26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
25 İkincikâmın 1937 CUMHURÎYET Antakya Sehircilik kösesi TARIHI Yazan : Hataylı Ahmed Faik Tiirkmen Maltepe Askerî Lisesi Felsefe muallimi Otomobil Plâkaları Otomobil plâkaları diye otomobille rin önüne ve arkasına takılan ve üzerle rinde otomobillerin Belediye numaras yazılı olan levhalara derler. Tarihçesi: Bundan 1 5 1 6 sene evveli, bizde, yani Istanbulda otomobil lere numara koymak âdeti bile yokken Amerikada ve Avrupada bu iş için şık, sağlam, dökme demirden yapılmtş plâ kalar kullanılıyordu. Bu on beş senelik müddet zarfmda bizde plâkalar ince boyalı teneke parçasından kalınca saç şekline kadar bir tekâmül göstermiştir. Otomobilcilik bakımmdan îstanbul şehri Türkiyenin bütün şehirlerine yakin vakte kadar rehberlik ettiğinden diğer şehirler belediyeleri Isatnbulu taklid etmekle iktifa etmişlerdir. Başlangıçta otomobil vergisi olarak belediyeye tediye ettiğiniz makpuz üzerinde size otomobilinizin belediye numarası diye aynca bir numara yazarlardı. Siz bu numaralan otomobilinizin arka sına ve motör kapaklannın iki tarafına yazdırırdınız. Bir müddet sonra yeni bir usul kondu. Bu numarayı bir teneke p a r çasına istediğiniz gibi istediğiniz yere ve adama yazdınp otomobilinize takardmız. Daha sonra plâkalan yapmağı ve size hazır plâka satmak işini Belediye kendi üzerine aldı. Hâlâ da bu şekil devam ediyor. Otomobilciler rica ettiler: Bizden plâka parası diye fazla para alınız, fakat diğer memleketlerdeki gibi mun tazam, sağlam, dökme bir plâka veriniz. Bunu yapmıyacaksanız, müsaade ediniz, biz kendi plâkamızı kendimiz yaptıralım. Olmaz, olamaz, cevabmı aldılar. Hâlâ da olmıryor ve olamıyor. însan ecnebi memleketlere gittiği za man veya ecnebi otomobilleri şehrimize geldiği zaman onların hep yeknasak, yalnız memleket ve şehir isimlerinin ilk harflerini taşıyan plâkalarım gördükçe ve bizimkilerle kıyas ettikçe bu kadar sade bir meselede bile niçin diğerlerinden geri kaldığımızı anlıyamıyor ve üzülü yor. Son günlerde, şehrimizde bir iki otomobil üzerinde bugüne kadar görmedi ğim, beynelmilel kabul edilmiş şekil ve eb'adda, yabancı plâkalar gözüme ilişti. Dökme demirden de değil, alominyumdan yapılmış olan bu plâkalann zemini kırmızı diğer memleketlerdeki gibi üzerindeki numaralar ve şehir ismine işaret olan A harfi alominyum renginin kendisi. şık, güzel, sağlam plâkalar. Bu yeni plâkaların hangi ecnebi memleketin plâkası olduğunu bir türlü kes tiremedim. Sormağa mecbur oldum. Işte aldığım cevab! Ankara belediyesinin yeni otomobil plâkalan! Türkiyede otomobil hususunda memlekete her noktadan rehberlik eden îs tanbul şehri idi. Bunu da kaybettik. Ne saklıyayım! Ankaraya gıpta ettim ve şehrimiz namma çok üzüldüm. Anadoluda AMİD San 9 at tetlcikleri Şair ve dâhi ğlum, elinde üç mısra, karşıma YOLUNDA Sancakta halk dili 32 Hatay halk dilinin vokaboleri Halkın veya bir cemiyette bulunan muhtelif smıf ve zümrelerin kullandıkları vokaboler birbirinden azçok farkh bir halde bulunur. Ve böylece teşekkül eden her zümre vokaboleri bazı hususî vasıflar arzeder. tşte her dilde olduğu gibi, garb türkçesinin de yayıldığı geniş sahalarda mınlaka mıntaka bazı vokaboler hususiyetlerine tesadüf olunur. Birçok mütefekkirler bu vokaboler hususiyetlerine çok ehemmiyet verirler. Meselâ Albert Bayet, Ahlâk Vakıalarmm llmi adh eserinde, bir cemiyetin kullandığı vokabolerin tetkikile o cemiyetin zihniyeü ve kıymet hükümleri hakkında bir fikir edinilebileceğini ileri sürüyor ( 1 ) . Albert Bayet'e göre her smıf ve her zümrenin kullandığı vokaboler ile malik olduğu içtimaî karakterler arasında değişmez bir münasebet vardır. tşte bu sebebden Hatayın halk dili vokabolerini tetkik etmenin faydalı olacağını düşünerek bu vokaboler hususiyetleri hakkında birkaç fikir vermek istiyoruz: Evvelâ şunu soyliyelim ki Hatay halk dilinin vokabolerindeki hususiyetler çok değildir. Tefrikamıza kitabımızdan hu lâsa olarak geçireceğimiz misallerden anlaşılacağı veçhile Hatay halkı şive itibarile şark Anadolusuna, folklör itibarile de umum Türk iline bağlı gözüküyor. Nasıl ki münevverler edebiyaü itibarile de Osmanh Türkiyesinin Divan ve Teceddüd edebiyatına bağlı olduğunu yukanlarda görmüştük. Hatay halk dilindeki en bariz vokaboler hususiyetleri şunlardır: Kele: Anadolunun hemen her tarafında erkeğe hitab ederken bire denildiği gibi Hatayda ayni zamanda kıza ve kadına hitab edilirken kele denir. Kele sözüne Diyarbekirde ve sair bazı şark memleketlerinde de rasgelinir. Kele bazan sadece söylenmeyip (kele kız) şeklinde de kullanıhr. Misal: Kele dudu. ı Döl: Çocuk manasına gelir. Bu söz garb Anadolusunda nadiren çocuğun yerini tutar Şark Anadolusunun bazı yerlerinde ise daima çocuk manasına kullanı • lır. İşte hatayın halk dilinde de döl istisnasız olarak çocuk yerine kullanıhr. Misal: Kaç dölün var. Döl döş: Çoluk çocuk. Buna Ana dolunun her tarafında rasgelinir. Kımık: Azıcık, ufacık demektir. Şark Anadolusunda buna rasgelinir. Misal: Bir kımık döl. Arık: Büyük sudan ayrılmış küçük bir su, buna şark Anadolusunda ayruk derler. Misal: Anktan atla. ı Kadın: Antakyada eşraf ailelerinin isimlerinın sonuna ilâve olunur, hanım yerini tutar. Hizmetçiler hanımlarını kadın diye çağırırlar. Hatayda tahsil görmüş genc kızlara hanım denmeğe başlanmış tır. Şark Anadolusunun bazı yerlerinde de hanım yerine kadın kullanıhr. j Hatun: Amukta bazan hanım yerini tutar. Adanaya muvasalat Ulukışladan trenle cenuba bükülünce iklim ve arazi değişmeğe ve güzelleşme ğe başlamıştı. Adana istasyonuna gece vâsıl oldum. Temiz ve medenî ihtiyaclar düşünülerek yapılmış bir otelde rahat bir uyku dan sonra sabah gözümü açınca, odamın penceresinden, yurdumuzun cenub iklimine mahsus çılgın renklerile ufuklan süs liyen bulut tabakalannm şeridleri arasından sızan güneş, yastıktaki başımı okşuyordu, seyrediyordum. Adana evlerinin çatılan arasından yükselerek bu zengin ufkun san, kırmızı fonuna yaslanmış bir hurma ağacı görünüyordu. Zinde bir heyecan ve coşkun bir sevincle yataktan fırlacbm. Bu tabloyu sonsuz bir ihtirasla biraz da alnımı cama dayayarak seyrettikten sonra, dışan çıktım. Adananm sokaklarını, abidelerini, bahçelerini, nazh Seyhanmı ve sahillerini hiç durmadan ve dinlenmek ihtiyacı duymadan gezdim. Şehir büyük, abideler de azlığına rağmen bu büyük şehre dağılmış. Bu abidelerin hepsini birer defa gözden geçirdim. Bu zengin pamuk memleketinde hususî idare ve belediyenin şehri imar için sıkı bir çalışma yolunda olduğu göze çarpıyor, cumhuriyet san'at eserlerinden yalnız ikisini zikretmekle iktifa edeceğim.. Birisi Cumhuriyet anıtıdır, beni bu anıta götürdükleri zaman içimdeki acı sızılarım uyanmıştı, Edirnedeki zayıf eserin ve Istanbulda Sarayburnundaki heykelin bir diğer nümunesini de burada göreceğim zannile ıstırab içindeydim. Beni ayıbla masınlar, Atatürkün birçok heykellerini gördükçe en hassas yerimden vurulmuş gibi olurum. Ne olurdu, bunlar marifetlerini başka yerlerde gösterselerdi de Türkün en mukaddes bir varlığına ilişmeseerdi. Maamafih on yıl evvelki bir sözümü şimdi şurada yurddaşlarımm huzurunda tekrar ediyorum: «Bu heykeller bugün için bazılarımızı avutuyor, bazılanmızı aldahyor. Fakat bir gün gelecek ki Türk çocukları kendi mukaddesatmın sembolü mevkiinde olan bazı kötü heynelleri kaldınp yerlerine salâhiyetli elleile doğrusunu ve aslını koyacaklardır.» On yıl evvel bir yerde söylediğim bu sözün doğruluğunu her gün geçtikçe daha kuvvetli bir imanla tasdik ederken bu sözüme şunu da ekliyorum: Yerli sanat'kârlann da ehillerini çalıştırmak şarthr. 12 dikildi: Babacığım, dedi, şu söz lerden ben birşey anlamadım. Eğer sen anlarsan bana da anlat. Ve okudu: Dallann zirvesindeyiz ancak Yan yoldan ziyade yerden uzak Yan yoldan ziyade mâha yakın. Cevab verdim: Bu, şiirdir oğlum. Anlaşılması şart değildir, hoşa gitmesi kâfidir. Çocuğun ağzı bir kanş açık kaldı: Demek ki bunlan söyliyenlere, ya* zanlara şair diyorlar. Evet oğlum. Ve akhma meşhur bir masal geldi: Otur, dedim, dinle: Vaktile «Şen» adlı bir adam vardı. Çölde yaşardı. Bir gün aklına esti, evlenmeği tasarladı. Fakat zeki ve anlayışlı bir kız istiyordu, böylesi de kendi köyünde yoktu. Onun icin seyahate cıkh, diyar diyar dolaşmağa koyuldu. Bir gün Bağdaddan çıkıp çöl yolile Şama doğru giderken bir adama ra'ladı, arkadaş oldu ve ona sordu: Sen mi bana binersin, yoksa ben mi sana bineyim? Herif güldü: Behey cahil, dedi, deve üzerinde '•^pn iki yolcu birbirine nasıl biner? Şen, sustu. Biraz sonra önlerine ekineri ye?ermiş bir tarla çıkınca gene arkadaşına başını çevirdi: Acaba bu ekin yenilmiş midir, yenilmemis midir? Herif, uzun uzun güldü, şu karşılığı verdi: Henüz yeşeren ekin yenilmiş olur mu alık? Biraz sonra bir cenazeye tesadüf et tiler. Şen bu sefer, şöyle bir soru yaph: Acaba bu tâbutun içinde bulunan adam diri midir, ölü müdür? Herif artık makaraları koyuvermişti, kasıklarını tuta tuta gülüyordu ve söyleniyordu: Tabuta diri adam konur mu Ah mak? Akşama doğru Şen, arkadaşlık ettiği adamın köyüne ulaşmıştı ve onun evinde misafirdi, herifin kızı babasına. kimi konuk getirdiğini sorup «alığm biri» cevabını almca ve misafire alık denilmesine de yoldaki soruların sebeb olduğunu anayınca babasmı azarladı: Alık sensin ki çok zeki bir adamı hamakatle itham ediyorsun. Onun birinci sorusu: «Musahabeye sen mi başlıyacaksın, ben mi başlıyayım» demekti. I kinci soru: «Tarla sahibi ödünc para alıp bu ekinleri karşılık göstermiş midir?» diye yapılmıştı. Üçüncü sorudan mak sad: «Tabuttaki ölünün kendini hayırla andıracak eser, yahud evlâd bırakmış olup olmadığını» araştırmakhr. Herif, kızmı dinler dinlemez dışan koştu, Şeni buldu: Yolda yaphğın soruların, dedi, cevabmı söyliyeyim. Fakat Şen bu cevabların başka bir ağızdan çalmdığmı anladı, herifi sıkıştır dı ve hakikati anlaymca da o kızı aldı. Şimdi şark tarihleri (Şen) için «dâhi» sıfahnı kullanırlar. Böyle konuştuğu için ona dâhi denilince şu elindeki mısralan yazanlara niçin şair dememeli?. Bacı: Anadolunun her tarafında olduğu gibi, kızkardeş yerini tutan bacı, Hatayda yalnız köylerde kullanıhr. Misal: Bacımı gördün mü? Ağa: Kadın kocasına hitab ederken (bey yerine) yakın akrabadan bir çocuk veya küçük kardeş kendi büyüğü bir erkeğe hitab ederken (ağabey yerine) hep ağa kullanıhr. Şark Anadolusunun birçok yerleri gibi. Misal: Osman ağam geldi. Ayni şekilde kızlar ve kadınlar için de (abla) kullanıhr. Misal: Fatma ablam geldi. Arınmak: Temizlenmek. Misal: Çamaşırlan arıttı. Buna şark Anadolusunun birçok yerlerinde raslanır. Arca: Temiz. Misal: Bu gömlek arcadır. Ilışıyıl: Evvelki sene: Anadolunun her yerinde olduğu gibi geçen sene yerini tutan (buldur) da Hatay halk dilinde kullanıhr. Şark Anadolusunun muayyen yerlerinde olduğu gibi büyük anneye de nine derler. Bu tefrikalarımız kitabımızm hulâsası olduğundan misallerimizi burada kesiyoruz. Türk dil inkılâbında yapılan derlemelerde şark Anadolusunun muhtelif yerlerinden gönderilen sözleri Hatay vokabolerile karşılaştırarak bulduğumuz neticelere göre Hatay halk dilinin şark Anadolusu türkçesile ayni şive karakterlerini taşımakta olduğunu görüyoruz. Adana Ulucamisinin Arab tarzı mimarisinde minaresi lar. Fakat unutmamahdırlar ki Mikel Anj en kuvvetli bir heykeltraş olduğu gibi Romadaki Sen Piyer gibi bir abidenin de mimarıdır, o zamanın artistleri kuvvetli bir heykeltraş olduğu kadar da kuvvetli bir ressam ve o kadar da kuvvetli bir mimar idiler. Elbette ki bu ihtısaslan hep bir ele toplamış bir heykeltraşın mimara ihtiyacı olamaz.. Fakat bizde ise bu yolda çalışmış bir heykeltraş arkadaş hatırlamıyorum. Hususî idare bir yeni ilkmekteb yaptırarak adını îsmetiönü koymuş... Bu bina mekteb mimarisinin kıymetli bir örneği olmuştur, binayı Cumhuriyet kültürümüzün bütün modern ihtiyaclanna cevab vere cek kabiliyette kompoze edilmiş buldum, bugünkü rejim önünde Türk san'atkâr larmın harekete geçen heyecan ve emeklerinin kıymetli verimi olan bu iki eserin muvaffak sahiblerini, heykeîtraş Hadi, mektebi yapan mimar Abduüah Ziyayı tebrik ederken bu iki kıymeti takdir eden Adana Belediyesi ve onun kıymetli Valisine de teşekkürü borc bilirim. Mimar Diğer folklör mahsulleri Etnik araştırmalarda folklörün ne kadar ehemmiyetli bir mevki tuttuğu ma lumdur. Bu münasebetle, Hataydaki folklör tetkiklerimizden de burada küçük bir hulâsa vermeği faydalı bulduk. Hatayın folklörünü tetkik ederken başlıca iki vasıfla karşılaşıyoruz: 1) Anadolu Türklerinin anonim mahsulü olan folklör eserlerinin mebzulen Hataya kadar yayılmış, benimsenmiş ve hazmedilmiş olması, yani Hatay muhitinin ihtiyaclanna ve yaşama şartlanna göre deforme edilerek kullanılmış olması. 2) Hatay muhitinin bizzat kendi mahsulü olan folklör eserlerinin tamamen Türk ruhî vasıflarını taşıması ve Türk san'atı tesirleri dahilinde yaratılmış olması, yani Hatayda topladığımız halk mahsullerini, diğer Türk illeri folklörile mukayese ettiğimizde aralannda birçok müşterek vasıflar buluyoruz. Ata sözleri, darbımeseller, halk tâbirleri, halk türküleri, mâniler, koşmalar, halk itikadları, âdetler ve saireden ibaret olan bu mahsullerin her çeşidinde de gördüğümüz zengin ve güzel eserlerin bu tefrikalarımızda neşri çok uzun sürer. Ancak bazı folklör mahsulleri hakkında bir iki misal vermek, bazılarını hulâsa etmek ve bazı şarkıların bir iki mısramı söylemekle bu enteresan mevzu üzerinde ancak bir fikir vermiş olmağa çalışacağız: SEDAD ÇETİNTAŞ Almanlar sun'î benzin imalini artırıyorlar Almanlann dört senelik plânm tatbikında motorizasyona önemli bir yer aynldığı ve bilhassa sun'î benzin imalini artırmak üzere büyük gayret sarfedil diği bildirilmektedir. Almanya 1935 yıhnda 2 milyon ton, benzin istihlâk et miştir. Bu miktann 925 bin tonu, yani %45 i dahilen temin olunmuştur. Almanyanm sun'î benzin imalâtı de vamlı surette artmaktadır ve bu itibarla yakm zamanda Almanyanın benzin ihtiyacmm bizzat dahilden tatmin edi leceği anlaşılmaktadır. Birkaç ay evvel Diesel motörlerinde kullanılan yağ yabancı ülkelerden ithal olunurken, hali hazırda Almanya istihlâk miktarınm tamammı bizzat imal etmeğe muvaffak olmuştur. Sun'î kauçuk imalâtına gelince, ma liyet fiatınm azaltıldığı ve tesisat ma sarifinin de bir ehemmiyeti haiz olma dığı kaydedilmektedir. Sun'î yün imalâtmda dahi büyük bir terakki ve inkişaf göze çarpmaktadır ve kalite itibarile sun'î yün tabiî yünün fevkinde olduğu tesbit edlimektedir. ı Hatayda kullanılan «söz başı» veya «bir söz var» tâbirleri darbımesel, ata sözü ve saireyi ifade için kullanıhr. Ve bu «söz başı» lar Hatay halkı zihninde Cik: Hizmetçilerin, küçük çocukların kuvvetli otoritelerdendir. Ve umumiyetle eşraftan olmıyan kimseleHataylılar ağzından topladığımız birrin isimlerinin sonuna getirilir. Misal: A çok darbımesellerle ata sözlerini Hâmid licik, Fatmacık gibi. Anadolunun her ye Zübeyrin (Ana Dilden Derlemeler )i, rinde kullanıhr. Sadeddin Nüzhetin (Konya Halfiyatı), Abla: Eşraf ailelere mensub olmıyan Şinasinin (Durubu Emsal) i ve nihayet yaşh kadınların isimlerinin sonuna getiri Halk Bilgisi mecmuaları koleksiyonla lir. Kadın veya hatun yerini tutar. Misal: rında görüyoruz. Hatayda yaşıyan bu Fatma abla. kıymetli mahsullerin listesini yapıp yuka Işte Adananm Cumhuriyet abidesi de bu sözümün en kuvvetli bir şahididir. Bunu Akademi hocalanndan heykeltraş Hadi yapmış... Diyebilirim ki yurdumuzda yapılmış heykellerin en muvaffak ve güzellerinden biridir. Heykellerin bütün muvaffakiyetine rağmen mimarî kompozisyonunu Adanalılardan tenkid edenler var: Atatürkün etrafındaki savaş, orduV. B1RSON ya şükran, ve ülküyü ifade eden sembolik heykeller Atatürkten çok uzaklarda rıda saydığımız eserlerle karşılaştırdığımız kalmış, lâzım olan armoniyi, topluluğu zaman bu Hatay mahsullerinin Anadolu dağıtmıştır; diyorlar ki bu doğrudur. nun başka taraflarmda da yaşamakta olKayserideki Atatürk heykelinin de duğunu görerek burada dercine lüzum mimarî kısmında bir acayiblik ve uy görmedik. Yalnız bu saydığımız eserler gunsuzluk vardır. Bunu da görünce acade bulunmadığı ve Hatayın şivesine uy ba diyorum: Heykeltraş arkadaşlar kengun ve yaşama şartlanna mutabık oldu di kuvvetlerile mütenasib bir mimann ğu için Hatayın orijinal mahsulü saya yardımma muhtac olmadan mı çalışıyorbileceklerimizi burada zikredelim: Eğer lar, diye düşünüyorum. Eğer böyle ise ne bu mahsullere başka yerde tesadüf edilse kadar yanlış! bile bunların Hataydan oralara sirayet Gerçi tarihte görülmüştür, hele Onbeetmis olduğuna hükmetmek mümkündür. şinci asır artistlerinden Mikel Anj ve (1) Albert Bayet, La sclence des faits muasırlarmdan birçokları böyle çalıştımoraux sahife 48. Kusura bakma, mühim birşey! demesine rağmen hâlâ hareket göstermi yordu. Demir onu birdenbire kavradı. îtercesine sahanlığa çıkardı. Birşey söylemek yordu: istiyor, boğazı tıkanmış gibi yutkunu Çok hasta.. Ve hıçkınklannı tut mak için dudaklarını ısırdı. Demir bunu zaten biliyordu. Fakat hiçbir zaman bu kadar heyecanda gör mediği için, bu sefer hakikaten korkulacak birşey olduğunu hissetti. Şiddetle elıni sıktı. O yalnız: Kan var! dedi. Bu anda herhangi birşey sormanm boşluğunu anlıyordu. Kapıyı çarpıp onu sürükledi. Öteİci sessizce itaat ediyordu. Doktora koştular. Demir, saatlerce Aydınm yatak odasında, hastanın başucunda, onunla. Koşuyor, ilâc yetiştiriyor ve sessiz yardım ediyordu. Kadının mumya halini alan sapsan benzi o kadar ürkütmüştü ki, bu sırada söylemek istediği şeyleri tamamile unuttu. Doktorun tavsiyesile çocuğu çıkardı lar. Her ikisi karyola etrafında makine gibi işliyor ve bir kelime konuşmuyordu. Arasıra merdivenden sesler geliyor, ve Demir eski bir itiyada tâbi, yerinden sıçnyordu. Ses uzaklaştığı zaman, Ay dm: Üsttekiler!.. diye izah ediyordu. Bir aralık ayak sesleri kapı önünde durdu. İkisi birden kulak verdiler. Kapı hızlı hızlı çalmdı. Demir tfnuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi dışan fırladı. Aralık tan kısık, fakat asabî bir mırıltı geliyordu. İki dakika sonra girdi. Tevnnda fevkalâde şaşkmhk ve matem sükuhı vardı. Hasta, henüz uyumuştu. Aydmı yan odaya geçirdi. Çok yavaş: Telâş etme!.. Temin ederim birşey bilmiyordum. Ne uğursuz tesadüf! Dün beni merkezden çağırdılar, gazete için... Umduğum gibi çıkmadı. Herhalde ara dıklan başkası olacak! Daha bizimkiler bilmiyor. İlk defa sana söylemeğe gel miştim. Bu halde görünce hepsini unut tum. Hastanın yanından çıkmamızı bekliyordum. Fakat ne feci tesadüf! M. TURHAN TAN Demir, yıldınmla vurulmuş gibiydi. Bir şeyler söylemek istiyordu, fakat ne diyeceğini şaşırmıştı. Vahşî ve kat'î bakışlan önünde ısrar edemedi, dışan çıktı. Bu uğursuz tesadüf yüzünden uyanan şüpheleri nasıl sileceğini bilemiyordu. Fakat asıl azaba sokan, bu en nazik anda bırakıp gitmeğe mecbur olmasıydı. Geceyi rahatsız geçirdi: «Bu herif onu mutlaka tanıdı. Ya gidip haber verirse! Bu sefer şüpheleri büsbütün artacak. Hakikaten zararım olacak!» diye düşünüyor ve nedamet içinde kıvranıyordu. Faydalı olayrm derken onlan tehlikeye sürüklediğini gördükçe kendini mücrim sanıyordu. Haklarında ne iyi düşünceleri olduğunu anlatması beyhudeydi. Sa bah merkezde, bu adamm boş yere çektiği azabı söylemeğe karar verdi. Saat lerce pençeleşip, bir dereceye kadar tatmin eden bu karar üzerinde uyudu. Ertesi sabah gene çağırdılar: Bu sefer dünkü gibi soğukkanlı değildi. Memuru görünce sapsan kesilmişti. îşin gitgide karıştığmı hissediyordu. Bugün müstantik o kadar soğuk ve kat'iydi ki onun bu işlerle münasebeti yoktur! demeğe fırsat bulamadı. lArkast »arl Cumhuriyetin ictimaî romanı: 101 Anasmdan başka kimsenin haberi yoktu. Gazetenin faaliyetine ârıza verir korkusile arkadaşlannın duymasmdan çekiniyordu. O akşam, anasile konuştuğu birkaç kelimeden başka bir şey söylemedi. Neş'esini kaybetmişti. Yemekten, erken kalktı. Sabahleyin kimseye görünmeden çıktı. Çekindiği bir haberi almadan korkar gibi bir türlü matbaaya uğnyamıyordu. Boş yere, Fatihe kadar yürüdü. Bir tramvaya atlayıp döndü. Yazıhaneye sırf mektub sormak için uğradı. Ötekilerden birkaç kişiye rasladığı halde, garib bir tarzda alâkasız göründü. Birden, Aydını aramak aklına geldi. Bir hissi kablelvuku onun tehlikede olduğunu haber vermiş gibi adeta koşarak evine gitti. Bu, onu ikinci ziyaretiydi. Bu sefer hiç çekinmeden çekineceklerini düşünmeden içeri girdi. Oda her .zamankinden perişandı. İlk bakışta hastalık ve sefalet tesiri veriyordu. Kaynanası mangalda birşey kaynatıyor ve küçük gene ağhyordu. Içerden Yazan: Hilmi Ziya Aydının sesi geliyordu. Evin halinde telâştan sonraki bitkinlik seziliyordu. Aydmı istiyorum. Ihtiyar cevab vermeden, başile içeriyi gösterdi. O kadar dalgın ki, onunla meşgul görünmüyordu. Demir, girmeğe ce saret edemediği için çünkü yatılacak yegâne oda olmalı kadının cevabını bekleyip kaldı. lhtiyar az sonra yeni işitmiş gibi: Aydmı mı görmek istiyorsunuz? Evet valide hanım, rahatsiz ede ceğim amma.. O sırada kadının, alnını buruşturup itimadsız bakması burada bulunduğun da hiç te memnun olmadığını gösteri yor. Bununla beraber, ısrarla duruşu yüzünden, ne olursa olsun görüşmek is tediğini anladığı için, çocuğun müz'iç bağırmalan arasmda fasılayla seslendi. Aydm koştu. Çocuk, babasmı görünce yılgın bir halde sinip ağlamağa baş ladı. Demirin: Seni çağınyorlar! îmkânsız!.. Ne münasebet?.. Şimdi Demirin yüzüne yalnız heyecan ve korku ile değil, ayni zamanda itimadsızlıkla, nefretle bakıyordu. Bu garib hâdise ona birdenbire önceden hazırlanmış gibi geldi: «Eğer bunu haber ver meğe geldiyse, niçin söylemedi? diye düşündü. Evdekileri niçin gönderdi? Ayak sesi duydukça neden telâşla fırlıyor ve kapıya koşuyordu? Şüphesiz bu adamı bekliyordu. Mutlaka beni ele vermek istedi!» Yanıbaşında sabahtanberi pervane gibi koşan bu adama şimdi tamir edilmez bir emniyetsizlikle bakıyor ve cevab vermiyordu. Artık fazla izahat istemiyor. Ne söylerBe, kendini daha çok mahvedecekmiş geliyor, ondan kurtulmak istiyordu. Demir, bu anî değişmeyi farkeder etmez ürktü. Bunu hastalığa, tehlike korkusuna, ıstıraba yormak istediği için hâlâ ümidle bakıyordu. Tekrar mı çağınyorlar? Sus!.. Yavaş konuşalım. Polis bu Aydın, soğuk bir tavırla kalkıp: kâğıdı verdi. Anlaşıldı! dedi. Ve kestirme elini uzattı: Aydın tereddüdle elini uzatırken: Bizim için yoruldunuz. Bunu her Bu ne? diye soruyor ve bakamıyorhalde ödiyeceğim! du.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear