24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 İkincikânun 1937 CUMHURİYET Rönesanstan sonra Şey Bu arada meşhur, Kralice Otomobil kazalarından tan hangi tiplere girdi? nin gerdanhğı da varmış doğan hukukî mesuliyet Bugünkü Şeytan fraklı, silindir şapkalı, beyaz eldivenli, yakışıklı ve dinc bir erkektir. Yalnız fena huylarını terketmemiştir Rönesans devrinde şimalî Avnıpa da, şeytan yavaş yavaş dinî süjeler den çekilmeğe ve artistik hususî kapriz ve tantazilerin de yer almağa başlıyor. Bu şekil ilk defa Fransada çıkıyor, oradan Fele menk ve Jermanyaya yayılıyor. Şeklini değiştiren, fakat fenalıklannı muhafaza eden şeytana ressamlar da Habeşler Şeytanı böyle tasvir ederler yer açmağa başlıyorlar. 15 inci asırda cehennem süjeleri en fazla resimlerde ve tablolarda görünüyor. Arasıra kiliselerde yapılıyor, fakat ehemmiyeti haiz değildir. O devre aid bu türlü eserlerden Stefan Lochner'in bir kabartması şimdi Köln müzesindedir. Lochner şeytanlanm ayılara ve bazan tuhaf hayvanlara benzetiyordu. Bu asrın sonunda şeytan dinî mesleğini (kiliseleri) bırakarak büsbütün lâik oluyor. Bu sıralarda Felemenk artistlerinden Bach ve Brenghel şeytanı süje aiarak değerli fantazi resimler yaptılar. Bach'ın «Les Diableries» isminde eseri meşhurdur. 16 ncı asırda şeytan şimal memleketlerin san'atından kayboluyor.Bu sıralarda yalnız meşhur Rubens'in son sorgu süjesinde şeytanı tamamile değiş ttalyan klâsik deorinde Şeytan miş görüyoruz. Bu, klâsik yan ilâhlara temsillerinden biri benzer, şehvetperest bir şeydir. Kuyru parken şeytanı büsbütün perişan melek ğundan başka çirkinliğini de kaybelmişşeklinde gösteriyor. Bundan sonra birtir. kaç Belçika ve Felemenk artisti muh 17 nci asır, incelik ve zevki selimin bir telif şeytan resimleri yapıyorlar. dönüm noktası olduğu için, şeytan sahneHâlâ sağ olan ressam James Ensor'una deu çekiliyor ve süjelere iştirak edemiyor. şeytanları Goya'nm eserleri kadar çirkin 18 inci asırda artık tamamen değışmiş ve korkuncdur.. . , ,., bir vaziyettedir. Hatta rahib ve papazlaRus edibi Lermontoff'un Demon isimli rtn zevkinin incelmesi neticesidir ki kaeserindeki şeytan düşkün, güzel ve inkıtedrallardaki korkunc şeytan resimleri hoşa gitmemektedir. Meşhur Autin ve lâbcı bir melek şeklinde tasvir edilmiştir. 19 uncu asırda şeytan bazı piyeslerde, Chartres katedrallanndaki şeytanlar mübilhassa operalarda görünüyor. Bu me nasebetsiz görülüyor. yanda şunlan sayabiliriz: Bu asrın sonuna doğru ressam Goya, «Faust» Gounod zengin fantezisinin neticesi olarak ortaya «Damation de Faust» Berlioz çıkardığı, ortaçağlardakine benzemekle «Martha» Plotove beraber bir hususiyet arzeden Les Cap«Mefistofele» Boito rices isimli bir seri şeytan eseri meshur«Demon» Rubinstein dur. Bu eserin tesirile şeytan resimleri birSon zamanlarda şeytan bazan sinema kaç sene için moda oluyor. Fakat bundan sonra şeytan plâstik hu filimlerinde görünüyor. Fraklı, silindirli, susiyetten tamamile çekiliyor ve edebiya beyaz eldivenli, yakışıklı ve dinc bir erta giriyor. Bu sıralarda Milton'un eseri kektir. Barlarda, kumarhanelerde ve bütün fena yerlerde eski çirkinliğini kaybetle îngilterede yeni bir tip şeytan telâkkimiş, fakat fena huyunu muhafaza eder sinc yol açılıyor. bir şekilde dolaşmaktadır. Düşmüş meleğin sempatizanlan çoğalHeykeltraş mağa başlıyor. ZEYNEL AKKOÇ S O N Kurur ve Ironi sembolü, şehvetli ve fatal, inkılâbcı ruhlu ve melek şekilli bir tip yaratıyor. Bu suretle romantik bir şeytan doguyor. Şair ve ressam William M. Turhan Tanırı en güzel roBlake, Dant'tan ve Milton'dan ilham amanlanndan biri, yeni çıktı. Talarak neoklâsik, güzel ve tuhaf bir şey rihle şiiri sahifelerinde kucak kutan tipi yaratıyor. Bu suretle gene şeytan cağa yaşatan bir şaheserdir. Hem zevk, hem bilgi temin etmek istimevsimi başlıyor ve bu hususta eserler yenler bu nefis romanı mutlaka çoğalıyor. Bu sıralarda meşhur Delacokumalıdır. Fıatı bir liradır. roix, Goethe'nin Faust'u için resimler yaFransa hükumeti, 1790 senesinde Pariste Seine nehrinde batan bir yelkenlinin suyun dibinden çıkarılması için bugün lerde bir münakasa açmak üzeredir. Yüz elli seneye yakın bir zamandanberi su altında kalan bu geminin kurtarılmasına şimdi teşebbüs edilmesinin sebebi, gemide muazzam bir servet bulunduğu rivayetidir. Mesele şudur: 1790 senesi kânunusanisinin 3 üncü günü, bir gulet ve Telemaque adını taşıyan üç direkli bir yelkenli Rouen nhtı mından İngiltereye müteveccihen hareket etmişlerdi. Bunların yola çıktıklan hü kumete ihbar edildi ve derhal durdurulmaları için emir verildi. İhbarı yapanlar, bu gemilerde, mu haceret edenlerin hazineleri bulunduğu nu iddia ediyorlardı. Bir rivayete göre, Telemaque yelkenlisinde, kaçmağa ha zırlanan Kralın şahsî serveti bulunuyordu. Daha fazla malumata sahib olanlar, bu serveti teşkil eden mücevherat meyanında Kraliçenin meşhur gerdanhğını da sayıyorlardı. Diğer bir rivayete bakılır sa, gemiye yüklenen servet Normandie rahiblerinin gece, Rouen'de alelâcele topladıklan kiliseye aid nukud ve mü cevherattan mürekkeb bulunuyordu. Hatta bir takım kimseler, bu iddiaları tekid edecek tarzda şehadetlerde bile bulundular. Taşıdıklan hamule ne olursa olsun, bu iki gemi, ihtilâlci gemilerinin takibinden kurtulmak için pupayelken kaçma ğa koyuldular; fakat gulet yakalandı. İçinde, muhacirlere aid mühim miktarda evani ve üç fıçı dolusu para bulundu. Telemaque isimli üç direkli yelkenli, gerçi bu takib esnasında ele geçmediyse de, Seine nehri mansabında şiddetli bir akıntıya yakalandı ve Cummen isminde bir Ingiliz olan kaptan akıntıyı yarıp geçmeğe çabalarken kapaklandı ve sahilden takriben 120 metro#açıkta battı. Onaltmcı Louis'nin bu hâdiseden az bir zaman sonra firan, halk arasında, Telemaque yelketılisindeki hazinenin Kralın servetinden başka birşey olmadığı şayiasını çıkarmıştı. Hazıneyi kurtarmak maksadile şirketler teşekkül etti. 1830 dan 1850 ye kadar, muhtelif ta rihlerde üç defa bu işe teşebbüs edildi. Hatta bir defasında geminin yüzdürül mesine ramak kaldı. Telemaque yelkenlisinin teknesi, al tından zincirlerle bağalanarak yukan doğru kaldmlmıştı. Tam suyun yüzüne çıktığı zaman zincir baklalanndan birisi koptu, ötekiler de birer birer aynldı ve gemi tekrar dibe daldı. Geminin ambarında hazine umanlar, bundan sonraki teşebbüsten hayli ümide düştüler. Demir şişle yapılan bir sondaj ameliyesinde geminin güvertesi dehnerek dibe kadar daldırılan şiş madenî bir maniaya çarpmıştı ve tekrar çıkarıldığı zaman üzerinde 15 santimetre kadar altın tozu görülmüştü. Bütün bunlardan başka, 1830 sene sinde bir papaz, öleceği zaman, Tele maque gemisinde Jumiege manastınnm bütün ser\reti saklı olduğunu söylemişti. İşte yüz elli yıla yakın bir zamandanberi Seine nehrinin sulan altında gizli duran bu sırrı, Fransa Maliye Nezareti simdi meydana çıkarmağa karar vermiştir. Modern aletler için, bu gemiyi sudan cekip çıkarmak çocuk oyuncağı kabilinden bir iştir. Yapılacak münakasa neticesinde işi üzerine alan müteahhid, gemi dahilinde bulunacak servetin bir kısmmı hükumete terkedecektir. Bunlar meya nmda tarihî kıymeti haiz eşya varsa, bunlar da tamamen hükumete aid ola caktır. Güzel San'atlarda Şeytan Seine nehrinde aranan hazine HUKUK KOŞESI İlmî dedikodular için ve neden profesör olduğu değil, adı da belli olmıyan seyyar âlimlerden biri ilmî dedikodu nev'inden olarak Nis'te bir konferans veriyor ve «kadınlann erkekler den daha çok yaşadıklannı» söyledikten sonra bunun «çok konuşmaktan» ileri geldiğini iddia ediyor. Bilmem neden, bu haberi okur oku maz gözümün önüne Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşanın resmi geldi. Resmi, diyorum. Çünkü o, benim doğumumdan çok evvel öldüğü için cismi gözümün önüne gelemezdi. Her neyse, bu ünlü serdann fikri, kalemi ve kılıcı nekadar oynak, kıvrak ve çalâksa dili o kadar durgundu, ezelden yorgun gibi görünürdü, kapandığı ağzın içinde uyur, dururdu. Hatta meşhurdur: Yüksek rütbeli insanlardan biri bir gün onu ziyarete gider, karşısına oturur, kısa ve çok kısa bir hoş beşten sonra musahabeye vesile olacak bir söz bekler. Fakat Çırpanlı serdar hiç oralarda olmaz, mutadına uygun bir biçimde susar. Misafir bir çeyrek, üç çeyrek, bir saat ve hatta ikisaat esner, kıv ranır, yutkunur. Lâkin ev sahibinin bir kelime dahi söylemediğini görünce, söy lemyieceğini de anlaymca ister istemez kalkar: Müsaadenizle paşa hazretleri, der, gidiyorum. Sizi rahatsız eUİmse af bu • yurun. Beriki, ancak şu veda üzerine kendini toplar ve yerinden fırlıyarak misafiri selâmlar: Niye acele ettiniz, der, tatlı tatlı konuşuyorduk. îşte bu sükutî adam, Abdülmecid dev rinden Abdülâziz devrine, ondan beşinci Murad ve ikinci Abdülhamid zamanına intikal etmiş, uzun ve hayli uzun bir ömür sürmüştü. Çok söylemenin fazla yaşamak için kâfi bir sebeb teşki[ edemiyeceğini şu tarihî örnekle tevsik ettikten sonra bütün öniürlerini lâfla, bağırıp çağırmakla geçiren meşhur hatiblerden de birkaç nü mune vereyim: Meşhur Demosten 59, Liziyas 60, Eshinis 57, Hiperidis 65, Lycurgue 62, Dinarhus 50, tzokratis 70, Çiçeron 64 yaşında ölmüşlerdi. Bunların hepsi yemezler, içmezler; oturup dinlen* mezlerdi, boyuna konuşurlardı. Her bi * rinin hele Demosten'le Çiçeron'un hutbeleri cildler doldurur. Öyle iken senede beş buçuk kelime söylemiyen Abdülke rim Paşa kadar yaşamamışlardır. Adı bilinmiyen seyyar profesörün id* diasını hayvanlann hayatı bakımından tetkik edersek ortadaki isabetsizlik büs bütün meydana çıkar. Çünkü hayvanlar içinde en çok konuşan serçe, bülbül ve kanaryadır. Sesini, kendi kulağına bile duyurtmak istemediğini sezdirecek surette somurtgan olan da Akbabadır. Halbuki o zavallı gevezeler, seslerile ördükleri neş'e yumağınm enini boyunu ölç meğe zaman bulmadan ölürler, akbaba ise yüzlerce yıl sükun içinde yaşar. Gerek kasden, gerekse ihmal, teseyyüb veyahud da tedbirsizlik neticesinde kazaya sebeb olanların hukukî vaziyetleri nedir? ı Hususî otomobillerin adedi zamam mızda hergün artmaktadır. Fiatların düşmesi, ödemede gösterilen türlü ko laylıklar ve insanlarm bu husustaki inhi maki gibi sebebler hususî otomobil adedini hayrete şayan bir nisbette çoğalt maktadır. Dünyamn bazı tanınmış şehirIerinde her on kişiye bir otomobil isabet ettiği gibi vâkıaları da zaman zaman matbuat vasıtasile öğrenmekteyiz. Fakat bu çoğalma ve tesahub havasile beraber kazalar da artmaktadır. Bilhassa bay ram günlerinde kazaların adedi kalbleri eleme garkedecek rakamları ortaya at maktadır. Meselâ Fransızların millî bayramı olan 14 temmuz günündeki kazalar adedi cidden yürekler ezicidir. Kazalardaki hakikî sebeblerin ekseriyetle anlaşılamaması ve tesbit edilememesi ise mahkemelerin kanunlan tatbik vazifelerini ve takdirlerini zorlaştırmaktadır. Otomobil kazasından zarardide olan şahıs bu zarannın tazminini borclar ka nununun 41 ve müteakıb maddeleri mucibince taleb edebilir. Zira sözü geçen 41 inci madde şu şekilde tedvin edilmiştir: «Gerek kasden gerek ihmal ve teseyyüb ve yahud da tedbirsizlikle haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur.» Kanunî hükümlerimiz mucibince za rann ispatı külfeti davacıya aiddir. Zararın hakikî miktannı tesbit etmek mümkün olmadığı takdirde hâkim ahvalin mutad cereyanını ve mutazarnr olan tarafın aldığı tedbirleri gözönünde bulun durarak mevzuubahis miktarı adalete muvafık bir surette tayin eder. Kezalik hâkimin zarar ve ziyan miktannı tayin ederken hatanın ağırlığını da nazarı dikkate alması lâzımdır. Binaenaleyh hâkim: Zarara sebebi yet veren nakil vasıtası zilyedinin normal bir hızla arabasını sürüp sürmediğini ve bu hususta mevzu beledî nizamata riayet edip etmediğini tetkik etmelidir. Hatta hâkimin kazanm vuku bulduğu saatteki seyrüsefer vaziyetini de gözönünde bulundurması ve şayed otomobil zilyedi kalabalık bir zamanda alelâde değil de yavaş olarak arabasını sevket memiş bulunuyorsa bu takdirde hatanın ağırlığını telâkki etmesi gerektir. Mes'uliyetin tesbitinde otomobilin muayyen olan gidiş ve gelişlerdeki sağ ve sol isti kametleri takib edip etmediğine de dikkat etmek icab eder. Kendisine ters bir istikamet yolu çizmiş olan otomobilci elbet ki ağır bir ihmal irtikâb eylemiş ve kazanm vukuuna sebebiyet vermiştir. Sarhoş olduğu halde otomobil sevketmiş bulunan ve bu halde iken kazaya sebebiyet vermiş olan kimsenin mes'uliyeti derecesi ise şüphesiz ki çok ağır olarak telâkki olunmalıdır. [*J kazası neticesinde cismanî bir zarara uğrıyan kimse külliyen ve kısmen çalışmağa muktedir olamamasından ve ileride iktı saden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüd eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflannı da istiyebilir. Dahası var: Hâkim hususî halleri gözönünde tutaraic cismanî zarara uğnyan kimseye ve yahud da adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevî zarar namile adalete muvafık bir tazminat verilmesine karar verebilir. Manevî tazminatın verilmesine amil olabilecek vaziyetler dolayısile birkaç misal: Zarara uğrıyanın kazanm vukuunda hiçbir kusuru olmadığı, bilâkis sebebiyet verenin sarhoş olduğu tahakkuk ederse ve yahud da otomobilcinin kazanın vukuuna kasdî olarak zarara uğnyan kimseyle arasında mevcud kinden ötürüSebebiyet verdiği ispat edilirse, kezalik kazaya sebebiyet verenin zengin, zarardide olanın masum ve fakir bulunması halinde dahi hâkimin manevî tazminata hükmetmesi muvafık olur. Bu mes'uliyeti ceza hukuku bakımından da tetkik etmek faydalı olur. Evvelâ mecruhiyetten bahsedelim: Kaza, bir şahsa cismen eza verecek veya sıhhatini ihlâl edecek bir zarar iras eder yahud melekâtı akliyesinde teşevvüş husulüne sebebiyet verirse failine üç aya kadar hapis cezası verilir. (Ceıa kanunu madde: 459) Kaza neticesinde ölüm vaziyeti hâdis olursa bu takdirde ceza kanununun 455 inci maddesi tatbik olunur: Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve san'atında acemilik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlikle bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs bir seneden dört seneye kadar hapse ve otuz liradan iki yüz elli liraya kadar ağır cezayi naktiye mahkum olur. Mağdurlann adedi birden ziyade olursa ceza nisbeti daha fazladır. (Ceza kanunu madde: 455. Fıkra: 2) Gelecek yazımda bu husustaki mah keme içtihadlarıncYn bahsedeceğim. Dr. Münib Hayri Urgüblü (*) Bu yazımın ismi (Otomobil kazalarından doğan hukukî mes'uliyet» tir. Fakat izahatımdan da anlaşılacağı veçhile bu mes'uliyet esasları diğer her hangi bir nakil vasıtası dolayısile de tatbikı kabil olan hükümlerdir. Eski Şark Demiryolu memurlarına verilecek ikramiye Akından Akına Kaza neticesinde adam öldüğü tak dirde zarar ve ziyanın defin masraflannı da ihtiva etmesi tabiidir. Ölüm derhal vuku bulmamışsa zarar ve ziyan tedavi masraflarını ve çalışmağa muktedir olamamaktan mütevellid zararı da karşıla ması lâzımdır. Hatta ölüm neticesi ola rak diğer kimseler ölünün yardımmdan mahrum kaldıklan takdirde onlann bu zarannı da tazmin etmek lâzımdır. Ke zalik gene borclar kanunumuzun bir hükmü mucibince madde 46 bir otomobil müsaade etmiştir. Şark Demiryollarmm Türk memur lara vereceği ikramiye miktarı nihayet anlaşılmıştır. Şirket her sene memur lara tevzi ettiği 10,000 liralık ikramiyeyi beş misline iblâğ ederek son defa verecektir. Türk memurları bunu da kâfi görmemektedirler. Şirketin hareket dairesi reisi Anto mari ve müdürlerden Crist'in idare ile alâkaları kesilmiştir. Cer dairesi âmiri Geltomp ve atölye şefi Cdeblan haziraBununla beraber profesörün bir nokna kadar devlet hizmetinde çalışacak tada hakkı var: Kadın, erkekten daha lardır. Şirket müdürü Pascal şirketin çok yaşar. Lâkin bunun sebebi kadınlartasfiyesi işile meşgul olacaktır. daki gevezelik istidadı ve erkeklerdeki Ampul fabrikası açılıyor nisbî sükutilik değildir. Belki erkeğin kaŞehrimizde bir ampul fabrikası ku dına ahrette hicran acısı çektirmemek için rulması için İktısad Vekâletine bir gru centilmence davranıp eşinden, dostundan pun müracaatte bulunduğunu yazmıştık. Vekâlet bu fabrikanın kurulmasma daha önce ölmeği vazife saymasıdır!.. M. TURHAN TAN Cumhuriyetin içtfmaî romanı: 106 «Oraya son defa gidiyorum!» Ve onu ezmek istediğini gösteren kindar bir ba kışla: Anlaşılan, birlikte gidiyoruz! de di. Geceyi Ferihada geçirdiler. Salon kadınm nişanlısı, mahrem misafirler ve kızlarla doluydu. İçlerinde umulmıyan yüzler, îngiliz zabiti ve hüviyeti belirsiz bir tatlısu frengi var. Piyano çalındı. Dans edildi. Poker ve briç partileri yapıldı. Viski, şampanya içildi. Davetliler sabaha yakın döndüler. Geceyarısı bütün meclis sarhoştu. Gene kadınlar davetlilerin dizindeydi. Köşelerde fısıltı ile ku caklaşmalar var. Ev sahibi guya ken dine hâkim olduğu halde, herbirine ayrı ayn iltifatı unutmuyor. Henüz başlar dönmeden, içeride herşeyden bahsedildi. Fakat vatanın üstünde fırtınalar gezdi ğinden habersiz gibiydiler. Sefahetin son haddinde düşünce imkânları büsbütün siliniyor. Şampanya kadehleri boşalıp Yazan: Hilmi Ziya kahkahalar salonu doldururken, Demir bir kenara çekilmiş Neron'un sofrasını seyreden Seneka gibi bakıyordu. Ne Ferihanın hain tebessümüne, ne Azminin kahredici istihzasına aldırıyordu. Para kadehlerden oluklarla akarken, o kapıyı vurup gidecek yerde günahlarının ıstırabını duymadan zevk a lıyormuş gibi bu manzarayı seyretmede inad ediyordu. Ferihanın «neden ara mıza karışmıyorsun?» diye kıskanclığmı uyandırmak için ihmalle söyleyiverişini, o nezaketi unutacak kadar haşin, karşı lıyor. îçinden «şüphe yok! İkisi de kıs kandığımı sanıyor »diye düşündüğü halde, bu zannı bozmayı aklından geçirmi yordu. Meclisten, Ferihadan, kendinden iğreniyordu. Nihayet mukavemetin son haddine gelince kimseye görünmeden çıktı. Geç vakit yatağa girdiği zaman başı humma nöbetile yanıyordu. Sabaha kadar, uykusuzlukla pençeleş ti. Gözlerini yumuyor, zihnine takılan bir yığın karışık fikri defetmeğe çalışı yor. Çölde, kurtulmağa savaştıkça kumlara gömülen seyyah gibi her seferinde daha çok kuruntuların uçurumuna dalı yordu. Ve bütün o fikirler yumağı içinden sabit bir hayal beliriyor, gitgide büyüyüp canlanıyordu. Bu onun tarlada boyluboyuna yattığı zaman kızgın bakı şile tepesine dikilen köylünün hayalinden başka şey değil. Ayni yırtık esvablar, ayni nasırlı ayaklar, bir an nefretle baknğına kani olduğu ayni çatık kaşlarla bu sefer kımıldamadan, gene gözlerini di kerek, nereye dönse takib ediyor hissini veren bir husumet heykeli gibi karşısın da duruyordu. Bu şekil, zihninin icadı olan bir ha yal olmaktan çıkıp gittikçe büyüyor ve bütün başka vehimleri silip götürecek kadar canlı bir cisim haline geliyordu. Şimdi artık, her zaman yaptığı gibi yatağından fırlıyarak bu müz'iç hayalleri koğmak kuvvetini gösteremiyor. Sanki her an yanıbaşında olduğu halde farkmda değilmiş te, birden varlığını anlamış gibi ürkek, hatta yılgın duruyordu. tirecek kadar kat'î bir karara sevkeden km jestlerle ikidebir kalkıp oturuyor, tenedamet hissi içinde kalktı. âşını kederle gizlerken, fazla sakin du 9 ran Demiri teselli için boş yere nümatstanbul sokaklannda görülmemiş bir yişler yapıyordu. Öteki cevab vermeden telâş vardı. Saatte bir, gazete ilâveleri dinler gibi baş salladığı halde, yalnız çıkıyordu. Yunan ordusunun Hayma zihnini kaplıyan sabit bir fikre dalıyor naya yeniden taarruz havadisi ortahğı du. büsbütün germişti. Rumlar, sevinclerini Ardısıra sokağa fırladı. Topkapıya şımarıkça dışan vurmağa başladılar. gitti. Tarlalar arasında saatlerce dolaştı. «Kuvayı Bağiye» aleyhindeki bir kı Israrla, zihnine saplanan köylüyü aradı. sım gazeteler velveleyi göke çıkarmak Ona benzer kimseye raslamadı. için bu haberleri fırsat bildiği halde, el Bostanlara girdi. Çamurlu yollardan leri bağlı fakat her zaman hücuma hazır uzaklara açıldı. Şehri gözden kaybedeateşli gazeteler de derin yeis içindeydi. cek kadar ilerledi. Tarlada çalışan rençSaltanatın dört yanından kazazede berlere eğilip bakıyor, yoldan geçen köygibi sığınan memurlar, günden güne se lülerin yüzüne gözlerini dikiyçr. Nasırlı faletin basamaklarında alçahyordu. Fuhayaklı ve bakır rengi yüzlerde kafasma şa düşenler, dilenenler hergün biraz daha artan intihar ve cinayetler hayatı ce kazılı şekli anyordu. Burada Balkan muhacirleri Anadolhenneme çevirmişti. Üç yılın tahribini üç asır temizliyemez. Bu sabah ilk haber, Iu rençberlerle karışan bir yığm halin gazetenin kapatıldığını bildiren tezkerey deydi. Anadolu uşakları kelimenin so di. Bu havadisin yıldınm gibi tesir etmesi nunu yutup yuvarlıyarak, Rumeli dayı lâzımken, Demir tamamen alâkasız kallan hecelere basıp uzatarak konuşmuş dı. Mektubu getiren Arif onun böyle büsbütün başkasına aid bir hikâye dinler olmasa, yüzlerini güneş öyle yakmış ve gibi kayidsiz duruşuna şaştı. Bununla sırtlarını toprak öyle kendine çekmişt beraber heyecanını saklıyamadı. Samim ki, onları birbirinden ayırmak kabil ol Buhranlı gecelerden çıktığı gibi perişan olarak değil, hayatının yolunu değiş görünmek istediği zamanlara mahsus ta§ mıyacak. Toprağm üstünde, sanki top ağın devammdan başka birşey değilmiş gibi omuzları bükük, gözleri yerde gezen bu gölgeler, tıpkı etraftaki kuru taşlar ve çıplak sırtlar gibi sessiz, şikâyetsiz sürüp gidiyorlar. Kaldınm taşlannı söküp bostan kenarma yığan bir gölge önünden geçti. Bir başkası, su birikintilerine basıp yürüyor. Alh morlu basma kumaşlar sırtlarmda toprak rengini almış. Böyle giderse, Hadımköyüne kadar seyrek tarlalar arasında renkleri uzaktan farkedilemiyecek gibi tabiate karışmış ve şüphesiz tabiatten ayn olduğunu bir an aklından geçirmiyen bu gölgeleri göreceğini düşündü. Arkasmda, koskoca yaylanm kannca yuvası gibi bu gölgelerle kaynaştığmı hatırladı. Orasmı bilmiyordu. Toprağa inmek ve insanları tanımaktan bahseden birçok kitablar hatırladı. Tabiati içine sindir mek, tabiatle bir olmak istiyen Goethe'yi düşündü. Bursada verdiği derslerin ha raretini, ve bir gün erkenden kırlara a tıldığmı, toprağm nemini ve yapraklann kokusunu teneffüsle tabiat içinde kay bolmak istediğini düşündü. lArkası var}
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear