilmemiştir. Sosyalist ülkeler, bu koşullara kapitalist ülkelerden bir daha yaklaşsalar bile, şimdilik çok uzaktadırlar. Sundilik bundan çok uzaktayız. Toplum kişiyi, çıkar sağladığı ölçüde düşünüyo^. Gençler bunu biliyorlar. Toplunual hayata başladıkları sıra duyduklan korku, yaşlılann toplum dışı kaldıklan an duyduklarının bakısimı. İki çağ arasında, alışkanlık, sorunlan gizliyor. Genç kendisi» ni yakalıyacak bu makineden kor kuyor, ara sıra parke taşlan fırlatarak kendinl kurtarmaya çall sıyor; makinenin çıkanp attığı ihtiyar bitkin, çırtlçıplak. ağlaya cak gözlerinden başka şeyi yok™ Ikisi arasında, kurtulabilecekleK ni bile düşünemediklcrinden kea dilerüıi çarka kaptıran Insanlan yiycn, parçalayan makine dönüyor... Yaşlılann koşollarınuı ne olduğu anlaşildığında, daha iyi yürekli anlayışlı bir yaşlıhk politikası güdülmesi, emekli aylıklarının yükseltilmesi, sağlıklı konut yapımı. boş zamanlann düzenlenmesini istemekle yetinilemez. Düzen tüm olarak söz koniısudur ve ancak kökten bir değişiklik "hayatı değiştirmek!» istenebilir. Y Son cağ, siyasal ve toplumsal nedenlerle öncm kazanmıştır. Ba zı kişiler . orneğin eski Çin'de kadınlar olgunluk çağının aman sızlığına karşı yeşlıhgı bir sığınak saymışlardır. Bazıları da bir çrşit hayatî karamsarlıkla, yaşlılıkla avunurlar: Yaşama isteği bir mutsuzluk kaynağı olarak ortaya çıkıyorsa, bir yan ölümü ona yeğ tutmak mantıklıdır. Ama büyiik insan çoğunluğu, yaşlılığı hüzün ve isyan içinde karsılamaktadır. Yaşlılık, ölümden de büyiik bir tiksinti uyandırır. Gerçekten de, ölümden çok, ya; lılığı hayata karşı çıkarmak gere kir. Yaşlılık hayatın güliinç benzeridir. Ölüm hayatı kadere çevirir, bir bakuna, mutlağın boyutunu vererek onu kurtanr: <Sonsuzluğun onu, kendi içinde değiştirdiği gibi.» Zamanı ortadan kaldınr. Gömülen su adamın son giinleri, öteki günlerden daha az gerçek değildir; yaşantısı, hiçlik tarafından ele geçirilen böliimlerinin hazır bulunduğu bir butünlük olmuştur. Victor Hugo, her zaman için hem otuz yaşındadır, hem de seksen. Ama sekscn yaşındayken, yaşadığı an geçmişi silmekteydi. Aşağı yukan herkeste görülen, yaşanmaktaki âuın yaşanmışuı bir düşüşıi. hattâ bir yalanlama?ı olayında bu üstünlük üzücüdür. Geçmiş olaylar, edinilen bilgi soniip gitmiş bir hayatta yerlerini korurIar: varolmuşlardır. L'nutulduklarında, hepsi acınacak bir karanlıkta yok olup giderler: Yaşam, cskimiş bir kazak gibi, ihtiyarın ellerinde biçimsiz viin parçaları bırakarak, ilmik ilmik çözülür. Daha da kötüsii, üstiine çöken kayıtsızlık ihtiraslannı, lnançla nnı, eylemlerüıi şüpheye düşürür: M. de Charlus'un, yaşama nedeni olan soyluluk gururunu bir şapka darbesiyle yıkması, Arina Pavlovski'nin nefret ettiği oğluyla barısması gibi. Törebilim, acı, hastalık ve yaşlılık gibi bilim ve tekniğin yok edemediği dertlerin soğukkanlılıkla benünsenmesini öğütler. Bizleri çaptan diişüren bu duruma cesaretle katlanmak, ona göre, kendimizi yüceltmenin yo ludur. Başka bir tasansı yoksa, yaşlı kiji, bu yolda yürüyebilir. Ama bu, sözcükler üzerinde oynamaktır. Tasarüar, ancak ey lemlerimizle ilgili olabilir. Yaşhlığa katlanmak bir tasan değildir. Büyümek, olgunlaşmak, vaşlannıak, ölmek: Zamanın geç mesi ksçmılmaz bir şeydir. Taşhlığın, önceki yaşamunmn gülünç bir taklidi olmaması için tek çözüm yolu vardır, bu çözüm yolu da, kişilere, topluluklara, dâvâlara toplumsal ve siyasal, düşünscl. yaratıct calışma ya bağlılık gibi, hayatunıza bir Afaç'ın evinde Mustafa BAYDAR ıl I94S... O tarihte Hasan Ali Yücel Mılli Eğitim Bakanı bulunuyordu. Türkçe ve edebiyat kitaplarına toplumcu, devrimci; alışılmamış fakat özgür, uygar ve çağdaş düşünceleri yansıtan parçalar da yeterince konmaya başlamıştı yazarlarımızdan. Bu arada Nurullah Ataç'ın da yazıları okul kitaplarında yer almıştı. Ben o yıl, Sivas Lisesi'nde edebiyat öğretmeni ve aynı zamanda Ulus'un da Sivas muhabiri idim. Bu şekilde Ataç'ın Ulus'ta çıkan söyleşilerini izlemek olanağını buluyordum. Ataç'ın, okuduğum ve okuttuğum yazılarının etkisi altında kalmış olacağım ki, yaz tatili için Istanbul'a geldiğimde birçok yazar arasında yalnız kendisini ziyaret etmek gereksinmesini duytfum. Üstad, mektupla randevu ısteğime hemen karşüık verdi. Y Akşam treni. tki daklka duruyor Menton'da. tkl dakika İçinde atlıyacağız. Eavullarla üstelikl İstasyonlar korku verır hep. Tam dakikasında geldi tren. Nasıl bindik, tilmiyorurn, ama trendeyiz. Menton'u seyrediyorum son kez. Hep yaşayacak bende .. Böyle yerler anılarda kahr. Tren boş. Birazdan ltalya sırunna gireceğiz, Ventimiglia. Oradan Bordıghera, San Remo, Allasio, Cenova .. Fransız Riviera'sından, îtalyan Riviera'sına... *talyaya geçer geçmez karanlık bastı. Kompartımanda notlarımı gözden geçirdim. 35. PEN Uluslararası Kongresi'nden anılar... Bir gün gclir yazarım Bu karmakarışık satırların içinden nasıl çıkarım. Ataç, Büyükada'da oturuyordu. 3 Ağustos 1945 Cuma günü saat ll'de Köprü'den kalkan Ada vapuruna binerek Ataç'ın evine gittim. Kapıdan girince yeşil kadife Srtülü bir masanın etrafına oturduk. Ataç bu sırada Taras Bulba romanının tashihlerini yapıyordu. O yıllarda okullard'a herhangi bir yazar anlatılırken ilkin eserlerinden biriki parça ele alınır ve bunlara göre yazarın kişiliği hakkında bir yargıya vanlırdı. Ataç'a, uygulanmasına başlanan bu yeni tür edebiyat öğretiminden EÖZ ederek dedim ki : «Artık eserden müessire geçmek yolunu tutuyoruz.» Bu sözüme Ataç, hemen söyle bir karşüık verdi : «Mustafa Bey, eserden müessire geçmek ne detnek Allah aşkına. Bir Frenk muharririnin, meselâ Moliere'in b'r eserini okuduğunuz zaman onun santimantalitesini, ne düşundöfünü aniarsınız. Edebiyata getirdiğl yeni fikirler bellidir. Bizim şairlerimizin şiirlerinden onlann ne oldnfnnu anlamak mümkün değildir. Bn siirlerde kellme* oyunl»rı bikimdir. Meseli Fuznli'yi ele alalım : Ah eylediğim servi hıramanın içindir Kan rğladıfım goncai handanın içindir Ah, dört elif miktan uzundur. S*rvi boy da uznndur. Açılmıs gonca da kırmızı olduğu için kan aglıyor. Bu şiirlerden şair, ıstırap ijtiyor mu, istemiyor n ı , mmtarip midir, değil midir anlıyamayız. Neyi sevmis, kimi sevmiş bilemeyiz.» Bu arada Bâki'yi de överek şu beytini okudu : Bn devr içinde benim padişehi mülki sühan Bana sunuldn kasîde, bana verildi gazel Bu konadan sonra ş:ır üzerıne bir soru suruyurum : «Herhangi bir şiire, şiiriyet vasfını veren unsur veya unsurlar nelerdir?» Bu soruya cevabı gayet kısa oluyor : «2025 senedir bunu anyornm, bir türlü bnlamadım.» Bu defa o beni sorguya çekiyor ve karşıhklı söyleşiyoruz : «Beni niye seversiniz?» «Efendim sızde samimiyet var.« «Hayır, bende hiç samimiyet yoktnr.» «Başkasınu. tesiri altında kalmıyorsunuz.» «Çok kalıyorum. Meselâ benim her sözüm Andr£ Gide'den bir nevi intihaldir.» Diğer bir soruya geçiyor ve yenilerden kimlerl sevdigi sorusuna şu karşıhğı ahyorum : «Oktay Rifat, Orban Veli. Fazıl Hüsnü. Bunlar lisana çok hâkim.» Benim hangi şaıri sevdiğimı ögrenmek isteyince kendisine aşağıdaki karşıhğı veriyorum : «Ben en çok Ahmet Haşim'i severlm. Çünkü o, ruh aallerini butün karanhğı ve melâli ile ifade edebilmiştir.» Ataç, bu cevabımı beğenmiyor ve diyor kı : «Tamamen başka başka anlıyışımız var. Bence kelimelerin
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear