22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SüSat CUMHURİYET Edebî etüt Paul Bourget Hayatı ve eserleri Yazan: izzet Melih Geçen Kazîranda Pariste San'atı seven 1 bir madam beni «Tharaud» kardeşlerin büyüğile yemeğe davet etmişti. Sofrada konuşulan şeyler tabiî edebiyattan uzaklaşmıyordu. Bir aralık Paul Bourgetden bahis açıldı. Jerome Tharaud detli ki: Birkaç gün evvel üstadı ziyaret ettîm. Seksen üç yaşına rağmen hafızası yerinde ve sözleri her zamanki gibi pek razibdi. Zaten bence Bourgetnin konuşması yazılanna üstündür. Bilgisi, görüşleri, tecrübeleri, bitmez tükenmez bir hazihe! Ne yazık ki bir türlii hatıralannı yazmıyor. Herhalde etrafındakiler ve bilhassa «Gerard Bauer» birçok şeyler zapJetmişlerdir ve ileride neşrederler. Ben ilâve ettim: Derler ki Bourgetye ne zaman hatıratından bahsedilse cebinden bir kâğıd parçası çıkanr ve daha yazmak istediği romanlan sayarmış, hatta bunların mevzularmı ve eşhasını anlatırmış. Demek, şimdiye kadar yüze yakın küçük ve büyük hikâye neşretmiş olan üstad, görgülerile hayalinin, tecrübelerile heveslerinin doğurduğu vak'alan ve kahramanlan hâlâ tamamen meydana koyamamiş... Ev sahibesi «Tharaud» ya sordu: Bourgetnin sıhhati nasıl?. Son zamanlarda pek düşkün, diyorlar. Evet, göçen bir vücud... Bourget nadiren bahçeye çıkıp biraz geziyor. Sonra da acayib ve müessir bir hali, yemek hususundaki iradesizliğidir. Kendisine bakanlar ağzına gıda vermezlerse. zavallı ihtiyar üstad bu ihtiyacı duymuyor ve hatırlamıyor. Bu sözler, yaklaşan ölümün karanlığım kalbimize yaydı. Bir müddet hepimiz sustuk ve altmış senede yükselen bir fikir ve san'at abidesinin inkıraz ve inhidam seslerini duyar gibi olduk. Bundan bir buçuk ay evvel, Paul Bourgetnin öldüğünü haber alınca yu kanda anlattıklanmla beraber ince ve hassas edib «Rene Boylesve» in bir sözü aklıma geldi: «Son saatimi düşündüğüm zaman ençok acıdığım şey, benimle beraber mahvolacak tahassüs ve teessür kabiliyetidir. Bana öyle geliyor ki mühim bir servet, bir hazine denize dökülecektir...» 1,566 liralık bir sahtekârlık Dün Ağırcezada mühim bir davaya bakıldı Istanbul Ağırceza mahkemesinde dün bir sahtekârlık davasına başlanmıştır. Suçlular; evvelce Kadıköy malmüdür lüğünde memurken bilâhare işten çıka nlan Cevadla karısı Muazzezdir. Üs küdar malmüdürlüğü memurlanndan Necati, îhsan, Cevdet ve Edib de bu işte ihmalden suçludurlar. Dünkü celsede suçlularla hazine vekili Sami hazır bu Iunmuş ve suçlulann sorgulan yapıl mıştır. Iddia olunduğuna göre; Üsküdar malmüdürlüğünden eytam maaşı almakta olan Şaban veresesi nammda bir ailenin müterakim maaşlan verildiği halde Ce vad bu maaşlan alınmamış gibi göste rerek bin beş yüz alrmış altı liralık sahte bir bordro tanzim errniş ve kansı Muazzezi de parayı almağa vekil göstererek bu parayı almıştır. Muazzez; kendisinin bir şeyden haberi olmadığını; kocasmın işten çıktıktan sonra muakkiblik yaptı ğı için bir gün yeni bir iş yapacağından ve kendisini de bu işe kefil göstereceğinden bahisle mühürünü aldığını söylemiş; suçlu Cevad da her nekadar bu parayı almış ise de esasen tamamile Osmanlı Bankasına yatırdığından takibat başlar başlamaz, olduğu gibi Istanbul muha sebe müdürlüğüne geri verdiğini söyle miştir. bazı cihetlerin tevsiki ve şahidlerin çağırılması için dava başka güne bıra kılmıstır. makaleler ve küçük hikâyeler... Lâkin bu yazılarda kazanılan para pek az olduğu için Bourget hususî dersler vermeğe mecburdu ve bu yaşayış tarzı pek çetin, pek yorucu idi. Bizzat Bourget der ki: «Gazetelerin kapılannı zorla açabildim. Spinoza hakkındaki ilk uzun makalemi 1872 de bastırmış olduğum halde ondan sekiz sene sonra bile nesrimi yerleştirecek bir köşem yoktur. Ancak 1880 de bir gazeteye muntazaman yazı verebil dim.» («Parlament» gazetesi, edebî kısmının idaresini Bourgetye tevdi etmişti.) O sırada şair Jean Aicard, Bourgetyi «La Nouvelle Revue» sahibi Madam Julitte Adam'a takdim etti. Genc mu harrir, edebiyat âleminde pek nüfuzlu olan bu kadmın salonunda ve mecmuasında asıl kendıni tanıttı, ve müzayekalı müptedi devresinden kurtuldu. Bourgetnin o güne kadar izah veya tenkid ettiği edebî ve felsefî nazariyeleri nihayet kendi istidadına göre tatbik et mek, san'at eserleri ibda etmek zamanı gelmişti. îşte Bourget 1885 te neşrettiği «Crulle Enigme» ile yanm asır müddetçe birıncı sırasında bulunacağı romancılık mesleğine girdi. Artık bundan sonra kitablar ve muvaffakiyetler birbirini takib etti: Romanlar, küçük hikâyeler, edebî tenkidler, içtimaî ve felsefî makaleler, ruh tahlilleri... 1894 te Bourget Fransız akademisine giriyor. Yazılarnın tesiri, bilhassa gencler arasında, genişliyor; o kadar ki kendisine «Genclik Prensi» deniyor... Seneler geçiyor; Bourget «L'Etape» romanından sonra fazla muhafazakâr ve katolik, fazla iddialı ve nazariyeli olduğu için san'ata başka türlü inananlar onu biraz ihmal ediyorlar. Bununla beraber, François Mauriac, Pierre Benoit ve Francis Carco gibi nisbeten genc yazıcılar Bourgetyi, edebiyatın bu vefalı ve yorulmaz âşıkını daima üstadları addetmişlerdir. Nihayet Paul Bourget 1935 Noelinde dünyaya gözlerini kapatırken onun san'at usulünü artık sevmiyenler de, bu pek kıdemli «Edebiyat Mareşal» ini derin bir huşu ile selâmlamışlardır. Paul Bourgetnin hayatma aid tafsilâtı kâfi görerek diğer yazılanmızda onun san'atını, fikirlerile duygularını tahlil etmeğe çalışacağız. Kutlu bir yıldönümü Cemiyet hayatımızda büyük bir inkılâb yapan Türk Medenî Kanununu 10 sene evvel 17 şubatta kabul etmiştik (Baftaraft 1 inci sahifede) milletinin kadınlarından daha faziletli olan, Türk yurdu için binlerce şehid yetiştiren kadınlarımızın zalimane, hamane ve cahilâne inkâr olunan, çiğnene hakları vardı. Uzun asırların toza, çamura buladığı bu mukaddes hakları ilk hatırlıyan ve onları zulümden, ihanetten, cehaletten doğma kanunlar çerçevesi içinden çekip kurtarmayı ilk düşünen Atatürktü. O, memleketi ve milleti kurtarıp Cumhuriyeti kurduktan sonra tasarladığı büyük ve emsalsiz devrimleri birer birer tahakkuk sahasına çıkarırken ruhsuzluğu, hareketsizlıği, tedenniyi iltizam eden eski kanunların da toptan değiştırilmesi lüzumunu gür sesıle millete ıhtar etti, o meyanda kadın haklarına da sık sık temas ederek vaziyeti aydınlattı, Büyük Önderin bu yoldaki beliğ hitabeleri arasında şu ateşli vecizeler de vardı: «Bir içtimaî heyet iki cinsten, erkek ve kadından yalnız birinin asrî icablan iktisab etmesile iktifa ederse o içtimaî heyet yarıdan fazla zâf içinde kahr. Bir millet terakki ve temeddün etmek isterse bilhassa bu noktayı esas tutmak mecburiyetindedir. «Kadmın en büyük vazıfesi analıktır. İlk terbiye alınan yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu vazifenin ehemmiyeti kolaylıkla anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmağa azmetmıştır. Bur;ünün ıcablarından biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temin etmektir. Kadınlarımız da alim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün tahsil derecelerinden geçeceklerdir. Kadınlar içtimaî hayatta erkekler kadar açık yürüyerek birbirinin yardımcısı olacaklardır.» Atatürkün mukaddes dileği yerine gelebilmek için eski kanunların, mecellelerin ortadan kalkması ve onlann yerine o dileğe uygun ve hareketi, terakkiyi, yükselmeyi tekeffül eden kanunların gelmesi gerekti. İşte Türk Medenî Kanunu bu lüzum üzerine tedvin olunmuştu ve kadın hukukile beraber bütün bir medenî cemiyet hukukunu getiriyordu. Tam on yıl önce bir gün, 17 şubat 1926 tarihine tesadüf eden çarşamba günü Büyük Millet Meclisi, Türk Medenî Kanununu müzakereye başladı. O gün Ulu Önder de Mecliste hazırdı, locasından müzakereyi takib ediyordu. Müzakere kısa, fakat heyecanlı oldu. Ilkin Adliye Vekili kürsüye çıkarak yeni kanunların «Büyük Liderden alınan ilhamla tertib olunduğunu» söyledi, onlann mahiyetini teşrih etti: «Bu kanunu kabul ettiğiniz anda 13 asır duracak ve Türk milletine yeni, yepyeni bir hayat açılacaktın> sözile nutkunu bitirdi. O sırada Adliye Encümeni Mazbata muharriri bulunan şimdiki Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Vekilden sonra, söz aldı, uzun ve hararetli sözler söyledi, sonunda Türk Medenî Kanunu bir kül halinde ve alkışlarla kabul olundu. O tarihî gündenberi işte on yıl geçti, Medenî Kanunun memlekete getirdiği sayısız faydalar yârin da, ağyann da gözünde tebellür etti. Bugün yurdumuz, birçok Avrupa devletlerinde hükümran olan kanunlardan daha mükemmel, daha verimli ve daha feyizli olan Medenî Kanunumuza dayanarak medeniyet yolunda sonsuz bir hızla yürüyor. Bu kutlu hareketi temin eden ve bütün medenî milletler mevzuatında en mütekâmil bir kanun olan Isvıçre Kanunu Medenisinden alınmış bu büyük kanun, inkılâblarımızdan birini de temsil ettiği için ayrıca tarihî bir değer taşımaktadır. Bu sebeble dünkü günü sevincle tebcil ederiz. Sultanüşşuara efendimizf 1720 yılındaydı, şair bolluğundan Babıâli ve saray el'eman diyordu. Fakat şiire ve şaire saygı göstermek te elmas yüzük takmak gibi âdet olduğundan gelişigüzel davranılamıyordu, eşik aşındıran şairler yüzgeri edilemiyordu. Uzun düşüncelerden sonra şairin de \ ğerlisini değersizinden ayırd etmek için «Reisi şairan» adını taşıyacak bir adam arandı ve Osmanzade Taib bu hizmete lâyık görülerek eline yaldızlı bir berat verildi. Devletçe «Reisi şairan» ve şairlerce «Sultanüşşuara Efendimiz» diye anılan bu adamın edebiyat kuyumculuğunu ne şekilde yaptığını bilemezsek te bugün adının anılmadığını, fakat tebeasından olan şairlerden çoğunun ve meselâ Nedimin hâlâ sevile sevile okunduğunu biliyoruz. *** 1830 yılındaydı. Tabsıra sahibi Akif Paşa, Reisülküttab Pertev Efendiyi ziyarete geldi. Söz arasında divan kalemi '• kâtiblerinden Daniş Beyin «iyi bir şair» olduğundan bahis açarak ona bir iyilik edilmesini istedi. Pertev Efendi: «Ne yapalım, bizde İran devleti gibi Sultanüşşuaralık mesnedi yok ki Daniş Beye verelim» dedi. Çünkü o, vaktile Babıâlide de yer alan «Reisi şairan» lık makamının gülünç bir bid'at olduğunu bilıyordu ve şiir ile şairi ancak «halkın» seçebileceğine inanıyordu. Bugün 1936 yılındayız.hürüz, hızla ilerliyoruz. Halkçıyız, herşeyde halkın hükmüne değer veriyoruz. Fakat içimizden kendi kendini Sultanüşşuara ilân edenler çıktığını da görüyoruz. Şimdiki Sultanüşşuara, bambaşka birşeydir. On sekizinci asrın reisi şairanına benzer yeri yoktur, lâkin anthologie des ecrivains turcs adile bugünün edebiyatı üzerinde hakimiyetini ilân eylemiştir. Osmanzade Taibin reisliği gibi bu antolojınin de saltanatı sözden ibaret olmasaydı Türk edebiyatmın ve Türk edıblerının hali harab olurdu. Çünkü biz, onun adını bile duymadığı şairlere, muharrirlere halkın sevgi ve saygı gösterdiğini biliyoruz ve buna mukabil, kendisinin kaydettiklerinden bir kısmını, gene halkın, henüz tanımadığından şüphe etm»yoruz. Pol Burje (Paul Bourget) gencliğinde 1 Paul Bourget 2 eylul 1852 de Amîensda dünyaya gelmiştir. Bu şehirde doğması, riyaziye muallimi olan babası Justin Bourgetnin mesleği dolayısile dolaşmalarına aid bir tesadüftür. Hakikatte, feir zürra hafidi olan pederi, Fransanm merkez eyaletlerinden Ardechee mensubdur. Anası ise, sırasile Alsace ve Lor rainede yerleşmiş olan bir ailenin kızıdır. Bu taraftan Paul Bourgetnin dedeleri Almanyadan geldiği için, bazı münek kidler onun felsefe merakını bu irsıyete atfederler. Herhalde Jules Lemaîrte, Bourgetyi, babasının aile menşei itibarile eski Auvergne eyaletine irca eder: «Evet, Bourget, Pascal gibi «Auvergne» lidir. Burnu, iradeli çenesi... Lâkin şunu da göyleyim ki kuvveti, ahenk ve zarafetle pek Srtülüdür.» Justin Bourget evvelâ «Strasbourg» a sonra da «Clemont Ferrand» a tayin edildiği için Paul da tahsilini bu şehirlerde yaptı. «Clermont Ferrand» da, altı yedi yaşındaki Paul, babasının ilim ve fen ki tablan arasında bir gün «Shakespeare» ve «Walter Scott» un eserlerini buluyor. Hem bu kitablar, küçük çocuğun boyu sofranın hizasma yetişebilsin, diye altına koyduklan kalın cildlerdir! Müstesna istidadı ne olursa olsun, o yaşta bir çocuğun «Shakespeare» ve «Walter Scott» u anlaması imkânsızdır. Zaten sonralan, «Le Disciple» muharriri ilk ebedî temasının hakikatini kendisi anlatmıştır: «Şüphesiz, Macbeth, Hamlet, Romeo... nun maceralannı pek anlamıyordum, amma bunlar bana büyük heyecanlar verıyordu. Dramların kahramanlarını kalem uclarile temsü ederek bunları muh^yyel bir sahnede gibi halının üstünde hareket ettiri yordum...» Gene o sıralarda «Auvergne» hayvanları hakkında mükemmel bir kitab yazmayı düşündü ve dokuz yaşında iken bir kanncanın hikâyesini bitirdi. Fakat bu çocukça ilmî iddiasına artık bir daha dönmek vaktini bulmadı! 1867 de, yani Paul on beş yaşında iken, babası «Sainte Barbe» mektebi ders nazın olunca, Parise geldi, «LouisLeGrand» Lisesine devam etti ve 1870 te umumî müsabakada kazanarak parlak bir diploma aldı. Zaten Paul daima çalışkan, ciddî bir talebe idi. Pek kuvvetli bir «klâsik» tahsilin yanında edebiyat aşkile mütemadiyen okudu: Balzac, Musset, Sthendal, Renan, Barbey d'Aurevilly, Goethe... Ta o zaman bile, intizamı ve fennî usulleri seven bir fikir adamıydı. Hatta felsefeye o derece düşkündü ki bir aralık tereddüd eder gibi oldu; «Spinoza» nın veya «Taine» in çalışkan, sakin, biraz da hodbin yaşayışı Paul Bourgetnin temayüllerine uygun geliyordu. Lâkin 1870 harbi, Almanların galibiyeti, Fransız milletinin elemi ve matemi... Bütün bu acı vak'alar içtimaî vazifeyi açıkça göstermiş, vicdanlara, esaslı ve amelî bir surette uğraşmak borcunu yükletmişti. Bourget bir hikâyesinin başında o devirdeki genclerin nasıl birbirine zıd duygular ve düşünceler arasında kaldığını tarif etmiştir: Gencler ilim ve fenne kayidsiz olarak itimad etmişlerdi; bunun dünyayı düzelteceğine kandiler. Sonra gördükleri, vaktile dinlerle bağlı duran insanlar hiç değişmemiş ve yıkılan an'anelerin yerine geçen ilim ve fen nihayet tevekkül ve bedbinlik mambaı olmuştur. Halbuki vatanın felâketi tevekkül ve bedbinlik değil, ümid ve hareket istiyordu. İşte Paul Bourget, ömründe hiç ayrılmadığı bu millî düşüncelerle, uzun edebî ve ruhî tahliller yapmağa başladı, ve bunlan 1881 ile 1885 seneleri arasında neşretti. Bourgetnin ilk şöhretini kuran iki cild «Psikoloji Tecrübeleri» nden tabiî tekrar bahsedeceğim. Bu mühim eserine kadar geçirdiği dokuz sene, hazırlık, cidal, tereddüd devresi addolunabilir: Yirmi yaşında edebiyat lisansı, yirmi bir yaşında İtalya ve Yunanistana ilk seyahat; La Vie İnquiete (Endişeli hayat), Edel ve Les Aveux (İtiraflar) şiirleri; «La Revue des Deux Mondes», «La Republique des Lettres» mecmualannda ve «Globe» gazete«inde arasıra çıkan Belediye memurlarına yardım cemiyetinin kongresi M. TURHAN TAN SAGLIK İŞLERÎ Mürettiblerin dileklerine Sıh hat müdürünün verdiği cevab Evvelki günkü mürettibler kongresinde sıhhat direktörlüğünün mürettibhanelerin vaziyeti hakkında hazırladığı 5 nıaddehk talimatnamenin tatbik sahası na konulmadığı ve talimatname, direk törlükçe büyük bir alâka ile takib edil dığı halde evrakın müdür muavınınin masasında kaldığı iddia edilmekte idi. Bu iddia hakkında Sıhhat Müdürü Ali Rıza bize şunları söyledi: « Mürettibhanelerin vaziyeti hakkında hıfzıssıhha meclisinin verdiği ka rarla hazırlanan beş maddelik talimat nsmeyi vilâyet vasıtasile şuabata bundan 4 ay evvel tebliğ ettirdim. Artık iş bu hali aldıktan sonra meselenin bizimle alâkası Dünkü kongrede bulunanlar kalmamıştır. Şayed bu talimatnamenin Belediye memurlarına yardım cemi veznedarlığa Halil, murakıblığa da mü tatbik edilmediği ihbar edilirse o zaman başka türlü hareket ederiz.» yetinin senelik kongresi dün, Belediye meyyiz Necati seçilmişlerdir. erkânından Eşrefin reisliğinde toplanBundan sonra memurlardan AbdülkaYeni Malta valisi dirin kendisine paraca yardım edilmesi mıstır. Londra 17 (A.A.) Müstemlekeler İlk iş olarak idare heyeti intihabı ya hakkındaki talebi okunmuş ve kendisine Bakanı, Müstemleke Ordusu Genel Direktörü Sir Charles Bonham Carterin, pılmış ve reisliğe, Belediye reis muavini yardım edilmesine karar verilmiştir. sıhhî sebeblerden dolayı vazifesinden Müteakıben gene yardım istiyen üç aNuri, muhasibliğe Belediye muhasebeci aj'nlan Sir David Campbellinin yerine zanın talebi tetkik ve bunlara da müna Malta valiliğine tayin edildiğini bildirmuavini Nail, azalıklara Belediye mumektedir. hasebecisi Kemal ve müfettiş Cabir, sib şekilde yardıma karar verilmiştir. sının anlatmasını bekliyordu. Solmaz, önce şapkasını, sonra eldi venlerini çıkardı, masanın üzerine koy du; önlerinde dikilip duran kahveciye: Bize, iki gazoz, dedi. Solmazda da bekliyen bir hal vardı. Kahveci, gazozlan getirdi, uzaklaştı. Genc kız, kahvenin içine dikkatle ba kıyordu. Kapıya yakın bir masada, yerli esnaf kılıkh iki adam, oturmuş, iskambil oynuyorlardı. Kahvenin büfesine bitiştirilmiş bir masada da, gözlüğü burnunun ucuna düşmüş, kıranta bir adam, elinden kayacak gibi bir vaziyette tuttuğu rumca gazeteyi uyuklıya uyuklıya okuyordu. Solmaz, bu bakışlardan içine emnıyet gelmiş gibi, sakin bir tavırla iskemlesine yerleşmişti ve Ali Tuncun gözlerinin içine bakıyordu. Ali Tunc, sordu: Ne var? Solmaz; başım yaklaştır, yakınlaş! der gibi gözlerini kırpmıştı ve kendi başını iğdi, sesini yavaşlattı: Bana, her şeyi açıkça söylemeli sin. Evvelâ, şunu bil ki benim, bütün söyliyeceklerimi manasız bir kıskançlık zan ve tahmin etmiyeceksin. Ali Tunc da, başını iğmişti, ayni ya vaş sesle: Anlamıyorum, dedi. Anlıyacaksın. Genc adamın sesinde korkulu bir merak var gibiydi: Çabuk anlat. Solmaz, sesini daha yavaşlatmıştı: Sen, bugünlerde, bir genc kadınm peşine düştün mü? Ali Tunc, biran tereddüd geçirdi, fakat erkekliği, bütün endişelerinden üstün geldi: Evet. Solmazın yüzü pembeleşmişti: Onu, ısrarla takib ediyormuşsun! Ali Tunc, şaşalar gibi olmuştu: Evet... Genc kızm yüzü, soluyordu: Demek, bir yalan, iftira değil! Ali Tunc, başını sallıvordu: İZZET MJLİH Aşk ve macera romant ahat Yazan: MAHMUD YESARl 20 Hastamişsm! Hastahğın neydi? Günlerdenberi gazeteye uğramıyormuş sun. Nerelerdeydin? Ne yapıyordun? Demiyordu. Fakat ayni zamanda: Hastalığını bahane ederek gaze teye uğramıyormuşsun! 1 Diye de açık açık söylemiyordu. • Gazetede, belki, seni müşkül vaziyete düşürdüm; bunun için, beni affet! Mecbur olmasam, seni rahatsız etmez uim. Deyişi, karakterinin kuvvetini gösteriyor, ve: r Yoksa ben, nişanlısını, sevgilisini kapı kapı areyacak kadar sırnaşık gönüllü kız değilim. Bunu da bil! Demek istiyordu. Meraka düşürdüm! Demekle de: Sen, benim huyumu bilirsin; bundan elbette meraka düşersin. Hükmünü kabul ve tasdik ettiriyordu. Ali Tunc, bütün bu muhakemeleri, bu ölçüş biçışleri, bir anın çinde düşünüvermişti. Ve genc kızm durgun, ağır halinden, umduğundao çok fazla mühim Burada... Bizi bekle... şeyler duyacağını, dinleyeceğini tahmin ediyordu; neden mecbur oldun? diyede Şoförün kapıyı açmasına vakit bıraksormadı. madı, tokmağı çevirdi, kapıyı açtı, yere atladı. Ali Tunc, Solmazın arkasından Solmaz, kendilerine bakan şoföre: inmişti. Maslağa doğru, çek! dedi. Genc kız, nişanlısma bakıyordu: Ali Tunc, bütün soğuk kanlılığım elealmış ve iradesinin frenlerini iyice kısmış îskelenin kahvesinde oturalım. olmasına rağmen, içten bir ürperişle titAli Tunc, başını iğdi: remişti. Solmazın, emir verdiğini hiç gör Oturalım. meyen Ali Tunc, bütün dikkat ve uya Solmaz, iskelenin kahvesine doğru yünıklığı ile toplandı. rürken Ali Tunc, şoföre döndü: Ne kadar oturacağımız belli değil. Otomobil, tam hızla yol alıyor ve kalabalık caddeleri geride bırakarak kır Canın sıkılıp ta klaksiyonla oynayayım, deme. lara doğru açılıyordu. Şoför, dargın bir bakışla gülümsedi: Ali Tunc, hiç sesini çıkarmıyordu; Size olur mu,usta! Solmaz da, etrafına bakınıyor, arasıra Ali Tuncla gözgöze gelince, tatlı bir Ali Tunc şoföre yan yan baktı; peki! gülümseyişle dudak uclarını kımıldatarak der gibi omuzunu kaldırdı ve yürüdü. Solmaz, kahveye girmişti. Ali Tunc, gülüyordu. Otomobil, Boyacıköy sırtlarından îs nişanlısının bu sert, serbest hallerini tinye koyuna doğru akar gibi süzülür gördükçe, gözlerine inanamıyordu. Solmaz, kenardaki masalardan birini ken Solmaz, şoföre seslendi: gösterdı: îstinyede dur! Burası, fena değil. Ve tam iskele önünde tekrar emir verAli Tunc, artık söylemiyor, nişanlı di: (Arkan var >
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear