16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Le Monde diplomatique Cumhuriyet Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. 6 Nisan 2020 Sayı: 3 kemer sıkma politikaları sağlık sistemini salgına karşı zayıf düşürdü Bir sonraki kıyamete kadar RENAUD LAMBERT PIERRE RIMBERT İ llüzyon sanatı, halkın dikkatini dağıt mak için kullanılır. Covid19’un salgın merkezini, dünyanın dört bir yanındaki televizyonlar tarafından yayımlanan çift eksenli bir grafik oluşturdu. Yatay ekseni zaman, dikey ekseni ise ağır vaka sayısı koordinatlarını gösteriyordu. Hiçbir şey yapılmazsa salgının etkisini gösteren bir grafik beliriyordu: Ağır vaka sayısını temsil eden ilk eğri doruğa çıkarken has tanelerin maksimum alım kapasitesini gösteren yatay çizgi bu eğriyi kesiyordu. İkinci eğri karantina önlemlerinin virüs yayılımını sınırladığı bir olguyu gösteriyordu. Bir kaplumbağa kabuğunu andıran az eğimli bu çizgi kader eşiğinin altına kayıyordu. Washington’dan Paris’e, Seul, Roma veya Dublin üzerinden sergilenen bu grafik, sağlık birimlerinin doluluk derecesine ulaşmalarını önlemek için acilen virüsün bulaşma oranını zamana yaymak gerektiğine işaret ediyordu. Sadece ağır hasta vaka sayısının zamana yayılımına dikkat çeken gazeteciler, önemli bir unsurun altını “bilinçli olarak” çizmedi. Bu unsur, ağır hastaları barındırmak için mevcut yatak sayısını temsil eden ve grafiğin ortasında bulunan çekimser yatay çizgiydi. Gökyüzünden düşen bir veri gibi sunulan bu “kritik eşik” siyasi karar silsilesinin bir sonucuydu. ‘Savaş tıbbı...’ Eğer “çizgiyi düzleştirmek” gerekirse onlarca yıldır uygulanan kemer sıkma politikaları sağlık birimlerinin yatak kapasitelerini ciddi oranda kısıtlayarak zaten günümüzdeki seviyeye düşürdü. 1980’de Fransa’da her bin kişiye 11 hastane yatağı (tüm branşlar dahil) düşüyordu. Eylül ayında Macron yanlısı bir sağlık bakanının zaten kıt olan kaynağın tahsisinden sorumlu “yatak yöneticilerine” emanet ettiği bu sayı 6’ya indi. Devamı 7. sayfada Sağlık sisteminin yetersiz kaldığı Avrupa’da hızlı trenler dönüştürülerek hastaları nakletmek için kullanılmaya başlandı. gözalıcı projelerin altındaki derin yoksulluk Fas’ın yanıltıcı görüntüsü Pıerre PUCHOT* F as nereye gidiyor? Bu sorunun cevabı nı kimse bilmiyor. Hatta Fas Kralı 6. Muhammed bile. Halbuki 1999’da babası merhum 2. Hasan’dan yönetimi devraldığında, geçişi sağlamış olan modelin sınırlarını kendisi de resmen tanımıştı (1). Kral, Temmuz 2019’da taç giyme töreni öncesinde bir kez daha tekrarladı: “Bugüne kadar gerçekleştirilen ilerleme ve icraatlar maalesef henüz toplumun tamamı üzerinde yeteri kadar etkili olmadı; bu nedenle, saydam ve nesnel olmak adına pozitif bilançoyu temkinli biçimde değerlendirmek gerekiyor.” (2) Bu model, göz alıcı projelerin gerçekleştirilmesi için kamu kurumları aracılığıyla ultraliberal bir ekonominin uygulanmasını sağlayan mutlak güce sahip bir monarşi modeli: KazablankaTanca arası hızlı tren hattı (LGV), Tanca Med Limanı ekonomik ve endüstriyel alanı, Kazablanka’da 6. Muhammed tiyatrosu, yeni otoyollar... Uluslararası alanda kuşkusuz beğeni toplayan bu projeler aynı zamanda Kral’ın, basın tarafından imajı zedelenmeden buna Fransız basını da dahil, hükümdarlığında 20 yılı devirmesini sağladı. Paris’ten veya Rabat’ın şehir merkezinden bakıldığında Fas, hâlâ bir kartalı andırıyor: Afrika ekonomisinin tepesindekilerle (petrol olmadan!) çok yakın ilişkilere sahip olan ülke, otomobil ve havacılık sektörleri örneğinde olduğu gibi önemli bir üretici haline gelerek dünya değerleri zincirine zorlanmadan dahil oldu (3). Ancak Fas’ın bu yanıltıcı görüntüsü, kitle turizmi ve yoğun tarımın birlikte aldıkları payla yeraltı suları gibi buharlaşıyor. Sarayın söyleminin izinde, akış teorisinin yerini artık zenginliklerin yetersiz dağılımına yönelik müsaade edilen bir eleştiri aldı. Sayıştay, Merkez Bankası ve Ekonomik, Sosyal ve Çevre Konseyi (CESE) son raporlarında ülkenin yapısal sorunları üzerine tehlike işareti verdi. Görünüşte her şey yolunda gidiyor: 2020 yılında gayri safi yurtiçi hasılada öngörülen yüzde 3.5 oranında bir büyüme (4), kontrol altına alınmış tüketici fiyat endeksi (+ yüzde 0.6), 2019’da yüzde 9.2 işsizlik oranı (2018’de bu oran yüzde 9.8’di) (5). Ekim ayı sonunda, Başbakan Sadeddin el Osmani, uluslararası temsilcilerin de (Almanya, İsviçre, Dünya Bankası vs.) yer aldığı bir dinleyici topluluğunun karşısında, üzeri “53” rakamıyla süslenmiş gösterişli bir pastanın önünde gülümseyerek kameralara poz verdi. Bu rakam, her yıl Dünya Bankası tarafından belirlenen “Doing Business” endeksinde 2020 yılı için Fas’ın sıralamadaki yerini temsil ediyordu. Kraliyet yedi sıra yükselmişti. (6) Devamı 4. sayfada Hemen şimdi!.. Serge HalImI Yaşadığımız bu trajedi aşıldığında her şey eski haline dönecek mi? Son otuz yılda yüzleştiğimiz her kriz, anlamsız bir şekilde mantığa, farkındalığa ve durma bilincine geri döneceğimizin umudunu besledi. Karantina önlemi ile eve kapanarak tersine çevrilmiş sosyopolitik dinamiğin çıkmazlarını ve tehditlerini her birimizin ölçeceğini hayal ettik (1). 1987 yılındaki borsa çöküşü özelleştirmelerdeki artışı önleyecekti; 1997 ve 20072008 yıllardaki mali krizler, mutlu mesut bir şekilde gelişen küreselleşmeyi sarsacaktı. Ama öyle olmadı. ABD’nin 11 Eylül saldırılarında sergilediği kibir, eleştirici düşüncelere ve “Neden bizden nefret ediyorlar” gibi sorulara yol açtı. Bu da çok uzun sürmedi. Çünkü doğru yönde hareket etse bile, fikirlerin oluşturduğu hareket korkunç makineleri devreden çıkarmak için yeterli değil. İnsanın her zaman müdahale etmesi gerekir. Bu durumda yangından sorumlu olan kundakçılar, her ne kadar yapmacık bir şekilde yangını söndürdüklerini ve değiştiklerini iddia etseler bile, felaketten sorumlu olan yöneticilere güvenmemekte fayda var. Özellikle bizim gibi kendi yaşamları da tehlikede olduğunda. Çoğumuz savaşı, askeri darbeyi veya sokağa çıkma yasağını doğrudan yaşamadık. Buna rağmen, mart ayı sonunda, yaklaşık üç milyar kişi evlerinde karantinaya alınmış vaziyette. Çoğunluk yazlıklarına çekilmiş ve çiçek açan kamelyayı izleyen yazarlardan oluşmuyor, aksine son derece zor koşullarda evlerine hapsedilmişlerden... Önümüzdeki haftalarda ne olur bilinmez ama koronavirüs krizi hayatımı zın ilk küresel kaygısı olarak kayıtlara geçecek ve dolayısıyla ilkler unutulmuyor. Politikacılar, bu durumu en azından kısmen de olsa dikkate almak zorundalar. Avrupa Birliği (AB), kamu harcamalarını sınırlandıran bütçe kurallarını “genel olarak askıya aldığını” açıkladı; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, sağlık personelinin aleyhine olan emeklilik reformunu erteledi, ABD Kongresi çoğu Amerikalıya çek ile para desteği yapılacağına dair kararı onadı. Oysa yaklaşık on yıl önce liberaller sıkıntılı sistemlerini kurtarmak için borçlanmada çarpıcı artışları, mali teşvikleri, bankaların kamulaştırılması, kısmi sermaye kontrolünün yeniden yapılanmasını kabul etmişlerdi. Daha sonra kemer sıkma politikası, liberallerin küresel kurtarış çabasında bıraktıklarını geri almalarına izin verdi. Ve hatta bazı “ilerlemeler” ile çalışanlar, iş güvensizliğin arttığı koşullarda daha fazla ve daha uzun süre çalışırken “yatırımcılar” ve “rantçılar” daha az vergi ödeyecekti. Kaybolmuş hastalıkların geri dönüşüyle en ağır bedeli ödeyen, mali sıkıntılar ve ilaç yetersizliği ile boğuşan Yunan devlet sağlık kurumları oldu. ‘Şok stratejisi’ Böylece başlangıçta çözüm önerisi gibi görülen fikirlerin bir “şok stratejisine” yol açabileceğini gördük. 2001 yılında, Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırıdan bir saat sonra, İngiliz bir bakanın danışmanı, bakanlıktaki üst düzey yetkililere şöyle bir mektup gönderdi: Devamı 5. sayfada Medya, takipçisini eğittiğinde... S E OPHIE USTACHE 2’de Rusofobinin tarihi GUY LARON 6’da
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle