01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tı: “Windsor House’un kalbi var mı?”, “Bize değer verdiğinizi gösterin”, “Kraliçe nerede? Bayrak nerede?” 1997’nin eylül ayında Kraliçe halk baskısına teslim olmak zorunda kaldı ve duygularını göstermeyi kabul etti. Leydi Diana’nın ölümüyle başlayan küresel keder patlaması gözyaşları içinde kalabalıklar, dünya nüfusunun yarısının katıldığı cenaze töreni, Alma Köprüsü ve Kensington Sarayı’na giden çiçeklerle kaplı cadde Kraliçe’den karşılık istedi. Elizabeth, otuz sekiz yıldan beri ilk kez verdiği canlı televizyon konuşmasında alışkın olmadığı kişisel, hatta samimi bir tonu benimsedi. Hafifçe sallanarak ve Başbakan Anthony Blair ve Alastair Campbell’in iletişim danışmanı tarafından kendisi için yazılan kelimeleri okurken “şimdi size kraliçe ve büyükanne olarak söylediğim şey, kalpten geliyor” dedi. Kraliyet mirası endüstrisi Basının adeta bir magazin şölenine dönüştürdüğü Kraliyet gündemi bulimik gelin, zina eden oğul, asi gayri meşru çocuk bu gizli örgütün üyelerini halkın zihninde insanlaştırdı. Bagehot’ın da belirttiği gibi, “tahtta oturan bir aile fikri ilgi çeker. (...) Kraliyet ailesi, güzel olayların mevsimsel birleşmesiyle siyasi hayatı yumuşatır.” Nitekim, aile hayatının sancıları, son derece özel statüsüyle her türlü demokrasiden muafiyetini garantileyen bir kabilenin sahip olduğu görünüşte sonsuz güce, hoş bir oyalama sağladı. Windsor House en rafine sınıf kodlarından başlayarak konuşma ve görgü kurallarının tamamını içeren ulusal bir uzmanlık alanı haline gelmesini sağlayan bir kültüre hükmediyor. Kraliyet mirası endüstrisi, geçmişten para kazanarak ve yeni gelenekler icat ederek, balıkçılık ve madencilik endüstrisinin toplamından daha fazla işçi çalıştırıyor (14). Ayrıca Windsor House, The Queen (2006) ve The Speech of a King (2010) veya Netflix dizisi The Crown (2016’da piyasaya sürüldü) gibi çeşitli ve kârlı kültürel ürünlerin gelir kaynağını da oluşturuyor. Bu yapımlarda hükümdarı oynayan aktör ya da aktris, sanki bir kral ya da kraliçeyi oynamak, diğer herhangi bir insanı oynamaktan daha kayda değer bir başarıymış gibi az çok belirsiz bir şekilde zaten çok şey üstlenen bir kuruma ekstra anlam katacakmış gibi her seferinde prestijli ödüller yağmuruna tutuluyor. ‘Deniz dibinin efendisi’ Kraliyet ailesi ülkeye her yıl 67 milyon pound’a (75 milyon Avro) mal oluyor; muafiyetler (15) ve offshore (denizaşırı) şirketlerin (16) drenajlar yoluyla vergi kaçırmalarını sağlıyor. Finans çarkının tüm devrelerini kontrol eden aristokrat bir kabileyle imzalanan bu bağ, Londra şehrini dünyanın dört bir yanındaki vergi kaçakçıları için daha da cazip hale getirerek, başkentteki fiyat ve kiralarda baş döndürücü artışa katkıda bulunuyor. Prensipte, Kraliçe yerküredeki tüm toprakların altıda birine sahip. Açık deniz rüzgâr endüstrisi üzerine yakın zamanda yapılan bir parlamento tartışmasında, Johnson, monarşinin emlak portföyü olan Crown Estate’i “deniz dibinin efendisi” olarak adlandırdı (14 Ekim 2020). Hükümetin Covid19 kriziyle başa çıkmak için kararlaştırdığı kiracı tahliyelerine ilişkin moratoryum, eylül ayında kaldırılarak 55 bin haneyi sokağa atmakla tehdit etti. Aynı hafta, emlak sektörünün yönetiminde salgın nedeniyle kaydedilen 500 milyon sterlinlik gelir kaybını kısmen telafi etmek için vergi mükellefinin Crown Estate’e cömertçe bir ek ödeme yapacağı öğrenildi. Her şeye rağmen, son yıllarda ülkenin egemenliği sorunuyla doğrudan bağlantılı olan Brexit ve İskoçya’nın bağımsızlığı nedeniyle yaşanan sarsıcı tartışmaların içinde, monarşi gözden kaçıyor. (*) Gazeteci. Çeviri: Diane Dilek Cat (1) Edward Shils ve Michael Young, “Taç giyme töreninin anlamı”, The Sociological Review, cilt. 1, no.2, Londra, 1. Aralık 1953. (2) Elizabeth R: “Kraliçe’nin hayatında bir yıl”, BBC, 1992. (3) Zadie Smith, “Bayan Windsor. Devletimizin başının güven verici aile hayatı”, Vogue, Londra, Aralık 2017. (4) Referans makalesi: Severin Carrell ve Owen Bowcott, “Johnson Kraliçe’ye yalan mı söyledi? Yüksek mahkeme kararında anahtar sorular ”, Guardian, Londra, 24 Eylül 2019. (5) Harold J. Laski, “İngiltere devletinin sorumlulukları”, Harvard Law Review, vol. 32, n° 5, Cambridge (Massachusetts), Mart 1919. (6) “Kraliyetin yürütme yetkilerinin gözden geçirilmesi: Nihai rapor”, İngiltere Adalet Bakanlığı, Londra, Ekim 2009. (7) David Cannadine, “Ritüelin içeriği, anlamı: İngiliz monarşisi ve ‘geleneğin icadı’, c. 18201977”, Eric Hobsbawm ve Terence Ranger (editörler), The Invention of Tradition, Cambridge University Press, 1983 (Geleneğin icadı) Éditions Amsterdam, Paris, 2012). (8) Hilary Mantel, “Kraliyet organları”, London Review of Books, cilt. 35, n ° 4, 21 Şubat 2013. (9) Eski Britanya toprakları olan elli dört eyaletten oluşan federasyon, 1949’da “özgür ve eşit” ülkeler birliği olarak resmen birleşti. Kraliçe, İngiliz Milletler Topluluğu Başkanı olarak tanındı. (10) Anguilla, Antigua ve Barbuda, Avustralya, Bahamalar, Belize, Bermuda, Cayman Adaları, Kanada, Kıbrıs, Dominika, Cebelitarık, Grenada, Guernsey, Jersey, Falkland, Man Adası, Montserrat, Yeni Zelanda, Saint Kitts ve Nieves, Saint Helena, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, Tuvalu. (11) Referans makalesi: “Harry, Meghan ve Marx”, The Economist, Londra, 16 Ocak 2020. (12) Referans makalesi: Ignacio Ramonet, “Taklitçiliğe karşı”, Le Monde diplomatique, Ekim 1998. (13) The Daily Mail, The Express et The Sun, manşetleri. (14) Sam Wetherell et Laura Gutiérrez, “Ölmeyecek”, Jacobin, New York, 19 Mayıs 2018. (15) John Harris, “Esasen, monarşi yozlaşmıştır” Cumhuriyetçilik Harry ve Meghan’da hayatta kalacak mı? The Guardian, 8 Mayıs 2018. (16) Referans makalesi: Hilary Osborne, “Açıklandı: Kraliçe’nin özel mülkiyeti açık denizde milyonlarca sterlin yatırım yaptı”, The Guardian, 5 Kasım 2017. 5 7 ARALIK 2020 Cumhuriyetçiler’in yüzde 77’si Joseph Biden’ın seçilmesinin meşru olmadığını düşünüyor. Yeni başkan bu hor gören bakış açısı ile yüzleşmek durumunda kalacak. Demokratlar’ın acı zaferi SERGE HALIMI Baştarafı 1. sayfada 3 Kasım’da Demokratlar seçimlerden sadece bir zafer değil aynı zamanda intikam bekliyorlardı. Tıpkı 1980’de olduğu gibi, Başkan’ın bozgununun Kaliforniyalılar daha oy verme işlemini bitirmeden onaylanacağını umuyorlardı. Kutsal, ilerici Amerika’nın aşağılanmasına son vermek üzere, Cumhuriyetçilere vaad edilen bu felaketi tıpkı birçok kez gündeme getirildiği gibi turuncu üniformalarıyla fotoğrafları çekilen Trump ailesinin parmaklıklar arkasına gönderilmesi takip edecekti. Bu senaryo gerçekleşemeden hayallerde kalacak. Hatta MaraLago’daki golfçünün siyasetten çok da uzak kalmaması muhtemel. Dört yıl öncesine oranla on milyon daha fazla oy alan Donald Trump, yüzleşmek zorunda kaldığı azil süreci dahil olmak üzere tüm onur kırıcı durumlara rağmen, partisinin sosyal tabanını geliştirmiş, pandemi nedeniyle üzerine gölge düşse de olumlu sonuçlar elde etmiş bir başkan olduğu konusunda taraftarlarını ikna etmeyi başaracaktır. Nazi benzetmesi... Bazılarının coşkusu diğerlerinin ıskartaya çıkmasıyla pekişir. Demokratların paralel evreninde benzer eksiklikler olduğundan Cumhuriyetçilerin “alternatif gerçeği” sorgulanmıyor. Donald Trump’a destek veren birisi, Trump’ın çıktığı medya kanalı hariç diğer tüm medya kanallarında şampiyonu hakkında yapılan haberlerde kendini nasıl görebilir ki? Biden’ın seçmenlerinin büyük kısmı, özellikle de tonlama, tempo ve çizgiyi belirleyen diplomalı şehirliler, mevcut başkanın bir palyaço, faşist ve “Putin’in kaniş köpeği” hatta Adolf Hitler’in halefi olduğuna ikna olmuşlardı. 23 Eylül tarihinde, MSNBC kanalının yıldız sunucusu, yayıncı Donny Deutsch, Trump’ın destekçilerini Nazi mitinglerine katılan fanatik kalabalıklara benzettiğinde, kimse itiraz etmedi. Deutsch yayında, “Trump’a oy verecek Yahudi arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum: Nasıl cesaret edersiniz? Donald Trump’ın söyledikleri ve Adolf Hitler’in söyledikleri arasında hiçbir fark yok” demişti. İki gün sonra Washington Post gazetesinden bir yorumcu, Nazi diktatörlüğünün başlangıcı ve ABD başkanının totaliter meyilleri arasında bir analoji yapmaktan korkulmaması gerektiğini savundu: Amerika, kendi Reichtag yangınımızın eşiğindeğiz. Bunu engelleyebiliriz. Demokrasimizin yakılmasına izin vermeyelim”. (2) CNN kanalında ise Joe Biden’ın seçimi kazandığı belli olmuşken, kanalın yıldız ismi Christiane Amanpour zaferin tadını çıkarmak ve militanlığa bir parça ara vermek yerine, 12 Kasım tarihini fırsat bilerek, o tarihte Kristal Gece anma haftası olduğunu hatırlattı. 1938 yılında Almanya’da Yahudilerin mağazalarının vitrinleri yağmalanmıştı ve sahipleri de ya öldürülmüş ya da toplama kamplarına gönderilmişlerdi. Amanpour, “Gerçek, bilgi, tarih ve hakikat”a karşı saldırı ile habere başlayarak Amerika başkanının ihlallerine değinebilecekti. Avrupa’da olduğu gibi Amerika’da da ilerici basın bu tür aşırılıklara yer vermemeyi tercih ediyor. Ancak Trump’ın taraftarları, paranoyaları her seferinde tiye alındığında bunları unutmayacaklar. Bir kere dört yıl boyunca sürekli gündeme getirilen Rus komplosunun başkanlık seçimlerinde meydana gelmediğini fark ettiler. Medya bölündü Barack Obama’nın seçilmesi nefret ve hile mekanizmasını harekete geçirmişti. Obama’nın neredeyse muhafazakâr denebilecek merkezciliğine, katı vergi politikasına, bankalara karşı hoşgörülü yaklaşımına, drone’larla gerçekleştirilen suikastlere, göçmenlerin kitlesel sınır dışı edilmesi ve polis kuruluşlarına karşı zayıf kalan itirazlarına rağmen Cumhuriyetçiler onu acımasız bir radikal, maskeli bir devrimci, sahte bir Amerikalı olmakla suçladılar. Biden, selefi kadar az solcu olsa da Miami’de seçimlerden bir hafta önce Sosyalistlere karşı kampanya yürüten kişi benim, ben ılımlıyım” savunmasını yaptıysa da başkanlık döneminin aynı derecede gergin geçmesi bekleniyor. Gazeteci Matt Taibi’nin de analiz ettiği gibi, Amerika medyası artık bilgi verme derdinden çok onları yaşatacak ya da ölümlerine neden olacak katı destekçilerini memnun etmeye çalışıyor (3). New York Times gazetesini okuyarak bilgi edinenlerin yüzde 91’i Demokrat olduğunu söylüyor, Fox News’ı tercih edenlerin yüzde 93’ü ise Cumhuriyetçi olduklarını ifade ediyor (4). Böyle bir ortamda başarılı iş modeli de aboneye beklediği mamayı, yani önyargılı, aşırı ve tahrif edilmiş haberler vererek gerçekleştiriliyor. Gazeteciler de hatta çeşitlilikten yana olduklarını açıkladıklarında bile, kabul edilen doktrinlere karşı olanların peşine düşmeye gayret ediyorlar. Sonuç ikna edici: Demokrat Parti’nin ideolojik ekine dönüşen ve mevcut başkana yönelik nefret ve küçümseyen bakış açısını her gün yarım düzine makale ve yorum yazısında paylaşmaktan çekinmeyen New York Times gazetesinin yedi milyon abonesi var. Aynı şekilde Fox TV de Cumhuriyetçileri körü körüne savunmaya başladığından bu yana hiç bu kadar çok para kazanmamıştı. Birbirini görmezden gelen ya da yüzleşmek durumunda kalan iki taraf Amerika için yeni bir durum değil aslında. İç savaş zamanında oluşan çatlak, ekonomik ve sosyal kategorileri görmezden gelmeye başlamıştı bile. Daha yakın zamanda 1969 yılında, Richard Nixon’ın danışmanlarından Kevin Phillips, harita ve grafiklerle desteklediği görüşünde, “Amerikan kitleleri orta sınıf refahına eriştiklerinden daha muhafazakâr oldular. Servete, politikalara ve düzenin solcu yüksek memurlarının vergi politikalarına karşı ayaklanmaya başladılar” yorumunu yaparak Cumhuriyetçi Parti’ye “bu Amerikalıların popülist isyanından faydalanmalarını” önermişti (5). Geliri artış gösterenlerin vergi düşmanlığının yanı sıra dini kurallara karşı saygısız olduğunu düşündükleri, ilerici aydınları sorumlu tuttukları, sosyal mühendisliğe karşı düşmanlıkları içeren bu analize Phillips bir de ırkçı bir yaklaşım katacaktı. Geleneksel olarak demokrat olan Güney’in “küçük beyazları” siyahların özgürleşmesinden bıkmışlardı. Philllips’e göre, burada Cumhuriyetçiler için popüler seçim kitlesini fethetmek üzere başvurabilecekleri bir kaldıraç vardı. Bu seçmen kitlesi aslında sağın ekonomi politikalarına karşı idi ancak “etnik ve kültürel nefret, parti seçimini doğrulama söz konusu olduğunda her şeyden üstün geliyordu”. Genel olarak bakıldığında, Phillips’in siyasi stratejisi Richard Nixon, Ronald Reagan ve George W. Bush’un yeniden seçilmelerinin nedeni. Aynı şekilde Donald Trump’ın başkanlığına da ışık tuttu. Öte yandan uzmanları, meritokrasiyi, göçmenler ve azınlıkları hedef alan bir söylem, üniversite öğrencisi oranının arttığı ve beyazların oranının azaldığı bir ülkede, seçim açısından artık tehlikeli bir söylem. İşte tam da bu yüzden Demokratlar zamanın onların lehine olduğundan eminlerdi. Siyahların oylarının neredeyse tamamını, Hispaniklerin yani Latin Amerika kökenlilerin büyük bir kısmını, kadın seçmenler arasında avantajı ve üniversite mezunları arasında gözlemledikleri artışı topladıklarında zafer onlardan başka kimsede olamazdı. 2020 seçimleri en azından tüm halkın ayrı, etnik ve siyasi olarak ayrı demografik bölmelere ayrılmasının sorgulanmasını sağladı. Sonuçlarda yapılan karşılaştırma Biden’ın dört yıl önce Hillary Clinton’ın skoruna oranla en çok beyaz seçmen oylarını artırdığını gösteriyor. Donald Trump’a oy verenlerin büyük çoğunluğu ise kadın ve azınlıkların verdiği oyların toplamından oluşuyor. Orantı açısından, bir seçimden diğerine bir deprem söz konusu değil, burada birkaç puan alınmış, orada birkaç puan elde edilmiş. Cumhuriyetçiler halen beyaz özellikle de diplomalı olmayan erkeklerin oy verdiği parti; demokratlar ise siyah ve Hispaniklerden alıyor oyları. Evrim ise bambaşka bir yerde gerçekleşti. Polisin şiddetine karşı kayıtsız kalan ve Siyah Hayatlar Değerlidir hareketine açıkça düşman olmasına rağmen, Trump’ın Afrikalı Amerikalılar arasında puanını artırması ve Meksika sınırında duvar inşaatını gündeme getirmesi (ve bir kısmını kısmen yaptırması) ve göçmenleri tecavüzcü, katil diye tanımlamasına rağmen Hispanik seçmenler arasında bir yükseliş yaşaması anlaşılması zor bir durum. O kadar ki Cumhuriyetçiler, partilerinin muhafazakâr, popüler ve çok etnikli bir partiye dönüşebileceğini düşünüyorlar. Demokratlar ise sahip olduklarına inandıkları ki esir tuttukları da denebilir bazı müşterilerinin ellerinden kayıp gitmesinden endişeliler. Aslında bilmecenin çözüldüğü yer Teksas’da Rio Grande civarı (6). Buranın nüfusunun yüzde 90’ı Hispanik. Dört yıl önce Hillary Clinton burada Zapata ilçesindeki oyların yüzde 65’ini almıştı. Bu sefer bu oyları alan Trump oldu. Peki ama ne oldu? Basitçe ifade etmek gerekirse, Hispanikler, diğerleri gibi, onlara atfedilen kimlikleriyle anılmaktan etkilenmiyorlar. Rio Grande’dekiler Biden’ın seçilmesi halinde, petrol sanayinde bir diplomaları olmadan da çalışıp iyi para kazandıkları işe erişmelerinin engellenmesinden korkuyorlardı. İklim değişikliği, sosyal olarak sınıf düşmekten daha düşük bir tehditti onlar için. Bölgede polis ya da sınır polisi olarak iyi para kazanan diğer sakinler ise Demokratların onların gelir kaynağını keseceklerine inanmışlardı. Öte yandan Hispanik olmak demek kürtaja, şehirlerdeki ayaklanmalara düşman olmamak demek değil, özellikle de bunları kırsal bölgedeki ilçelerinizden seyrediyorsanız Güven bunalımı Uzun sözün kısası, İspanyolca konuşup muhafazakâr olabileceğiniz gibi, Afrikalı Amerikalı olup daha fazla göçmen Meksikalı görmek istemeyebilirsiniz, tıpkı Asya’dan gelip üniversitede azınlıklara ayrıcalık tanıyacak programlardan endişelenebileceğiniz gibi. Demokratlar ilerici, yapay politikalar oluşturmaya çalışırken Cumhuriyetçiler bu gerçek bölünmelerden kendilerine fayda sağlıyorlar. Her iki taraf da gerçekliğin bir başka yüzünü kaçırıyor olabilir. Genç Hispanikler ebeveynlerine göre Demokratlara daha fazla oy veriyorsa da, bunu kendi “kimlik”lerinin daha fazla bilincinde olduklarından yapmıyorlar. Bunun asıl sebebi bir önceki nesle göre daha eğitimli olmaları. Bu çeşitlilik alanında kesin diye kabul edilen olgularda da bir sarsılma gözlemleniyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi sisteminde yaşanan güven bunalımı belki de Amerikalıları bu sistemi tüm dünyaya dayatmalarından vazgeçirmek gibi bir fayda sağlayabilir. Bu seçimlerden güçlenmiş çıkamayan Amerikan solu ise her ne kadar sonuçlar onları rahatlatsa da yeni başkanı daha önce Trump’ın seçilmesini sağlayan politikaya benzer aşırı ihtiyatlı politikaya karşı uyarmakla yükümlü. Çeviri: Sedef Atam (1) Monmouth Üniversitesi, Polling Enstititüsü Anketi, 18 Kasım 2020. (2) Dana Milbank,“Bu bir tatbikat değil. Reichstag yanıyor”, The Washington Post, 25 Eylül 2020. (3) Matt Taibbi, “Bugünün medyası neden bizi birbirimize küçümsetiyor”, OR Books, New York, 2019. (4) Pew Araştırma Merkezi çalışması, EkimKasım 2019. NPR için oranlar (kamu kanalı), CNN ve MSNBC Demokratlar konusunda; ABC, CBS et NBC daha az. (5) Kevin Phillips, Yükselen Cumhuriyetçi Çoğunluk, Arlington House, New York, 1969. (6) Elizabeth Findell, “Sınırdaki Latinler Cumhuriyetçi Parti’ye kaydı”, The Wall Street Journal, 9 Kasım 2020.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle