24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
21 Birincikânun 1937 CUMHURIYET İSTANBUL İktısadi hareketler Bir nakliyat meselesî karşısında mıyız? Sırt hamallığının kalkmasmdan sonra, şehirde nakil vasıtalarınm gösterdiği kanşık çeşide ve bir türlü ahenk temin edilememiş olmasına bakarak, böyle bir sual sormak hiç de yersiz olmaz. Hatta bu sualin cevabını müspet şekilde vermek lâzımdır. Şu kuruluşu yedi tepe üzerine olduğu söylenen, bugün ise belki de yetmiş yedi tepeye yayılan inişli yokuşlu şehirde nakliy«t işini süratle modernize etmek, muhakkak ki kabil olamazdı. Nitekim de öyle oldu. Kaldırılan sırt hamalmın, atı lan tablanm, şehir dışma sürülen merkebin yerini görünüş itibarile onlar dan hiç de aşağı bir çirkinlikte olmı yan çeşidli el arabaları kolleksiyonu tuttu. Şimdi şehrin sokakları böyle bir kanşık manzaraya sahne olmaktadır. Şüphe etmemek lâzımdır ki, bu şehrin umumî nakliyatının istinad ettiği vasıtalar, dünküler olduğu kadar, bu günküler de değildir. Gözlere çirkin görünen evvelki şeklin yerine kaim olan bugünküler de göze hiç de iyi görünmediği gibi ihtiyacı karşılamaktan da çok uzaktır. Bundan dolayı yapılan işin varım olduğunu iddia etmek yanlış sayılamaz. Şimdi şehrin caddelerini, sokaklannı büyük bir mebzuliyetle dolduran el arabalannm kısmen bir ihtivaca cevab verdiği inkâr olunamaz. Yalnız ne bunların, ne de atlı arabalarm ihtiyacm tam karşılığı olmadığı da aşikârdır. Bunu her ne bakımdan mütalea etsek, gerek ticarî nakliyatın icrası, gerekse halkm umumî nakil işleri itibarile böyle kabul edebiliriz. Şu halden, bu işi yapanlar kadar Belediyeyi" de mes'ul tutmak haksızlık olur. Günlük nakli yat gibi âcil olan bir ihtiyacın karşılanması için bugünkünden baska birsey yapmak pek de mümkün değidi. Fakat, bu mesele üzerinde bundan sonra ehemmiyetle durmak bir zarurettir. Fikir Örgüsü . Solisti dinlerken... Bir aralık bana öyle geldi ki onun ağzmdan bu sözleri tekrar eden Istanbul halkıdır Anketi yapan! SALÂHADDİN 4 lkincitcşrinîn ılık gecelerinden biri başlamak üzere... Beyoğlu caddesinde omuz omuzu sökmiyen bir kalabahk var. Dar bir oluktan boşanan koyu bir mayi gibi ağır ağır kaldırımlara yay:lan bu kalabaliğın bir kısmını, ışıktan harflerin içindc panlparıl yanan biı kadın adı, kendine çekiyor. Aralanna ben de kanştun. Tavandan ve duvarlardan dökülen renk renk ampullerle, bir filim stüdyosu kadar aydınlatılmış sıcak, hem de lüzumundan çok sicak bir salon.. hendesi bir zarafctle sıralanmış masalar.. ve bu masaların etrafmda yer almış, birkaç yüz insan... Burası bir çalgılı kahve olacaktı. Ve bu gördüğüm halk, gecesinin yarım saatini; aralarında geçirmeğe soz veren büyük bir ses şöhretini dinlemeğe gelmiş lerdi. Fakat sahnede çalan ve okuyanlar arasında (o), o büyük ses şöhreti yoktu. Ne vakit gelir? diye sordum. Daha vakit var, dediler, hele bakalım, saat on buçuğu, on biri bulsun!.. Anlaşılıyordu ki, büyük ses şöhreti, «meclise en sonra gelen ekâbir» gibi nîm sunulan peymanelerle kafalar tamam olduktan sonra gelecekti. Ve biz, şimdilik onun teşrifine intiza ren, büyük bir tahammül rökoru tesis ederek, saatlerce diş gıcırtısına benziyen bir kemanm sesini ve leylek gibi takırdr yan bir kanunun ahengini dinliyerek avunacaktık. Işte, kanunlar, udlar, kemanlar, hep birden harekete geldiler. Inceli kalınlı sesler arasında ağır ezgi fıstıkî makam bir eski şarkı: Fariğ olmam, meşrebi rindaneden, Yüz çevirmem nafile peymaneden! r, Büyük şöhret, hâlâ sihirli sesini, biz den esirgiyor. Masa arkadaşım, bu sefer daha teklifsizce gülümsedi: Siz de herkes gibi solisti bekliyorsunuz galiba!.. Evet dedim solist. Öteki: Ah, bu solistler... diye içini çekti, sabık hanende ve lâhik solistler. Istan bullulara, bu bir tek «kelime» nin nekadar pahalıya mal olduğunu, kendi tec rübemle biliyorum. Eskiden en parlak sesli, kadın şarkıcı, gecede on liraya, on kere boyun kırardı. Adlan solist olduktan sonra, hepsine azamet geldi. Küçücük dağları biz yarattık, diyorlar. Burunları Kaf dağında!.. Bu solistlerin içinde öyleleri var ki, ses • lerinin bir yıllık kirasile bir apartıman yapılır. Söyledikleri de nedir? Kırk yıllık şarkılar... Hele nedir o, kötü tekerlemeli türküler!.. Mazeret olarak: Ne yapalım! diyorlar, halk, böyle hafif şeyler istiyor! Halbuki hiç de öyle değil. Halk alıştığını istef. Bizi, bu hafif şarkılara alıştıranlar, kendileri değil mi? Sorarım size: Tabiî vaziyette, yani ayık vaziyette bu şarkılan dinlemeğe kaç kişi takat geti rebilir!.. Onlar da bunu bildikleri içîn, sözüm ona konserlerini, bize hep meyhaneden bozma salonlarda dinletiyorlar! Masa komşum, içinin derdini döker ken, büyük ses şöhreti de, salonda kopan alkış fırtınasına tutulmuş da sallanıyor muş gibi nazlı nazlı sahnedeki yerini aldı. Garsonlar, derhal faaliyetlerini artırdılar. Rakılar, biralar, mezeler tazelendi. Ortalıkta çıt yok. Boyunlar, kâh sağa, kâh sola çarpılıyor. Yüzlerce kişi, tek bir kulak gibi onu dinlemeğe hazırlanıyor. Işte çok geçmeden, başladı: Şahane gözler jahane, . o , v Husnune yoktur oahane, Süleyman olsam cihane, Gönül eğlçnmez eğlenm,^! ,.w< , *sr • Manzara I Yazan. NECtP FAZIL KISAKÜREK Şamatanm ses, depreşmenin hareket Imadığmı, bize bugün kadar hiçbir gün ;östermedi. Gazete, dünya hâdiselerini ajanslara emanet etmiş, edebiyat anketeri açıyor. Fıkracı günlük nükte ve tekeremelerini bir tarafa koymuş edebiyat mevzularına dalaşıyor. Lâf başını almış, ne uzun, ne tükenmez, ne dolaşık şey olduğunu; hırıltı dudağı yırtmış, kaç türlü, kaç perdeden, kaç nisbette çıkabileceğini lân ediyor. Içinden in cin geçmiyen yangın yererinde, yüzlerce mart kedisi eşiniyormuş gibi, tozu dumana katan bir çekişme var. Işte, bu yangın yerindeki ana vasıf olan hakirlik, pintilik ve sessizliğin, yıkıntılar ve çöküntüler arasında, kıdem, tarih ve hak farkı nâralarile birdenbire yüzsüzlük, şamata ve (nefsi emmare) haline gelmesidir ki, Türk edebiyatının en büyük ayıbını doğuruyor. Bu ayıpla beraber, bulanık bir utanç suyunda gırtlağına kadar batmış gizlenen bütün külçesini, bütün maddesini, bütün kıt'asını gözönüne seriyor. Çirkin ve aptalın bıyık burması, yoksul ve dilencinin nargile tokurdatması, hasta ve cansızın palikaryalık satması kadar, ruhumuzun asil hicabları önünde, iğrenç ve iffetsiz duracak tavırlar tasavvur ediemez. Kâinatın ezelî nizamı, kendilerine uygunsuz tavırlar takınan bünyeleri, palyaço halinde terzil eder. (Don Quichotte), bu ilk ve son bünye mizanının, her hâdise karşısında terazisini kuracak ters miyandır. Bugünün curcunası, gencli ihtiyarlı, yüzlerce sahte vekann, tenekeden kalkanlarını, mikadan kılıçlanm ve kâğıddan miğferlerini birbirinin başında patlatmasından başka hiçbir şey değil. *** Bütün nezaketlerimizi, pazarlıklarımızı, temkinlerknizi, kanaatkârlıklarımızı, olarına bağlama tesellilerimizi bir tarafa bırakarak, dünya ölçüleri önünde, bugüne kadar gelmiş bütün kıymetleri (Revision yeniden muayene) altına çağırmanın ve temizleyici kritiği bina etmenin günü bugündür. Her meselede bu satıh üzeri cümbüşü, bu kof,ve günübirlik tecelli gayreti, bu tatlı canını 24 saat için kurtarma açıkgözIüğü, bu yaradana sığınıp savurma küstahlığı, dünya kıratında bir iç ve dış hesablaşmasma bir türlü yanaşamamaktan doğan netice. Klâsik çatının klâsik temeli oluncıya kadar üzerinde işlemeğe mahkum olduğumuz bu hesablaşma borcu önünde, büyük şahsiyetin tek humması olan ölüm korkusu ve var olma hırsını duymuş her Türk san'atkârı taahhüd altındadır. PENCERESİNDEN Derkenarlar! stanbul Liman İdaresi Galata nhtımını kısmen tamir etti. Fakat tamir bitince rıhtımın Belediyeye aid olan kaldınmdan biraz yüksek kaldığı görüldü ve bu, iki daire arasında münakaşah ir muhabereye yol açtı. Ben yenileşen rıhtımın köhne ve yef er çökük kaldırıma yüksekten baktığını lk gördüğüm gün eski vezirlerden Sırrı D aşanın bir derkenarını hatırladım. Derenar, aşk ve şiir lisanmda sevgililerle ıaşbaşa kalıp can söhbeti yapmak manaına gelir: Buseden sonra kenar ister, vlsal ister gönül Sevdiğim mazur tut, dünya tama' dünyasıdır Beytinde görüldüğü gibi!.. Fakat yaı dilinde derkenar, Arabların müraselât e tevkiat dedikleri sözlerdir ki eski Yulanlılann (lakonizm) ini andıran şekilde izlü ve kısa olursa edebî bir kıymet alır. Sırrı Paşanın şimdi anlatmak istediğim derkenarı o cümledendir. Gerçekten iran ve kalemi kudret sahibi olan bu paşa t Sıvas Valisi iken bir cadde açtırmağa eşebbüs eder ve bir takım evler bu teseb* üs yüzünden yarım kapılı denilecek va iyete düşer. Çünkü Galata nhtımınm jugünkü halinde görüldüğü gibi jose üksekte, evler aşağıda kalır. Işte bu yüz* den bir mülk sahibi Sırrı Paşaya arzuhaj unup da şikâyet edince edib vezir kâğii dın altına şu derkenarı yazar: «Kapını kaldır, altını doldur, sokag* uydur!» Bakalım ayni sözü Belediye mî ö i mana, Liman mı Belediyeye söyliyecek?. *** Tarih böyle zarif derkenarlardan bîr;ok örnekler kaydetmiştir. Hatırıma ge< enlerden birkaçını işte yazıyorum: B a valilerinden Rebia adlı birinin mak istediği ev için kendisine on iki bin direk verdirilmesini rica maksadile gön» derdiği mektubun altına Muaviye şu der* kenarı yazmıştı: «Basrada bir ev mi, oksa evinde bir Basra mı yapmak istiorsun?.. Anlamadim!..» D GVNGÖR Manzara II Türk Ortaçağ san'atkâr ve entelleküeli, dünya mikyasile, ruh ve kafasının bütün mimarîsine, san'at ve ideolojisinin bütün mıyarlarına ermiştir. O, içinde yaşadığı cemiyetle ve cemiyeti, yerleştiği medeniyet kaynağile tam bir anlaşma halindedir. Kendisini yoğuran cemiyet, nasıl bir dünya içi ifadesine ve bir dünya dışı telâkkisine malikse o da, (objet) ve (sujet) halinde, bir san'at cjünyaaımn bütün unsurlarına sahibdir. Dili, nahvi ve kalıblan; ilmi, mantığı va nasları, ahlâkı, mizacı ve ruh haletleri; hulâsa bir varhğın tecelli aynalanndaki bütün akislerile o, sistemli bir platform üzerindedir. Bu platformu ona cemiyetî, cemiyetine de Islâm iman ve ideolojisi bina etmiştir. O devrin muvazenesine göre, Islâm iman ve ideolojisi güneşli bir gök, cemiyet bu gökten sıcaklık alan bir toprak, san'atkâr ve entellektüel de, ferdiyetinin köklerini bu toprağa salan ve istidadına göre yemiş veren bir ağacdır. Ağac, toprak ve gök; ferd, cemiyet ve ideoloji halinde ahenk ve düzene girince H A Y A T ve onun sonsuz deveranı dogar. Hiçbir insanlık devrî, giden kim ve gelen ne olursa olsun bu ana unsurlar dışında bir terkib yapabilmiş değildir. Imdi, şimdilik hiçbir kıymet hükmüne yanaşmadan kabul edebiliriz ki, Türk Ortacağ san'atkâr ve entellektüeli, bellibaşlı bir görüs merkezi etrafında, saiklerini, gayelerini ve sebeblerini çerçevelemis, zamanı mazi, hal ve istikbal olarak üç ritmile temsil etmiş, kendi ömrü ve anayısı içinde hâdiselere hâkim olmuş, te F. G. TÜRK ORTAÇAĞ SAN'ATKÂR zadsız bir cemiyetin halis yemişidir. VE ENTELLEKTÜELİNE Bu cemiyetin: Dini mlzacı (Süleyman Çelebi) de, KISA BİR BAKIŞ Sishane faciasım hatırlatan arıza Bozulan tramvay, büvük müşkülâtla durduruldu Dün akşam, saat 16,30 raddelerinde ^vatman 793 numaralı Hüsameddinin idaresindeki 48 numaralı Sirkecî Topkapı tramvayı, Sirkeciden kalkmış, Lâleliye yakm bir yerde yokuştan inerken birdenbire hızlanmıştır. Arabanın vatmanı, frenlerin âni surette bozulduğunu ve tutmadığını görünce bütün gayretile uçan tramvayı durdurmak istemiş, hatta, palto: ;nu da çıkararak arabanın önüne atmıştır. Bir türlü durdurulamıyan arabadaki yolcular feryada başlamışlar, kendilerini cad'!eye atmışlardır. Atlıyanlar, yirmi kadar yolcudur. BunIann ekserisi kol, ayak ve başlanndan yaralanmışlardır. Bilhassa Tıb Talebe YuHu son smıf talebelerinden 592 Receb oğlu Enver, polis ikinci şube memurlanndan üçüncü komiser Mehmed oldukça mühim yaralar almışlardır. Bu aralık arabada yalnız başına kalan vatman Hüsameddin, gene itidalini bozmamış, Valc'î camii önünde tramvayın arknı cereyan telinden ayırmıya muvaffak olarak el frenini kullanabilmiş, ara bayı zorlukla durdurmuştur. Hâdiseden sonra caddede bekleşen yaralılar hastaneye kaldınlmış, tramvay polis nezareti altında Aksaray deposuna çekilmiştir. İkinci bir Şişhanc fadasmı hazırlıyabilecek mahiyette olar bu vak'a, ancak vat man Hüsameddinin itidal, soğuk kanlı lık ve gayreti sayesinde çok hafif savuşturulmuştur. Bir diğerinde de yangın çıktı Evvelki akşam 17,30 da 851 numaralı vatmanın idaresindeki tramvay, Aksarayda Yusufpaşa caddesinden geçerken yanmağa başlamıştır. Yolcular heyecana kapılarak kendilerini caddeye atmışlardır. Bu arada Sultanahmedde oturan Burhanm karısı 20 yaşlarında Fatma agır surette yaralanmış, hastaneye kaldırılmıştır. ^^^^^ Dikkat ettim: «Çıkmam, Allah etme sin meyhaneden...» sözüne sıra gelince, birçoklan önlerindeki kadehe sarıldılar. Bir meyhanede de, ancak bu kadar içki içilebilirdi. Hatta belki, JçilemezdL Şarkının bir başında, bir ortasmda, bir de sonunda mutlaka, eller, masaya uzamyor. Ateş kelimesi, bu çalgılı gazinodaki pahahlığı ifadede bir avuç kar kadar soğuk kalır. Oyle iken, içerisi gene hınca hınc. Yanıbaşımda oturan bir genc, listeye göz attığımı görünce, gülümsedi: Siz de benim gibi yapın! Ne yaptınız? Bir fincan kahve ısmarladım! Teklifi pratik bularak kabul ettim. Önüme, yanm kilo kahve fiatma, bir fincan kahvenın suyunun suyunu getir * diler! Büyük ses şöhreti, devam ediyordu: Akan sular şarab olsa, , Vçan kuşlar kebab olsa, Meyhaneler mesken olsa, Gönül eğlenmez, eğlenmez! Bir aralık bana öyle geldi ki solistin ağzile bu sözleri tekrar eden, Istanbul halkıdır: Üç şarkı dinliyebilmek için, avuç do * lusu para veren, şişeler dolusu içki içen ve gene de bir türlü gönül eğlendiremiyen Istanbul halkı... SALÂHADD1N GÜNGÖR General Ludendorf dün vefat etti iBastarafı l tnct sahijede) Führer, Generalin refikası Mathilde Ludendorf ?. derin sempatisini ifade eden bir telgraf göndermiştir. Bu telgrafmda Führer, şöyle yazmaktadır: «Büyük asker ve General Ludendorf un şahsında Alman milleti, en iyi, en sadık evlâdlarından birini kaybetmiştir. Ismi, Alman tarihinde ölmiyecektir. Nasyonal sosyalist hareketi kadar ben de, milletin büyük bir ümidsizlik içinde bulunduğu bir sırada kendini tehlikeye atarak Almanyanm daha iyi bir istikbale kavuşması irin mücadeleye girişenlere il tihak ettiğinden dolayı kendisine ebediyyen minnettar kalacağım.» CUMHURİYET General Erich von LudendorF Büyük Harbin en mü him askerî simalanndan biri ve belki de birincisidir. General 1865 te doğduğuna göre, 72 yaşında ölmüştür. Ludendorff, Büyük Harbe kadar muhtelif vazifeler de, bilhassa Alman büyük erkânıharbiyesi harekât dairesi şefliğinde bulunmuştur. Meşhu Graf von Schliffen'in mektebind yetişmiş, onun fikirlerile meşbudu. Büyük Harb başladığı zaman, o, terfi edebiL.;k için kıt'a hizmetine çıkmıştı. Harb bışlayınca, Belçikayı istilâya memur Alman sağ cenahındaki ikinci ordunun e r k^nıharbiye ikinci reisliğine tayin edildi. l endi başına yaptığ; fevkalâde cür'etkâr bir taarruz ve şahsî bir hareketle Liege merkez kalesini zaptetmişti. Bu sırada şark cephesindeki Alman ordusu kumanddnının Rusların tazyıkı karşısında geri çekilme karan vermesi üzerine, bu ku mandan azledilerek yerine Hindenburg tayin edilm.'ş, Ludendorff da onun erkânıharbiye reisi olmuştu. Ludendorff, daha trenle şarka giderken şarkî Prusyadaki Alman ordusuna emirler vermeğe başIam:ştır. Bu esnada şarkî Prusyadaki Alman br u erkânıharbiyesi harekât şubesi reIsi olan me§hur General Hoffmann. veni bi taarruz plânı tertib etmişti. Bu plânın bazı küçük değişikliklerle tatbikı Hin denburg'la Ludendorff'a nasib olmuş ve büyük Tannenberg zaferi kazanılmıştır. B ından sonra, Ruslann ikinci bir ordusu daha hemen akabinde gene şarkî Prus yada mağlub ediîmiştir. Bundan sonra, Ludendorff, Alman or 'usunu sevk ve idare eden General Falkenhayn ile mütemadiyen mücadele etmiştir. Bu mücadele, harbi evvelâ şarkta bitirip sonra garba dönmek münakaşası etrafında cereyan etmiş, hâdiseler Ludendorff'u haklı çıkarmıştır. Bu mücadeleye rağmen, Ludendorff Çarlık Rusyanm ordusunu mütemadi mağlubiyetlere uğratmağa muvaffak olmuştur. 1916 da Romanya harbe girince, Falkenhayn istifaya icbar edilmiş ve yerine Hindenbursr, onun erkânıharbiye reisli ğine de Ludendorff tayin ediîmiştir. Ludendorff bundan sonra, Alman ordusunun ve hatta bütün itjjfak manzumesi ordulannın dimağı olmuştur. Romanyaya kurşı yapılan muvaffakiyetli taarruz plânının esaslarını o hazırlamıştır. Caporet to'da Italyaya indirilen müthiş darbe de onun eserid'V 21 mart 1918 de, garb cphesinde, büyük bir taarruzlar silsilesi hazırlamış, bunlar, büyük zaferlerle ne bcelenmiş olmakla beraber, Amerikamn ' üdahalesi vüzünden kat'î zaferi kazanamamış, bundan sonra, düşmanın çok azim sayı üstünlüğü karşısında Alman ordusu ricate baslanvştır. Fakat, bu ricat esnannda d Ludendorff, Alman ordusunu kat'î b"; hezimete uğramaktan kur tarmıştır. Bu esnada, vazifesinden istifaya mecbur olmuştur. Sulhtan sonra Ludendorff, kendisini Çİe geçirmek istiyen ttilâf devletlerinden •urtulmak için îsvece kaçmış, sonra tekrar vatanına dönerek memleketini Ver sailles muahedesinin tazyikmdan kurtarmak için çalışmış, Hitler'le beraber bir ihtiirl vaomalc fakat. vaktile ku Derinlık ve mavera humması (Yunus Emre) de, Nukte ve hicvi (Nasraddln Hoca) da, Ha&sasiyet kalitesi (Puzuli) de, Eda ve estetiği (Bâü) de, Kuru mantık ve aklı (Nâbl) de, Belagat ve hırçınlığı (Nef'l) de, Şiyve ve zarafeti (Nedim) de, Irfan ve lnceliğl (Şeyh Oallb) de, Görgü ve merakı (Evllya Çelebi) de, Metod ve teknigi (Kâtib Çelebi) de, Mâbed, mekteb ve saray fikri (Sinan) da, "Nağme, ses ve ahenk ruhu (Dede Efendl) de. ve bütün bunların hepsi, başka başka mikyas ve kıratlarda hepsindedir. Kısaca ve kabaca: Türk Ortaçağ san'atkâr ve entellektüeli, kendisine göre: A Bir dünya görüşü, B Blr eşya ve hâdise zavlyesl, C Blr <güzel> ve «doğru» hükmü, D Bir kemal ölçüsü, E Bir yarın iştiyakı, F Bir tenkld ve tayin fastisı, O Blr kültur bagı, H Blr cemiyet halkası, İ Bir ferdiyet mayası, gibi «criterium» ları içinde taşıyan ve mesafeleri ve istikametlerile, hacimleri ve nisbetlerile, müşahhas ve hakikî bir dünyayı temsil eden öz san'atkâr ve entellektüel örneğidir. O, bahtını ortak ettiği cemiyet" devam ettikçe bütün haşmetile yaşadı. Cemiyeti ana zeminini kaybeder etmez de, bütün heyetile göçtü. Zira o, bir vahdet ve kemal anının yemişiydi ve ağacla, toprak ve gök arasındaki düzen bozulur bozulmaz, bu unsurlardan hiçbirinin tereddi ve ıstırabına iştirak edemeden sönüvermeğe mahkutndu. Emevî hükümdarlarından Abdülâziz ğlu Omer, hakkında pek çok şikâyet yapılan bir valiye şöyle bir mektub gönderdi: «Senden sızlananlar çoğaldı, seni »eğenenler azaldı, ya âdil ol, ya çekil!» Abbas oğullarından Mehdinin Horaan Valilerinden birine yazdığı şu tevkide beliğdir: «Ben uyanığım, sen uyuyorun!» Barmak oğullarından Yahyaya bir mektub sunularak nereli olduğu beliriz bir tacirin öldüğü, güzel bir cariye ile henüz süt emer bir çocuk ve pek büyük bir servet bıraktığı haber verilmiş ve bu ervetin müsaderesi tavsiye olunmuştu. Yahya, mektubun altına şu cümleleri yazdı: «Tacire rahmet, çocuğa afiyet, ser» ete bereket, mektub sahibine lânet!» Roma protokolları Çorab söküğü gibi Üç devlet Hariciye Nazırı Altı eroinci de arka tekrar toplanıyorlar arkaya yakayı ele verdi Budapeşte 20 (A.A.) Reggeli Ujsag gazetesi, Roma protokollannı imza etmiş olan devletler konferansının aşağıdaki meselelerle meşgul olacağını yazmaktadır: 1 Duçe'nin Berlin seyahati, 2 M. Stoyadinoviç'in, Roma se yahati, 3 M. Delbos'un seyahati, 4 Alman Leh münasebatı, 5 Avusturya ile Çekoslovakya arasında geçenlerde yapılan mahremane görüşmeler, 6 Macaristan ile Küçük Itilâf arasındaki müzakerelerin bulunduğu hal, 7 Italyanm Milletler Cemiyetinden çekilmesinin Avusturya ve Macaristan üzerindeki muhtemel tesirleri, nihayet, Italya, Avusturya ve Macaristan arasm daki ticaret münasebetleri. M. Ciano ile M. Schuschnigg'in 9 sonkânunda buraya gelecekleri söylen mektedir. Bu fıkrayı Yavuz Sultan Selime de snad ederler. Eğer arada tevarüd yoksa söz, Yahyanın olarak kabul edilmek icab eder. Çünkü bu derkenarı kaydeden kiablar Yavuzdan evvel yazılmışlardır. Siyasî mahiyette derkenarlar da vardır ve bunların en meşhuru, kendisine harb tehdidini tazammun eden bir mekub yollamış olan İspanya Kralı Alfons'a Magrib hükümdarlarından Taşkın oğlu Yusufun verdiği şu cevabdır: «Sen yazıyorsun. Ben yapacağım!» Bu arada Rumeli Valisi Hakkı Paşanın dillerde dolaşan şu buyurultusunu hatırlamamak nasıl mümkün olur? NECÎB FAZIL KISAKÜREK «Silivri naibi, şeriat haini, ilânuni gor[*] Bu yazı, antoloji münakaşaları esna düm, kahkaha ile güldüm. Hükmü hilâfi sında kaleme alınmıştır. Kur'an, mazmunu serapa hezeyan, müh* ri müeyyedimi basarım, seni mahkeme kapısına asarım!» M. TURHAN TAN Sökede göçmen evleri yapılıyor Söke (Hususî) Kazamıza bağlı Akköy nahiyesile Yeniköy ve Yenihisar köylerine yerleştirilen 430 evlik göç menlere dağıtılmak üzere inşasına başlanan modern ve sıhhî evlerden 150 ta nesi bitmek üzeredir. Bu evler tek ve çift olmak üzere iki tip üzerine hazır lanmaktadırlar. manda ettiği Alman ordusu yeni şefleri nin elinde eski şefinin ihtilâlini bastırmıştır. Ludendor^f son zamanlarda «Topyekun Harb» diye bir eser yazmıştır. Bu eser, askerlik âleminde büyük akisler u vandırmıstır. Emniyet Kaçakçılık bürosu memur ları dün de altı uyuşturuşu madde ka Türk Bulgar hududu üzerindeki çakçısı yakalamışlardır. Yakalanan ka Kapıkale gümrük binası yerine tam çakçılarda mühim miktarda eroin bu hudud yanmda yeni bir gümrük binası lunmuştur. yantırılacaktır. Kasımpaşada Küçükpiyalede Tahta Yeni sundurmada çalışmaköprü sokağında 5 numaralı evde otu lara başlandı ran Galatalı sabıkahlardan kahveci TaLiman idaresinin Sirkeci rıhtımı üzelâtla metresi 16 yaşlarında Sabahatin rinde yaptırdığı yeni sundurmada dün eroin satıcılığı yaptığı haber alınmıştır filen gümrük muamelesine başlanmış Suçlularm aranan evinde 25 gram eroin tır. Gerek bu sundurmamn, gerekse Sirbulunarak musadere ediîmiştir. Talât kecideki yeni yolcu salonunun küşad ve Sabahat, eroini Yeniçarşıda 19 nu resimleri ayın 31 inde yapılacaktır. maralı evde oturan sabıkalı marangoz Sirkecide yapılan yeni tesisatla dünVehbiden aldıklannı söyledikleri için oden itibaren başlıyan mesai şekli, gümraya da bir baskın yapılmış, Vehbi de rük işlerimizde sürate doğru atılmış bir bir miktar eroinle yakalanmıştır. Cür • inkılâb adımı sayılabilir. Simdiye ka mü meşhud yapılırken, eve Cumhuri dar bahren muameleye tâbi olan ve yet Merkez Bankası arkasındaki Tap ayni müsaid iskeleler üzerinde yapılan tas hanı kapıcısı Anastas gelmiş, yüz gümrük muameleleri, dünden itibaren gram eroin verirken o da tutulmuştur, Sirkecide yapılmaktadır. Bu eşya, şu Bunlardan başka Tahtakalede Şe şekilde üç kısma ayrılmıştır: A Doğmdan doğruya muayenesi kerci sokağında ahçılık eden Nail oğlu orada yapılarak çıkacak eşya. Alinin üzerinde iki gram, Üsküdardî B Mavnalarîa gelip muayenesi Giridde zelzele Bulgurlumesçid sokağında oturan meş mavna üzerinde yapılan ve sonra iskeAtina 20 (Hususî) Atina rasadha hur kaçakçılardan Gülizarda da iki pa lelere sevkedilen eşya. nesi evvelki akşam merkezi Atinanın C Buraya hiç uğramadan geçecek cenubu garbisinde Girid denizinde bu ket eroin bulunmuştur. Altı kaçakçı d eşya. mahkemeve sevkedilmi§tir. lunan giddetli bir zelzele kaydetmiştir. GÜMRÜKLERDE Kapıkale gümrüğü için yeni bina
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear