25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
23 Şub'at 1936 CUMHURÎYET f TERBİYE BAHİSLERİ Amerika Üniversitelerinde beden terbiyesinin rolü Yazan: Sellm Sırrı Tarcan ] tnebolu vapurunun leşi bulundu Dil üzerinde çalışmalar Türkçede işaret sözleri GüneşDil teorisine göre tahlil EVET Not: 4. Fransızca (evet) demek olan (oui) hakkında (Oscar Bloch) un yukandaki mütaleasını mücerred eski fransızcada (cela) yani( O ) anlamına (O) kullanıldığını göstermek üzere kaydettik. Yoksa (evet) ve (oui) sözleri de doğrudan doğruya bir asıldan gelir. Bunu izah için, ilk önce Divanü LugatitTürkün şu kelimelerini gözden geçirelim: I. «UVA. davetçiye verilen cevab hafîdir. Meselâ «ya Muhammed!» diye nida edilirse cevab veren «uva» der; manası «buyurun, emriniz nedir?» demektir. (Cild: 1; S. 43). II. «EVET. (Efhet) manasınadır [*]. Arabca (Neam) demektir. Bunun aslı iki mahreç arasında (f) dir. Bunun (v) ile değişmesi caizdir... [**]» Cild: 1; S. 78). III. « E F H E T [*]. manası arabca (Neam) yani (evet) tir. Üç şekilde lugattir: (1) Yağma, Tohsi ve Kıpçık lugatlerinde «efhet»; (2) Oğuz türkçesinde «emet» ve «evet»; (3) başka Türk lehçelerinde «Yemet»... Radlof lugatinde de (evet) manasına olarak Çağatay lehçesinde «ava» kullanıldığı gösterilmektedir. (Cild: 1; S. 636). Şimdi, türkçede (evet) in eski şekli olduğu anlaşılan bu (uva) ve (ava) kelimelerile arabca (eyva) ve fransızca (oui) kelimelerinin etimolojik şekillerini altalta yazalım: (I) (2) (3) Uva : uğ + uv + ağ Ava : ağ + av + ağ Eyva: ey + av f ağ Oui : oğ + uğ + iğ Görülüyor ki bunlarm da hepsi bir şekilde ve bir anlamdadır. (1) Uğ, ağ, ey, oğ: Hep «esas» anlamına olarak ana kök, yahud yalnız arabcasında onun yerine geçen birinci derece prensipal köktür. (2) Uv, av, uğ: Ana kök mefhumunu kendinde tecelli ve tecessüm ettiren süje veya objeyi anlatır fondamantal elemandır. (3) Ağ, iğ: Bu mefhumu tayin ve ifade eden ektir. Esas anlamının bir süje veya objede tecellisi yolundaki müphem mefhum, ilk insanlarca sadece bir tasdik manasına hamledilmiş olduğu görülüyor. Mütekâmil türkçe buna «bahsedilen mefhumun yapılmış olmuş olduğunu gösteren» bir ek daha katarak «evet» sözünü yaratmıştır. Bunun etimolojik şekli de şudur: (!) (2) '(3) (4) eğ f ev + eğ + et Buradaki son (. 4" 0 ekile mana tamam olmuştur. Ikirjd elemanm (v) si (f) ye (m) ye değişebildiği gibi, baştaki ana kök yerine (ey) alınarak (yemet) şekli de doğmuş olur. bir sahada yayılmasım gösterir ektir. (Uğ 4" uş = uğuş = uş): Oldukça geniş bir sahadaki esasa işaret eder. İkinci kısımda: (3) Uğ: Gene ayni anlamda olarak ana köktür. Tekerrür etriği için bütün Türk lehçelerinde bu eleman düşmüştür. (4) Ub: Ana kök anlamını kendinde tecelli ve tecessüm ettiren süje veya objeyi gösterir. (Uğ 4 ub = uğub = ub): Bir süje veya obje üzerindeki esasa işaret eder. Bu iki kısım birleşince husule gelen (Uğ 4 uş + uğ + ub = uğuşuğub = uşub) şekli esas mefhumunun oldukça geniş bir sahada bir süje veya objeye taallukunu göstermiş olur. Işte bu manayı da Vapurun filikalarında birçok cankurtaran yeleği var îzmir (Hususî) Birçok bedbahtlan sularda boğarak memleketi heyecana düşüren mahud înebolu vapurunun leşi uzun araştırmalardan sonra nihayet bulunabilmiştir. Bu gecikme, vapurun battığı yerin yanlış gösterilmiş olmasından doğmuştur. Felâketi telsizle bildirmiş olan îngiliz bandıralı Polo vapuru, pojV" yerinden 2 mil açıkta bir noktayı işaref 81miştir. Araşhrmayı yapan, Muharrem denizaltı idaresindeki dalgıç teşkilâhdır. Muharrem kaptanla konuştum. Bana dedi ki: « Aşağıyukarı bir aydanberi leşi anyorduk, vapur, kıçüstü oturmuş ve biraz sancağa yatmış vaziyettedir. Pelikan f«neri karşısında, Gilizmanla Limanreis arasında ve 26 kulaçtadır. Bugünlük vapurun paraketasile bir filikasım ve bir tahlisiye simidini çıkardık. Filikanın içinde yüzlerce tahlisiye gömleği vardı. Hava şartları bozuk olduğundan daha fazla iş göremedik. Müsaid hava bulunca ambarlan açacağız.» Görülüyor ki, filikadaki gömlekler, telâş yüzünden kullanılmamış veya yolculara hatırlatılmamıştır. Vapurdan çıkanlacak eşya ve sairenin yarısı idareye, yarısı da çıkaranlara aid olacaktır. Bu vesile ile adliyece bir nokta üzerinde tetkikat yaptınlacaktır. Hatır larda olacağı veçhile, gemi süvarisi Mehmed Ali kaptan verdiği ifade de: « Bizi kurtarmağa gelen îstiklâl vapuru, fırtına yüzünden gemimize çarp tı ve bu çarpma, daha çabuk batmaklığımıza sebeb oldu.» Demişti. Bu iddianm doğruluğunu anlamak için, înebolu leşinde böyle bîr çarpma asan olup olmadığı tetkik ettirilecektir. Protesto Fıkra meşhurdur: Vaktile Bektaj dervişlerinden biri kendini besiye verip ense yapmak için bir köye konar, yij , içmeğe koyulur. Köy halkı Tann konuğu diye bu sikkeli, hayderili, kemerli berli dervişe dilediğini yedirmekte, iste diğini içirmekte kusur etmemekle berabe. için için de söylenmeğe başlar. Çünkü konuk hakkı, üç gündür. Derviş ise otı üç günü geçirmiş ve üç yüz gün daha orı racağını anlatmaktan geri kalmamıştır. Kavuğa vergi vermekten bıkıp usanaı köylüler, nihayet bu derde bir çare bulma isterler, obur dervişi utandınp kaçırmaj kararşlaşhnrlar ve hep birden yanına derek şöyle bir dilekte bulunurlar: Köyümüze ün vermek için sizde bir keramet göstermenizi isteriz. Derviş istifini bozmaz, telâş göstermez,] bıyık altmdan gülerek cevab verir: Hay hay erenler, hazınm. Hemen] siz, istediğiniz kerameti söyleyin. Köylüler, köyün bir kıyısında duranj kavak ağacını gösterirler ve teklif eder er: Işte bu ağacı yürütün, ayağınızaj getirin! Derviş, bu vaziyette ciddileşir, bir okuyup üfledikten sonra ağaca doğru bağınr: îsveçten îstanbula döndükten birkaç ay sonra 1911 ders yılı başlangıcında Maarif Nazın merhum Emrullah beni beden terbiyesi umumî müfetitişliğine tayin ettiğini müsteşarına söylediği zaman müsteşar kendisine: Bizim ancak bir iki mektebimizde idman dersi var. Bu zat neyi teftiş edecek? diye sormuş. O da cevaben: Hem tesis, hem teftiş edecek, de miş. îlme ve terbiyeye istinad eden vücud İdmanlarının mahiyetini anlatmağa en müsaid yer, Üniversitemiz olacağını düşünerek benim de ilk işim beden ter biyesi hakkında konferanslar vermek üzere Darülfünun müdürüne müracaat etmek oldu. Müdür medreseden yetişme zeki, dirayetli, natıkası kuvvetli bir zattı. Es kiden bir göz aşinalığımız olduğundan beni büyük bir nezaketle karşıladı ve ziyaretimin sebebini anlamak için merakla sordu: Bir emriniz mi var? Estağfurullah! Beden terbiyesi için geldim, dedim. Muhterem müdür, ne demek istediğimi pek kavrıyamadı ve zannederim beden terbiyesile bir fikir kaynağı olan Darülfünun arasında hiçbir münasebet bulmadı ve bana: Peki ama efendim bizim burada ne trapezemiz, ne de güllelerimiz var! dedi ve gülümsedi. Hiç şüphesiz bu zat beni havada perende atan, elleri üstünde yürüyen, gülleleri hav«ya atıp sırtına düşüren bir köy cambazından farklı görmüyor ve yanlış kapı çaldığıma hükmediyordu. Hemen cevab verdim: Marifet göstermeğe gelmedim. Beden terbiyesi hakkında konuşacağım. dedim. Bu sefer daha ciddî bir tavır aldı: Bizim bildiğimiz idman söylenmez. yapılır! dedi . Fakat buna rağmen üç ay kadar Darülfünun genclerine beden terbiyesi hakkında konferanslar vermiştim. Simdi aradan yirmi beş yıl geçti. Bir rubu asır! Fakat gene bugün münevverler ara sında Üniversite ile beden terbiyesini teiîf pHpmivpn. yüksek tahsii müesseselerinin programlarmda t»u çoK luzumlu dersin bulunmasını ilme karşı bir hakaret telâkki edenlerin miktarı oldukça mühim bir yekun teşkil eder. Avrupa üniversiteleri beden kültürünün vücud kültüründen hiç farkı olmadığmı ve görünüşte ayn zannolunan vücudle fikrin hakikatte birbirinin mütemmimi olduğunu anladığından be den terbiyesini ilim çerçevesine alarak onu yüksek tahsii veren müessesler sırasma dahil ettiler. Bu kadarla da kalmadılar. Birçok üniversitelerde beden terbiyesi lisansı, beden terbiyesi doktorası tesis edildi. Fikrî gibi bedeni de işlek, canlı ve kudretli bir genclik yetiştirmek için bundan başka da çare yoktu. İşte Amerika Üniversiteleri bu lüzumu Avrupadan önce duymuş ve bütün Üniversitelerinde ona lâyık olduğu yeri vermiştir. Profesör Dr. Brouhanın bundan altı ay önce Amerika Üniversiteleri hak kında yazdığı bir tetkik raporundan bir küçük hulâsa çıkarıyorum. Amerika Üniversitelerinde esas prensip şudur: Her etudiant kendi kudret ve kabi liyetine göre bir tabibin kontrolu altında beden terbiyesi dersi almağa mec burdur. Üniversiteye kaydedilen bir genc, önce gayet dakik ve mükemmel bir sıhhî muayeneden geçer ve ondan sonra (etudiant) lar (normal) tabiî ve (subnor mal) tabinin dununda olmak üzere iki zümreye aynhrlar. Tabiinîn dununda olanlar, vücudle rinin inkişafım temin etmek, adalele rini kuvvetlendirmek, uzuvlanna bir a* henk vermek, bu suretle kendilerini ileride mücadele sporlarma hazırlamak için haftanın üç gününde birer saat jimnastik salonlarına sevkedilirler. Orada göğüsleri mi dardır? Omuzları mı dü şüktür? Belleri mi çukurdadır? Hulâsa fiziyolojik ne kusurları varsa beden terbiyesi muallimi onlan düzeltiyor. tş bu kadarla kalmıyor. Mütehassıs bir tabib her ay sonunda göğüslerinin radyoğ rafilerini alıyor, laboratuarda kan ve idrar muayenesini yapıyor. Spirometre ile ciğerlerinin kabiliyeti ölçülüyor ve bütün bu tetkikler gencin fişine geçi yor. Üniversiteye yazılan genclerin yüzde sekseni bir yıl süren bu terbiyevî jim nastikler sayesinde (normal) kısma geçiyor. Diğerîeri de nihayet ikinci yıl sonunda arkadaşlarına kavuşuyor. (Normal) zümreye seçilenler de gene iki kısma avrılıvor. Bunlarm da bir kısmına kış mevsi minde haftada iki kere kapalı salonlar da jimnastik yaptırılıyor; bir kere de açık havada oyun ve spor. Yazın ise bunun aksine haftada bir kere jimnas tik ve iki gün de oyun ve spor göste riliyor. (Normal) ların ikinci grupuna vü cudleri vaktile ilk ve orta tahsii veren mekteblerde jimnastikle mükemmel terbiye görmüş ve her türlü sporlara hazırİanmış gencler ayrılıyor. Bunlar bir tıbbî muayeneden sonra gene mütehassıs bir tabibin nezareti altmda mü cadele sporlarına baslıyor ve kendi arzu ve kabiliyetlerine göre ya boks, ya eskrim, ya rağbi, ya futbol ekiplerine giriyor veya atletik sporlarda ihtisas yapıyorlar. Doktor raporunun bir yerinde şu dikkate şayan sözleri söylüyor: «Avrupada bâtıl bir itikad vardır. Enternasyonal olimpiyadlara iştirak eden yüzmede, atletizmde, rağbide da ima birinciler sırasmda bulunan Ame rika (etudiant) larının sporu bir geçim vasıtası edinen kimseler gibi yalnız bu iş için hazırlandıklarını sanıyorlar. Hayır, bu fikir çok yanlıştır. Ben gidip gördüm; orada fikirle beden arasında g ; mahir tam bir ahen£ yarJu^Şppr^a smda da oîâh Amerikan genci fikir saha onaan nıç gerı aegııaıı. Hem Amerika •Üniversitlerinde p yapan yalnız talebe değildir. Doçentlerin, dekanların, profesörlerin de ayni derecede jimnastik veya sporla alâka ları vardır. Çok kere bir (golf), bir (basket ball). bir atletik, hatta yüzme müsabakasında Üniversite genclerinin maçlanna mu allimlerin de girdiği görülür. Amerika Üniversiteleri yalnız genc lerin eline parşömen kâğıdı üzerinde bir diploma vermekle kalmıyqr. Adam ye tistirmeği düşünüyor. Ve zannederim yüksek tahsii veren müesseselerin birinci gayesi de bundan başka bir şey değildir.» Bu sözlere akan sular durur. SELİM SIRRI TARCAN (5) Uğ: Eki tayin ve ifade eder. Not: Çovaş lehçesinden yukanda sözü geçen (siyav) ve (siyava) »özleri de (işbu) ile bir yapıdadır. Etimolojik şekillerini altalta yazalım: (1) (2) (3) (4) (5) işbu : iğ 4 iş 4 iğ 4 ub 4 uğ Siyav : iğ 4 ig 4 i y 4 a v 4 . Siyava: iğ + is f iy 4 av + ağ Görülüyor ki burada yalnız kategorik tebadüllerle sözlerin birliği açıkça kendini göstermektedir. «ş=s», « ğ = » , Gel ey mubarek, yanıma gel. Üç< «b=v» olduğu malumdur. er, yediler, kırklar başı için gel! İŞTE Ağacın kıpırdamadığmı gören köylülerj Gene (şu) nun aslı olan (uş iş) elehomurdanmağa hazırlanırken derviş hamanına «yapılmış olmaklık, olmuş olmaklık» manasının katılmasile (işte) sö rekete geçer, ağaca doğru yürür ve ağazü de kurulmuştur. Eski eserlerde bunun cın dibine gelince bir selâm verir: Biz, der, alçakgönüllüyüz, sen (uşta) şekli de vardır. ğımıza gelmezsen biz senin ayağma gelı Etimolojik şekli şudur: (O (2) (3) (4) »g '+ iş 4 it 4 eg (1) îğ: «Esas, sahib, Allah, efendi» riz. *** Şehrin çöpleri v Mahzenlerde çürütüle*jrek gübre olacak Sofya taklibi hükumetçileri kanunun 17 nci maddesi ve ceza kanu nunun 60 mcı maddesi mucibince onar sene ağır hapse ve ikişer yüz bin leva para cezasına, sekiz zabit, sekizer sene ağır hapse ve yüz ellişer bin leva para cezasına, ve bir tayyare zabiti de bir sene hapse mahkum edildiler. Geriye kalan 14 zabit ve sivillerin hepsi de beraet ettiler. Bu meyanda topçu müfettişi General Zaimof ta vardır. Miralay Vleçefle binbaşı Stançef divani harbin bu kararını büyük bir soğukkanlılıkla karşıladılar. Bu karar yedi gün nüddet zarfında tem yiz edilebilecektir. (Baştaraft 1 inet sahifede) öeledıyenın şehır çöplerinı, fennî bîr şekilde imha etmek için bazı tesisat yapacağını, bunun için de seksen bin liraIık bir tahsisat istediğini yazmıştık. Bu tahsisat, Belediyenin 935 malî senesi bütçesine konulmuştur. Yalnız bu tesisata bütçenin tasdikından evvel başlanmak istenildiğinden, Şehir Meclisinden salâhi yet almak icab etmiş ve bu salâhiyet te meclisin geçen günkü toplantısında verilmiştir. Çöplerin fennî bir şekilde imhası için, geçen sene çöp ve temizlik kongresine iştirak eden Belediye Fen Heyeti Müdürii Hüsnünün hazırladığı rapor esas tutularak ahnmıştır. Bu raporda, çöplerin imhası için teklif edilen usullerden ikisi ehemmiyetle nazarı dikkate ahnmıştır. tstanbul çöpleri de bu usullerden birile imha edilecektir. Usulün birincisi, çöplerin fı nnlarda yakılarak, ikincisi de kısa bir zaman zarfında çürüterek gübre haline getirecek, hava tertibatlı mahzenler vasıtasile mahvetmektir. Şimdilik bu ikinci usul tercih edilmektedir. Bunun için de şehrin altı yerinde çöp merkezleri kurulacak, çöp arabalan hergün şehirden topladıklan çöpleri buralara götürüp dökecektir. Bundan baska ayn bir de çöp mah zenleri yaptmlacakhr. Çöp merkezle rindeki çöpler, hususî teskilâtı havi kamyonlarla mahzenlere sevkedilecek ve burada hususî tesisat vasıtasile kısa bir zaman içinde çörütülerek gübre haline konulacaktır. Belediye bu isler için lâzım olan vakmda baslıvacaktır. „ Bu makine, cefakeş makinedir... Oyle bayramlık tütün tabakası gibi ay da, yılda bir kullanılmıyor... Tannnın günü, gecesi yok, gündüzü yok, bu bozuk yolların, bu dar virajl.ann kahnnı çekiyor. Ali Tunc, zaten sinirli idi; şoföre uyacak olursa, işin rengi, şekli değişecekti ve bu Ali Tuncun aleyhine idi. Aldırmamazhğa gelmekten başka çare yoktu: Şaka ediyorum; taş gibi makinen var. îçinden: Çattık! diyordu. Ben, senin ağzının payını verirdim amma, başka gün, bugünlük kalsın, çünkü işim acele! Ali Tunc, tatlıya bağlayınca, şoför de susmuştu; fakat direksiyonu kullanırken omuzlannın, ellerinin sinirli sinirli oynayışından hiddetini yenemediği anlaşılı yordu. Ali Tunc, bunu da görmemezliğe, sezmemişliğe geliyordu. Ali Tuncun kafasına iğne saplanmış tek bir korku vardı. Şoför Kadriyi bula anlamlarına ana köktür. (2) İş: Ana kök anlamının oldukça geniş bir sahada tecellisini gösteren ektir. (3) ît: Ana kök anlamının oldukça geniş bir sahada olmuş olduğunu anlatır. (4) Eğ: îşte bu anlamı tayin ve ifade 'eder. (îğ 4 iş + it + eğ = iğişiteğ): ana kök kendisinden sonra gelen elemanla kaynaşarak ve 3 üncü elemanm vokalile son elemanm konsonu da düşerek (IŞTE) şeklini almıştır. M. TURHAN TAl Î Ş T E : Göz önünde bulunan belli bir süje veya objeye işaret eder. Galatasaraylılar cemiyeti Not: 1. Lâtince (işte) ve eski frankongresi sızca (icest) ve (iceste) sözleri de (işte) Galatasaraylılar cemiyetinden: den başka bir şey değildir. Etimolojik Cemiyetimizin yıllık kongresi 193 şekillerinin karşılaştırılması bunu derhal şubatının yirmi üçüncü pazar günü ; meydana çıkarır: at 14 te yapılacaktır. Bu toplantıya (1) (2) (3) (4) zalarımızın iştirak etmelerini bilhassa rica ederiz. Işte : îğ + iş 4 it + oğ Altmış iki, altmış üç yıl Galata ile Eminönü ve yirmi üç yirmi dört yıldanberi de Unkapanı Azabkapısı arasında uzanarak binlerce ve on binlerce ayağm, arabanın, atın, otomobilin altında beli kırılan eski köprünün geçenki fırtınayı fırsat bulup zincirini kırmasından dolayı şuradan, buradan Istanbul Belediyesine protestola yağdınldığını duyunca yukanya koydı ğum fıkrayı hatırladım. Zavalh köprü, bir türlü kendine ulaş«| mıyan kurtancı eli aramak için yürümüş tür. Bu yürüyüşe kızmamalı, biraz gül meli ve hayli acımah. îste : İğ 4 is + it 4 eğ îcest [*] : lk 4 es 4 et 4 . îceste [*] : îk + es 4 et 4 eğ anlam ve kategoride olan «s» gelmekle her üç kelime de kurulmuş oluyor. İŞBU (Şu) sözünün aslı olan (uş), yahud (V. 4" §) olabileceğine göre (iş) sözü, (bu) ile birleşerek (işbu) şeklini ahr. (1) (2) (3) (4) (5) uğ 4 uş 4 uğ 4 ub 4 uğ Keliroe mürekkebdir. (Şu) ve (bu) anlamlannı birleştirerek hemen pek yakında olan, yahud hemen sözü geçmiş olan süje veya objeyi göstermeğe yarar. Etimolojik analizde şöyle taksim edilmek lâzım gelir: (1) (2): (3) (4): (5) I. Uğ 4 uş II. : 4 uğ 4 ub: + uğ ilk kısımda: (1) Uğ: «Esas, sahib, Allah, efendi» anlamlarına ana köktür. (2) Uş: Bu mefhumun oldukça geniş mazsa! «Hususî otomobili», asıl, kendi görmek, kendi takib etmek istiyordu. Araba, yolda ileriledikçe, Ali Tuncun kafasına ikinci bir iğne saplanıyordu: Şoför Kadri; Yeniköydeyim! demişti; fakat Yeniköyün neresinde bekliyecekti? Istinye köy camisinden Kalendere, hatta Tarabya koyuna kadar Yeniköydü. Bunu düşünürken, bütün dikkatini toplamak lâzım geldiğini anlıyordu; artık şoförle, araba ile uğraşmıyor, Yeniköye yaklaşmadan bile, gözlerile yollan tanyordu. Yollarda taksilere, hususî arabalara raslıyorlardı. Ali Tunc, «Hususî oto mobili» tanımıyordu; fakat yeşil gözlü kadını tanıyordu. Onu, gözlerile görmese, havasını doyacağma emniyeti vardı. Yeniköy iskele meydanına kadar, Ali Tuncun ümidleri bo^a çıkmıştı. Şoför, arabanm hızını kesmişti. Ali Tunc, sordu: Ne var? Şogör, başını yan döndürerek omuz üstünden cevab verdi: Not: 2. Bu analiz, fransızcada «ce» nin vokalle başlıyan kelimeler önünde «cet» ve müennesinde «cette» şekillerini almasını da izah eder. Bu şekillerin şimdiki istimal tarzları, tabiî, muahhar şeylerdir. Aslında bunların türkçe «işte» yerinde kullanıldığı meydanda. Hele eski fransızcada hepsinin başında birer «i» bulunduğu, Fransız etimoloji lugatlerince de itiraf edildikten sonra, artık bu nokta üzerinde hiç şüphe ve tereddüde mahal kalmaz. «Cet» ve «cette» sözlerinin etimolo jik şekillerini «işte» nin etimolojik şeklile altalta yazalım: /. N. DİLMEN [*] Burada «fh> ile işaret etti&imiz harl, eski Türk lehçelerinde (v) ile (f) arasmda bir ses veren konsondur. [*•] Türkçede (evet) kelimesi yoktur diyenler, bu maddeyi görmemiş olmalıdir. lar. «Hayır> manasına da gene Divanda (av) kelimesi vardır. (Cild: 1. S. 43). [*] Lâtin ve Fransız dillerinde (c) harfi, hem (k), hem de (s) sadalarmı verir. Burada doğrudan doğruya (k) sesi vererek ana kökün yerini tutan birinci derece prensipal köklerden biri olmak üzere almmıştır. Bunu (c) olarak almak ta mümkündür. Çünkü (c) ve (ç) harfleri ana kök yerinde oldukları zaman doğrudan doğruya onun anlamını alırlar. Hatta (s) olarak ta alabiliriz. Çünkü. • (1) (2) (4) (4) (s) harfinin (ğ) ile tebadülü de tesbit edilİşfe : iğ 4 iş 4 et.4 eğ miştir. Hele burada ikinci elemanm konsonu da (s) olduğundan, ayni konsonun Cet : iğ 4 is 4 et 4 • arka arkaya tekerrür edemiyeceği kaidesi Cette: iğ 4 is 4 et 4 eğ de birinci elemanm konsonunu (ğ) ye çeGörülüyor ki, yalnız «ş» yerine ayni virir. Afk ve macera romant Yazan: MAHMUD YESAR1 2 5 Ve sekreterin odasmdan çıktıktan sonra, odasına girdi; paltosunu, şapkasını giydi, ve kendini fişek gibi matbaadan attı. Yolda, gözleri bir otomobil anyordu; caddede duran boş arabalara dikkatle bakıyordu, makinelerden birini seçti: Yeniköye çek... Şoför, tanıdığı değildi; eğer bir tanıdık olsaydı, onu kaldınp direksiyona kendisi geçecekti. îkidebir, önüne doğru abanıyor, sinirli sinirli bağınyordu: ^ Senin makinen göründüğü gibi değilmiş! Neden beyim? Baksana... Öküz arabası gibi gidiyor da... Şoför, başını çevirmeden homurda nıyordu: Makineden anlıyorsunuz galiba? Eh, biraz... Galiba, hususî araba kullanıyor sunuz! Bazı bazı... Şoför, inceden inceye alaya başlamışb: Yeniköye geldik; durmıyacak mıyız? Ali Tunc, gene sinirlerini yenmek ihtiyacmı duydu: Birini anyorum. Sen, Tarabyaya doğru yavaş yavaş çek... Şoför, arabayı tekrar hızlandırmıştı; Ali Tunc, bağırdı: Arkadaş, sana; yavaş yavaş çek! dedim. Şoför, frenleri sıkmış, arabayı ağırlaştırmıştı; Ali Tunca, döndü: Nereye gideceğiz? Onu anlıya lım. Neden soruyorsun? Benzin, bitri, bitiyor. Ali Tunc, bunu hesablamamıştı: Ne? Benzin yok mu? Şoför, oturduğu kanapenin arkalığma kolunu dayamıştı: Yeniköye kadar getirdiğine şükredelim. Ali Tunc, arabanın kapısını açmış, dışan atlamıstı; dislerini gıcırdatıyorju: Amma hesablı adammışsın... Elini cüzdanma atarken sordu: Kaç kuruş etti? Hesabı görelim. Ve şoförün hesablamasına vakit b ı r a t l madan iki lira attı, yürüdü. Şoför Kadriyi bulamazsa, hemen dö| necekti. Yollarda raslamamış olduğunâf göre, biraz ümidi vardı: Yoksa, hemen mi döndüler? Bu endişe, kalbine bir sancı gibi girdi,j ve artık kendini büsbütün talihe, tejadüfe bırakarak, iskele caddesinin Tarabya tarafındaki kolundan yürümeğe başlac Caddenin, kıyıya doğru genişliyen yerİE de, bir otomobil gördü; yüregi titrecli. Otomobil, öyle vaziyette durmuştu kî| yukarıdan ve aşağıdan gelen geçen bütüı arabaları görebiliyordu. Bu vaziyet, AI: Tuncu büsbütün ümidlendirdi ve adımlannı açtı. Şoför de, tetikte olacaktı ki, işaret ve| rir gibi, klaksona üç kere bastı. Ali Tunc, koşar gibi yürüdü ve yaklaşırken Kadriyi tanıdı: Ne haber. Kadri? (Arkası var)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear